bir kadının yaşamındaki en önemli iki şey

entry32 galeri0
    9.
  1. tualin üzerinde önce bir kadın gölgesi beliriyor. arkası bana dönük, gri kumsalda durmuş denizi seyrediyor.

    "gel sevgili ressam, önce beni tanı, önce beni anlat resimlerinde."

    else elini uzatmış bekliyor. elini tutuyorum.

    diri kadın güzelliği, akdeniz kadınının geniş kıvrımlı, dolgun bedeni, burnunun uzun bir çizgiyle güzelleştirdiği profili, kırmızı cilalı tırnakları.

    "kız çocukluğundan kadınlığa sağlıklı geçebilmek çok güç türkiye'de" diyor. eli elimde. "olanaksız!"

    bir sigara çıkartıyor geniş saplı hasır çantasından, bir de çakmak. çakmağını alıp sigarasını yakıyorum. ben sigara içmem ki. sigarayı tutan ellerini izliyorum. bir resmin detaylarındaki gibi, tek tek parmaklarına, kırmızı tırnaklarına bakıyorum. "bekaret ve annelik bir kadının yaşamındaki en önemli iki şeydir bu ülkede. annemiz öğretmese, bir söyleyen, bir ima eden bulunur mutlaka. hemen hepimiz yerli filmlerden birine yakalanmış kız çocuklarıydı biz." sigarasını bitiriyor. hiç konuşmadan onu dinliyor, onu seyrediyorum. kalkıp tekneden atlıyor, açılıyor. uzakta, bomboş koyların koynunda bağırıyor: "gelsene, yanıma gel!" yanına yüzüyorum. suyun içinde soyunuyor. bikinisini bileğine bağlıyor. akdeniz'in mavisinde sevişiyoruz. birbirimize sarılıyor, kenetleniyoruz. akdeniz kucaklıyor bizi.
    9 ...
  2. 10.
  3. arkası bana dönük, denizi seyreden kadının yanında bir erkek belirdi tualde. uzağa bakıyorlar el ele. adamın yanında bir çocuk. kadının ve çocuğun içleri boş, ama erkek gerçek. yalnızca imge o ikisi... yine de tual üzerinde belirecek kadar gerçeğe yaklaşmış hayaller...

    "kaygılanıyorum" diyor makyözü yüzünü bembeyaz pudralayıp kırmızı allık sürerken. biraz sonra sahneye çıkacak. gevşemek için meditasyon yapıyor. olmuyor. "konsantrasyonum çok bozuldu bu aralar" diyor. sesinde gergin, kaygılıbir ton var. kaslarını gevşetmek için cimnastik yapıyor sinirli sinirli.

    "sevgi sahiplenmeye dönünce insanı zincirliyor" diyor. başımdan aniden çok şiddetli bir balyoz inmiş gibi sendeliyorum. uyuşuyorum sonra. gerçek acı, bu uyuşukluk geçince başlayacak biliyorum. sırası geliyor, sahneye çıkıyor.

    o günkü dansında, bedeninin her deviniminde, ellerinin, parmaklarının ucunda, çok sevdiğim ayakalrında, zincirlerinden kurtulmaya çalışan, özgürlüğünü özlemiş kaslarının gerginliğini, acı çığlıklarını duydum. sanki derisi yüzülmüştü, bütün kasları ortadaydı. her şeyi gördüm. bir balerinin kendini en çok dansıyla ifade etmesinden daha doğal ne olabilir ki?

    oyunun sonuna kadar dayanamadım, kaçtım oradan. onu bu kadar bunaltacak denli çok mu yaklaştım? kendine soluyacak hava bırakmadım mı? oysa onun bağımsızlığı, kendine saygısı değil miydi beni baştan çıkaran?

    sevmek, insanın kendisi kalabilecek ve bunu sürdürebilecek kişisel alanı işgal etmeden ona yakın olabilmektir!

    bunu bildiğim halde... else'nin kendi alanına girdim, onu da benimkine mi girmeye zorluyorum? gerçekten yapıyor muyum bunu?
    8 ...
  4. 11.
  5. 12.
  6. babası ve eşi olabilir...

    ailesi ve çocuğu olabilir...

    eşi ve çocuğu olabilir...

    ailesi ve kariyeri olabilir...

    bu uzar gider böyle. siz ne sanıyorsunuz her kadının hayatındaki en önemli şey aynı olmak mı zorunda? haha.
    0 ...
  7. 13.
  8. 14.
  9. bir otobüse bindim, şehrin yokuşlu inişli yollarında otobüsün camında en çok kendi yüzümü görerek son durağa kadar gittim. tekrar geri döndüm. gece yarısından sonra stüdyoma girdim. else'nin ve benim kaygılarımın resmine devam ettim. bir bahar sabahında pembe, sarı, kırmızı kaygılar tualdeydi artık.

    üçü de akdeniz'e bakıyor. kadın, adam, çocuk.
    ikisi beyaz.
    hayallerin rengi beyazdır. ümit mavidir.
    deniz gibi...

    "Birden sen gelsen aklıma
    Seni unutsam bazı bazı"

    o sırada beni görüyor. else, yine stüdyonun zemininde. ne zaman gidiyorsun? diyorum. "yarın" diyor. onun bedeni, cinselliği ve aklı ayrı çalışıyor sanki. sevişirken inanılmaz bir dişi, konuşurken cinsiyetsiz bir insan. zeki, mantıklı. ama kuru. ikisini birleştiremiyor bir türlü. köpüksüz bir türk kahvesi gibi. lezzetli ama köpüksüz...

    "yazarım sana" diyorum. hiç inanmamış gülümsüyor. "gitmek, bağımsızlığımı korumak zorundayım" diyor. sessiz düşünüyor ama, ben duyuyorum iç tartışmasını. diyor ki, "yanlışı aksaklığı göre göre içinde yaşamak güçtür. doğallığın ve sıcaklığınla ödersin bunun bedelini."

    ben de sessizce bağırıyorum:
    else, else! akıllı, güzel, bağımsız else! başaracaksın.

    onun başarısı benim de başarım olacak, biliyorum!

    "sana yazacağım" diyorum yeniden. ikimiz de inanıyoruz bu kez.

    "Senle beraber olsam da, sevgilim
    Hiç görmesek birbirimizi, özlesek."

    resmin beşte ikisini pat diye siyah bir çizgi böldü, siyah fon üzerinde solda bir adam başı belirdi. başında bir şapka bana bakıyor. gözlerinde acı sarı keder.
    yüzü yeşil.
    evet. yüzü yeşil.
    8 ...
  10. 15.
  11. else norveç'e gidiyor.
    son gecemiz.
    stüdyodayız.
    şarap içiyoruz.
    yan yana yere oturup, el ele susuyoruz.
    "gidiyor o." diye geçiyor içimden. yine de içim ezilmiyor. oysa canımın çok yanması gerekmez mi? ona anlatıyorum bunu. seviniyor, şenleniyor aniden. mavi gözleri pırıl pırıl yanıyor. öyle güzel ki...
    "çünkü kendi irademle gidiyorum diye seviniyorsun. seçimimi yaptığıma, seni sevdiğim halde gidebildiğime seviniyorsun."

    küçük burnunun ucundan öpüyorum.

    "Hep yalnızlık var sonunda
    Yalnızlık ömür boyu."

    gece bitti.
    mutfağa geçip, kahve suyu kaynatıyorum. kahvemle atölyeye döndüğümde biten resme bakıyorum. altına yazacağım cümle aklımda. ikisini de anlatan, her şeyi anlatan cümle!
    kahvemi yudumluyorum. kahve her zamankinden güzel kokuyor.

    bir kadının yaşamında iki önemli şey değil, iki önemli an vardır. resmin altına yazıyorum:

    "bir kadının yaşamındaki iki büyük an, aşık olduğu ve sevdiğini terk ettiği andır."

    bir horoz ötüyor. kentin ortasında hala sabah ezanında bir horoz ötüyor.

    "küçükken başımın üzerinde kuşlar uçardı, içinde düşler. olur olmadık hayat hikayelerine, mitlere bırakıverdim uçarı aklımı. aramaktı benimkisi, "kendim" denen ıssız, ıspatsız diyarı. ve gördüm, anladım. giderdim merakımı. şimdi ne bir düşüm ne de kuşlar uçuyor artık."

    -son-
    8 ...
© 2025 uludağ sözlük