önce sorular ve değerlendirmeler başlar. sonra yargılar; cesurca.
yüzüne bakmaya cesareti yoktur bi' tarafın. ve telefondan yürütürsün bu konuşmayı. belki de insana kendini en yalnız hissettiren anlardan biridir de bu...
seviyorsun, o da seviyor. ama bağlanamadığını söylüyor *. sen kırılıyorsun, hem de çok.
seni kırmak, üzmek istemiyorum safsataları başlar. o an senin düşündüğün şey kızgınlığa çevrilir.
sonra olgun bir hareketle ayrılık kararını verirsin. ilk adımı sen atarsın; çünkü karşındaki o kadar cesaretli değildir hala. ileride pişman olurum duygusuyla saçmalamanın sınırlarını zorlamakta.
resmen ayrılınır, sen iki damla gözyaşı dökersin. silemez bile o. telefondadır çünkü.
banktasın, bi' parkın ortasında, kedileri izliyorsun. ve ağlamaktan nefret ediyorsun.
şimdi ayrıldın sen. ve normal konuşman sürüyor. sankı beş dakika önce ayrılmamışsın gibi muhabbetini ediyorsun, saçma sapan konulardan. belki bir dedikodu bu muhabbeti sürdüren..
korku başlıyor, içini sarıyor; sen izin vermek istemesen de.
hoşçakal demenin zamanı geldi. ama konuşma uzuyor, mantıksızca hem de. neyse ki telefonun şarjı bitmiş bulunuyor ve kurtuluyorsun o hiçbir şey olmamış gib konuşma işkencesinden.
vakit önümüzdeki maçlara bakma vaktidir, diyip acilen hayata akmakta, kendini odalara kapatmamakta fayda var ki aksi takdirde bir ilişkinin bitmesi her ne olursa olsun bünyede toparlaması zor boşluklar yaratabilir... zordur ama geçer...
bir limonu kesip çaya sıkmak, ekmeğe reçel sürmek, kumandayı alıp kanalı değiştirmek, telefonun ekranından saate bakmak kadar basit bir olaydır.
sonrasında verdiği acıya katlanabilmek ise kumandadan saati öğrenmek, çayı reçelli içmek kadar zordur.
edit: yani heralde öyledir. hiç reçelli çay içmedim, bilmiyorum.
eğer halihazırda beraberlik canlıyken ani bir ayrılık söz konuşu olmuşsa, bunun bir gerilimi, gerilimde acıtan bir tarihi vardır.
ama ilişki zaten ölmüş ise, bu bitiş çürüyen iki parçanın zahmetsizce birbirinden kopması gibidir. çürümek acı vermez zira ölü olan çürür. bir ilişkinin çürüdüğünü anlamak kolay değildir, öldüğünü kabul etmek ise çok zordur.
öyle söyledi oturduğu yerden, hiç istifini bozmadan. 'olur yani' diye ekledi; 'ne var ki? biter, sonra bir şey olur, geri başlar..' derin bir nefes çekip sigarasından, hızlı ve kesik üç nefesle geri verdi, çoğu göğüslerine saplanıp kalan dumanı.
bense bir türlü kabullenemedim, anlayamadım ucuz yalanlarla savuşturulmaya çalışılan bu kirli anı.
soğuk bir ankara sabahında müthiş bir arzu ve tutkuyla, alev alev dudağıma değmiş dudaklar, birkaç ay sonrası, sıcak bir istanbul akşamında, buz gibi yalanlar söylüyordu. öncesi gözümün içine dalıp heyecanla titreyen gözler, şimdi sönük ve donuk bakıyordu.
tutkusu bitmiş...
öyle söyledi oturduğu yerden.
oysa; gece yarıları cep telefonuna gelen mesajlar, aklıma zehirli tohumlar ekip, koynumdaki kadını kollarımdan çekiyordu.
birbiri arkasına isimsiz telefonlar, komodinin üzerinde hep cevapsız kalıyor, gözlerim usulca karşı duvarın beyazlığına dalıyor ve şimdi tutkusu biten kadın, o halde sımsıkı bana sarılıyordu.
'güven kazanılan bir şeydir' kimse sana güvenmez, ancak sen güven verebilirsin, sen kimseye güvenmezsin, ancak o kimse sana güven verir...
konuşmuştuk bunları, üstelik en tutkulu zamanlarımızda konuşmuştuk. yalansız ve katıksız, neyse onu söylemiştim, hiç azalmayan bir tutkuyla, gerçek bir heyecanla sevmiştim.
sevmek yetmezmiş, çünkü tutkusu bitmiş...
öyle söyledi oturduğu yerden.
sevmek nedir ki? dedi, yalnız sevmekle olmuyor işte, ona bakarsan, senin sevgin ne ki? falanca kişi köpekler gibi seviyor beni, filancası geçenlerde intihar etti, zor tutmuşlar ötekini, hele beriki.. aah o beriki yok mu, ne çok seviyor bir bilsen beni...
bir anda bir sürü adam doldu odaya.. hayatımda hiç görmediğim, yalnız geceleri meçhul mesajları komodinin üzerinde yanıp sönen ve fakat hiç tanımak şerefine nail olmadığım, bilmediğim adamlar...
hepsi de seviyormuş onu, hıh.. ben neymişim ki?
nazım'ın çok eskiden betimlediği; 'kutbun sonsuz beyazlığında azalıp kaybolan bir karınca gibi' küçülüp kalmıştım. iki gün öncesine dalmıştım;
içimde tırnak gibi büyüyen şüphe ve aklımı kemiren güvensizlik hissine dayanamayıp, ellerimi kirleterek, birkaç hile ile ulaştığım gizli bilgilerle bilgisayarı açtığım.
ve tutkusu biten kadının, (sevgi sözcükleriyle, benim koynumda uyandığı bir sabah) yeni tutkular peşinde birilerine attığı çıplak mesajları ve aynı leşlikle aldığı müstehcen cevapları, nasıl olduysa; kalbim durmadan okuduğum o güne...
tutkusu bitmiş...
öyle söyledi oturduğu yerden.
o öyle söyleyince, geri döndüm birden, dalıp gittiğim iki gün öncesinden. kendime geldiğimde, bavullar toparlanmış, sigaralar tükenmiş ve son yudumlar alınmıştı kahvelerden.
artık 'iki medeni insan' olarak, hazırdık samimiyet yoksunu bir ayrılığa ezberden.
o güne dek yalanlar üzerinde uyumuş, yalanlar üzerinde sevişmiş, yalanlar üzerinde kirlenmiş, iki medeni insan...
bu yazının başından beri, onca şey olup biterken, hâlâ telefonu tutkulu meçhul mesajlarla titremeye devam eden kadın, parmaklarını telefonun üzerinden çekme fırsatı bulup yerinden kalktı.
sonra öğrendim ki, tutkusu bitmiş...
öyle söyledi kalktığı yerden.
birkaç eşyasını 'yeni tutkular arayışı'ndan döndüğünde, geçerken uğrayıp almak kisvesi altında, aslında tüm şeytansı dişiliğiyle ansızın gelip, hiçbir şey olmamış gibi beni baştan çıkarmak niyetiyle evde bırakıp, yöneldi kapıya.
sırtımda ağır bavullar, önümde tutkusuz hafif bir kadın, ve içimde kafeslenmiş, bastırılmış, dizginlerini kırdı kıracak bir hayvanla vardık bir taksinin sağ arka kapısına.
ertesi gün değilse de, bir sonraki gün muhakkak bir başkasına sarılacak, bir başkasına dokunacak, bir başkasının kollarında inleyecek olan tutkusuz kadınla sarıldık ayak üstü. istem dışı, elimde olmadan, son kez çektim boynunun kokusunu burnuma.. tutkuya varınca haber ver deyip uğurladım.
taksi hızla uzaklaşıp yanımdan, kayboldu bir sokak karanlığında.
tutkusu bitmiş...
öyle baktı taksinin arka camından.
ağlamaklı oldum, gülümsedim, kızdım, durdum, duruldum.. birdenbire ölürcesine yoruldum.
sonra.. eve dönerken değiştim, bir hafiflikle birden; koydum götüne rahvan gitti bir şeyler, ve bakkala uğrayıp ani bir hareketle, 'bana bir tutku ver ali emmi' dedim, karamellisinden...
Seviyoduysan eğer, çok kötüdür be. Genelleme yapmak yanlış belki ama çoğuda akşam/gece biter ilişkilerin.
Birinci evre : ilk yarım saat kabullenmeye çalışmakla geçer. 'Lan noldu ayrıldık mı lan biz şimdi?' olursun. Sonra yavaştan uzanırsın yatağa çünkü üşüme gelir tüm vücuduna.
Bu ikinci evre en zorlu evredir işte. Çünkü geçirilen zamanlar gelir göz önüne. Gelir gelir gelir gelir... Sonra gitmez.
Üçüncü evre gözyaşı. Duraksamalı ağlama, ev boş ve müsaitse hıçkırarak/haykırarak ağlama veya sessiz ağlama. Seç işte duruma göre.
Dördüncü evre : Yine ağlama. Ama bu kez ruhun ağlaması. Farklıdır, herkes tadamaz bu hissi.
Beşinci evre : Sabah aynada o surata bakıp bir kez daha ağlama.
not: bunların hepsini onu gerçekten sevdiysen yaşayabilirsin.
not2: o an acın geçmeyecek gibi durur hep. öldüm dersin ama. anlıyorsun be kardeşim sonunda. değmediğini anlıyorsun.
not3: ama acısının gerçekten hiç geçmeyeceği biri hayatına girecektir er yada geç. bu da unutulmamalıdır.
bir tarafın canını mutlaka yakan olaydır.. aslında o tarafın canını yakan şey ayrılık değil, sevgilinin elini ondan başkasının tutacağı, gözlerine ondan başkasının bakacağı, yani ona başkasının sahip olacağı gerçeğidir.. işte bu ayrılıktan daha kötüdür..