bilyeler ve bicaklar

entry1 galeri0
    ?.
  1. Cenazesinde cıvıl cıvıl Roman şarkıları söy­lenmesini vasiyet eden bir ölümcül hasta gibi her yılbaşı, şenliklere güle oynama­ya uğurluyoruz eski yılı...
    ...her eskiyen yılın, kaç sayfa olduğunu kestiremediğimiz otobiyografimizden bir sayfayı daha yırtıp attığını unutmaya çalışarak...
    ...her açılan yeni sayfanın, yır­tılıp atılandan daha renkli öy­külerle dolu olacağını umarak...
    ...ve kitabın kaçıncı sayfasın­da olduğumuzu hiç umursamayarak...
    ...neşeli bir cenaze töreni gibi karşılıyoruz yeni yılı...
    Oysa günden güne kabarıklaşan hatıra defterleri ele veriyor mazinin tortularını...
    Eski albümlerdeki fotoğraf­lar geçip gidenleri, yitip bitenle­ri belgelercesine gülümsüyorlar.
    Sararan fotoğraflarla birlikte en sevdiğimiz paltonuzun epri­mesi, hiç çıkarmadığınız kotu­nuzun en üst düğmesinin bir türlü kapanmaması, yıldız yıldız ışıldayan vitrinlerin ruhunuza eski bayramları uyandırmaması üzüyor sizi...
    Buharlarla sarmalanmış mahzun bir tren garı gibi yılbaşı... Her Aralık so­nunda o gara gidip bekliyorsunuz... ki­mi zaman dönüşü olmayan bir yolcuyu uğurlamanın hüznü... kimi zaman hasretle beklenen bir dostu karşılama­nın sevinciyle...
    Kitabın kaçıncı sayfasını çevirdiği­nize göre değişiyor haletiruhiyeniz... Ya sevinçle karşılı­yorsunuz geleni.... ya gidenin ardından hüzünle el sallıyorsunuz.

    Ben eskiden o garda bekler­ken giden trenlere aldırış et­mezdim pek... Gözlerimi rayla­rın ufukla birleştiği noktaya di­kip, henüz tanışmadığımız yeni dostun getireceği hediyeleri beklerdim umutla...
    Çok bir şey de değil... bir avuç bilyeydi özendiğim...
    isterdim ki, avcuma alıp oluşturduğumda bana eski günlerden gıcır gıcır şarkılar söylesinler... onları yanyana di­zip camdan yollar kurayım; o yollar beni çocukluğuma taşı­sın...eğilip baktığımda dünün gökkuşağı renkleri yanıp sönsün cam kürelerin içlerinde... çarpış­tıklarında neşeyle yuvarlansınlar, bir­birlerini kırıp dök­meden...
    Lakin bu yıl kes­kin bir bıçak düştü kısmetime, dizi dizi bilyeler yerine... Sa­rıldığı siyah-beyaz kağıt parçasından hain bir tuzak gibi dökülüverdi;
    "sapı kardı, demi­ri .kör..." ve "bizim ora işi"ydi...
    ...kabzasında eski bir dost eli­nin ustaca işlediği mücevherler parlıyordu.
    ...çeliğinin soğuğunu sırtım­da hissettim ilk gördüğümde... sırt kemiklerimin arasından göğsüme, kalbime sokuldu. Canımı yaktı.
    Tanışıklığımızdan sinsiliğin­den, kalleşliğinden utandım.
    Ama bilendim aynı zaman­da... Ruhumda bitiveren bıçak­ların çeliğine sürttüm gövdesi­ni... kıvılcım kıvılcım keskinleştim sürtündükçe...
    ihanetler öyledir zaten... içi­ni yakarken, bir ateşe dönüştü­rür insanı... Yanarken yakmayı öğretir.
    işte bir kez daha o buharlar­la sarmalanmış mahzun istas­yondayız cümbür cemaat... Kalkışa hazırlanan trenin son vagonundan eprimiş paltolar, solgun resimler ve ihanet bı­çaklan el sallıyorlar.
    Biz, yaralarımızı gizlemeye çalışarak uğurluyoruz yaşamı­mızın deli dolu bir sayfasını da­ha...
    Ve rayların, ufuk çizgisiyle buluştuğu noktadan çığlık çığ­lığa koşturuyor yeni bir sayfa­nın ilk satırları...
    Her satırda yaşlanıp, her bıçaklanışta yaralanışımıza boşverip, şenlikli bir cenaze gibi karşılıyoruz yeni yılı...

    istasyona girince avuç avuç bilyeler dökülüyor vagonlar­dan...
    Çekip gidenlere, yitip biten­lere, sırttan hançerleyenlere inat, yeni bir yılın kapısında gı­cır gıcır eski şarkılar söylüyoruz neşeyle...
    Her sayfada zenginleşip, her yarada kanayarak, kah kinlenip, kah sevdalanarak ve dost ihanetlerinden hazin dersler alarak ayrılıyoruz gardan...
    ...bir başka Aralık sonunda yeniden buluşabilmek... ve gar­dan kalkacak son trene başı dik binebilmek umuduyla...

    can dündar
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük