Geçen güne kadar Kitaplığımda uzun zamandır duran ve bir türlü elime gelmeyen kitaptı. Bir kitap bakmak için sürekli gittiğim kitapçıya girdim. Görevliyle kitapları konuşuyorduk iyi de sohbetimiz olmuştu. Bana bu kitabı gösterip okuyup okumadığımı sordu. Aldım duruyor dedim. Bence biraz sinirin bozulacak okuyunca deyip güldü. neden diye sorduğumda bir kadın bu kadar mı ezik gösterir kendini, karakteri fazlaca güçsüz bence dedi. Anlam veremedim ancak okuyunca farkına vardım. Kadının kendini bu kadar heba edip, hayatını mutsuzlukla devam ettirmesi beni üzüp aynı zamanda kızdırdı.
Onun dışında stefan Zweig’ın kadının iç dünyasını yansıtmasıyla aynı zamanda da bir platoniğin saplantılı hallerini betimlemesiyle yazmış olduğu güzel bir eser.
stefan zweig tarafından aşık bir kadının ağzından yazılmış bir mektup. mektup, "sana, beni asla tanımamış sana" cümlesiyle başlıyor ve daha bu noktada insanın içine hüzünlü bir sis bulutu yerleşiyor. bir kadının kendinden yaşça büyük ve ondan asla haberi olmayan bir adama olan saplantılı aşkını ve sonunda hazin son olan intiharını yine bu kadının ağzından anlatıyor. bu his o kadar ilmek ilmek, o kadar tane tane ve o kadar duyguyla işlenmiş ki mektuba, okurken ağladığımı bilirim. kadının çokça kez adamla karşı karşıya gelişi, adamın bunu asla fark etmemesi ve her seferinde kadını farklı biri olarak görmesi, her doğum gününde kadının adam için gönderdiği özel bir hediye. o kadar dokunaklı ki... kadın o kadar sevmiş ki adamı, ikisinin olan çocuğunu bile, sırf kuşkusu olmasın diye söylememeyi tercih etmiş. adamın hayatını etkileyecek ya da sırf çocuk yüzünden isteksiz bir şekilde kadının yanında kalmaması için, ki bu inanılmaz onur kırıcı ve üzücü bir şey gerçekten seven bir kadın için, adamın, o delicesine aşık olduğu adamın, kafasını karıştıracak bir şey yapmamak için kendini hiçe sayma fedakarlığında bulunmuş, bir adamın kaleminden böylesine bir mektup, ki bu bir kadının ağzından yazılmış, inanılmaz etkileyici.
bittikten sonra kadına ve aşkına o kadar saygı duydum ki, aşkından ölecek olsa bile, ki bunun için intiharı bile göze almış, kendine saklamayı ve bir şekilde kalbinin parçalanışını sindirebilmiş zor da olsa.
keşke kitabın sonunda kendisine mektup yazılan bu adamın, mektubu okuduktan sonraki o anlık duygu halini, belki pişmanlığını, belki hüznünü de okuyabilseydik.
"bu korkunç saatlerde seninle konuşmayıp kiminle konuşabilirim, benim için her şey olmuş ve şimdi de her şey olan seninle! belki de çok açık konuşamıyorumdur, belki de beni anlamıyorsundur. fakat bütün gücümü toplamak istiyorum, bir defa, sadece bu defa seninle konuşabilmek için, seninle sevgilim, sen ki, beni asla tanımadın."
--spoiler--
esas kızımızın, mektupta, kendini para için sattığını söylediği kısımda inanılmaz bir sinirle allah senin belanı versin diye kitabı fırlatmıştım. sonra durup düşündüm ve ablamızın zerre kadar suçlu olmadığını fark ettim.
o zaman "r" bey amca suçlu olmalıydı, öyle ya kızı buna mahkum etmişti. tekrar düşününce r'nin de etrafta olup bitenlerden en fazla bir bebek kadar haberdar olduğuna kanaat getirdim.
ortada bir öfke yumağı ile baş başa kalmıştım ama buna sebep olanı bir türlü bulamıyordum.
sonra farkına vardım, suçlu olan insanlar değil hayatın kendisiydi.
--spoiler--
gayet hüzünlü bir hikaye ama mantık dışı şeylerde var tabi. adamın bir kaç kez birlikte olduğu kadını unutması gibi. ve kadının bu adama kör kütük aşık olması gibi hemde tüm ömrü boyunca, onu hatırlama zahmetinde bulunmayan bir adama. Gerçi bunlarda olmasa okuduğumuzdan tat almazdık klasik bir aşk acısı hikayesi olurdu. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1719019/+
“Sana, beni asla tanımamış olan sana...”
Onu bu kadar seven birisinin varlığından haberdar olmayan kadını tanımadığını, yukarıdaki cümlede geçen “beni” tanımıyor olmak adam için çok zor olsa gerek.
Zweig eseri, uzunca bir mektup. Kitap yaklaşık 60 sayfa, tek kahve ile bitecek kısalıkta ama bitmesini istemeyecek kadar da güzel bir kitap.
ilk başlarda aşk gibi gelen fakat bunun bir ruhsal bozukluk olduğunu düşünüp kitabı okuduktan sonraki oluşan acıyı(?) bir nebze azaltabiliriz.
dediğim gibi bu sadece aşk denilerek geçilebilecek bir konu değil, küçük yaşlardan beri tanınan birine karşı hayranlık ile başlayan sonrasında takıntıya dönüşen bir şey...
karşılıksız sevginin doruk noktasına ulaştığı kitap. okuyup bitirdiğim zaman ağladığımı hatırlıyorum. biraz da duygusal zamanlarımdı. çok etkilenmiştim. Kitaplığımızda ne zaman elime gelse yine düşünürüm.
Aşk mı saplantı mı ? birini bu kadar sevmek ama ona bu kadar görünmez olmak mümkün mü? gerçek sevgi karşılık beklemeden sevmek ve sevmeye devam etmek midir? ya da bağımlılık ile sevgi birbirine karışabilir mi? kitap içinde bunların sonu yok gibiydi.
edit: entrymi eksileyen kişi lütfen bana bir mesaj atsın. merak ediyorum ve neden diye sormak istiyorum?
dorian gray'in portresinde oscar wilde sanatçıların silik insanlar olduğu ve sanatlarının üstünlüğünün gölgesinde kaldığını ima eder. zweig'ın hikayelerine özellikle de buna baktığımda tam tersi olduğunu düşünüyorum. keşke bu türk filmi tadındaki saçmalığa vakit ayıracağına kendisini, yaşadıklarını daha çok anlatsaydı.
inanılmaz akıcı ve sürükleyici bir dille yazılmış. Bu kadar kısa bir kitaba bu kadar çok duygu nasıl sığdırılabilmiş, gerçekten tarifi mümkün değil. Karakterlerinde duygudurum tahlili yaparkenki ustalığı Freud'a olan düşkünlüğünü açıklıyor. Tıpkı Edgar Allan Poe'nun tarzındaki gibi seçtiği bütün kelimeler romana maksimum katkı sağlıyor. Zweig'ın çoğu romanında mutlu son yok ve karakterlerini öldürmekten çekinmiyor ki kendisi de ölümden korkan birisi değildi zaten. kitabın sonlarında kadının adamdan intikam aldığı hissine kapıldım ama yanılıyor olabilirim.
Stefan zweig’ın empati yeteneğini ortaya koyan roman. Kadının ağzından, kadının duygularını ve arzularını, bir kadın gibi yazabilmek ustalık ister. Yaratıcı bir zihnin çift cinsiyetli olduğunun kanıtıdır. Virginia woolf’un dediği gibi ‘’Coleridge, büyük bir zihnin çift cinsiyetli olduğunu söylerken belki de bunu kastediyordu. Ancak böyle bir birleşme olursa zihin eksiksiz döllenmiş olur ve bütün yetilerini kullanır. Belki de katıksız erkek olan bir zihin yaratıcı olamaz, katıksız kadın olan bir zihin de, diye düşündüm.’’
okurken bir paket sigarayı bitirebileceğiniz bir kitap. sanırım okuduğum en garip kitaplardandı. kadın tam bir sapık mı yoksa çok aşık mı anlayamadım. sapık değil ama aşık da değil. aşk bu değil arkadaşım ya. manyak.
karın ağrılarıyla iki büklüm okuyarak zar zor bitirdiğim 55 sayfalık harika kitaptır. aşkın ne olduğunu, tutkuyu, saplantıyı sorgulattırır. ucundan kıyısından da olsa kendinde bir şeyler bulacak insanları sarsacak türdendir. bitirirken boğazda bir düğüm ve gözlerde yaş bırakır.
dip not: kitap bittiğinde en sevdiğim çiçek artık beyaz güldü.
“ölmem sana acı verecek olsaydı eğer, o zaman ölemezdim.”
Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (Brief einer Unbekannten) adlı güzel öyküsünü 1920'li yılların ilk yarısında kaleme aldı. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz.