ne zaman bunun adını duysam, tipini görsem aklıma emrah serbes'in yazısı(link altta) geliyor. derin düşüncelere gark olup, yer yer hüzünlenip yer yer öfkeleniyorum. biz emrah'ın özetlediği sefalet öyküsünün isimsiz karakterleri, onlar hep öyküyü kafalarına göre yazan çizen kötü sanatçılar. Sonradan mı kötü oldular, tohumları mı bozuk fikrim yok. biz o ganimete varsak bigün, bu kadar kötü olur muyuz bilmiyorum. ben babamın katil cani hırsız olduğunu bile bile, sırf bana sıfırlayamayacağım kadar çok para veriyor diye o utançla yaşayamam heralde ya. Şimdi düşünmeye çalıştım da, düşünemedim. biz babamızın şerefiyle kazandığı üç kuruşu sırf bizim için bizden sakınmasına alıştık. Öylesi ağır gelir bize. "Bi tenhada kıstırdığım yaşlı teyzeyi kesip bileziklerini çaldım alın lan fakirler size bi sürü para" diyerek de gelebilirdi eve, bu imkana sahipti en azından ama Gelmedi. Biz de "tamam bıbıcım" deyip sonra ortamlarda boy göstermezdik "vaktinde çok ezildik amk" diye ağlaya zırlaya. insan bu kadar şeref yoksunu olmamalı hayatta, en son adın kalıyo nihayetinde bi şekil.
evlat olsa eldivenle sevilir denen insanlardan biri.
montaj olayına gelince de, o konuşmada kullanılan kelimeleri ekleriyle kökleriyle anlamlı şekilde cümleler şeklinde bir araya getirmek için 5 yıl aynı kişiyi dinlemek gerekebilir.
ama valla helal olsun, iyi örtüyorlar üzerini. öyle bir örttüler ki valla çıkıp "yolsuzluğu aslında biz yapmıştık özür dileriz" diyesi geliyor insanın.
Ses kayıtları montaj mı lan acaba diye düşündürmüş, ilk kez bu konuda şüpheye düşürmüştür. adam canlı yayında takır takır konuşmuş telefonda anlamadım bıbıcım bıbıcım diyip duruyodu.