“Beni unutma lütfen, sanki beni unutursan aynalarda bile yansımayacağım. Kimse elimi sıkmayacak merhaba derken, bütün otobüsleri kaçıracağım. Sanki sen beni unutursan balkanlardan gelen yağışlı hava yalnızca benim üzerime yağacak. Bira söyleyeceğim gelmeyecek, Sigarasız kalacağım yemek sonralarında. Lütfen beni unutma çünkü sen beni unutursan ben tedavülden kalkarım, anlamım kalmaz. Lüzumsuz bir şey olurum. Denediğim hiç bir kıyafet olmaz bana, güzel konuşamam, küfürbaz olurum. Beni unutma lütfen, adım artık öznen olmaz, ben artık özel olmam, genel anlamlar içeririm. Beni unutma lütfen.. Lütfen..”
küçükken hep sıradışı bir insan olduğumu düşünürdüm. ilerde güzel işler yapmak için dünyaya gönderilmişIm hatta yeterince düşünce egzersizi yaparsam özel güçlerim aktif hale geçebilir diye düşünürdüm. insanın sıradan bir insan olduğunu fark etmesi korkunç. yaşadığın hemen her şeyi başka biri çoktan yaşamış ve de atlatmış oluyor. araba modelleri gibi. seri numaraları farklı olsa da aynı modelde aynı amaçlarla çalışan "aynı" bir başka araba daha var. hatta onlarca var. belki binlerce var.
Hiçbir zaman uzun vadeli plan yapmamayı öğretti hayat bana.
Şimdi günü gününe yaşıyorum.
Belki herşey zor ama imkansız diye birşey yok.
Hayat pamuk ipliğine bağlı.
Bir saat geç gelen ambulansın hesabını şimdi ömür boyu ödeyecek bir kardeş.
Daha fazla acısı olmasın bu hayatın istemiyorum.
Herşeye rağmen gülebiliyorum artık.
Elindekilerle yetinmeyi öğrenmek bu kadar acı olmamalıydı.
Şimdi sorsalar dünyaları sana verecekler umrumda değil.
Herşey boş bomboş.
Boğazım düğüm düğüm.
17 yaşında genç bir çocuk.
Ve hayatı boyunca aksayacak bir bacak.
insanların meraklı bakışları.
Gerçekten bazen tiyatronun içinde şansın bok attığı bir karakter gibi hissediyorum kendimi.
Herkesin bildiği bir şehirde, herkesin boğulduğu bir kalabalıkta, herkesin birbirine çarptığı yollarda, kimsenin tanımadığı bir adamdı. Olabildiğine sessizdi, alabildiğine yalnızlık taşıyordu cılız omuzlarında. Ortadan ikiye ayırdığı saçları apolitik bir insan olduğunu simgeliyordu O’na göre ama bu da kimsenin umurunda değildi. Belki söyleyecek çok sözü vardı da dinleyecek hiç kimsesi yoktu. Okyanus ortasında bir kara parçası gibiydi. Esas hayat oradaydı ama herkes bir tek maviyi görmek istiyordu.
Sevgili güllük;
Anne vardır. Baba ve Kardeşler vardır. Bazen onlardan bazıları göçerler. Dünya değiştirirler, bazıları mekan değiştirirler. Ölünce toprağın içine gömülürler. insanlar Yalana meyillidirler. Ben sevdiklerim gittiğinde hiç ağlamadım.
Meç vardır. Masat vardır. Meç ve masat birlikte vardırlar. Ayrılınca zamanla anlamsızlaşırlar, işlevsizleşirler. Dar, bütünler, geniş, tümler gibi açılar bulunur. Hangi açıdan baktığımıza bağlı olarak açılar bazen tümlemeyebilirler. Ayakkabı vardır. Kalem vardır. Sınırlar olur. Yürünür, çizilir. Sınırlar en keskin haliyle haritalarda ortaya çıkarlar. En görünmez şekliyle insanlar arasında zuhur ederler. Yüz metre mesafe haritalarla çizilemez olur. Yemek de yenir, en güzel onunla yenir. Bardağın dibi olur, Cehennemin de. Bardağın Dolusu olur, boşu da olur, cehennemin boşu yoktur, o genelde doludur. Bardağın dolu tarafına bakana optimist, bardağa bakıp “uçak lan bu” diyene sürrealist, boş tarafına bakana “azcık iyimser olsana be pezevenk” denir. Bardak geniş açı olur.
O dediğimiz, işte “O” Doğasıya sevilir. Bardağın bakılan her tarafından sevilir.
Şiir düştü aklıma. Bu puslu, belirsiz gecenin ardına bir şiir kazımak gerekti. Beyaz boş Bir sayfa belirdi karanlıkların arasından. Sessizlik hakimdi. Geceye karışan dualar gökyüzüne yükselirken bir bebek ağlıyordu Filistin’de. Kahpe zindanlarda yankılanan mahkumların çığlıkları karışmıştı tüm semaya. Ses sese değmişti bir kere. Olacak olan şey olacaktı. Neyse şairin kaderine düşen onu görecekti. Belki aşk belki savaş.
Bilinmez.. Ama yazılı ise o görecekti onu. Tıpkı şairin şiiri gibi. Şiir de aslında bir yerlerde yazılı durur her zaman. Ama bilinmez ki hangi şiir hangi şaire düşecek. Ama Bir eksik vardı sanki. Ağlamak vardı, çığlık vardı. Sahi ağıt neredeydi. Sema 7 göğün ardına mı gizlemişti ? Evet anaların ağıdı eksikti. Ben vardım, en soysuz ses bile vardı bomba seslerinin ardına gizlenmiş terli duvarlar arasından yükselen. Ama ağıt yoktu. Şair geceye bir şiir bırakacaktı. Ancak ağıt yoktu. Ya daha gitmeyecekti ya da gidecek ve hiç dönmeyecekti şair. Gökyüzü çok karanlıktı. Gökün yüzü yoktu epeydir. Ağıtları bulutlara gömeli ne yüzü ne de gözü kalmıştı. Ama şair mehtaba bir şiir bırakacaktı. Etrafta dolaştı durdu. Sabah olacaktı neredeyse. Güneşin kızılı şiiri boyayacaktı tüm acımasızlığıyla. Şehir kızıla boyanmadan önce şiire boyanmalıydı. Önce şehir şiire boyanmalı, sonra şiir şaire. Ve sonra da şafağın mehtabı idam edişine şahit olacaktık hep birlikte. Ağıt bir türlü saklandığı yerden çıkmıyordu. Duyulmuyordu.. Kelimeler hiç bu kadar çaresiz olmamıştı. Sessiz ve susuz bir gecenin sonunda şair bir ses işitti. Anaların ağıdı.. Şiiri bile bastıracak derecede haykırıyorlardı. Şehrin tüm sokakları bu ses ile dolmuştu. Ağlayan bebeler bile ağlayamaz olmuştu. Şair şiiri bırakacak bir yer bulamamıştı. Ağıt tüm hüznü ile her yeri adım adım sarmıştı. Şair kalemini kırdı ve gecenin sonunda geride acılar bırakarak gitti. Aşk değil savaş düşmüştü bahtına. Geceye bir şiir bırakamayan şair ağıda eşlik ediyordu. Ve şöyle mırıldanarak şehri terk edecekti : “ama siz bu ülkenin askerlerisiniz”
"tam 5 kere ölmüştüm. bunlardan biri intihardı. 17 cinayetim, 83 kere de silahla adam yaralamam vardı. ama şimdi ilk defa bir cesedin yanında korkudan ne yapacağımı bilmiyordum."
Hayatım epey değişti. Yeni ev, yeni iş, yeni planlar.
En güzeli de tüm bunların ortasında aşık olduğum adam var. Evde, hayallerimde, planlarım için attığım adımlarda hep o var. "iki ekmek, bir yoğurt, dört bira"ya evrildik. 8 ay önce birlikte yaşamanın hayalini kurarken şimdi uyandığımda o hep yanımda.
Yani canlarım hayat değişiyor, güzel şeyler oluyor; umutlu şeyler oluyor.
ben bu yazıyı öylesine yazdım çünkü; yazmak bir varoluş biçimidir.
içimden milyonlarca kelime yazmak geliyor ama kime, niye yazacağımı bilemiyorum. yazdıklarım anlaşılacak mı ya da söylediklerim? sonra varoluş hiçliğe dönüşüyor. koca bir hiçlik!
yine uyumak istemiyorum. gecenin en karanlığını şafakla beraber asmak istiyorum boğazı kesilmiş hayallerimin can çekişini izlerken. uyumak bir ölme biçimidir. sanırım ölmek istemiyorum.
hayatı yakalayıp tam düşerken uçurumdan, ta gözlerinin içine bakıp ''şimdi siktir git'' demeden bırakmak istemiyorum.
kalan 3 dal sigaramla geceyi bitirme planları yapıyorum. sınırlanmaktan hoşlanmıyorum. ben şu an sigara içmek istiyorum. sigara içmek yavaş yavaş ölme biçimidir. sanırım hemen ölmek istemiyorum.
affetmek istiyorum herkesi. herkesin beni affetmesini istiyorum. hayalkırıklığına uğrattığım herkesten teker teker özür dilemek istiyorum. annemden, babamdan, eski sevgililerimden, borç isteyen arkadaşlarımdan, ilkokul öğretmenimden, bu yazıyı okuyanlardan... affedilmek/affetmek mutluluk biçimidir. artık mutlu olmak istiyorum.
gırtlağımdan söküp atamadığım sözcükler var. söyleyemediğim her kelimeyi çarmıha gerip ''işte bunlar yüreğimi taşıran suçlular'' diyerek teşhir etmek istiyorum gözyaşı şelalelerimin önünde.
tekrar çocuk olmak istiyorum. sadece misketlerimin kaybolması üzsün beni, futbolcu kartlarını biriktirmek olsun tek derdim, saat kavramı akşam ezanına endeksli olsun, 3 korner 1 penaltı olsun tek kural, 5'te devre 10'da bitsin hayat benim için. çocuk kalmak istiyorum ben, koskoca adam olmak değil! çocukluk bir masumluk biçimidir. masumiyetimi kaybetmek istemiyorum.
canımı yakmış olan ne varsa, kim varsa, beni kıran her şeyi unutmak istiyorum. kırdığım, üzdüğüm herkesi unutmak istiyorum. unutmak bir devam etme biçimidir.
yazmak bir varoluş biçimidir. ben bu yazıyı öylesine yazdım. benden sonra var olacak bir şeyler olsun istiyorum.
son bir gayretle, topladığım 30 yılın bütün yükünü alıp omuzlarıma bana hiçbir şey vermeyen umutlarımın ayakucuna atmak istiyorum. ruhumdaki derin kesiklerin dikişlerini söküp hala içine kanayan yaralarımı göstermek istiyorum hayata.
uyumak istiyorum. çok uzun süre uyumak... uyumak bir ölme biçimidir. sanırım artık ölmek istiyorum.
istanbul'dan birkaç günlüğüne de olsa uzaklaşmak iyi geldi. Hayatım boyunca ara ara uzaklaştım zaten istanbul'dan. Ama bu sefer can sıkıntısından değil, ihtiyacım olduğu için uzaklaştım. Dinlenmeye, kafamı dinlemeye, boşvermeye, tembellik yapmaya ve az da olsa huzur bulmaya çok ihtiyacım vardı. En azından delirmemek için.
Buranın mis gibi bi havası var. Boğucu bi sıcak da yok. Hatta şu an hava baya serin. Kapalı. Yağmur yağacak gibi. Yağmurla birlikte yüzmek de hoş olacak. Yağmurla birlikte yüzeli üç sene olmuştu en son.
Hep bir hayalim vardı. Adada yaşamak. Ömür boyu olmasa da bi süreliğine en azından. Şehrin, kalabalığın, insanların gürültüdünden uzakta yaşamak. Kumsala uzanıp uyumak saatlerce. Serin sulara kendini bırakmak. Tropikal meyveler yemek. Müzik dinlemek. Evet tıpkı filmlerdeki gibi. işte burası da az çok benziyor o adalara. O yüzden iyi geldi. Delirme sürecimi erteledi. Belki de o süreci bu şekilde yavaş yavaş ertelemekle geçecek hayatım. Ya da kökünden halledeceğim bir gün. Öyle bir şey olacak ki, zihnimi kemiren düşünceler uçup gidecek. Bu Siyah beyaz dünyadaki renkli gökkuşağını, belki ancak o zaman görebileceğim.
sevme kardeşim manyak mısın sevmek cidden güzel şey ama herşey gibi onunda sonu oluyo bogazının ortasında düğümle gögsünde yumruk kadar ne olduğu belli olmayan bi şeyle kalıyosun bunları yaşamayın olm yaşattırmayın.
Gece gece nasil aciktim anlatamam. Kalkip mutfaga gidip bir seyler yiyeyim dedim..
Sonra ne mutfağı amk, burda mutfak mi var dedim.
Dogal olarak ac kaldim ve yan ranzadaki çocuğun bacagini kizarmis but gibi görmeme az kaldi. Oylesine bundan daha kötü bir yazi yazilabilir mi bilemiyorum ama varsa kicina güvenen yazsin okuyalim.
Ben gidiyom, sigara icip gelcem, cabuk yazın okucam.