Bazen eksiklik duyuyorum iste hayat akip gidiyor da ben kaciyorum hep geride kaliyorum gibi.bazen hasret duyuyorum,kavuruyor yuregimi,bazen de oylesine mahsunlasiyorum. Bilmiyorum ki bu hal ne kadar surer?
Güvenebileceğiniz ve sırtınızı dayayabileceğiniz sadece bir kişi vardır. Bu kişi annenizin kocasıdır ve çok “baba’ bir adamdır. Demis sair. Bugun babami ugurladım sözlük. O kadar salaklastım ki ne aglayabiliyorum ne de gülebiliyorum. Herkesin bi seylere ihtiyaci var. Benimki ise kendime gelebilmek. Bu kadar zor olmasa keske. Bu da gecer kafasi yasayan insanlar selam olsun sizlere. gecen sadece zaman bilmem anlatabildim mi. Ben de iste sabrediyorum bazi seylere. Sabir denen sey, esigi asmaz umarim sinirda oldugunu hissetsem de. Olgunlastirir derler biz curumeye yuz tuttuk bu halimizle. Elden bi sey gelmez Allah'a emanet ettim ben de babamı.
anne tarafım eskişehirli, maşallah annemin anneannesi bile hayatta. ona büyük anneanne derim. anneannem, annemin teyzesi ve büyükanneannem eskişehirden kalkıp istanbul'a geldiler ziyarete. biz de aldık onları istanbul kaosundan, silivri'ye yazlığa götürdük. dışarısı biraz soğuyunca, yaşlı insanlar üşümesinler diye içeriye yolladık, annem yemek yaparken canları sıkılmasın diye de televizyonu açıp kumandayı onlara verdik. ben ise durumlardan habersiz odada takılıyorum. odadan çıkıp ne yaptıklarına bakmaya gittiğimde içeride üçünü birden salya sümük ağlarken buldum.
b: büyükanneannem
p: psychogemini
p: anneanne napıyosunuz burda böyle? niye ağlıyosunuz?
b: baksana kızım, medineye varamamış yavrucak. ühü ühü...
hep beraber: ühü ühü...
p: !!!!! ya kapatın şu kanalı allah aşkına harap olmuşsunuz.
meğer bunlar ilahi kanalı açmışlar, onları dinlerken de oturup hüngür hüngür ağlıyolarmış.
Herkesin bildiği bir şehirde, herkesin boğulduğu bir kalabalıkta, herkesin birbirine çarptığı yollarda, kimsenin tanımadığı bir adamdı. Olabildiğine sessizdi, alabildiğine yalnızlık taşıyordu cılız omuzlarında. Ortadan ikiye ayırdığı saçları apolitik bir insan olduğunu simgeliyordu O’na göre ama bu da kimsenin umurunda değildi. Belki söyleyecek çok sözü vardı da dinleyecek hiç kimsesi yoktu. Okyanus ortasında bir kara parçası gibiydi. Esas hayat oradaydı ama herkes bir tek maviyi görmek istiyordu.
yaklaşık sekiz ay önce, kilo sınırı yüzünden uçağa alınmayan köpeğimi çok güvendiğim birine bırakmak zorunda kaldım.
(Detaylı bilgi; (#29466781) (#29700027) (#28865125) (#27891724))
şuan aşil otuz aylık ve iki gün önce bilgi almak için aradığım telefonda, duyduğum "Sana kötü bir haberim var" cümlesiyle kulak zarımın yırtılıp ses telimin düğümlendiğini hissettim. Çok hızlı düşünmeye başladım. Kendi kendime; "melek annelerin çocukları düşünce bile içine damar, yok yok ölmüş olamaz ölse hissederdim" dedim.
Ben acabalar içinde yüzerken, ikinci cümle geldi "kapı kapalıydı ama kilitli değildi, biri iki köpekle beraber gelip kaçırmış" sesim çıkmıyor, söylediği cümlelerin içindeki tüm sesli harfleri Türk filmlerindeki şok sahneleri gibi o'larla duyuyordum.
"...
+ polis araştırdı köpek dövüştüren bir çeteymiş ama sakin ol her yeri arıyoruz, veteneriner-barınak her yere herkese haber verdik mutlaka bulacağız beni affet emanetine sahip çıkamadım.
(Onun suçluluk hissetmesine dayanamayan beynim kontrolü devralıp)
- atmış kiloluk rottweillerın kaçırılabileceği kimin aklına gelir. Kendini suçlama üzme. Ölüm(bahsi bile intihar) bile olsa en ufak veya en kötü bir haberde nolur bana da söyle.
+ Ölüm deme lütfen...
- ölmesi dövüştürülmesinden, dayak yemesinden, Herhangi bir insana zarar vermesinden iyidir. Ne iyi olacaksa o olsun.
+ Haklısın ama bizim çocuğumuz çok güçlü kötü bir şey olmayacak biliyorum." dedi ve kapattık telefonu.
sonrası mı;
mendiller, fotoğraf video izlemeler, kendini suçlamalar, sevgi çipi neden taktırmadımlar, şuan nerde napıyor aç mı-susuz mu-öldü mü-yaşıyor mular, çocuğu kaybolan aileler nasıl dayanıyor soruları.
Kendini bir odaya kapatıp Altı buçuk saat boyunca hiç aralıksız ağlayabilir mi bi insan? ağlarmış. Altı Saat sonunda, yalnız kalma isteğimi bile bir kenara bırakıp, kendi derdini unutup, teselli etmeye çalışan sevgilime "bulanık görüyorum hz. Yusuf'un babası gibi galiba ağlamaktan kör oldum" dedim. Azıcık gülmemden utanıp bide bunun için ağladım. toplam 10 saatin sonunda beklenen telefon çaldı.
Alo diyen titrek sesime cevap olarak;
"başka birine satmışlar polisle gidip aldık dana gibi sağ salim hiç merak etme" dedi.
eşeğini kaybedip sonra bulmak deyiminin anlamını ilk kez bu kadar iyi anlayıp yaşarken, sevinçten etrafımdaki herkese sarıldım.
ama "kaçırmış" kelimesinden sonra aklımda hala şu soru kaldı;
Çocukları kaybolan aileler buna yıllarca nasıl dayanıyor?
Herkesin bildiği bir şehirde, herkesin boğulduğu bir kalabalıkta, herkesin birbirine çarptığı yollarda, kimsenin tanımadığı bir adamdı. Olabildiğine sessizdi, alabildiğine yalnızlık taşıyordu cılız omuzlarında. Ortadan ikiye ayırdığı saçları apolitik bir insan olduğunu simgeliyordu O’na göre ama bu da kimsenin umurunda değildi. Belki söyleyecek çok sözü vardı da dinleyecek hiç kimsesi yoktu. Okyanus ortasında bir kara parçası gibiydi. Esas hayat oradaydı ama herkes bir tek maviyi görmek istiyordu.
Elinde olmayanları kendi hatan gibi görmeye başlayınca en çok sen kaybediyorsun. Metalik soğukluk,mavi örtü,başında bir gözyaşı. Terk etmek ayrı yazılır, birlikte okunur.
Şafağın ayak sesleri kapının eşiğinde, bilirim kapıyı çalmadan girer. Gece durur mu koynumdan usulca gidecek. Bu devranda bir devran olmuşuz. Tükenmenin adı zaman, vuslatın adı ölüm. Gün görmek keşke sadece deyim olmasa.
haykır acını ey halk! başeğme haykır!
bir yol kavşağındasın ve ancak
yaraların haykırışlarla onarılır
bir yol kavşağındasın ve senin
değişmek için çırpınıyor kaderin
kuşan alnında biriken o kara teri
sırtında şakırdayan kırbacı kopar
soluk al ışıldat o mazlum yüreğini
bak korlaştı acıların, kozalandı
ey halk! parçala şu nankör suskunluğunu başkaldır artık
sevginin ve öfkenin uğultusunu
bağrına vura vura taşırken sana
karşılık gözetmiyor bu gencecik insanlar
ne barbarın tehdidi ne dişleri kıran elektirik
dalga dalga yayılan o rüzgarı durdurabilir
bu direniş senin için ey halk
bu çığlık senin kollarınla yıkılsın şu köhne dünya
ve coşkuyla yeniden kurulsun diye çınlatıyor hayatı
bir yol kavşağındasın fakat mutlaka değişecek kaderin
bunu bekliyor şu ıslak çukurlarda üşüyen çocuk
bunu bekliyor gözevleri kurutulmuş analar
bunu bekliyor zincirin oyduğu bilek
bunu bekliyor açlık, kuraklık, ılık ılık akan kan
bunun için en genç yerimizi ölümle tanıştırdık
kuşan kendini artık biraz da gövdeni yüreğinle kırbaçla
ey halk! haykır acını! bu kara dumanı dağıt.
Her şey üst üste gelmesin artık. Ne uyuyabiliyorum ne yemek yiyebiliyorum.
N'apim mirkelam gibi yollarda mı koşayım? Çılgın mustafa sandal dansları mı yapayım? Her şeyi siktir edip çelik'in verdiği saçmasonik pozları kolaj mı yapayım? Sokak duvarlarına "kahrolsun bütün izm'ler" mi yazayım?
Hayat bu karşınıza kimi çıkaracağı belli olmaz. Bazen hiç ummadığınız anda birisi kalbinize dokunabilir. Biraz incitip çokça tamir de edebilir. Ama işin sonunda yine kaybetmek vardır. Çünkü her zaman bir yerden kazanırken bir yerden kaybedersiniz. Ve her şey bir neden içinde yürür. Sebepsiz yere üzülmezsiniz, sadece sebepleriniz karışır. Yani işin sonunda neye üzüldüğünüzü unutursunuz. Sebep yok cevabı da bu yüzdendir. Hayattaki en büyük sebep aslında üzülemenin bize bir şey kazandırmayacağı gerçeğidir. Bunu bile bile daha çok üzülüyoruz. Çünkü elimizden gelen yok.