biliyorsun işte..
biliyorsun beni. bende seni. korkak parmakların esiri olduk hep ve canımız yanmadıkça açıkça konuşmaktan korkan dilimizin...
ses tonumuzu hep iyiye, güzele, nezakete, tehdide harcadık... hiç tam anlamıyla yansıtabildi mi ses tonumuz yüreğimizin hislerini?
"fonda türk sanat müziği çalıyor kısık bir seste.."
"şimdi uzaklardasın/ gönül hicranla doldu/ hiç ayrılamam derken/ kavuşmak hayal oldu"
ayrılık mı gerekir bize? özlem mi? acı mı güçlendirir edebiyatımızı?
bu, boş beyaz sayfa senin yüzünden daha mı cesaret vericidir?
hiç bilemem, anlayamam, anlatamam...
sevmiyorum ki seni, peki neden bu hissiyat? kızgınlık mıdır ki? yoksa pişmanlık mıdır? hırs?
belki de hepsi, belki de hiç biri.
ulaşılamayanın hazin hikayesi... "onlar" seni en basit şeylerle mutlu edebiliyorlar gibi. oysa ben, bu kadar basite bile indirgeyemiyorum...
bir annenin bebeğini sevmesi, sakat birinin koltuk değneklerine sarılması ve ona mahkum olduğu için ettiği lanet gibi...
hem sevip, hem kahretmekmi bu?
yazdıkça genişliyor bembeyaz, parlak zemin...
bir kaç sigara masamın üzerinde, bir fincan kahve... karanlık odada gözlerimi kamaştıran beyaz sayfanın nur yansıması...
...ve yazmam için beni zorlarcasına sürekli yanıp sönen kursör. |
yitirilmişliğin derdi tasasımı bu? ya da söylediklerinin yalan olma ihtimali? eğer doğruysa neden kıskandırır gibisin?
değil ise, ben neden kıskanır gibiyim?
nasıl bir muhtaçlıktır bu? nasıl bir sığınış. "al beni yar" demek neden bu kadar zor. incecik bacaklarının üzerine başımı koymak istemek, incecik parmaklarının narin dokunuşlarıyla huzuru bulabilmek, belki de bakımsız saçlarının tellerini okşamak istemek, ya da kuruyan dudaklarını öpebilmek.
şuan gibi hissedecek miyim biraz sonra? neler bulup suçlayacağım seni kim bilir?
bilmeyeceğinin ve okumayacağının ihtimali belki de bu denli cesur kılan parmaklarımı.
dedim ya; hiç bilemem/anlayamam/anlatamam dışımda canımı alan kahırlar var.
manevi bir değerin yok bende. hayal gücümün ve yüreğimin doymazlığının ürünüsün sadece. bütün bunları hak ettiğini hiç sanmıyorum, bilmeni de istemiyorum.
ben bu yazıyı sana yazdım ama sen bunu bilme istiyorum.
Hicbir sey bilmiyorum. Ne diyecegimi de yazacagimi da... Bir yandan cenneti yasiyorum, diger yandan icimde cehennemi. Fiziksel olarak cehenneme donecegimi bilmek daraltiyor beni. O olmasa, buranin da anlami yok sanki... Onu bile bilmiyorum!!! Bildigim ve delicesine emin oldugum tek bir sey var. O'nu seviyorum ve O'nun icin burdayim. Gozumu acip karsimdaki insanin O oldugunu gormek kadar guzel bir hissi yasiyor olmak bu dunyada cenneti yasamaktan farksiz! O koca mavi gozlerini acip bakiyor bana. Tatli ve saskin bi sekilde. O'ndan uzak olmak korkutuyor beni. Dusundugum zaman kahroluyorum. Ve galiba O, bu yasadiklarimin farkinda degil... Basit bir sarki sozu guc veriyor bana:
When i'm weak, i draw strength from you.
And whe you're lost i know how to change your mood.
And when i'm down you breathe life over me .
Even though we're miles apart, we are each other's destiny...
Bazen gercek olmak icin fazla guzel geliyor su dakikalar bana. Bazen mutlulugumdan aglayacak gibi oluyorum. Ama O uzgunse... Iste o zaman dunya karariyor... O'na yaninda oldugumu hissettirmek icin elimden geleni yapiyorum. Dave Grohl benim yerime soylemis zaten, ben de tekrarliyorum:
Mine is yours and yours is mine.
There is no divide...
In your honor,
I would die tonight!
Mine is yours and yours is mine.
I will sacrifice...
In your honor,
I would die tonight!
For you to feel alive...
Sonra her sey duzeliyor iste! Beni duyuyor, ve basariyorum! Gucumu onun icin kullaniyorum ve onu mutlu goruyorum. Ben basarmadiysam bile O'nu mutlu gormek bana basarili oldugum hissini veriyor. Bir kez daha tekrarliyorum, hep yanindayim diye... Chris Martin ne de guzel soylemis:
Lights will guide you home.
And ignite your bones.
And I will try to fix you.
Ve gece! Birden kendimizi isiklarin icinde buluyoruz. Goz kamastirici bir isik bu. Hayallerimde gormek istedigim ve gercegini yasadigim isiklar. O isiklarin arasindan parildaan iki goz. Masumca bana bakiyor. Hipnotize olmus gibiyim, oylece kitlenip bakiyorum. Calan sarki bu sefer tanidik, gulumsuyorum:
Oh you look so beautiful tonight.
In the city of blinding lights...
Ruya sanarak uyaniyorum yasadiklarimi. Etrafima bakiyorum ve ne kadar gercek oldugunu bir kez daha gorup tepkisiz kaliyorum. Hem iyi, hem kotu. Geriye saydigim gunler kadar cabuk tukeniyor burda zaman. Bitmesin istiyorum, ama bitiyor. Ve o anlamiyor yine... Cunku belli etmiyorum, etmemeliyim. Bana ne kadar guvendigini tekrar ediyor defalarca. Sevginin lafi bile gecmiyor. Korkuyor muyuz ne? Neyse, cevapsiz kalan bir soru daha iste...
I'm proud to be the one you hold when the shakes begin...
Her seyimi sana vermeye raziyim... Bunu soyleyebilyorum sadece. Cunku baska cevabim yok!
I share it all with you...
Powder blue...
Bazen uzaklara dalip gidiyor o iki mavi goz. Ne diyebilirim ki... Ne dusunuyorsun diye soramiyorum. Uzerine gitmiyorum. Derken kenetleniyor o iki goz benim iri kahverengi gozlerime. O an icimden duyuyorum, bir ses fisildiyor:
Don't look too far...
Uyuyakaliyoruz beraber. Ellerimiz kenetli. Kalktigimda ellerimizi ayrilmis. Acikli bir ses, hazin bir sekilde yankilaniyor yuregimde:
Whatever happens, don't let go of my hand...
Goz yaslarim donmus bir irmagi besleyen bir kaynak gibi suzuluyor. Nihayet kiriliyor o buz tabakasi, agliyorum sessizce. Beni duymayacagini bile bile kapali kapilar arkasinda. Gecirdigimiz gunler teker teker geciyoru gozlerimin onunden. Haykirmak istiyorum, ama sesim cikmiyor.
Oh it's such a perfect day,
I'm glad i spent it with you.
Oh such a perfect day,
You just keep me hanging on.
Senin kollarinda olmek, sensiz yasamaktan daha guzel gorunuyor gozume. Ninni soyleyer gibi beni olume gotursen raziyim...
Spiel mir das lied vom tod...
Yasadigimiz her saniyeyi geri alip tekrar yasamak istiyorum. Kim becermis ki bugune kadar da ben yapacagim? Unutulup gitmeye mahkum olarak o guzel anlar belki de...
I wish that i could turn the clocks right back.
It´s easy to forget just what you´ve got...
Hayatim boyu beklemis gibi hissettigim ama aslinda sadece 8 ay bekledigim bir sey bu. Dilegim gercek oldugu icin Allah'a cok dua ediyorum, ama iste su an bile beni karanliga itmeye yetecek kadar bogucu...
I've been waiting a long time,
For this moment to come.
I'm destined for anything at all...
Besledigim duygular, cektigim aciya esit adeta. Sana o kadar cok ihtiyacim var ki... Her saniyeyi beraber gecirmek, her an yaninda olmak. Hicibir sey konusmasak bile o guzel gozlerine bakmak... Gerisi hic mi hic onemli egil. Cok degil belki de 5 gn sonra tamamen, belki son bir kez daha hoscakal diyecegim. Ve belki bu basit bir elveda olmaktan oteye gidemeyecek...
In my dreams I can see you.
I can tell you how I feel.
In my dreams I can hold you.
And it feels so real.
I still feel the pain.
I still feel your love.
I still feel the pain.
I still feel your love.
Somehow I knew you could never, never stay.
And somehow I knew you would leave me.
And in the early morning light.
After a peaceful night,
You took my heart away.
I wished, I wished you could have stayed...
Ama ne ben kalabiliyorum, ne de sen duruyorsun. Gidiyoruz, bir daha gorusmemeyi goze alarak. Hayatimin en buyuk acisini, susarak bastirmaya calisarak...
öyle seviyorum ki seni ruhunun karanlığına hapset beni, çıkmak istemiyorum derinliklerinden. müptelası olduğum hazine orada gizli.
uçurumların kenarlarında ömrü tehlikeli çiçeklerdik, aldırmadık sevdanın sarhoşluğuyla, direndik.
büyük bir rüzgar kopardı bizi en derinlerde yittik, bittik. şimdilerde derdi var bu yüreğin, hafızadan silmek kadar kolay olsaydı keşke. yaşananlar yürekten silinmiyor. ve unutmak sözcüğü anlamını yitiren içi boş bir sözcük olarak kalıyor.
kalabalıklardan kaçar oldum rüzgar ansızın kokunu getirir ve yüzüme çarpar, hayalin ansizin karsimda beliriveririr diye. sarkılara, en zamansız uykulara, yalnızlığa kaçar oldum. en kolay nerede bulabiliyorsam seni, (yokluğunda) oralarda buldum kendimi. kendime bakarken aynada küçümseyen gözyaşları dökülüyor gözlerimden. en derinimde seni bırakarak gitmek istiyorum artık senden..
benim olduğuna inanmayarak saatlerce yüzüne bakışımı, yanından ayrıldığım her an içimde yaşadığım garip yürek çarpıntısını, bu çarpıntıyla başedemeyip koşarak yanına dönüşümü ve gözümü ayırmaksızın sana bakarken hissettiğim, inanmazlıkla karışık mutluluğumu düşündüm.
seni görmezken ağzıma attığım her lokmanın büyüyüp beni boğmak üzere olduğunu, yaşadığım duygu karmaşası sebebiyle ayaklarımın yere basmayışını, varlığınla üstlendiğim sorumluluk ve hayatıma girmenle yaşayacağım değişiklikleri düşünürken aldığım korkuyla karışık hazzı, o ilk günlerin karmakarışık, şaşkın, uçucu, mutlu hislerini düşündüm.
neydi bu hissin adı, aşk mı? sevgi mi? hayır, biliyorum ki o sırada herşey birbirine karışıktı, duygularımın içinden işte bu diyip çıkarmak, ayırmak ve isimlendirmek mümkün değildi hissettiklerimi...
fakat biliyorum ki sevgi sonradan geldi, seninle olduğum her gün biraz daha artarak, anlamlı ve sebebi olarak çoğaldı.. her gün biraz daha fazla, en fazla ne kadar olabilirse...
bazen yüreğim öylesine şişiyordu ki, bundan fazlasını taşımaz bu organ diyordum, bazen öyle coşkuyla seviyordum ki severken coşkumu denetleyebilmek için kendi canımı yakıyordum.
sevmenin sınırı var mı, en fazlası ne kadardır bilmiyorum. ama tanımlamak için söyleyebileceğim şey şu, seni kendimden fazla seviyorum. seni her zaman kendimden fazla seveceğim. benim sınırım sensin, kişiliğimin sınırlarını esnetebileceğim, gerekirse oluşturduğum tüm doğruları yerle bir edeceğim tek sınır sensin. oldu mu, anlatabildim mi hissetiklerimi..
o günde biliyordum benim olmadığını, bana ait olmadığını.. bir insan ne kadar ait olabilirse bir diğerine ancak o kadar benimdin.. bu bilme hali, yüzüne baktığım zaman hissettiğim hazzı, gururu, mutluluğu eksiltmiyordu.
birlikte geçirdiğimiz yıllar içerisinde, varlığın sebebiyle hep şükran duydum, uyurken yüzüne baktığımda hissettiğim en belirgin şey, sevgiyle beraber bu şükran hissiydi. en dolu dolu teşekkürüm senin hayatıma girmiş olman içindi..
şimdi ise bunları bana bir kez daha düşündüren şey yavaş yavaş gitmekte olduğunu farketmek.. adım adım uzaklaşıyorsun hayatımdan.. bu günün geleceğini hep bildim, ama şimdi bakınca çok çabuk olmuş gibi geliyor.. gitmekte oluşunu görmek içimi yakıyor ama bir o kadar da gurur duyuyorum, sana kattığım şeyleri, seni, şu an geldiğin biçimi görüyor delice gurur duyuyorum..
hayatımızdaki bu değişim beni sarsıyor, ama elleriyle güvercinini azat eden biri gibi biliyorum ki gitmen gerek, kendi serüvenini yaşamak için gitmen gerek...
ben, bundan sonra senin hayatının bir misafiri olacağım, bu güne kadar birinci elden dahil olduğum şeylere sen müsade ettikçe katılabileceğim.
ben her zaman buradayım ve sen benim hayatımın baş köşesindesin bunu biliyorsun, her soluk almak istediğinde yanıma geleceksin..
güzel kızım, adım adım kendi hayat serüvenini yaşamak için gidiyorsun, senin yaşantındaki sıralamam değişiyor, ama sen benim hayatımda hep aynı kalacaksın..
ve yine biliyorum ki, anne olduğunda maceramız farklı bir doygunluk ve biçim kazanacak, bekliyorum ve seni her zaman çook seviyorum..
ben, bu yazıyı sana yazdım... Her harfin arkasında onlar kadar ünlü olmayan özlemlerim var.Sevgimiz heceler uzadıkça büyüyor ve bir virgül bizi birbirimize bağlıyor.Bizim küçük ünlü uyumumuz yok belki ama kalplerimizin büyük ,ünlü, bir uyumu var.Aşkımız üç nokta.biri sen,biri ben,biri de özlem.
isminin ardından küfürler sıralarken içimden; gözyaşlarım yanağıma değmeden yastığımı ıslatırken; bi yandan nefes almaya, diğer yandan ses çıkarmamaya çalışırken tek bi şey diliyordum.. sadece birazcık anlamanı beni, ne hissettirdiğini, canımı ne kadar acıttığını, senden ne kadar nefret ettiğimi.. ve en azından bunları anlayacak derecede acı çekmeni.. biliyordum o acıyı benim sana veremeyeceğimi.. biliyordum benim yüzümden acı çekecek kadar beni önemsemediğini.. yapabilecek olsam bile ağzından çıkanlarla beni yine gülümseteceğinin, bi anlığına her şeyi unutturacağının, tekrar umut vereceğinin ve hiçbi şey olmamış gibi devam edeceğinin farkındaydım.. bu yüzden yalvardım gece boyunca, karşına çok seveceğin biri çıksın diye.. onunla konuşurken kendini huzurlu hisset, her an özle, her an yanında olmak iste diye.. "bu sefer olacak gibi" dedirten biri olsun diye.. senin için değerli olsun, seni değerli hissettirsin diye.. ben, kendimi senden başkasıyla düşünemezken, kendimden başkasıyla olman için yalvarırken kanadım en çok.. ama, tek çarem buydu.. dışarı atabilmek için seni karıştığın kanımdan, yapabileceğim tek şey buydu.. daha fazla dolaşmamalıydın içimde, daha fazla girmemeliydin kalbime, daha fazla hissetmemeliydim seni tüm benliğimle.. kan kaybederken, seni kaybederken, sana olan tüm sevgimi kaybederken tek bi cümle geçti içimden, içimdeki boşlukta defalarca yankılanan: lütfen beni anla...
Beklemekten bıkmadın, sabrettin. Sabretmenin ilacını nerden buldun bilmem ama sen hep beklemeyi bildin, bekleyişin suskun saatlerini giydin üzerine. Nasıl dayandın?
Nasıl dayandın o suskun acıya? Suskunluğunun çığlıklarını nasıl bastırdın? Kilometrelerce uzak bir dağ başında bekleyişin içinde nasıl saklandın? Ölüm sessizliğini bekleyişe nasıl çevirdin, habersiz, kimsesiz, sessiz nasıl bekledin? "bekle" demeden, beklemeyi öğretmeden, beklenmeyi hissettirmeden nasıl bekledin? "belki bekliyordur" beklentisini bana nasıl öğrettin? "belki bekliyordur" beklentisini nasıl yokluğa çevirdin?
Beklentiler içindeki bekleyişin adını bana verdiğin gün "beklenmenin ve beklememenin" ne olduğunu öğrendim. Şimdi artık ben de herkes gibiyim ve beni bekleme gelmeyeceğim.
payınızı bıraktım kalbimde. tüm müttefiklerinizle yaşayın birlikte... yangın anında ilk kurtarılacak bir-iki aşkım var benim de... şimdi açıklamıyorum; kavga çıkmasın... aşkta mal beyanımı ölürken yapacağım. o zamana kadar kardeşçe yaşayın gönlümün güz bahçelerinde. dertleşin eski sevgililerim; söylenin, sövün aşkıma, arkamdan konuşun. çekiştirin bencilleştirdiğiniz aşklarımı. öldürdüğünüz kalbimin üstünde yas tutun yalancı gözyaşlarınızla. yerler ıslaktır kusuruma bakmayın; hiç dinmedi gözyaşlarım... cenazelerinizi kalbimin en görkemli yerlerine gömdüm. ihmal etmedim, hep suladım onları da gözyaşlarımla. yine de yaban otları büyüdü üstünüzde emeğimin karşılığı...
solda boş bir oda bıraktım kendime, kilitlidir. çalabildiğim güzel anılarımı saklıyorum sizden. sakın kırıp dağıtmayın onları da... isterseniz cinayet planları yapın üstüme. bam tellerimi ezbere biliyorsunuz her biriniz. paylaşın acıyan yanlarımı, bildiğiniz tüm zaaflarımı... kulaklarını tıkayın kalbimin muhabbetlerinizde. bildiklerim yetti her birinizi idam etmeme... ama öldüremedim, tanrım ne beceriksizim...
söylesene sevgilim, ruhumuz salınır mı hala istiklal'de? Bahçelievler'e yine bahar geldi mi? o şarkıyı duyduğunda aklına geliyor muyum hala? gülüşlerin değişti mi? "aşkım" kelimesi benden sonra da yakıştı mı ağzına?
ya sen diğeri; ankara'da, karanfil sokak'ta, leman'da kaldı bir yarım. ya da otobüs yolculuğunda, gitar çalışında, bir çift bakışında... ben içimde seni hiç kirletmedim. lanet okumadım asla. şimdi ne gerek vardı bu gece diğerleriyle birlikte ziyaretime gelmene?
harcadım ömrümü uğrunuzda. biriniz bitti, sonra diğeriniz... yazık ki hiçbiriniz mutlu sonlar yazmayı beceremediniz...
son kullanma tarihini geçirdik sizinle aşkın. açıldıktan bir süre sonra kuru yerde muhafaza edilmesi yazıyordu kullanma talimatında; oysa hep ıslaktı gözlerim. eski aşklar kurutulup saklanmalı evet! ama üzgünüm, gözlerim muson ikliminde. kalbime düşen her yaşta yeşeriyor filizleriniz bazen. aslında hiçbirinizi istemiyorum artık. kalbimin kuytu köşesine saklandım bu gece varlığınızdan kaçıp. sobelemeyin artık beni. ebelemekten vazgeçtim ben. terk edin diyarlarımı, vazgeçtim hepinizden...
giderken boşlarını toplayın kalbimin. depozitosuzdu yaşadıklarımız. el sıkışın, memnun olun tanıştığınıza. iyi dileklerimle uğurluyorum yine de sizi kalbimin geçit töreninde...
hepinizin marşı çalınıyor sırayla. ölmeye meyilli kalbim ayakta hala...
"sahip olduklarinizdan verdiginizde,
çok az sey vermis olursunuz;
gerçek veris, kendinizden vermektir.
diyerek basliyorum....
"seni içimde kestirip attım" !!!
bu cümleyi söylemek bile zaten beni içinden kazımaya çoktandır başladığını gösteriyor.
uyuyordum...
nedenini cidden bilmiyorum bu verdiğin sebepsiz acının. bir ihtimal, "zaten güvenilmez bir adam bu, baksana bu kadar eşi dostu olan birisi ilk fırsat bulduğu bir güzele gönlünü kaydırır ! insanlarla bu denli samimi, içli dışlı birisi ne kadar iyi niyetli olursa olsun suistimale açık vaziyettedir" ...diyorsun içinden bana.
ve bu çizgiyi görmen, acı veriyor, bana kızıyorsun rahatsız oluyorsun hatta...ve saçma kararlar almana sebep oluyor bu.
haklısın...ve seni anlıyorum...
diyeceksin ki "madem beni, endişelerimi anlıyorsun neden önlem almıyorsun, çizgini değiştirmiyorsun" !!!
seni kendime ait hissetmiyorum , beni umursadığını, benim sözlerime itimat ettiğni düşünmüyorum. benim acı çekmemin ya da sancılanmamın senin açından çok da önemli olmadığını hissediyorum...
öyle olmasa, sen de beni üzecek, beni yaralayacak içimi kanatacak şeyler yapmazdın...
beni rahtsız ediyor diye karnıma şişler giriyormuş gibi hissettiriyor diye bazı önemsiz şeyleri yapmaktan vazgeçerdin.
dün akşam konuştuk ya hani, ben hayatımın merkezine koydum seni dedim, seni acıtan bir şey varsa ve sen bunu dile getirdiysen "yapma nolur" dediysen ben yapmam,bitmiştir o...senden kıymetli değildir...
senden önemli olmadığı için gözümü dahi kırpmadan siler atarım...ben böyleyim şeker, iliklerime kadar severim, hücrelerime kadar sindiririm...
fakat sen özellikle seni rahatsız eden şeyleri dile getirmiyorsun, söylemiyorsun bana...çünkü söylediğinde bunları yapacağımı, istediğin fedakarlıkları düşünmeden uygulayacağımı biliyorsun...
bu nedenle dile getirmiyorsun, ki; ben senin kaygılarını gidermek için her şeyi yaparsam sen de vicdanen beni acıtan şeyleri yaparken rahatsız olacaksın...bu rahatsızlığı duymamak için, içinden nasıl geliyorsa öyle hareket etmek için dile getirmiyorusun daha doğrusu benden fedakarlık istemiyorsun...işin ilginci sanki seni rahatsız etmiyormuş, sanki normalmiş gibi yansıtıyorsun bir de bunları engelleyeceğin yerde!!!
daha önce de dedim, sen beni seviyorsun ama kendini benden daha çok seviyorsun...
ben öyle değilim bebeğim, ben seni içime koyduğum zaman sen olurum. bütün mutluluğum bütün hayat kaynağım sen olursun, sana odaklanırım senle nefes alırım senle kalbim atar...
bütünleşirim...senle hasta olurum,senle dertlenirim seni üzen şeylere seni kızdıran şeylere ben de kızarım kötü olurum...senle yemek yerim senle güler senle ağlarım...mutluluk bu birliktelikle bu ortaklıka artar bende...
ama benden ne beklediğini şimdi tam olarak anladım...
benden bekliyosun ki; sen dile getirmeden seni üzecek seni rahatsız edecek her şeyi silip her fedakarlığı yapayım...
zor mu ?
hayır ne demek. bilakis mutluluktur benim için, sevdiğim insan için fedakarlık yapmak güzelliktir benim adıma.
ama onu kendime ait hissetmem gerekir !!!
sen kenidini bana ait hale getirmiyosun, beni sana ait görüyosun ama sen bireysel ve kendi başına hayatına devam etmek istiyorsun...
adil değil bu, işin doğasına da aykırı...
bana ait olmaktan korkuyosun, neden korktuğunu da anlamış değilim zaten...bana ait olmayı neden tereddütle karşılıyosun ?
elini vicdanına bi koy,benim nerelerde hata yaptığımı bi düşün, bir de kendini düşün...
yani sadece mukayese et hepsi bu...
evet sana yazdimistim 3 vakit önce bunlari ve bitmisti, içimde yine beni anlamayacağını bilmenin hüzünlü ve yarim tebessümü kalmisti...
görüyorum ki anlammışsın hakikaten,hiç anlamamışsın
herşeyimi,
benliğimi,
sevebilme yetimin yogunluğunu,
mutlu etmek adina neler yapabileceğimi,
limitsizliğimi,
kısacasi beni ben yapan unsurlari anlamamışsın şeker...
sen sevilmeyi anlamamışsın ya da sevmeyi...
mutluluklar tüm kalbimle...ve dikkat et kendine
son olarak şair demiş ki;
"yoksa, ne çiçek açan ne de meyve veren bir ağaç mı olsaydım; çünkü verimli olabilmenin sancısı, kıraç olmaktan ağırdır; ve eli açık zenginin çektiği acı dilencinin sefaletinden beterdir..."
ben yazdıkça rahatlarken, daha fazla dolarken yine aldım klavyemi elime açtım mouse yardımıyla not defteri'ndeki adsız dosyayı. beynim play tuşuna bastı ve adını sen koy şarkısı dramatik şekilde çalmaya başladı. bir başına kalana kadar tarifsiz yaşayanlar için isimsiz bu entry diğeri gibi.
kalbin; vitesi boşa almış yokuş aşağı giden kamyon kadar tehlikeli, frene bassan da durmayacak gibi atarken, depresyon niye? hormonlar kulaklardan sesin havadaki hızından daha süratli çıkarken sınırları çizmek niye?
niye ile biten sorular biriktikçe kendi kotasından yiyiyor ya insan, çözüm basit bir o kadar da cevapsız. herkesin şarkısı farklı. hep ufak kısımları uyuyor, sonuçte ilişkiler biribirine benziyor. çünkü aynı geliyor sev-mek fiilinin kökünden. sevilmek türünden ölümcül bağımlılıklarla boğuşmaktan, unutuyorum geride kalanları. senin geçmişini unutmak kadar zor...
ben bu yazıları yazdım sen okuma diye. başkaları okuduğunda; "vay be ne dertli", "boş ver koç unut gitsin", "keşke bir de beni böyle sevse" derler gibi fısıldırken paranoid şizofreni beynimden nefret edip küsüyorum kendime, kusuyorum miğdemin kaldırmadığı kadar içtiğimde. ben seni okumak istemiyorum, ben seni yazmak da istemiyorum, seni sevmek de istemiyorum. böyle oldukça yıkıp dökmek, parası neyse vermek istiyorum! yanlış olduğunu bildikçe kabulleniyorum ve kendimden tiksiniyorum.
scarface saz semasi başladı yine uyandığımda; ortalık karışık, ezilmiş teneke kutular yerlerde, mezelerse sindirilmiş bile. karnıma ağrılar giriyor seni ertelediğimi düşünmeyi ertelediğimde. bar filozofları bile fiyakalı laflar edemiyor evde bir başıma içtiğimde. sonu yok. unutmayı denemedim bile. ne oldu ki unutayım ha! kendim yazıp kendim oynuyorum burda. ara vermek gerek bu yaşama...cemal safi gibi "beni arıyorum senin dışında"!
hani olduğu gibi bırakıp gitmeyi eyleme dönüştürme cesareti geldiği anlarda, otobüse binip basıp gittiğinde ya da yürümekten bıkıp durup düşünmeyi seçeceğini bildiğin ve sonunu bildiğin şeyleri düşündükçe ve bunu düşünüp yorulacağıma geyik yapayım dedikçe, boş zamanlar içini dolduruyor diyorum kendime. bu yazıyı sana yazdım sanma; evet ben de beni seviyorum.
cesaret mi gerçek mi oynuyorum arada sırada kendi kendime. hayal kurmaya cesaret edemediğim gerçekler yüzünden o lanet olasıca bira şişesi hep dönüyor içip içip bitirdikçe. vasiyet falan yazıyorum o biriken depozitolu şişeleri düşündükçe. vay be mirasa bak!
şu yazıyı yazdım bitirken winampta çalan şarkıya değinmeden geçemeyeceğim: sen hep benimsin, bu yazı ise senin.
07/03/2007--bursa
diğer yazı gibi buna da şiir ekleyeyim seversin, şiirin adını duysan:
Kırdığın kadehte kalan ömrümden,
Ağlarsın içtiğin yılları bilsen.
Hicrinle sararıp solan ömrümden,
Ağlarsın biçtiğin dalları bilsen.
Sefiller gücünü bende sınadı,
Kimi kaçık dedi, kimi bunadı;
Berdûş eleştirdi, sarhoş kınadı,
Ağlarsın düştüğüm dilleri bilsen.
Ar ettim sakladım uğraşlarımı,
Haberdâr etmedim sırdaşlarımı.
Gizlemek isterken gözyaşlarımı,
Ağlarsın seçtiğim yolları bilsen.
Felsefe böyledir dîvânelerde,
Teselli aranır bahanelerde,
Bir kadeh mey için meyhânelerde,
Ağlarsın döktüğüm dilleri bilsen.
Ateşe su dedim göz göre göre,
Aklım zavallıydı duyguma göre,
Bahtına şükretti Mecnûn bin kere,
Ağlarsın düştüğüm çölleri bilsen.
benim güzel kızım, prensesim.. hayatımda eğer sen olmasaydın ben bu kadar güçlü biri olamazdım inan, senin varlığın bana hayatla savaşma gücü verdi.
yoksa ben çoktan pes ederdim belki de... ama senin o güzel yüzün.. o güzel gözlerin var ya..bana hep dik durmayı hatırlattı...
yoksa kolay mı babasız bir genç kız yetiştirip okutmak.. aileye kol kanat germek..
haaa... ya sen .. ya sen.. sen benim her zaman yüzümü ağarttın.. iki senedir rahatsız olmana karşın koltuk değnekleriyle bile gittin okula ve bölüm birincisi oldun.. allah nasip ederse bir sene sonra öğretmensin kızım...
sana verdiğim tüm her şey .. emeklerim helal olsun yavrum..
acaba baban bu yazıyı görse yüzü kızarır mıydı kızım
Her aşkımda sis var benim,kaybolmuşluğun boşluğun içindeyken yada kenarındayken uçurumun sen geldin, uzattığın elin değildi sadece serçe parmağındı. Ben öylesine muhtaçtım ki yaşamaya, nefes almaya hemen tuttum parmağını ve yürüdüm sana doğru. Sisleri ardımda bırakırım sandım ama yürüdükçe gördüm ki dağılmıyor sis. Sonunda ne var göremiyorum belki güneş açacak belki de adımımı attığımda boşluğa düşeceğim,uçurumun kenarında mıyım, yoksa uçsuz bir yeşillik mi saklı bu dağın ardında ? Sorular sorular, sonu olmayan yollar,benim gerçeğim bu. Hergün binlerce bela geliyor başımıza ve içinden çıkılması güç binlerce pozisyon. Diyorum ki binlerce acıyla başedip ayakta kaldım,sanırım bir kez daha katlanabilirim,sen yanımda kalmayı başarabilirsen ben senden gelen her acıya razıyım demek yeni bir çılgınlık mı bilmem,ama sana söyleyemediğim tek gerçek var 'seni seviyorum' ela gözlü adam.
ne tuhaf, seni sakladığım zindanlardan bir şarkıyla çıkageliyorsun. dağılmışsın. dudağında buruk bir gülümseme ve fonda ıslığın. "dudağımda bir çığlık, kanadım kolarım kırık, ecelim olur ayrılık, ağla erkeğim ağla"... acı bir melodi bu ama duruma uygun. ağla erkeğim, ağla ki boşalt zehrini. pişmanlık tırmalarken yüzünü, kan içinde bırakırken öpmeye doyamadığmı, sen ağla, ağla ki eriş o en saf haline...masumiyet. başlangıçta ikimizin en güzel aksesuarı. zamanla yitirdiğimiz, zaman'a yitirdiğimiz. isyan ettiğimiz zaman. ilaç dedikleri ama başaramayan birarada tutmayı ve şimdi onaramayan yüzündeki pişmanlık yaralarını...seni saklamıştım karanlığın ortasına, kilitler vurmuştum zindanlarıma. ama öyle büyüksün ki derinliklerde, çağırmadığım halde çıkageliyorsun yalnızca bir şarkıyla. ve ben en şizofren halimle bu kez pişmanlık kostümü giydiriyorum sana...
bu yazı, karakterine ve içindeki aslan ruhuna yazdığım yazı.
terlet o formayı, ıslıklara, stadı terkeden taraftara aldırma.
şunu bil ki stadın boş olsa da bir avuç da olsa vefalı yürek seninle çarpıyor aslanım.
yenil, daha önce yenilmedin mi?
kupa kaybet, kim kaybetmedi ki?
inancını yitirme, dişini göster, geleceğin kupalarına uzat pençeni;
aslanım! galatasarayım!
hala orda öylece durabiliosun..hiç yüzün kızarmadan hep o bildik tavrınla. karşında ben körkütük sarhoşum. sen donuk bakışlarınla anlam veremiosun yine. hani şu ağzına yapışmış bi laf varya herşeyi niteleyebilen sıfat. kim bilir kaç kez o sıfatın önüne koydun ismimi ben seni ilah ilan ederken. yoktan var ederek kandırarak kendimi, tavizler vererek, senin için olmayacak nedenler bahaneler üreterek, aklımın sınırlarının seni temize çıkartma çabası. okununca kocaman bi hiç hissetmeme sebep satırlar. düşüncelerimin bana işkencesini izliorum uzaktan bi yabancı gibi. başkasının acısını izler gibi buz gibi izliorum. kızamıorum ne sana ne kendime...
ansızın girdin hayatıma... "ben bi taş mı görüyorum" cümlesiyle kalbimin okyanusuna taşı bırakmışsın... bu taşın yarattığı dalgalar gönül kıyıma vurduğunda ise sana kapılmışım...
ilk elini tutma gayretimi hatırlıyorum... yüreğim yerinden çıkacakmış gibiydi, aklımdaki sorular olumsuz cevaplanacakmış gibiydi... ya elimi tutacaktın ya da "ne yapıyorsun sen?" sorusunu yüzüme tokat gibi vuracaktın... elimi tuttun... hep sorular sordun... "ne yapalım?", "nereye gidelim?", "bak şuraya mı gidelim, yoksa buraya mı?" benimse cevabım hazırdı hep... "sen bilirsin..." sinirlendin... "bana sen bilirsin deme!" dedin... ben seçtim ama "biz" gittik... çok güldük... kedilerin, köpeklerin miskinliğiyle dalga geçtik... bana sırnaşan kediyi kıskandın... aç kaldık, sonra karnımızı doyuracak yer bulduk... sen bana karşı durdun, ben rüzgara... "2 bira içince" seni toplayacağıma söz verdim... güldük, anlatık, hüzünlendik... "üşüdüm" dedik... "rakı içicem" dedin, rakı içtik... çalan müziği beğenmeyip kendi müziğimizi çaldık... "light rakı" kavramını hayatımıza soktuk... gözlerine baktım, kendimi gördüm... eve gitmek istemedik... sahilde oturduk... saatlerce oturduk... elimi hiç bırakmamacasına tutuyordun... mutluydum... mutluluğumu ne esen rüzgar, ne soğuk hava etkileyebilirdi... yorgunduk, uykusuzduk ama mutluyduk... ellerini tutarken eldivenlerimi takmadım aramıza bir şey girmesin diye... birlikte uyuduk... sen uyandın beni uykumda seyrettin, ben uyandım seni uykunda seyrettim...
gitme günü geldiğinde hüzün çöktü üzerime... bulmuşken birbirimizi tam da, ayrılık zor gelmişti... "gitme" deyişin hep kulaklarımda... hayatımda yapmam gerekenleri ertelememem için artık bir sebebim oldu... sen... gün batarken şehrinden uzaklaştım... gün doğarken şehrime geldim... ve ilk kez seninleyken, sensiz doğan ve sensiz batan güneş'e lanet ettim... ilk kez seninleyken, sensiz uykuma lanet ettim... uyandım evimi tanıyamadım... "nerdeyim ben" dedim... ruhum sende, bedenim evimdeydi ama sen yanımda değildin... ama biliyorum ki benimlesin, benimsin... "canım"sın... bunca fırtınalı bir hayatı geride bıraktıktan sonra attığın taşın yarattığı dalgayla dingin sularına yanaştığım için çok şanslıyım... sen benim şansımsın ama hep benim kaderim olarak kalacaksın...