SeninLe oLmak zamanın oLmadığı bir yer gibiydi..Sen oLmadan yaşamak ise zamanLarın en durgunu..Çok değiL,gidişinin üzerinden 288 gün geçti.NeLer aLdı da geçti.NeLerimi yitirdim yokLuğunda ve hiç bir zaman tamamLanamadım..YazıLmış onca boynu bükük yazının akıbeti gibi oLacak birazdan bu yazı da..Okunacak ve atıLacak bir köşeye.AnLamsız kaLacak, "yazık" oLacak..
Ben inatLa yazacağım sana,sensizLiğe.Yine de biL; kaLbim 288 gün-288 gecedir buram buram sen kokan o yaz akşamLarından iLeri gidemedi bir türLü..
BiL ki, ben yine her gece yaptığım gibi; bu yazıyı sana yazdım...
..Fonda kaLsada ve okunmayacak oLsada..
I am a man of constant sorrow
I've seen trouble all my days
I bid farewell to old Kentucky
The state where I was borned and raised
For six long years I've been in trouble
No pleasure here on earth I find
For in this world I'm bound to ramble
I have no friends to help me now
It's fare thee well my own true lover
I never expect to see you again
For I'm bound to ride that northern railroad
Perhaps I'll die upon this train
You can bury me in some deep valley
For many years where I may lay
Then you may learn to love another
While I am sleeping in my grave
It's fare you well to a native country
The places I have loved so well
For I have seen all kinds of trouble
In this cruel world, no tongue can tell
Maybe your friends think I'm just a stranger
My face you'll never see no more
But there is one promise that is given
I'll meet you on God's golden shore
gittin ve bittin...
hani her şeyimdin ya sen benim, hani nefes alamam, yarım kalırım diyordum ya sensiz... öyle değilmiş; alışmışım aslında gitmelerine... bakıyorum kendime, üstelik görebiliyorum da kendimi; hem yaşıyorum hem tamım...
üzmek istemedin ya beni(!), üzmedin merak etme... zaten etmiyorsundur da... gelmerine de alışmıştım bir zamanlar; ama artık beklemiyorum gelmeni... gelmemene alıştırabilmişim sanırım kendimi...
haklıymışsın sanırım 'söylediğin kadar sevmiyorsun' derken bana... öyleymiş... gittiğinden beri çok büyük bir eksiklik hissetmiyorum, sadece alışkanlığın vermiş olduğu garip bir şey... çıkan dişin yerini dille yoklamak gibi bir his yaşadığım... işte bu yüzden üzülmüyorum çünkü o dişin yerine başka bir dişin çıkacağını biliyorum... işte burada anlıyorum hiç ama hiç farkın olmadığını, çürüyen dişin gittiği zaten aşikardı... halbuki hiç çürümemen gerekirdi, senin söylediklerine göre...
düşündüğünü ve üzüldüğünü hatta aklına bile geldiğimi hiç sanmıyorum ama yine de iyi dileklerimi ileteyim sana;
mutlu, mesut(!) bir hayat yaşarsın umarım... çocuk değilim ben, bir sürü yapbozum olduğunu biliyorsun, parçaları nasıl birleştirebileceğimi de...
ama bilmiyorsun;
değişebildiğimi-değiştiğimi... söylediklerimin doğru olduğunu hem de sonuna kadar... bana söyleyip, inandırdığın her şeyi unuttuğumu daha doğrusu söylediklerinin artık yalan olduğunu düşündüğümü... unuttum çünkü biz hiçbir şey yaşamamışız aslında, beyinlerimizin ve bedenlerimizin yanılgısıymış geçirdiğimiz geceler... birbirine karışan sadece karbonmonoksitmiş,nefeslerimiz değil...
unuttum çünkü dokunduğum tenin değil, sadece etmiş... kokan da teninin kokusu değil sadece parfümmüş... şimdi bakıyorum da et çürümüş, parfüm uçup gitmiş...
bilmiyorsun kanamadığımı, kabuk o kadar kalın bağlanmış ki ne kadar deşilse de kanamıyor artık gittiğin yer... belki bağışıklık kazanmasından yaramın belki de iç kanama geçirmesinden... içime bakıyorum; orada da kaçak yok... ciddi ciddi bitmişsin sen...
ve yine bilmiyorsun;
hiçbir şey kalmamış sana dair ve sen sadece, yüzü aşina olan birisinden başka bir şey değilsin artık...
sadece ihtiyaçlardan ibaret miydi ilişkiler?sen ihtiyaç hissettiğini benim aracılığımla bulmaya mı çalışacaktın?herşeyi anlamıştım da niye bendim tarafından seçilen(!) bi bunu anlamamıştım.çok uzun da sürmedi zaten.keşke biraz daha uzun sürseydi ve en güzel yerinde bitseydi herşey dedim ihtiyacının en yakınımdaki insan olduğunu öğrenince...bak şimdi kimseyi sev(e)miyorum ben;hala seni sevdiğim için değil, benim üzerimde giderken korkularını bıraktığın için.halbuki ya kokunun ya da sadece güzel anıların kalmasını dilemiştim ben.çok zaman geçti ama ben unutamadım hala yaşananları, şimdi boktan yalvarmalarını da al ve git.gerçeği duymak mı istiyorsun?evet, yazmaya başlarken senindi bu yazı ama artık değil...
anlamamakta ısrar ettin beni. hala kızgın olup olmadığımı sordun. bir an yüreğim cız etti, ' acaba çok mu üstüne gittim? ' diye bir düşüncenin tutsağı oldum. meğer yanılmışım; sana verdiğim değerin altında ezilmişim o zaman. sadece altta kalmamak, egoistliğini haklı çıkarmakmış amacın.
eğer birazcık sevseydin, üstte kalmaya çabalamazdın.
eğer birazcık değer verseydin, kapımı tekrar çalmazdın.
eğer farketseydin ağlayan yüreğimi, ' bunaltıyorsun beni ' diyerek daha da ağlatmazdın.
çok büyük bir hata yapıp sevmişim. mutlu ol yeter, yeter ki eski sen olmaya çalış, o kocaman altın kalbin artık gerçek haline geri dönsün. söyleme yalanlarını, sevmiş ve değer vermişliğimin çürümesine izin verme, tek bırakma beni dostunum yalanını söyleyip, seninle geçirdiğim zamana düşman etme.
hala anlamadıysan beni, sözüm yok, sen yoluna ben yolma, gözyaşlarıyla.
biliyorum gözlerini kapayacaksın, okumayacaksın, deli gibi inat edecek ve karşımda, yüreğimden dökülenlere bakarken yine susacaksın. elinden bir şey gelmeyecek. oysa ne kadar değer vermiştim sana. göz kırpıp gülüşün o kadar aydınlatmıştı ki içimi, aşk değildi bu; dünyada hala dobra yaşayan, göz kırpıp gülümseyen neşe küpleri var demiştim. değer vermiştim sana. imkansızdı aşık olmamız, bunu biliyordun ama sevginin en asilini, dostluğu gözüm kapalı koydum önüne. nerden bilebilirdim zerre kadar bana değer vermediğini? beni sevmediğini nasıl anlayabilirdim? sana verdiğim dakikalara, gözlerini kırptığında yumuşayan kalbime yazıklar olsun, ne kadar safmış. 250 kişinin sevgisini verdim sana, arkadaşlıklarının dolduramayacağı sevgiyi, gözünü kırpmadan sustun. ben bunu haketmedim. bana o güzel günleri geri ver, o tatlı hatıraları, hiçbiri sende kalmayı haketmiyor. ben senin eski yüzünü sevdim, ben senin sen olabilme ihtimalini sevdim, seni hiç sevmedim ki!
edit: sadık arkadaşlar...
gerçeklerle savaşırken, sevişmezken asla ve bunu beyan etmezken, sen bil diye geceye sözler fısıldadım... Sol yanımda duran, yaşımca koşturan daha bir coştu, geçti kendinden... "bu saçmasapanlıktan kurtar beni" dedim, "çünkü ben bunları kimseye anlatmadım... bil, yalnız sen bil, sadece sen sarıl ve asla darılma diye..."
bu masalın en orta yerinde, gerçeklikler ve efsunlu sözler indirdim gökten... yanıbaşıma aldım bir gece, uyudum... uykuyla karışık bir yolculuğa çıktım, yolda kaldım... bir tuzlu denizin kıyısından geçerken sonra bakakaldım dünyaya, saçları yosun kokan bir çocuk kucakladım, kimseye anlatmadım... bir sen bil diye...
yaz beni... adına engel deme... mani yok ki masallara ve çocuklar aç buna...
açlıklarını bastıracak üç elma da gökten düşmüyor ki sonunda..
bulanık sularda yüzdüm, boğuldum hatta uykuyla karışık bir zamanda... uyandığımda toz içindeydim, o denli susuzdu karmaşa, öyle ki, arınamadım ben de... kuru topraklara indir beni, tozu tenime yapışmayacak, gözlerime kaçmayacak uslu topraklara.
yalnız sen bil, sen duy, gör, anla diye...
bir tek sen eylemler sırala diye,
var ol diye nihayet, benim ol diye ben bunları kimseye anlatmadım. aklarıyla aydınlık ay gökte, bu şehirde, öğleden sonra.. ve ben bir masalın en orta yerinden bildiriyorum...
duymuyorsun sesimi, duymayacağını da biliyorum. ama duysaydın seni nasıl özlediğimi, her yanımın özleminle nasıl titrediğini anlardın kesinlikle. suçluyum ben, aşka ihanet ettim, iri ve ıslak gözlerini, uzun siyah saçlarını, şelale gibi akan sesini, egenin incisine terkettim. elini birileri tutuyordur. tanımıyorum onları, tanımam da önemli değil, benim sana baktığım gibi, benim sana güldüğüm gibi gülemez onlar, deli gibi aşık olmak, geceleri yastığını ısırıp ağlamak nasıldır bilemez, yine de haksızlık olmasın, seni keşfetmişler be gülüm, helal olsun onlara. bırak beni, beni bir türlü közlenmeyen bir özlem ateşinde yanarken bırak, cayır cayır yaksın beni güzelliğin. susmalıyım, akan son gözyaşı olmayacak yoksa gözlerimden süzülen. lütfen mutlu ol, bırak çıkayım kalbinden, ufak da olsa beni özlüyorsan, düşünüyorsan, vazgeç. sıkıntı vermeyeyim sana. sigara dumanında kaybolmak düşer bana. kal sağlıcakla.
Üniversite hayatım boyunca gerek sosyal alanlarda gerekse mesleki alanlarda kendimi geliştirmeye özen gösterdim. Ne hayattan tek beklentisi dersler olan sıradan bir öğrenci oldum, ne de her şeyim sinema ve müzik oldu. ilgi ve eğitim alanlarımı oluşturan bu öğelerin dengelenmesinde çok hassas davrandığıma inanıyorum.
Ayrıca kazandığım analitik düşünce yapısı ve ilgi ile geliştirmeye çalıştığım ve hala da geliştirmek için çaba gösterdiğim yabancı dillerim ile şirketinizde elit şartlar altında çalışabileceğime inandığımı söylemek isterim.
Bu yüzden sizinle çalışmanın benim için büyük bir sevinç kaynağı olduğunu belirtmekten mutluluk duyarım. Her türlü görüşme için tarafınızdan gelecek tekliflere açığım.
Cevabınız için şimdiden teşekkür ediyorum. Saygılar.
ben sana hiç yazı yazmamıştım bittikten sonra ama bu yazıyı sana yazdım diyebileceğim elle turulur gözle görülür bir şey olsun istedim.
sana git dedim istemiyorum dedim... inandın gittin... belkide ben o zaman birşeye sinirlenmiştim içimde büyütmüştüm bu derdi ve sana böyle yansıtmıştım. çok sordun ama söylemedim, bir inatçı keçi gibi davrandım,tek taraflı düşündüm,gitmen konusunda ısrar ettim.
gittin,haklıydın... ben istemiştim bunu. ama ben bunu şimdi sana yazıyorum.
giderken bendende birşey alıp götürdün! kaç senedir kimseye tekrar veremediğim birşeyi aldın. canın saolsun. bunada razıyım..
işte ben bu yazıyı sana yazdım.
"buz gibi havada camlara çarpan yağmur misali" gibisinden tanımlamalarla başlamayacak bu yazı. camus vari derin sözlerle kafa bulandırmayacak. herşey açık ve net olucak.
inasanoğlunun yarattığı ve birbirine karşı güttüğü en karşıkonulamaz duygudur aşk. bunu ne kadar genç yaşınızda anlarsanız katlanılması o kadar kolay olur. zira taze olan kalbin yenilenmesi, farklı duygulara yelken açması kolay olur.
hayatımın akışını değiştirdiğim gün bir insanın en mutlu anlarından biri olan bir doğum günü partisi idi. klişeleşmiş amerikan gençlik filmlerindeki "partide kız ayarlama tanışma koklaşma yiyişme" muhabbetinden uzakta, her bakışla eriyip biten, bir daha kendine gelemeyen ve hayatında ilk defa birine bakmaya bu kadar korkan bir insana dönüşmek. gözlerin derinlerindeki anlamından korkmak. midede uçuşan kelebeklerle oynaşmak. yere değmeyen ayaklarla koşmak.
aşk...
benim için 2. dereceden bir polinom denkleminden farksız olan aşk. ya da newton un etki tepkisi gibi kolay olduğunu sandığım aşk. her problemin içinde çözümünü barındırdığı, ya da her etkinin bir tepkiyi yarattığını düşündüğüm şey. insan olanı insan dışı bir şekilde bağlatan, yemeden içmeden kesen şey.
mailler, telefon görüşmeleri, araya giren yüzlerce kilometre mesafeler, beklemeler dayanmalar sabretmeler. kavuşamadan geçen bir 3 yıl. en kolayı da bu olsa gerek. cümlenin anlamı. 3 yıl. 1000 gün. yazması kolay.
Acı istiyordun ya, işte sana acı! içine akıttığın bu gözyaşı, vefanın artık sözlüklere bile alınmadığı bir zamana dair süzülüyor gözünden. Yüzündeki gülümsemenin vaadi dolmakta. Ve evet, solmakta bu vermeye bile kıyamadığın çiçekler, en ufak bir rüzgarda yerle bir olan o sırça sarayda.
Zamana, kadere ve kendine hükmediyordun hani ! Göz açıp kapayıncaya kadar, evde yalnız kalmaya başladın. Sırf karanlığa duyduğun korkuyu içinden atabilmek için, evin arka odasında ışıkları kapatıp gözlerini dört açardın. Odanın loşluğu içine sinerdi. Kapkara gözlerinle birlikte, bir olurdun sessizlikle. Şimdi, yüreğin paramparça, kan damlıyor bileklerinden. Simsiyah !
Oysa kan dediğin kıpkırmızı olurdu, değil mi, ya ? Kızıl düşler gerekirdi o zaman, içindeki karamsarlığı atıp sevgiye ulaşmak için. Oysa sen hâlâ o sekiz yaşında, karanlık bir odada uyuyakalan çocuksun. Daha hayatın ne olduğunu bile bilmiyorsun.
Bedeninin istekleri uğruna, gözlerindeki sevgiyi göremeyenlere yanıyorsun habire. Bırak artık boş insanları, tıpkı onları acziyetlerine terkettiğin gibi. Şimdi hissettiğin bu büyük boşluğu, hayallerinin peşinden koşarken aldığın yaraları unutma vaktidir. Gözlerini güneşe çevirmenin ve gerçekten gülümseyebilmenin ne olduğunu anlama vakti geldi de geçiyor.
Hayatın sana verdiği bu çürük yaşantılar, dua etmek için ve hayatta kötülüklerin de olduğunu görmek için bir bahane. Haytta bahaneden öte, sana sunulan bir hediye.
içindeki sese güven. Karanlığın içinde inadına parlayan kapkara gözlerin yeniden ışıkla buluşsun. işte o zaman, mutlaka daha da ışıldayacaktır kimsenin görmediği ama her zaman gülen yüzün.
her sabah , senin o suçlayan bakışlarınla çıkıyorum kapıdan... 3.5 yaşındaki suçlayan bakışlarınla. Sonra o suçlayan bakışlarını ananene çeviriyorsun , kreşin kapısında...
her sabah 7.30 da başlayan bu adi suçluluk duygusu 12 saat boyunca peşimi bırakmıyor! (12 saat çünkü , köleliğim " yol dahil 12 saat " sürüyor. )
" iş " ten nefret ediyorsun...
kendin bildin bileli "annen" işe gidiyor.
yine , kendini bildin bileli "baban" başka bir şehirde, iş için... yaşamımızın sürekliliğini sağlayabilmek için...
iş e gitmeyen tek kişi de seni okula götürüyor. (senin deyiminle "okul". ve sanırım "okul" dan da nefret edeceksin büyüdüğünde)
küçücük bakışlarınla , sen bizi suçlamaya devam edeceksin..
seni yalnız bıraktığımız için...
oysa ne çok isterdin " öyümcek adam konseye gitmiş, oyda da gitmiş otuymuş yukayı" diye şarkı söylemeyi annenle...
Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder
gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder.
Genç adama yaklaşır:
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar;
- Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler.
Yazar sorar;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı
daha alır, okyanusa fırlatır.
- Onun için fark etti ama..
Ne zaman seni sevdiğimi söylesem, sensiz bir hayata başlamam için öğütler veren sen, bugün yine gitmekten bahsediyorsun. Hayır, efendim ! Alıştıramayacaksın beni sensizliğe !
Sana, senin ismini söylerken bile kendini adeta inkar edip bir yabancıya söylemişim gibi geliyor sana. Sen, bana kendim için birşeyler yapmamı söylerken kendini hiç görmüyorsun. Kendi yapamadıklarını bana nasihat ediyorsan hiç boşuna yorma kendini. Ben, sana ulaşmayı gözden çıkararak seni sevmeye adamışken kendimi, bana "sensiz" vaatler sunman beni alt üst etmeye yeter de artar bile.
Hayat derler bunun adına. Senin çevrende oynayan figüranlar, buralardan gitsen de başka insanların bedenlerinde yeniden canlanacaklar. Nereye kaçarsan kaç, kendinden kaçamayacaksın. Mutluluğu uzaklarda arıyorsun ya ! Mutlu olamayacaksın. Hatalarınla ve en önemlisi kendinle yüzleşmedikçe kendini bulamayacaksın. Cesaret ister hayat. Çünkü kuru gürültüyle dolmayacak kadar kısa.
Ve sen, her gidişinle bir koz daha vereceksin onlara; yani seni hüsrana uğratanlara; yani senin kendinden şüphe etmene neden olanlara... Diyelim ki, benim ömrümü üç sene kısaltmadın da, bitkisel hayatta yaşayacağım ve sen bunu umursamayacaksın diyelim; başarılarınla gurur duyup, yaptıklarınla hayat bulup, ruhunu özgür bırakmadığın için sen, seni affedebilecek misin, böylelikle ?
Hayır, efendim ! Sen bir bahaneyle kendini kandırsan da, ne hayat bu hatanı affeder, ne de ben bir daha böyle içten gülebilirim. Hem ne hakkın var beni böyle uykusuz bırakmaya ?
Şunu bil, her zaman yanındayım. Çünkü yüreğim seninle ve gözlerin, gözlerimin önünde. Sen, düştükçe benim canım acıyacak. Hadi beni boşver ! Senin canın acıyacak. Ve sana uzaktan her bakıp yardım edemeyişimde bir boşluğa yuvarlanacağım. Elimi uzatacağım bir uçurumun dibinden; bulamayacaksın. Yüreğimden sesleneceğim sana; duyamayacaksın. Ve kendine hapsolunca sen de uyuyamayacaksın.
Ne kendine yap bu kötülüğü, ne de bana. Hadi gel şimdi, içten bir kahkaha at bu dünyaya ve devam et yoluna. Herşeye rağmen gülmeyi bilmeli insan. Herşeye rağmen.
Sesini duyurup biraz uyku ihsan et bana da, huzur bulayım artık.
manalara kapalı manalı yüzüm, sen avucuna aldığında sığınır gibi dua'ya, eğilirdi ellerine... ben, ağlamaklı yüzümle gözlerimi kapatıp ince bir acıyla sokulurken öptüğüm ellerine... senin nur cemalin mağrur gülümserdi, göğsüne bastırırdın başımı... uzun uzun ağlardık... hiç konuşmadan saatlerce baktığımı biliyorum sana, dizinin dibinde oturup ellerim ellerin arasında dinledim seni, dokundum yüzüne, gözlerine, saçlarına... dokundum biliyorum.
biz seninle iki farklı diyarda kurulan tek bir hayalin içindeki birbirinden habersiz gezen ruhlardık...
hayata dairdir hayal kurmak... birbirinden habersiz kurulan hayallerde buluştuğunu anlamak... acıdan, kızgınlıktan aynada gördüğün kendinden, gözlerini kaçıracak kadar utanmak... aynı hayali bir daha kurmamak için uyumamakta hayata dairdir... aşık olmakta... unutmakta... acıda. fashiondesigner
02.06.2007 - 03:00
uyanıyorum ve saatlerce boşlukta uyumuşum gibi hissediyorum.
bu bir iç boşaltma yazısı, tam 8 aydır mühür olan ağzımdan asla duymadığım, muhtemelen burada da asla okuyamayacağın, gün olur da bi kere görürsen kimin olduğunu, kime yazıldığını asla anlayamayacağın bir yazı.
dünya senin bana bahsettiğin kadar kötü değilmiş, hatta o kadar iyiymiş ki alkole dayanıksız bir bünye sızana kadar içmeden uyuyamazken artık "iyi ki bugün böyleyim" diye şükrederek uyuyabiliyormuş.
sen, hep beni suçladın, her şeyde, yolda yürürken bana bakanlarlarda bile, yaşadığım bütün kötü şeylerde bile.. ama gelip sana sığınmıştım, güvenmiş, inanmış ve anlatmıştım.. sen ne yaptın? en sevdiklerime zarar vermekle tehdit ettin beni.
yazık.
oturup düşünmüyorum nicedir, ama bu sabah aklıma düştün yine.
bitsin dedim, yazayım ve bitsin.
bu ilişki yürüsün diye elimden geleni yapmalarıma, dokunmaya kıyamadığını söylediğin vücudumu mosmor edene kadar hırpalamana, çığlık çığlığa ağlayışlarıma, susup kalmalarına, bağırıp durmalarına, bağırıp durmalarımıza, kendimizden başka kimseyi umursamamıza, senin için sahip olduğum her şeyi bir kenara bırakıp atmalarıma, oturup hayal kurmalarımıza(komik değil mi? ), herkes en önde yürürken milleti arkadan takip edip iki cümlede bir gülmelerimize, beraber büyümemize rağmen kimsenin asla seni(yada belki de beni) tanıyamamış olmasına, güvensizliğimle dalga geçmelerine, gülüşüme dünyaları değişmeyeceğini söyleyip en iyisine layıksın deyip sadece ağlatmalarına, telefonda bambaska olmalarına, aslında dünyanın en romantiği olduğunu düşündüğüm sırada her şeyin paramparça olmasına, upuzun(ve artık asla yazılmayan) maillerimize, senin için aldığım ve tek bir kez bile seninle kullanamadığım kamerama, "bu kadar uzaktayken bile canımı bu kadar acıtmayı nasıl başarıyorsun?"a, her sinirlendiğinde dilinde zehirli bir yılan olmasına, beni her kızdığında ince ince kesmelerine, kalbime kıymık kıymık oturan acı sözlerine, zehir cümlelerine, bütün kötülüklerine karsılık en kandan en candan olmana, asla yalan söyleyememene ve aslında belki de canımı en çok acıtanın yüzüme baka baka "o daha..." diye başlayan cümleler kurabilmen olmasına, hediyelerine, kokuna, baştan aşağı tapılacak bir yaratık olduğumu düşünmene ve kendi putunu kendi ellerinle unufak etmene, yollara, havaalanlarına, terminallere, sokağına, binlerce kez gülerek geldiğim ve son kez ağlayarak ayrıldığım sana....
bütün bunlara bakıyorum ve artık senden yana acı çekmiyorum.
söylediğin gibi, zor oldu biraz, ama olmayacak değilmiş.
sonra bir gün bir mucize olmuş, tam da hayatımın sonuna kadar senin cesedinle yaşamaya karar vermişken, her cümlede kendimi suçlamalar artık ruhumun parçası olmuşken..
biri gelmiş ve elinde sihirli değnek bile yokmuş. gerçekmiş yani, inanılmaz.
biri gelmiş ve dokunduğu her yer iyileşmiş.
biri gelmiş ve sakinleştirmiş.
biri gelmiş, yaptıklarımı aptalca bulmuş ama aşağılamamış, suçlamamış, yargılamamış.
biri gelmiş ve baştan yaratmış.
biri gelmiş en küçük bir "of" bile demeden bir enkazdan mutlu bir insan çıkarmış.
biri gelmiş, söylemediklerimi görmüş, anlamış, ses etmemiş.
biri gelmiş, gecelerimi sesiyle aydınlatmış, günler onsuz başlamaz olmuş.
Yer: pay&roll
Nihayet. Havanın görülmedigini iddia ediyorlar; hayat bilgisi kitaplarina not duşülmesi lazim, falanca saatte falanca yerde görüldu diye. Kirnizi hat. Barut kokusu. Lloyd'u hatirliyorum.
kartal gol gol gol.
yazmak yine bambaska bişey.ters giden birşey var;beni takip eden!ağaçların arasına girmem gerekiyor..bir ben,bir de benden dilim seçen..kabuğum serin,düşlerim kalleş..katilim düşünce de agacları ateşe veren...sonra seslenir ses...yürü yeşilden...beyaz burda korkutuyordu beni,sessizce...en büyük düşler üstüne garip ve gri idi .. gözlerim göl den nehre giren,suya hayat veren ve her parca da hayattı içim..parçalanarak şelaleden gizem'e süzülen...bir bütünün bütünsüzlügünden bütünleşme telaşındaydı nefesler....sarılmak için en kimyasal yalandı yılan,özünde sevgi üreten...
hadouken! bakın seyirciler muthiş bir karaciger yoklaması daha! ee meksikalı oyle yabana atılacak bir rakip degil tabiikii..
bas bas bağırıyorsunuz da noluyor pıtır pıtır terli alın,almazsanız almayın.
gazete almadım yine ulan,
hem buraya roma rakamıyla 18 yazsam noluur? hiç yazamıyorum çükü...
benim oyunum nerede?. siktiret oyunu yemek yiyelim..peki
üç yumurta kaç yaşam barındırır içindende? üç yumurtayla ne kadar yaşıyabilirsin ?
..ah eğleniyor kendi başına,ah neşesi yeter, ah umurundamı sandın bu dünya ..
çaresiz kalmakla nefessiz kalmanın arasındakı üç fark nedir? neden çaresiz kalırız? yada nefessiz?.
nedir lan bu hayatı değerli kılan? neyin savaşını veriyoruz niye yaşıyoruz..neyin peşindesin?..bir şeyin peşinnde olduğunu düşünürsek senin peşindeki ne?
ucabileceğini hiç hayal ettin mi? ucup ne kadar yükselebıleceğini?bana bunların cevabını ver.
bu malzemeler olmadanda yemek yapabilir misin?
olexekmısım gibi hissediyorum kendimi yaşlamadan hemde...
rovans maçı istiyorlar,şut çekmemeye özen göstereceğim
yaa su duvardaki balık söylediklerimizi duyuyor mudur? asılı olarak kalmaktan sıkılmamış mıdır.
hayallerimiz yerlerde sürünürken nasıl özgür olabiliriz?