hatırlarmısın bilmem hani seni görmüştüm bir eylül günü dökülen yaprakların arasında. Ay'dan bir nur düşmüş diye düşündüm. Esen rüzgarda saçların havaya karışıyor etrafa misk kokusu yayılıyordu. kokladığım en güzel parfümdü sanki... kalbim seni görünce hızlı hızlı atmaya başlamıştı bi kere. artık ne yapsam boştu geceleri siluetin beliriyordu yapayalnız odamda. sanırım sana aşık olmuştum. tabi bundan senin haberin yoktu. içim diyordu ki kendime 'aşkını öğrenmesi lazım git söyle ona' diye. içimin sesini dinledim ve sana duygularımı açtım sen ne yaptın bana göre değil bu işler dedin. yıktın geçtin içimdeki tüm heyecanı, sevgiyi, duyguları. o günden sonra seni görünce gecekondu yıkmaya gelmiş belediye ekiplerinden korkan ev sahipleri gibi oldum, bir kere daha içimi buldozerlerle yerle bir etme diye.
ama aşk değilmidir işte aylar sonra tekrar dikildim karşına... son biçare sana tekrar anlattım yaşadıklarımı... bu sefer içimi yıkmadın daha fazlası dinamit koyup sana beslediğim dağ gibi olmuş sevgileri tuz buz ettin.
Sen yapamıyorum keşke yapabilseydim diyorsun ya bence hiç bir zaman keşke deme...keşkelerle avunur olma.
canın sağolsun sen ne kadar yıkım yapsanda ben her gece yeni bir kaçak sevgi dikiyorum senin arsalarına. yık yıkabildiğin kadar, elbet bir gün tuğlam, çimentom biter.
ulan akşam akşam gene beni günaha soktun, tam yatacam şeref turlarını atıyorum evde neden açarsınki radyoyu ? yine çaldı o hain şarkı yine duyduğumda üzülsem mi sevinsem mi bilemediğim şarkı.
yine gözlerin geldi aklıma yine meleklerden güzel yüzün kaç sene geçti üstünden neden çalıyorlar ki bu şarkıyı?
hani nehir kenarına gitmiştik hava bir açıp bir kapıyordu, restaurant'ın cardağına kurdurmuştuk rakı sofrasını ne güzeldin, ne güzel anlatıyordun, 2 duble içince çakır keyifte olmuştun.
işte o zaman çıktı radyoda başımın belası şarkı hani sen bağıra bağıra söylemeye başlamıştın, bende seni susturmaya çalışıyordum, keşke susturmayıp dinleseydim keşke şimdi olsan yanımda da bağıra bağıra o şarkıyı söylesen keşke..
iki bardak koydum masaya bir teklikte rakı bir dikişte içtim benimkini susuz, mezesiz içim yandı ama senin gittiğin zaman yandığı gibi değil, senin rakını da lavaboya döktüm.
umarım bir daha çalmaz o şarkı hayır rakıya yazık oluyor başka bir şey değil...
Ben sana kitap yazmak isterim. Sayfalar yetmez, hayatımı nasıl alt üst ettiğini yazmaya kalksam..Yanlış zamanlarda hayatıma girerek , benim dengemi bozduğunu , sevgimi yüreğime gömmeye çalışırken , sanki marifetmiş gibi bana kalbini dökerek ayaklarımı yerden kestiğini , ben kaçtıkça , senin bencilce kovalamanı ... Ölümsüz aşkını , bitmeyecek sevgini,
hatta biz diye bir şeyin olamıyacağını anlayamıyacak kadar aptal ve kör olduğunu.. Daha çok şey var yazmak istediğim.. Senin o temiz sevginin cezasını ben ömrümce çekeceğim.
Yeşil ördek gibi dalldın göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem gurbet ellere
Ya sen beni unut, ya da ben seni..
hep korktum evlilikten ya sıkılırsam ya görmek istemezsem bir sabah uyandığımda, onu istemezsem yanımda diye. böyleydi evlilikle ilgili en büyük korkum ezelden beri. sonra yıllar geçti birileri oldu uzun ilişkiler yaşadım. hep aynı korku vardı. evlilik noktasına gelince ayrıldım korkularımın önüne geçemedim kendimce haklı olarak.
sonra sen geldin... hiç beklemediğim bir anda. zaten aşk beklemediğin bir anda gelir sipariş veremiyorsun ki. ilk kez seninle uyuduğum gün... sabah gözümü açtığım anda karşımda gülümseyerek bana bakan o anlamlı, içten gülen güzel yüzün ve gözlerin. demiştim ya sana çok güzel gülümsüyorsun diye (#4896048) zaten gülümsemen başımı döndürmedi mi? ilk defa içimden allahım dedim hayatımın sonuna kadar bu gülümsemeyi görebilirim ...hiç korkmadım bu sefer nasılda güzeldi herşey yanında, seninde dediğin gibi bende herşeyi unutuyordum.
sonra ne mi oldu?? hayatta en büyük acılardan biri ölümdür deriz ya, ölümden de beterdi güzel gülümseyenimin bana yaşattıkları. nasıl ifade edebilirim bilmiyorum ama hani biri ölür ya, çok sevdiğin biri, anlamazsın önce ne olduğunu kabul edemezsin. insanlar vardır etrafında çünkü. evet öldü dersin ama yaşayamazsın, emin olamazsın, saçma sapan bir duygudur o. cenazesi olur tabutu ortada durur öyle bakarsın boş ve anlamsız orda dersin, orda yatıyor. yinede anlayamazsın tabii. anlayamadığını, idrak edemediğini sonradan farkedersin. herkes gider dualar okunur ve kimse kalmaz etrafında işte o zaman anlarsın gerçekten artık yok diye. o zaman koyar ve başlar içinde en büyük acılar ve kabullenmeler.. tam da böyle bişey işte...
ben en çok yalandan korkarken meğer en büyük yalanın içinde başrol oynuyormuşum. ve en kötüsü bu yalanı bir figürandan öğrenmem. hayat eğer yönetmeniyse bu filmin sıçıyım böyle senaryoya.
en acısı ilişkiyi yaşarken var bişey dersin ama yinede saftirik tarafın kötüye yormaz yoksa ufak tefek aklına takılanlar olmuştur. yapmaz dersin bana bunu yapamaz dersin. çünkü ben ona hiç bişey yapmadım ki sevmekten başka. zamanla yoluna girer dersin sorgulamadan devam edersin, bozulmasın yaşadığın mükemmel anlar diye.
sen kolunda bıraktığım ize bakarken, ben kalbime bıraktığın acısı hiç geçmeyecek ve her geçen gün daha da artan en derin izle yaşamaya mecburum.
her defasında insanların bana deli gibi bakmasına da bir anlam veremedim. her birini sanki içinde sen varmışsın gibi heyecanla saydım o otobüslerin. sanki bi on dakika sonra yanımda bitiverecekmişsin gibi. senden başka kimseye anlatmak istemediğim, kimseyle paylaşmak istemediğim kutsal bir sevda yaşıyorum kendi çapımda. bir yandan da tüm dünya duysun, bilsin istiyorum sevgimin büyüklüğünü.
ne kadar uzun zaman oldu seni göremeyeli. uyumak için gözlerimi kapattığımda bile engelleyemiyorum akan gözyaşlarımı. yıllardır bana rahat gelen yatağım, yastığım, yorganım sanki dikenden yapılmış gibi batıyor yüreğime. ne üşümeyim diye annemin örttüğü yün yorganlar ne battaniyeler ısıtabiliyor yüreğimi. her gece dudaklarımdan süzülen iki cümle dua ile bitiyor günüm. ve her sabah aynı duayla başlıyor: "allah'ım o'nu bana bağışla. ayırma bizi."
sevgiliye özlem barındıran bütün şarkılar, şiirler, hikayeler, filmler, hepsi ama hepsi ağlamam için başka bir neden oluyor bugünlerde. kaçıyorum öyle yerlerden. sana duyduğum özlemin yüreğimde açtığı yaraları yine senle, sesinle, varlığınla kuytu bir köşede, kimse görmeden sarıyorum gözyaşlarımla harmanlayarak.
herkes ağız birliği etmişçesine aramızdaki somut mesafenin büyüklüğünü anlatmak istiyor sanki.
- cem nasıl?
- ne zaman gelecek?
- ne kadar oldu görüşmeyeli?
- sen gidemiyor musun?
gidemiyorum işte! lanet olsun ki gidemiyorum işte! özlüyorum işte! deli gibi özlüyorum! bazen o kadar yanıyor ki canım, annemin, babamın ve kardeşimin uyuduğuna bakmaksızın; hatta bütün ankaranın uyuduğuna aldırmadan deli gibi koşmak ve ağlamak geliyor, bir yandan da haykırmak. ama onu bile yapamıyorum!
seni çok özledim ben. bu saçmalıklar ondan. aldırma sen bana sevgilim. sabah olunca hafifler belki.
bildiğimi sandıgım şeyi sevdim, bildim,
böyle gider.
hayıflanmayı bırak, üzülmeni de istemiyorum;
sana faydam olmayacagı açık, yoluna devam et,
iyi ol.
ben de bu yazıyı sana yazdım abazan.
nedir senden sözlüğün çektiği. aklına fantezi geldikçe başlık sıçmandan, erekte oldukça entry girmenden, bilumum itiraflarda yok şuna sürtündüm, yok bilmem kimin orasını gördüm demenden, yapamadığın için kadınlara orospu,kaşar ismini takmandan, bilmediğin için sözlükte başlık açarak cinsel tecrübe edinmenden, sözlüğü cinsel fantezi ve kız avlama yeri olarak görmenden sıkıldım. bunaldım. bıktım. altıncı nesilli karalamandan yıldım.
anket tarzı sorular yazıp, cinsel erekte olmandan utandım. yeter artık abazan düş peşimizden. neyse parasını yollıyalım. git bir keraneye sende rahatla sözlükte.
hani mavilikler siyaha boyanır ya, sihaylarda maviye. her an elde edilemeyen bir renk çıkar ortaya, aşkın rengi güzel bir kırmızı, sonsuz sevginin rengi pembe, kor gibi bir turuncu, parlak bir sarı... işte sen o anı yaşatan şeysin sevgilim, sen karanlıklarımı maviye boyayıp aydınlatan renksin.
naber lan. evet okuyan kişi sana dedim şaşırdın değil mi? her defasında bu başlığa yeni entry girildiği vakit tıklıyorsun acaba kim bana ne yazdı diye ama her seferinde bir hayal kırıklığı ile ayrılıyorsun buradan. çünkü kimse sana yazmadı biliyorum cünkü aynısı bana da oluyor.
her seferinde bakıyorum kim bana ne yazmıs diye ancak benimle alakası olmayan şeyler görünce içimde bir burukluk ile başka başlıklara geciyorum..
evet bu gün sana yazdım okuyan kişi. nasılsın arkadaşım halin keyfin yerindedir inşallah. gülsün lan yüzün bak yaz geldi kuşlar böcekler vs vs hava güzel asma suratını gül biraz heh şöyle..
aç pencereni derin bir nefes al hayatı içine çek kendini daha iyi hissedeceksin emin ol. kendine iyi bak öptüm..
zaten yok gibiyken tam anlamıyla yok olmanın nasıl bir şey olabileceğini düşündüm, eksik olmayı hissettim.. buzmavi gökyüzünde pofuduk bulutları dağıtan uçağın büyülü görüntüsü daha da derinlere çekti beni o an yaşamakta olduğum insanı oradan oraya, nereye, savuran big in japan moodundan, kaybolmayı hissettim..
- Hiç babamın elini tuttun mu rıza ?
+ Elbette beyim. Kaç kere tuttum ve öptüm.
- Sıcak mıydı elleri ?
- Ne sorarsam cevap ver!
+ Tabi sıcaktı efendim.
- Şimdi o eller nerede? Şimdi onlar belki bileğinden kopmuş, buzdan soğuk, beş tane kemikten kalem!
......
- Bu gözler, baktığı zaman gören, gördüğü şeyin hayâlini ayna gibi içine aksettiren bu gözler nerede?
Onlar birer fincan renkli suydu. Toprağa döküldü. Buhar olup bulutlara karıştı.Nerede bu adam rıza ? Gözünü, yüzünü, ellerini, ayaklarını bırak bütün terkibiyle, terkibinin tek ve yegâne mânasiyle nerede bu adam? Eridi, dağıldı, kurudu, ufalandı, silindi değil mi? Ya erimek, dağılmak, kurumak, ufalanmak, silinmek de ne demek? Her şey erir, dağılır, kurur, ufalanır, silinir. Fakat bu adamın terkibinden çıkan, terkibinin mihrak noktasından fışkıran hayat alevleri, varlık şevk ve kudreti, var olmak haz ve emniyeti nasıl silinir? Bu haz ve emniyet iradesi nasıl olur da miskin eczamızı birbirine lehimlemez? Leşimizi ensesinden kavrayıp ayağa kaldırmaz? Yoksa asıl giden, silinen o mu? Hayır! O silinmiyor. Belki değil, yüzde yüz silinmiyor...
Çatlarım, yine inanamam. Silinemez. Fakat nereye gittiğine, nerede gezdiğine, nasıl olduğuna aklımız ermiyor. Aklımız yetmiyor. Onun için çıldırıyoruz. Şu resme bak! Bir takım nebatlardan çıkarılmış boyalarıyle, muşambası ve çerçevesi karşımızda. O bir şeyin kendisi değil, taklidi. O şeyin kendisi yok, taklidi var. Bu nasıl güneş ki kendisi yok, dalgalarda aksi var? Yaşamıyoruz. Resimlerimiz, fotoğraflarımız kadar yaşamıyoruz. Mendilimiz, gömleğimiz, potinlerimiz kadar yaşamıyoruz. Bir sigara kâğıdını şu masaya koy, üstüne bir taş bırak, kapıları kapa ve git! Üçyüz sene sonra gel, yerinde bulursun. Belki sararmış, belki buruşmuş, fakat yine o. Bir sigara kâğıdı kadar yaşayamıyoruz. Kefenimizden evvel çürüyoruz. Duyuyorum! Kulak ver, sen de duyarsın! Toprak altında, milyarlarca kurdun, çıtır çıtır dut yapraklarını yiyen milyarlarca ipek böceği gibi, milyarlarca ölüyü yediğini duyuyorum. Ölüler! Gözsüz kulaksız kurtların içtiği köpüklü şampanya damlaları! Tozun toprağın mezeleri! Korkunç bir saklambacın korkunç oyuncuları. Kurtarın beni ebedilikten! Öldüm sizi araya araya...Kurtarın beni düşünmekten!
Allahım, ben yok olamam! Her şey olurum yok olamam. Parça parça doğranabilirim. Nokta nokta lekelere dönebilirim. Tütün gibi kurutulabilir, ince ince kıyılır, bir çubuğa doldurulur, içilir, havaya savrulabilirim. Fakat yok olamam. Madem ki bu kadar korkuyorum, yok olamam. Eczahane camekânlarında, ispirto dolu bir kavanoz içinde, düşürülmüş bir çocuk ölüsü gibi, yumruk kadar bir et parçasına inebilir, bir şişeye hapsedilebilirim. Fakat şişenin camından yine dışarıyı seyreder, önümden geçenleri görür, kendimi bilir ve duyar, kendimi ve Allahımı düşünebilirim. Razı değilim Allahım! Yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim. Bu dünyada bırakamıyacağım hiçbir şey yok. Ne deniz, ne ağaç, ne şehir, ne ev, ne kadın, ne de ben. Bu kalıbım, bu zarfım, bu kafesimle ben. Onların hepsini bırakabilirim. Fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. Razıyım bir toz parçası olayım. insanlar üzerime basarak geçsin. Canım acısın, duyayım. Canımın acıdığını duyayım. Razıyım bir kertenkele olayım. Kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. Tırnaklarımı tuğlalara geçireyim. Yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. Fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. Tuğlaların incecik zerrelerini sayayım. Kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim. Razıyım bir nokta olayım. Fakat o noktaya bütün kâinat, bütün mevcudiyle dolsun. Ben yok olamam. Ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm, fakat yok olamam. Her şey benim olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya vereyim. Fakat aklım bana kalsın! Aklım bana kalsın! Aklım!..
dün doğum günündü ... kuru bir kutlama yapmak istemedim ama yardakçı bulamadım. arkadaşın şöyle demişti " şimdi alınır sıkılır onun afra tafrasını çekemicem ara kendin söyle" ısrar etmedim zaten bu sözünden sonra. boşver onlar kutlayacaklarmış zaten benm yerime de süpriz yapmış olsunlar. gönül isterdi ki satmadığım motosiklettim burda olsun, artçım sen olasın birlikte çamlıcaya gidelim, ben her zamanki gibi sıcak kahvemi içeyim sen de çayını ... bunca seneye inat tek başına kalmışlığını kırayım en iyi arkadaşın olayım derdini sıkıntını paylaşayım. herşeyine ortak olayım... sen istemedin ne yapayım :(
ben davet ettikçe sen kaçtın . yoruldum kovalamaktan bıraktım...
sana yavşamadım hiçbir zaman istesem öyle şeyler yapardım ki ... kıyamadım ...
aklımın köşesinden zerre gram kötülük geçmedi.
boşver böylesi daha iyi oldu be güzelim ...
dağıttım ben bu aralar ama olsun. daha beterlerini gördüm geçirdim bunu da atlatırız evelallah...
sen yüreğini korumaya bak...
3 haftadan beri yüzünü güldüremedim. biliyorum bana çok kızgınsın, ama olmayınca olmuyor be rüstem. sevmiyorsun ama ne yapalım rüstem. kaderde varsa üzülmek....
yine yoksun; yokluğunu hiç birşey doldurmuyor bunu biliyorum. zaten yokluğunu doldurmak değil gayem. öyle anlamsız işlerde takılmak, zaten senin yokluğunda yaptığım şeyler ne kadar anlamlı olabilir ki!
geleceksin biliyorum, herzaman ki gibi beklediğimi biliyorsun.
biliyorsun; biz bir bütünün iki eşit, iki farklı, iki ayrı parçalarıyız.
biliyorsun sende benim gibi, biz ancak birarada bir anlam ifade ederiz; biz ayrıyken eksiğiz.
zaman, anka kuşunun kanadında renkli bir tüy değil, tek boyutlu, amansız kabusları zihnime öbekleyen kısır bir döngü..kanatıp, iz bırakarak geçip gittiği halde beklemenin sonsuz boyutluluğuna hapsedip, özlemin kızgın kumlarında can cekiştiriyor..
karanlık tavana diktiğim gözlerimden oluk oluk yaşlar, yanaklarımdan kulaklarımın içine doğru,rahatsızlık verecek kadar çok akıyor. yinede ağlamayı tercih ediyorum. vücuduma ve zihnime sakinleştirici etkisi olan tek ilacın ağlamak olacağını hiç ummuyordum. böyle olmasa bile, kendime söz geçirip gözyaşlarımın bir tekini bile durduracak gücüm yok!
hata!
bu, azgın suların med-cezirde kayalıklara şiddetle çarpması gibi, beynimin içinde bütün hücrelerime bir bir çarpan, yine de seni düşünmekten ve özlemekten alıkoymaya yetmeyen, ömrümün en karanlık, ömrümün en sancılı ama ömrümün en tatlı gelen hatası! bunu, kendime milyonlarca kez söylememe ne gerek var.
belliydi işte;
ta en başından beri ayna gibi tam karşımda durmasına rağmen, yine de amansızca ve hatta umutsuzca yalanladığım belliydi..........ve hataydı!
ne yana kaçmaya çalışsam, gözlerinle karşılaşıyorum. başımı ne yana çevirsem, elini bana uzatıyor, ismimi fısıldıyorsun....korkuyorum! bile bile yangının tam ortasına gitmekten ne farkı var! her yanım bir orman yangını ve senin durduğun her yer bir yangın!
elinde büyüdüm, hayatın zor ve sabır gerektirdiğini öğrendim seninle; seninle ve beklerken. olgun olmayı öğrendim, ama her zaman bir yanım çocuk kaldı. belki sen de hep bu yanımı sevdin benim. büyütürken beni en değerli emeğinle, dizinin dibinde çocuk yanımla aç bencilliğimi...
sen her zaman daha büyüktün benden; ben ne kadar sabretsemde, gönlüm ne kadar senin kadar genişlese de, ne kadar çok öğrensem de, sen hep bir adım öndeydin. her zaman daha büyüktün.
ağlardım!
her o kelimeyi duyduğumda dudaklarının arasından, fısıldar gibi ve biraz da yarım; ben yanaklarımı yakan gözyaşlarına teslim olurdum ve bilirdim senin iki kişilik acı çektiğini. çünki sen; hem benim gözyaşlarıma yanardın hemde içine akıttığın gözyaşların dağlardı yüreğini. biliyorum; benim bir yanım senden hep zayıftı. senin varlığının korumasına ihtiyacı vardı ve güçsüzdü. sen hep dağlar kadar büyüktün gözümde...
giderdin!
o kaçınılmaz, hazin bekleyiş hep bir adım gerisinde dururdu eşiğimizin. her zaman böyle olmak zorundaydı; hep bilsem de geri geleceğini, bencil yanım seni hiç bırakmak istemezdi! küçük kollarımla ne kadar güçlü tutmak istesem de seni, asla sarılışımın içine işlemediğini düşünürdüm; çünki hep giderdin. önce kollarım ayrılıdı senden ama, elim son bir hamleyle eline sarılır ve avucundan küçücük ve biçare olarak sıyrılmaya başlardı. hep bilirdim geleceğini parmaklarını da çekerken parmaklarımın arasından.
ama sende iyi biliyorsun;
şimdi hiç ama hiç ağlamasam da, alışmış görünsemde dört duvar arasında ki yokluğuna; zihnimden kendini çekemediğini!
biliyorsun; üşüyen yanımı ve bir saniye sonrasını bekler gibi her zaman heyecanla beklediğimi seni!
seni bu kadar çok özlediğim şu zamanda, aslında özleminin bile bir başka güzel olduğunu anlıyorum bazen... herşey seninle güzel... hiçbir şeyim güzel olmamıştı senin kadar... varlığına sonsuz sevgiler, iyi ki varsın... seni çok seviyorum ve seni çok özledim...
kırılmış bir oyuncağının arkasından ağlayan çocuk gibiyim bu akşam. ne kadar garip bir adam her gece ayni şeye nasıl ağlar. yalnız kaldığı her dakika düşünmeye vakti olduğu her an. çalan bir şarkıda, güzel bir film karesinde. sen benim hiç aklımdan çıkmadın ki dilek tutmak için düşünme sürem olsun benim.
ne ellerini tutabildim ne de gözlerinin içinde kaybolmayı başardım. kendimi suçlayacak bir çok nedenim var. sana toz konduramıyorum hala. üstelik canımın tek sıkılma sebebi senken. insanları dinleyemiyorum sayende onların cümleleri kafamdan sekiyor ısrarla. umursamıyorum, senin bilinmeyenlerinin girdabından kurtulmaya çalışıyorum.
hayat okadar sıkıcı ki nerde hüzün var onun yanında bitiyorum. hayatıma yaya yaya her sabah her gece bir kez daha küfrediyorum kendime. boğaz akıntısında suları karışmayan iki denizi oynamaya devam edeceğiz hep. ben senin bir damlana bile sahip olamayacağım belkide. belki de benim aptallığımdır dimi? yazıktır bana neden sen. farkındamısın ama ikimizde kendimizi hiç sayarsak bir yere varamayız.
günler çabuk geçiyor bense hiç bir şey yapamıyorum karşında. duvarlar ördün dört bir yanıma sanki. kendimi karşında salak gibi hissetmemle bitiyor her gün. çabalayan bir adam var karşında prenses, sen ne kadar gözlerini kapasanda. öyle ki vazgeçiyorum bile diyemiyorum sayende. ben hala açılan her fincandan senin çıkmanı bekliyorum dört gözle.
seni beklemek, senin için çabalamak, gelecekte sana yer açmak okadar güzelki. belki yarın uyanmama yegane sebeptir bunlar. seni düşlemek, seni sevebilceğime inanmak, yağmurlu bir günde aynı şemsiyesi paylaşmak... ben seni çok istiyorum umarım sende bunu anlarsın geç olmadan.
seni her gün daha çok seviyorum, yanımda olduğun anlarda bile seni özlüyorum. ne gariptir ki çok istememe rağmen seni sevdiğimi yüzüne söyleyemiyorum. sen biliyorsun söylemesem de oluyor sevgilim ama insan söylemeyi de duymayı da o kadar çok istiyor ki bazen. çoğu zaman çok hassas bu bünye her şeye alınabiliyor ama yaşadığım onca şeyi hesaba katarsan neden olduğunu bilebilirsin sende. kolay olmadı seni sevmek çok ama çok zor bir süreçten geçti bu aşk. yaşanan bunca zorluktan sonra aldığım ödülümsün sen benim, iyi varsın iyi ki benimsin sevgilim. ve yine sana yazıldığını bilemeyeceğin yazılardan birini daha sana yazdım canım okumasan da hiç, yada okuduğunda anlamasan da söylenecek tüm kelimeler sanadır bu hayatta...