ben bu yazıyı sana yazmadım aslında. yazılabilecek tüm kelimelerim bitti çünkü benim. sana yazabilecğim tek bir kelime ararken gözlerine bakabilmeyi seviyorum çünkü ben. tüm cevaları orda saklanmış soruları okuyabiliyorum...
ben sana tek bir kelime bile yazmıyorum aylardır. aylardır susuyorum içime saklanmış şarkılarım sözlerinde. melodiler kulaklarımda yankılanıyor, ellerimde huzur...
günlerdir sana yazmıyorum içimdekileri ben, öyle kırılmamış ve böyle ufalanmamış olduğum zamanlarda özellikle. gülümsediğin zamanları da yazmadım, çok ağladığım zamanlarıda...
sana değil bunların hiçbiri ya da kendime. içinde biz geçen tüm cümlelerin ortak paydası bunların hepsi. biliyorum herşeyi. çalışmayan aptal ev aletleri bile hayatımın bir parçası olup onları çalıştırmayı becerebildiğimden beri biliyorum. onlara alışmış olmanın ve artık beni de dinliyor olmalarının sorumlusu sen değilsin...
tersine yüzen balıkların olduğu bir memleketten yaşatamadığım japon balıklarımın yanına gidiyorum ve hiç bir usturuplu cümle bunları anlatabileek kadar yetkin değiller şu an içimde. sen hiç olmamış masalların kahramanı olurken o kırmızı pelerinle ben hiç yaşanmamış bir aşk hikayesindeki esaslı hatun olabiliyorum nasıl olsa...
ben bunları sana yazmadım
ne yazdıysam kendime
içimden geçenleri anlatabilecek kelimeler de yok
cümlelerde...
ben sana yazmadım tüm bunları
çünkü biliyorum anlatılamayacak kadar özgürdük
özgürlük...
ben gölgendeki esareti sevdim...
uyanıp nefes almayı yeniden anımsamak gibi
şimdi ne saman gükyüzüne baksam
o penceredeki ışıldamalar gelir aklıma
evimde olmayan ve içimde saklanan...
yalnızlık senden kalan, içimi açıtan tek şey aslında ama yinede özlüyorum seni işte elimde olmadan anımsıyorum senle olan her güzel şeyi istemeden belki de isteyerek. unutmak istediğim her gün içimde daha da büyüyorsun sanki ama bunun bir anlamı yok ki artık. anlamı olmayan birşey için üzüyordum kendimi demekki. değer miydin peki tabiki de hayır. yanlışlarını unutup geri dönmek kolay olsaydı eğer çoktan dönerdim zaten ama kolay değilmiş anladım. herşeye rağmen seni affetmesemde hep aklımda olacaksın bunu bil... *
işte tam olarak bu yüzden yazacak kelimem yok. mevzu bahis sen olunca, birde bu yazı sana yazılacaksa, yazacağım tek şey sana hiç birşey yazamayacağıma dair kurduğum cümlelerden oluşan bir paragraf olucak. ozaman bu paragrafı sana armağan ediyorum. yani hiç birşeye...
(bkz: hiçbir şeyimsin)
ben bu yazıyı niye sana yazıyorum inatla hiç bilmiyorum. kendimi yanında böylesine değersiz, böylesine alelade hissetmeme rağmen hem de. oysa düşlerim başkaydı ve başka bir şeydi benim istediğim... ne ağaca ne buluta benzemeyen. yine de bağışlıyordum hep seni, hem seni hem de kendimi, o kadar yoktun ki... ben sigara dumanın altında kül olmuştum, sen kokuna hasret uykularla dalaştığım. yine de ben ilk şarabı senin elinden içmişim, sen arkana bakmadan çektin gittin. ve şimdi rebeca nın yerinde oturup her gece seni bekliyorum, çünkü ulaşılması güç bir yıldızdın, peşinden çırpınan suskun yüreğimde. ve sen cana cansın, sen çalıp kaçansın, buna bu can nasıl dayansın? bir de dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe sırf sana benziyor diye usulca sokulup merhaba dedim. iyi mi ettim kötü mü anlayamadım tam. bir iskambil falında çıkmış olsaydın bana oysa ne güzel olurdu. ama beni üzdüğün zamanlarda bile yokluğunu hissetmek beni hep korkuttu. bunca zamandır unutamadım ya seni, yere batsın ankara istanbul. şimdi geceler benim geceler bana, doymadım dönülmüş deliye helal olsun, aşkolsun. çoktan unuturdum ben seni çoktan, ah bu şarkıların gözü kör olsun!
belki bu yazıyı okuduğunda kendini daha az yalnız hissediceksin.
uff neler saçmalıyorum.
tek söylemek istediğim;
girdiğin kafe-bar tuvaletinde dokunmatik ışığı bi yanıp bi söndüğünde garip karşılayan sen
bil ki yalnız diilsin
hepimiz ilginç hissediyoruz bu durumda
bi de gürültülü çalışıyo o ışık
bil hepimiz garipsiyoruz onu işerken
sadece bunu bil..
bu yazıyı yazmış olmak istemezdim. ama yazıyorum. en yakın arkadaşımı kaybettim. hayır ölmedi ama öldü. kendi hatasıyla kendini öldürdü.
hiç en yakın arkadaşınızı kaybettiğiniz oldu mu?
bugün 'al mektuplarımı ver mektuplarımı' yaptık resmen. arkadaşız. dostuz. birbirimizde eşyalarımız kalır. eşyalarımızda anılarımız.
birbirimizde kalan anılarımızı verdik.
beraber eğlenmelerimizi, evden kaçışlarımızı, gezmelerimizi, yağmurun altında donumuza kadar ıslanmalarımızı, birbirimizin saçlarını kesişlerimizi.
bir poşete koyduk.
dertleşmeleri, kavgaları, gülücükleri, mesajları, gece yarısı böbrek sancısı tuttuğunda hastaneye götürmeleri
çöpe attık.
bibirimizin sırlarımızı, gizli kapaklı ne varsa.
beynimizin en kuytu yerine atıldı. orada çürüyecek.
ortak arkadaşlarla araya mesafe kondu, eve giden yollar değiştirildi.
artık o yoldan bir daha geçilmeyecek.
her şey katlanılır gibi gözüküyor şu an. paylaştığımız sıra, üzerine kustuğu sandalye, kafama fırlattığı cd çantası pek bir mutsuz şu anda sadece.
'kafan acımasın diye atıyorum kızım onu ben, içim kaldırsa kasayı fırlatırdım'
peki o zaman.
her şey poşette. hiçbir şey eksik değil.
'hediye geri verilmez kızım o yaptığı çok ayıp' demişti biri hakkında. hediyesi bende.
bazanın altında.
ne kadar bende sayılırsa işte.
hoşcakal dostum. bu sana yazdığım son yazım.
keşke hataları kaldırabilen biri olsaydım. ama değilim. tanırsın beni ya, neyse.
yazacak onca şeyim var. nerden başlıyacağımı bilemiyorum. belki en iyisi başlamamaktı; tıpkı seni sevmeye başlamamın bir hata oluşu gibi. sen gittikten sonra hayatım o kadar değişti ki tahmin edemezsin. oysa sana göre korkağın tekiydim. şimdi gitmek için bekliyorum. bir zaman sonra seninle farklı kıtalarda olacaz ama biliyorum ki ben hala seni düşünüyor olacam.
her şeyi bir kenara bırakıp düşünür ve duru bir ruh eşliğinde yaşarken sık sık düşüncelerim bölünüyor ve aynı anda farklı yerlerde kendimi bulunca aklıma ne geliyor biliyor musun, bu kadar mit bir formda yaşamayı tercih etmek yerine aslında senin amına koyayım afedersin. ama kötü anlamda değil; hani filmlerde 'fuck, shit' denir de alt yazıda 'lanet olsun' diye çevirirler ya; öyle işte. dönme dolap gibi çevirip çevirip amına koyayım senin, sen de 'damn it' şeklinde algıla emi? sakın yanlış anlama.
sana aşık olmak üzereyim!!
o yüzden bu yazıyı sana yazdım..
odunum, odunsun bu iş nasıl olacak bilmiyorum ama olması için dua ediyorum, sanırım elimden gelebilen tek şey bu..çünkü ciddi bir odunum ben.
nasıl olduğunu bilmeden bir sona doğru ilerledim seninle. yaşananları çöpe atmak hiç de kolay değil artık. yazmaktan yorulan ellerim, konuşmaktan aciz bir dilim var. sadece gözlerim kaldı işe yarar, o da seni görebilecek mi bir daha hiç bilmiyorum. kulaklarım sağır artık, tek bi cümleye bile tahammül edemeyecek bu beden. özürler yağdırdım üzerine, bakmadın. gözyaşlarımı akıttım omzuna, farketmedin. herkesten çok sevgilimdin benim, anlamadın. sonsuz bi bekleyişteyim şimdi, sanki hiç gelmeyenimi beklemekteyim. toyduk, büyüdük birlikte. hatalar yaptık, pişmanlıklar yaşadık, acıları paylaştık, aynı yolda yürüdük yine de.
ve 6 yılın ardından yolumuzu şaşırdık, kaybolduk belki de. tepkilerimiz daha çocukçaydı artık birbirimize, büyüdükçe çocuklaştık. kırıldık ve toparlanamadık. yasanan 6 yılı çöpe atıp, 2 aylık dilimde yaşananları hatırladık. bir bina yapmıştık seninle, yüzlerce metrelik. gökyüzüne uzanmak için kurulan hayalleri gerçekleştirmek için... başardık.. çıktık yüzlerce metreye ulaştırdığımız binanın en tepesine, özgürdük artık hiç olmadığımız kadar. ve boşluğa bıraktık kendimizi.. uçmayı hayal ettiğimiz için değil, darmadağın olmak için..
hata bendeydi, bitmek bilmeyen sinir krizlerim götürdü bizi bu sona. kırdığımı anlamakta geciktim, hem de çok geciktim. saatleri geri almak istiyorum şimdi. günleri.. ayları.. seni her kırdığım dakikanın telafisini yapabilmek için.. can dostum dediğim insanı kırmış olmaktan utandığım için..
o gökdelenden atlamayı imkansızlaştırmak için..
yaşattıklarım için beni affet diyebeilmek için..
bu yazı can dostum için..
bana benden daha yakın olan kişi için..
incittiğim dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar için..
herşey için..
bunu umarim hic bir sekilde okumazsin. cunku okuyunca kizacaksin bana. gene almissin eline olumsuz dusunme bayragini diyeceksin. ama bir seyler ters gidiyor. yani sanirim ters gidiyor. bundan bir sene once attigimiz temel icin kullandigimiz malzemelerin neler oldugunu ciddi ciddi hatirlamiyorum ben. kanitlari oldugu icin bir seyler hatirlar gibiyim ama hic biri elle tutulur degiller. ne yazik ki ikimiz icin asil onemli olan seyleri hatirlayamiyorum ve bunun icin cok uzuluyorum, belki sen saka yapiyorum saniyorsun ama degil. sadece senin bana saka yaptigini sanarak agzina laflari teptigim ani cok net hatirliyorum. zaten aylarca acaba ciddi miydi sorusu icimi kemirdiydi. ki ciddiymissin de * benim aklim basima gelip de kapina geldigimde beni geri cevirmedin. ve de bununla ilgili bana laf etmedin, beni terslemedin, ya da uzmedin. bu yuzden sana yakinlastikca yakinlasiyorum, baglandikca baglaniyorum. bu yuzden tum yelkenlerim konu sen olunca suya iniyor. beni bazen deli eden sakinligin var ya, onu bile seviyorum. ve farkinda misin, her an seni sevmek icin bir neden buluyorum. ama dedim ya hatirlamiyorum. temelden saglam olmayinca binalar, hep yikilirlarmis ya. biz de yikilicaz gibi geliyor bana. o hatirlamadigim seyler yuzunden cok canim yanacakmis gibi geliyor. bu saatten sonra sifirdan baslayip bazi seylere, geri gidip temelin malzemelerini gene olusturalim diye senden bir istekte bulunmak ne derece dogru ve sen buna izin verir misin bilmiyorum. keske versen de, temeli saglamlastirabilsek. ve asla yikilmasak. belki temel saglamdir. belki ben abartiyorumdur. belki cidden olumsuz bakiyorumdur olaya ama korkuyorum. hem de cok korkuyorum. tam kotu giderken birden sans doner de her sey guzellesir ya, su an oyle. ozellikle de bugun cok ozel ve guzel. ama birden koseyi donunce gene her sey kotulesecek gibi geliyor. akisina birakamiyorum. birakamiycam da galiba. nolur temeli saglamlastirmama izin ver. anca bu sekilde olumsuz bakmayi yenebilicem. nolur.
gecenin sessizliğinde elini on off düğmesine bastığını hissettim. sonra elektronik bir ses yankılandı beni korkuya sürükleyen. sigaram akmina soda şişesi içerisinde hala dumanını tüttürmekteyken son yudumumu almıştım erikli su şişesinden. biliyordum birkaç saniye sonra seni duyacağımı ve beni çağıracağını. sesinin boş sokakları yarıp geçmesini bekledim. ve o an geldi, yemeyi içmeyi kestim müezzin efendi. sen mikrofonu kaparken nereden bilecektin ki bu yazıyı sana yazdığımı.
hayat koçumm, bitanecim, yol arkadaşım...
gittiğinde canım acımıştı, daha küçüktün gözümde eli tüfek tutan asker olmak için. on yedi gündür gözüm telefonda, bir arasa diye kendimi yedim durdum.
nihayet aradın ya sarışınım, o kadar mutlu oldum ki...
şırnaklara, hakkarilere gönderemem seni, korkarım, ya bi' şey olursa sana??
iyiyim dedin ya canım benim, iyi oldum bi anda, içim rahatladı.
hasta olmuşsun biraz, gerçi iyileşmişsin sonra, ama dikkat et kendine, aklımı sende bırakma olur mu canım?
çok özledim seni canım arkadaşım, çok seviyorum.
sakın o benden daha mavi bakan gözlerinden bir damla yaş gelmesin, olur mu?
bu yazıyı sana yazdım, amacı yok. özlemi hafifletmek istedim belki, ama zırıl zırıl ağladım yine. iyi olduğuna emin olmak istedim, ama hastaydım biraz iyileştim gibi dediğin geldi aklıma. sonra, 'burası imkansızlıklar yeri' deyişin.. insanlardan da sıkılmışsın belli, dostum dayan on üç gün sonra yemin töreni, sonra hop istanbul... sana söz veriyorum bi daha ertelemeyeceğim. koca bir gün televizyon karşısında oturacağız, çizgi film izleyeceğiz önce, sonra bi senin istediğin bi de benim istediğim filmi. bana yemek yapmana da izin vereceğim bu sefer. biz bu hayali kurduğumuzda daha kıştı, şömine yakıp sıcak şarap da içecektik ama bu mevsimde abes olur, bunun yerine başka bir şey düşünürüz.
gecenin bir vakti girdin hayatıma. soğuktu, senle benden başka kimse yoktu o karanlıkta. sonradan aydınlığım olacağını bilmiyordum ama. yürüdük gecenin bir vakti seninle birbirmizi tanımadan, ben senden ürkerek, sen benden çekinerek. sonra bir baktım sen ben olmuşsun ben sen olmuşum. birbirimize alışmışız. kocaman bir boşluğu kapatmışsın hayatımda, ailem olmuşsun ben onlardan uzaktayken. ağladığımda gözyaşlarımı silmişsin, her düştüğümde elimden tutup geçti diye avutmuşsun, sevincime ortak olup beni daha da mutlu etmişsin. sonra bir gece birden gitmişsin kalbimi paramparça edip, sardığın yaraların kabuklarını tekrar kaldırıp kanatarak.
şimdi yoksun ve ben her güne içimdeki özlemini daha da büyüterek uyanıyorum. ama yapabilceğim hiçbirşey yok artık. geri dön diyemem, ayaklarımsa sana gelmez artık. tek birşey söyleyebiliyorum sana hoşçakal ve hayatın boyunca seni tanıdığım geceki kadar kocaman yürekli kal.
sana bu yazıyı ben, kendim yazdım.
sana sadece bu yazıyı değil, sana hayatımı yeniden yazmak istedim. ama sen ne sendin bende, ne de ben kendimdeydim sen varken içimde.
ne konuştuk gözlerden gayrı, ne kavuştu ellerimiz.
içimde seninle pırpır eden kelebekler, biliyor musun öldüler!
artık ne bir heyecan kaldı sana dair kalbimde, ne de tanıdık bir iz.
kendi kendini sildin sen, kendi kendini bitirdin, ben sadece "peki" dedim.
şimdi,
ben mutluyum efendim, hem mutluyum hem de hürüm. sana bağlı yaşamaktan muafım artık.
ya sen?
gerçekten mutlu musun o fare deliği hayatınla?
sana gerçek bir hayat sunmuştum ben oysa.
sen böyle istedin, böyle oldu.
yapacak pek bir şey yok.
ben bu yazıyı sana yazdım, karaladım.
ama yalnız seni karaladım!
üzenlerle vakit kaybetmek kadar saçma bir alışkanlık yoktur hayatta. sevdiğinizle seveninizle güzel vakit geçirip birbirinize bir şeyler yazın. sözlerin anlatamadığı şeyler de gözlerinizde kalsın, boşverin.
sana yazı yazmaktan başka yapacak bişeyimin kalmadığı şu vakitlerde, boşboş fotoğraflara bakıp, geçmişe ait satırları okuyup vakit öldürüyorum. tamam hoşlanmıyorsun itiraf ediyorum. uzun zaman sonra ağlıyorum üstüne üslük. en sevmediğin huyumdu, artık umurunda değil belki de, bilemiyorum.
görsen, okusan, bilsen.. mantıksızca bişeyler beklerken hayattan, ışığı yanmayan sokak ıssızlığıyla, günü daha doğamamış şehir misali yapayalnız, kimsesiz ve karanlık hissediyorum.
yapacak hiçbirşeyin olmadığı şu vakitler sadece sen..
işte yine sana yazılar biriktiriyorum, bir gün okuycaksın gibi,.. hiçbişeyin değişmeyeceğinden emin halde.
özlüyorum seni, kimselere bişey diyemeden, kimseye söyleyemeden. yerini tutmuyor hiçbir ses, hiçbir konuşma ve hiçbir bakış. ve ben kendime bile itiraf edemiyorum, gerçekte sensiz geçen ama aslında yanımdan bir saniye ayrılmadığın bu günlerde seni. **
ben bu yazıyı sana yazdım...
biliyorum bunu sana yazdığımdan, bunu yazanın ben olduğumdan, burada böyle bi yazı olduğundan haberin yok ama bu yazıyı ben sana yazdım...
sakın arama sorma lan eşşek sıpası *
beni bir kez daha ağlattığın için teşekkür ederim!
gözyaşımı değil içimi akıttığın için sağol.
aynı şeyi düşünüp farklı pencereden bakınca böyle olması gerekmiyor. ben seni seviyorum, sen beni, ölesiye.
en ufak bir şey olsa benim canımın yandığını bildiğin halde, ota boka canımı yakmalar neden?
en çok da aramızda kalmak zorunda kalan minik kadınıma acıyorum.
böyle olmamalıydı. iki gün sonra eskisine döner yine her şey, biliyorum. ama zaman geçiyor babam. birbirimizi yeme vakti değil, sıkı sıkı sarılma vakti.
yine soldurdu birileri içimde açan gülleri. yine kimseyi dinlemedim oysa o kadar çok söylediler ki bak yapar yine aynı şeyi bi kez yapmadı mı diye. dinlemedim. yapmaz dedim. bu sefer farklı dedim. güveniyorum ben ona dedim. her seferinde bu kadar acı öğrenmek zorunda mıyım yanıldığımı? anneannem hep kadersiz yavrum diye severdi beni, öyle sevmesin beni artık anneannem, gülsün artık yüzüm. sen oralardan bir şeyler yapamaz mısın? değişmez mi kaderim? hep böyle mi gider? o kadar ihtiyacım var ki sana, kim üzmüş benim kızımı demene. hoş, böyle mi konuşurdun benle bilmiyorum. hiç hatırlamıyorum ki seni. ama bi baba böyle davranmalı kızına değil mi? doğrusu bu olmalı. evet evet bu. hadi baba bekliyorum, bari benim için bunu yap. lütfen.