gözümde yoktun cisimsizdin, ne beni sevindiren o sesinden ne de içimi ısıtan ılık nefesinden haberdar değildim; her gece yalnız yatıp her sabah yalnız kalkmak öylesine aşındırmıştı ki bedenimi sanki kırbaçlanan habeşli kölelerden farksızdım; yağmurdan delicesine kaçar saçaklar altında sigara yakardım, kedilere anlamsızca bakar uğursuzluk getirdiklerine inanırdım, otobüs duraklarında beklerken başımı öne eğip sigara izmaritlerinin silinmiş yazılarını okumaya çalışırdım, okadar üşürdüm ki sıcacık yatağımı kar basardı zatüreye tutulurdum, yaka cebimden çıkan 300 gram hüzündü...
yüreğimdeki boş salıncağı dolduran mutlu küçük bir çocuksun, elime uzanan elin masal dünyasından kopan pamuk prenses eli gibi sıcak; şimdilerde yağmurda pencereme düşen damlasın , sen en şiddetli baş ağrılarında başımı dayadığım yumuşacık yastıksın; öylesine sarıp sarmalıyorsun ki bütün düşlerimi saran nadide bir sarmaşıksın, vitaminsizliğe direnemeyen çatlak dudağımın bembeyaz merhemisin; perdenin altından bakarken yol kenarında duran banktan düşen kavak yapraklarının oluşturduğu tatlı bir kümesin, nakaratlarını söylemeye kıyamadığım şarkılarımsın, sen komşumuzun incir ağacından havalanıp yüreğime konan minicik bir serçesin, içime düşürdüğüm bir bardak demli çayım , kurduğum bütün cümlelerin ve okuduğum bütün kitapların tozunu alan pervanesin, buz gibi ellerime vuran sıcacık kalp atışlarım, donmaktan son anda kurtulan bakışlarım ve yaka cebimde duran 300 gram mutluluksun...
sen şimdi bunu okuyorsun ya hani, gri zemin üzerine siyah siyah harfler filan. işte bunu okurken benim insan olduğumu düşün. nefret edebileceğimi, sevebileceğimi, hastanalabileceğimi düşün. canımın çok sıkkın olduğunu farzet, karnımın acıktığını ama evde yemeğimin olmadığını düşün. sevdiğim insanlardan çok uzaklarda olduğumu düşün. odanın buz gibi soğuk ve benim koskoca evde tek başıma oturduğumu düşün. düşün ki kurtulayım bu yalnızlıktan. bilmediğim yerlerde, hiç tanımadığım insanların beni hissedebildiğini hissedeyim.
şimdi konuştuk msn'de. hani hesaplaşmaya başlamıştım ya hayatımdaki herkesle. sende tıkanıp kalmıştım. bunca yaşanmışlığın yüreğimdeki izlerini çiziyorum yazılarımla sonsuzluğa. bende kalmasın. "ne olur, ne olmaz" la çıkmıştım ya yola. sıra sende ablacığım. ne olup ne olmamak var cidden. az önce söyledim ayrılırken tek bir cümleyle ama daha fazlasını bilmeye hakkın var, arkamda kalacaklarla.
seni düşündüğümde aklıma ilk gelen şey anlatılanlardan, beni çiş yapmaya alıştırken televizyondaki çizgi filme dalıp, beni bokumun üstüne düşürmen. abla hala boktan çıkamadım be. tabi gülerek yazıyorum burayı. korkupta altıma yapmaya devam etmişim ya bir süre. psikolojimi bozmuşun be abla.
az önce söyledin okumaktan bıktığımı söylediğimde ne kadar zıttız diye. harbiden öyleyiz. ben akademik tit falan istemiyorum. yazmasın adımın başında doç. hoş oç de yazmasın.
niye bu şekilde laubali yazıyorum bilmiyorum. oysa daha kurumadı yanağımdaki yaşlar. bizler, yani bizim ailemiz kelimelerin altına derin anlamlar saklamayı çok seviyor. kullandığımız sıradan kelimelerin altında neler yattığını iyi biliyoruz. çok iyi anlaşıyoruz. "paran var mı" diye sorduğunda küçük bir ses farkında yatıyor asıl cevap. şimdi sıraladın ya görüşmeyi kapatmadan onlarca soru. hepsinin ne anlam taşıdığını biliyorum. "derslerine iyi çalış" oğlum iyi çalış bak önünde yedi ay kaldı. tamam sıkıldın çok anlayabiliyorum ama dişini biraz daha sıkmalısın. "paran var mı?" canım kardeşim, biliyorum zoruna gidiyor 26 yaşında olup hala param yok demek ama aslında keşke bilsen bunun bizim için hiçbir önemi yok. ister 26 olsun ister 46. sen benim kardeşimsin. yoksa yok diyeceksin her zaman. "beslenmene dikkat et" hastalanma kardeşim sakın, sen orada yalnızsın. ateşler içerisinde uyurken başında bekleyenin olmaz. hastalanırsan üzülmeyelim diye bize de söylemezsin. kendine iyi bak kardeşim. "seni çok özledik" aylar oldu seni görmeyeli. zaten 6 yıldır da yarım yamalak görüşüyoruz. mecbursun ama kardeşim, okumaya, hayatını kazanmaya. olsun, sen iyi olacaksan ileride, buna da katlanırız. öyle değil mi ablam?
geriye dönüp baktığımda zerre kötü bir şey gelmiyor aklıma seninle alakalı. gelmesi zaten anormallik olmaz mı? sadece içimden hep şu kopuyor. annem gibiydin. 13 yaş az değil abla. evet, sadece seninle çok daha fazla vakit geçirmek isterdim. çocuklukta kaldı bağrına basıp uyumalarım. anne kokusu, anne şevkati vardı sende. keşke hiç büyümeseydim. aslına bakarsan, ben kendimi hala kuzu hissediyorum. eşek kadar olmuş kuzu.
seni seviyorum ablacığım. yine aceleye geldi ya bu içimdekileri dökmek, seninle olan her muhabbetimizdeki gibi. hiç uzatmazdık. neyse o. işte yine belki bilinç altına yattığından böyle oldu. hadi bakalım mustafa gider.
oysa isterdim ki elimde kalsın umutlarım. bir kapı daha aralasam adınla uyandığım günlere, bir kere daha birlikte izlesek dalga hışırtılarını ve sonra çok sevdiğimiz o filmi: hani düşlerin içinde düş olan, bir başka dünyanın serüveni, ofelia'nın hayali... şimdi aynada yüzüm ters düşüyor gölgene, ve ucu kırık bir harf özlemin, gözümde zahiri...
artık ağlayamayacak kadar yoruldum..kavuşmak istiyorum..her an yanında olup kokunu içime çekmek istiyorum..hapsetmek taa derinlere !..bu kadar çabuk olmamalıydı ayrılık..sana o kadar ihtiyacım varken..sana o kadar açken gitmemeliydin !
Ne de çok özledim seni..özlemin,artık acı veriyor bana.
sensizlikte,sessizliğin sesiyle avunuyorum.
sonu olmayan sakin haykırışlarla hayatıma kahrediyorum !
anlamı yitirilmiş bi hayat,köhne duygularla beslenen sevgiler nüksediyor durmaksızın dünyamda..!!
içimi acıtan yokluğunun taa kendisi..tek ben varmışcasına yaşıyorum..pişmanlıklarla dolu geçmişimle bi başımayım !
son zamanlarını yaşayan idam mahkumu gibiyim..gözlerim dolu..boğazım düğümlü..
Mutluydum. Çevremdeki hiçbir şeyi görmüyordum. Ne yanımda otururken başka bir kızla mesajlaşması ne de o an bulunduğumuz ortam keyfimi kaçırmıyordu. Okulda tanışmıştım onunla. Bizden yaşça büyük olmasına rağmen aynı sınıfa gidiyorduk. Küçüktük. Güldürüyordu beni ve arkadaşlarımı. Hepsi bu devamı yok. Okuldan ayrıldım ve bağlarımız koptu. Aynı semtte oturduğumuz için sık sık karşılaşıyorduk. Aynı ortamlarda bulunuyorduk sürekli. Arkadaşlarımız ortaktı. Tüm bunlara rağmen dört sene konuşmadık. Aramızda kötü hiçbir şey geçmemesine rağmen konuşmadık. Daha sonra liseye başladım. O da ortaokulu bitirmişti. Çalışmaya başlamıştı. Çalıştığı yer okul yolumuzun üzerindeydi. Her gün arkadaşlarımla onun önünden geçip gidiyordum. Bakıyordu. Direk olarak bana bakıyordu. Hissediyordum bakışlarındaki sevgiyi. Bir şekilde iletişime geçtik tekrar. Ve olmadı yapamadık. Güzel başlayan her şey gibi kötü bitti. Ama sevgim bitmedi. Onun her sevgilisine düşman gözüyle baktım. O kadar aynıydık ki aslında bizden çok iyi iki arkadaş olurdu. Bunu hissediyordum ama dur diyemiyordum içimdeki aşka. Arkadaş olduğumuzu zannettim. Onun açısından arkadaştık. Sırdaşıydım onun. Yaşım küçüktü ama herkes önem verirdi fikirlerime. Erken büyüdüğümü söylerlerdi hep. O da çok önem verirdi fikirlerime. Ben de bu sırada başka insanlarla beraber oldum. Mutlu olamadım. Herkeste onu aradım. Bulamadığım için mutlu olamadım.
Bir konserdeydik. Arkadaşlığımız doruk noktasını yaşıyordu. Yanımda bir kızla mesajlaşıyordu umurumda değildi. O benim yanımdaydı. O kız ise değildi. Olayı böyle basite indirgemiştim işte. Eski sevgilisiyle şarkısı çaldı. Üzülmeyeceğim dedi. Elimi tuttu benden kuvvet almak istercesine. Parmağını yaralamıştı. Dikiş atılmıştı. Sürekli orayla oynuyordu. Bende onu engelliyordum. Kanattı parmağını. Acı çektiğini anladığımda benim canım daha çok yandı. Onun parmağındaki yaranın acısına dayanamazken kendi kalbimdeki yarayı her gün deşiyordum. Bu geçti aklımdan. Sustum konuşmadım. Yara bandı yapıştırır mısın dedi. Yapıştırdım. Elleri ellerimde, deniz gözleri gözlerimde. Öylece kaldım. Sözün bittiği yerdi.
hayatımda senden başka kimse kalmamış, etrafımda o kadar insan olmasına rağmen resmen kalabalık içinde yalnızlık yaşıyorum. senden 1500 kilometre uzaktayım, hayatımda bulunan insanlar bildiğin amerikan filmlerinde olan hayat varya hani "kim kime dum duma" aynen öyle yaşıyorlar, hatta evime giren çıkan insan belli değil, ama ben hala seni düşünüyorum. bu benim örf ve adetlerime uymuyor, ben böyle öğrenmedim, ben böyle yaşamadım, bizim hamurumuzda bu yok. senin etrafında olan insanlar bile bana "boşver olum elindekileri değerlendir" diyorlar. "yazıklar olsun lan", sen nasıl olurda ayırt edemezsin iyiyle kötüyü. kendi mantığımı sonuna kadar zorladım ve düşündüm ama senin yaptıklarını düşündüklerini nasıl yaşadığını anlayamıyorum bir türlü. bak sen orada yaşıyorsun, okuluna gidiyorsun ben okuluma gidiyorum senin hayatın var arkadaşların var eğleniyorsun filan ya: ben de öyleyim biliyor musun? ama her nedense öyle zamanlar geliyor ki hatta gün içinde bir iki kez olduğu bile oluyor, seni hatırlıyorum, bak sevdiğim insan resmen üzülüyorum lan kendime, o kadar fırsatım var elimde ben hala "sen" diye ölüyorum yavaş yavaş. bunu biliyorlar, akrabaların bile öğrendi, en yakın arkadaşın bile biliyor, ne bileyim biliyorlar işte, "ne alakaysa biliyorlar demek, tüm dünya bilse ne olacaksa?", ne acayip ya değil mi? çok uzağım senden, sen beni sadece o "facebook" denilen yerde arada sırada ortak arkadaşlarımız için bir şeyler yaptığımızda görüyorsun, normalde hiç hatırlamıyorsun bile. nerden mi biliyorum? biliyorum işte öyle olmasa şu zamana kadar anlardım heralde. "ee o zaman ne hala düşünüyorsun" bak bunu bana deme, neden biliyor musun? sigara içen bir adama sor o zaman bakalım "neden sigara içiyorsun?" diye, öyle işte. saçma oldu inceden ama bu saatte anca bu kadar. "aa bak çalan şarkıya" "affet" ne kadar manidar oldu demi? "haha" iyice kopmuşum ben sevdiğim, yanmış ya benim devrelerim, ama sana bir söz "la": benim kişiliğim hiç değişmeyecek lakin benim üzerime giydiğim o kadar şey değişecek ki... kin mi ne bu? hadi bakalım yarın bir gün senin nişanlın filan olursa ne yaparım bilemedim, bak aklıma geldi benim aklıma gelen şey oluyor genelde, lanet olsun şimdi kaçırsam mı seni ne? zorla zorla tabi nasıl olcak? o zaman da davalık oluruz olmaz, yok ya boşver bakalım ümit fakirin ekmeği, bekleyelim bir kaç yıl daha. *
ben, beni aldattigin ve bir cok yalan soyledigin icin senden ayrildigimi biliyorum, bunu yazabiliyor, sorduklarinda soyleyebiliyor ve konusabiliyorum.
sen ise, beni aldattigin ve bir cok yalan soyledigin icin iliskimizin bittigini biliyorsun; ancak bildigini soyleyemiyor ve hakkinda konusamiyorsun. yok oldugun noktada beni "kafasinda gereksiz dusunce sikistiren biri" olarak tanimliyorsun, kendi kendini kandirarak zamanda kayboluyorsun.
...ertesi gün adam her günkü gibi deniz kenarındaki o banka gittiğinde kızın gelmediğini görmüş. onun yerine bankta bir zarf duruyormuş. o anda içinde inceden bir sızı belirmiş adamın, mektubun ondan olduğunu ve içinde hiç de iyi bir haber olmadığını anlamış. korka korka, yanılmayı dileyerek açmış zarfı. ama hayır yanılmamış. "ben artık gelmeyeceğim, bekleme, anla beni nolur, hoşçakal..."
oturduğu banka adeta çakılmış adam, ayaklarının altında hafiften bir sarsıntı hissetmiş ve sonra müthiş bir depremle sarsılmış her yer. ama adam oturduğu bankta milim kıpırdamıyor, gözlerini satırlardan ayıramıyormuş. binlerce kez okuduktan sonra, derin bir kederle mektubu buruşturup başını kaldırmış adam ve önündeki denize baktığında gözlerine inanamamış. yaş dolmuş gözlerini ovuşturup tekrar tekrar bakmış ama yok, göremiyormuş, yok olmuş koca deniz, yerinde uçsuz bucaksız bir çukur kalmış.
şaşkınlık içindeki adam arkasını dönüp baktığında bir şok daha yaşamış. papatyalarla dolu yemyeşil vadi de yerinde değilmiş. onun yerinde de göz alabildiğince bir boşluk duruyormuş.
o anda adam olup bitenin farkına varmış. çaresizce binmiş arabasına ve evine gitmiş...
sonraki günler ikisi için de çok zor geçmiş. birbirlerini çok özlüyorlarmış. o günden sonra da her gün o banka gitmiş adam. gelmeyeceğini bile bile her gün gidip oturmuş aynı yerde tek başına, saatlerce önündeki ve arkasındaki boşluğa bakarak. ve her gün daha iyi anlamış, aslında o boşluğun içinde olduğunu. neden diye sormuş kırık kalbine, neden kaybettim onu, nerde yanlış yaptım? suçu yine kendinde bulmuş adam, onu hiç suçlamamış, cevap "sevmek" miş... onu çok sevdiği için kaybettiğini anlamış.
ama onu sevmekten asla vazgeçmemiş adam. yokluğunda da devam etmiş sevmeye, kırgın kalbini susturarak. devam etmiş her gün o banka gelmeye...
günler geçmiş ve o gün her günkü gibi banka geldiğinde şaşkın gözlerle önündeki çukura bakan bir kız görmüş adam. uzun siyah saçlarından hemen tanımış. o'ymuş. sessizce oturmuş banka. hemen arkasından kız da oturmuş yanına ve devam eden şaşkınlığıyla;
-ama burda bi deni...
adam cümlesini bitirmesine izin vermeden;
-şşş biliyorum. artık yok, o günden beri, sen gittiğinden beri yok o deniz. döndün mü?
-döndüm.
demiş kız ve aylar sonra ilk kez adamın yüzüne bakmış. o anda anlamış yanılmadığını. hayatında hiç görmediği kadar sevgi dolu gözlerle gülümsüyormuş adam kıza.
-özledim seni.
-sanırım ben de.
ikisi de çok mutluymuş. sabaha kadar anlatmışlar birbirlerine ne kadar özlediklerini, ne kadar acı çektiklerini, ve anlamışlar ne çok sevdiklerini. gülümsemişler birbirlerine... güneş aralık ayından beklenmeyecek kadar parlak ve sıcak doğmuş o sabah ve birden müthiş bir yağmur başlamış. öyle çok yağmış ki, kısa zamanda dolmuş, eskiden deniz olan derin çukur. kız ile adam gülümsemişler birbirlerine... ve güneş yükselmiş bahardan gelen ışıklarıyla... ve öyle parlamış ki, arkadaki vadi yeşermeye ve papatyalar teker teker çıkmaya başlamış topraktan. kız ile adam gülümsemişler birbirlerine...
-seni seviyorum.
-sanırım ben de.
günler geçiyormuş ve her geçen gün daha çok seviyorlarmış birbirlerini. kız aşkla bırakmış kendini adamın kollarına... adam rüzgarın elleriyle okşamış saçlarını, sabah ayazlarıyla sarılmış, içine işlemiş kızın.
günler geçiyormuş... bir gün kız kalkmış banktan ve papatya tarlasına doğru koşmaya başlamış.
-hadi beni yakalaaa!
adam yerinden kıpırdamamış, hüzün çökmüş yüzüne. kız yine seslenmiş:
-yaa gelsene bak papatyalar harika kokuyor, toplasana benim için, taç yaparız.
adamın yüzündeki hüzün çoğalmış. elleriyle gözlerini sildiğini gören kız hemen adamın yanına gelmiş. adam titreyen sesiyle konuşmaya çalışmış:
-meleğim... ben gelemem senle papatya toplamaya, affet beni.
aynı hüzün kızın yüzünde belirmiş ve gözlerinden damlalar dökülmeye başlamış. hiçbir şey demeden kalkmış yerinden kız ve doğruca papatya tarlasına koşmuş. az sonra elinde bir kucak papatya ve yanaklarındaki yaşlara aldırmayan sımsıcak bir gülümsemeyle dönmüş adamın yanına.
-madem sen gelemiyorsun, ben de papatyaları sana getiririm.
adam papatyalardan çok güzel bir taç yapıp takmış kızın başına. gülümsemişler birbirlerine... gözlerindeki yaşlara aldırmadan. o günden sonra kız hep o taçla gelmiş banka.
günler geçmiş, kız büyümüş, ama yüzündeki gülümseme git gide azalıyormuş. adam sonun yaklaştığını anlamış...
ve bir gün kız banka geldiğinde bir şey adamın dikkatini çekmiş. üstünde küçük papatyalar olan mavi bir elbise giymiş kızın başında papatya taçı yokmuş. adam korkarak sormuş ayakta dikilen kıza:
-oturmayacak mısın?
kız soğuk bir sesle cevap vermiş:
-yok iyi böyle.
-neden?
-sıkıldım.
-anladım.
-tacını takmamışsın?
-hıhı.
-neden?
bu kez cevabı kendi vermiş adam:
-sıkıldın.
kız hiçbir şey dememiş. bir süre denize denizi seyrettikten sonra adama dönmüş:
-ben gidiyorum.
beklediği bir cümleymiş bu ama yine de ürpermiş adam. hiçbir şey diyememiş, koca bir taş oturmuş boğazına. gözlerini kaçırmış kızın gözlerinden ve denize dönmüş yüzünü. kız tekrar etmiş:
-ben gidiyorum, kendine iyi bak, hoşçakal.
ve kızın uzaklaşan ayak sesleri duyulmuş. adam başını çevirip baktığında, az ileride genç bir çocuğun beklediğini görmüş. sonra kız birden durmuş, çantasından çıkardığı taçı denize atmış ve çocukla birlikte gözden kaybolmuş. kızın ardından öylece bakakalmış adam ve kalan son gücünü kullanarak açtığı ağzından 3 kelime dökülmüş "seni seviyorum meleğim"
az sonra birden köpürmüş deniz, ufuklardan çoook büyük bir dalga kopmuş ve kıyıya doğru geldikçe büyümüş büyümüş büyümüş, gelirken bütün denizi topluyor, kendine katıyormuş dalga. adam üstüne doğru gelen kudurmuş deniz karşısında kılını kıpırdatmamış. nefretle kurbanını almaya gelen bir canavar gibi yaklaşan denize, kederle ve çaresizce gülümsemiş adam...
az sonra müthiş bir uğultuyla kıyıya vurmuş deniz. sular çekildiğinde adam yerinde değilmiş artık. o günden sonra deniz ve papatya tarlası sonsuza kadar orada kalmış. adam ise denizin derinliklerinde... masal da burada bitmiiiiş.
hani o gece sana anlattığım ve yarım kalan bir masal vardı hatırladın mı? uykun gelmişti ve neredeyse uyumak üzereydin başını koyduğun masanın üzerinde... "geç oldu yarın devam ederiz" diye söz vermiştim hatırladın mı? evet biliyorum sana veripte tutmadığım çok sözler oldu. ama bak bu sözümü tuttum geç de olsa. en önemlisi buydu zaten. çünkü ben en başından beri sana bir masal anlatıyordum, ve hayattaki bütün gerçeklerden bile daha gerçek bir masaldı bu. ama sen sonunu bekleyemedin. belki ben geç kaldım, belki sen erken davrandın bilmiyorum. ama yine de yarım kalmadı bu masal. fakat sonu böyle değildi, sonunda kız yine gidecekti belki, o bembeyaz ve kendinden büyük yüreğiyle kahramanca gidecekti. ama o, gerçekliğin aldatıcı sahteliğini seçti. seçim onundu... seçti... bedenine sığmayan kocaman yüreğini hoyratça söküp attı... ve herkes gibi, herkes kadar gitti... masal da burada bitti.
ben bu yazıyı sana yazıyorum...
içimde nedensiz sıkıntılar var, bilmiyorum ruh halim neyi yansıtıyor dışarı. bazen mutlu, bazen düşünceli, bazen endişeli...
'bırakmak' diyorum kendi kendime, neden bu kadar alışılmadık? sonra da cevabı buluyorum... çünkü 'alışılmadık'.
alışkanlıklarım bittiği anda sen de biteceksin biliyorum.
beni kırıyorusun, üzüyorsun fütursuzca... 'bitti' diyorum biteceğine inanarak. sonra geliyorsun bin bir sözle, vaatle. tekrar, tekrar, tekrar deniyorum. yok olmayacak!
bu defa bitti gerçekten. sensiz hayatımda tabuları yıkacağım. alışkanlıklardan da vazgeçilir göreceksin...
kalbimin duvarları yıkık, korumasız. kucak açana sarılacak biliyorum.
ama bu sen olmayacaksın.
bir insan hata yaptığını bile bile o yolda yürür mü? ben yürüdüm... yine yürürüm.
kılavuzum kalbim benim!
olacaksa yürekli olmalı... cesaretim de esaretim de yüreğimden gelmeli...
sen tuttuğun yolda devam et. ben yürüdüğüm yolda şarkılar söyleyeceğim...
sevdiklerime, seveceklerime...
hadi şimdi bensizlikle yoğrul, bakalım ne kadar zengin olacak hamurun.
benden bu kadar! sensiz de mutlu mesutum...
birazdan yanıma geliceksin ama son kez belki biraz gülücez, ama o boğazımdaki düğüm hiç geçmiycek sonra ağlıycaz, seni bırakmak çok zor olucak sevdiğim, ama döndüğümde çok daha güzel günler bizim olacak bunu düşünerek sabır edicem, bunu düşünerek yatıp bunu düşünerek uyanıcam ve söz veriyorum seni bir an bile aklımdan çıkarmıycam.
aşkım, sevdiğim, sözlüm, herşeyim seni çok seviyorum ne olur bunu unutma...
ben buraya benim yazmadığım fakat bana gelen bir e-postayı kopyala yapıştır yapmak istiyorum ama o kişinin izni olmaksızın inşallah kızmaz şimdiden özür dileyeyim her zamanki gibi.
bana gelen bu e-posta beni hiç tanımayan daha önce yüzümü hiç görmemiş üniversitede bir hocam tarafından atılmış bir e-postadır , ilk aldığımda defalarca okumuştum ve kimseye de hiç bir zaman bahsetmedim ama şimdi nedense bunu burada paylaşmak istedim sözlükle.biliyorum birkaç adam okuyacak bunları ama gene de yazmak istiyorum.
not:hocamızın web sitesine bıraktığım bir yazı sonucu gönderilmiş bir e-posta hani açıklık getireyim istedim.
Sevgili Kardeşim,
Sayfama bıraktığın mesajına yeni ulaştım ve zaman geçirmeden yanıtlıyorum.
Objektif olmak gerek, iyi bir hoca diyenler kadar, çok gıcık, zorluyor, ondan da ders mi alınır diyenler de var.
Ama kesin olan bir şey var ki, sizler ne düşünürseniz düşünün, ben işime saygı gösteriyorum, sizlerin her birinizi saygın bir birey olarak görüyorum ve en önemlisi sizleri (oğlum, kızım gibi) seviyorum.
Mesleki anlamda sizlerle paylaştıklarımız kitaplarda yazıyor.
Bu nedenle çok şeyler bilen bir öğretmen olmayı (yadsımıyor) fakat çok da önemsemiyorum.
Önemli olanın söylemleri uygulamaya aktarmak ve öğrenciyi sevmek olduğuna inanıyorum.
Öğretmenlik bilim olduğu kadar sanat da. insanı anlamayı gerektitiyor.
Benden ders almana gerek yok, koridorda, bahçede, bir gün karşıma çıkıp ben linguist dersen mutlu olurum.
Anladığım kadarıyla iddialı bir öğretmen yetişiyor. Çorbada tuzumuz olsun isteriz...
Sevgiyle gözlerinden öpüyorum...
nerdeydi bu sıcaklığın ben sana bir adım yakında tir tir titreyip yarım adım yaklaşmanı beklerken.
şimdi çok geç ne yapsan nafile.
ne desen boş gün geceye döndü ben böyle iyiyim sende öyle, öylece olabileceğinin en iyisi olmaya çalış. yine seviyorum belki seni ama bu kez uzaktan sana hiç hissettirmeden. kalbimde başka birine beslediğim daha büyük bir sevgi varken. kusura bakma ama kabahatin çoğu sende.
"bazi kotu seyler tabi ki oldu, ama yasadigimiz iyi seyleri de lutfen dusun, lutfen." demisti yakin zamandaki konusmalarimizin birinde.
dusundum.
sarilmalari, opusmeleri, gulumsemeleri, dokunmalari, her zaman bize ozel oldugunu dusundugum yuz ifadesini, nefesleri ve sicakligi, bakislari, gozlerdeki parlakliklari, terlemeleri ve sesleri, tutkuyu, "yumak"'i..
bir bucuk yil icinde yasanmis tum anlari "..ama yumak kutsaldir. sadece ozel kisiyle yapilir" sozune kadar geri sardim.
bu anlarda benden baska kisilerin oldugunu da gordum. bir degil, iki degil, uc degil.. fazlaca. aramizdaki mesafeden dolayi olabilir, icgudu engellenemeyebilir diyordum, fakat ayni nefeslerin, ayni terlemelerin, ayni bakis ve seslerin onlarla da oldugunu farkettim.
alkol alman cok az degistiriyordu, belki daha atesli daha tutkulu daha sert yapiyordun butun bunlari, kontrolsuzce ama cok buyuk bir istekleydi ve aci hissettirmiyordu bu aldatma.. hicbir zaman hissetirmedigi ve asla uzmedigi gibi. oyle ya soguk kanliligini koruyarak bir sekilde ozur dileyip "seni seviyorum" diyebiliyordun. ama en cok sinirlendiren davranisin, tum hepsinin uzerine "dusunme" demendi.
seviyordum ve dusunmuyordum.
sevdigimi dusunuyor ve bakiyordum her zamanki gibi. kiskaniyor, yeri gelince soyluyor, cogu zaman iyi mi diye merak ediyordum. kendime sorulmasindan nefret ettigim gibi ona da asla neredesin, kiminlesin, ne yapiyorsun demedim.
ancak o, hicbir sey anlamadan ve sormadan direkt bir ifadeyle, "beyninde kim bilir ne paranoyakliklar, hangi pis dusunceler sikisiyor", diyip "hastalikli birisin, hasta ruhlusun" etiketi yapistiriveriyordu. "beni de hasta ediyor, ruhumu daraltiyorsun, beni yoruyorsun." diyerek sonlandiriyor, ve uste cikiveriyordu bir anda, ne oldugunu anlamadan butun suc benim oluyordu.
yine de dusunmuyor ve seviyordum. "seni seviyorum" una, "sana tekrar tekrar asik oluyorum" una, "beni heyecanlandiran tek varligim" sozune inaniyordum, saf gibi, sazan gibi, elma sekeri verilen cocuk gibi.
ta ki baskalariyla paylastigin ama bizim oldugunu surekli yineledigin tum dokunmalarin, sicakliklarin, tatlarin ve sivilarin kutsalligini sorgulayana kadar.
o ana kadar.
kutsal da kimmis..
o an, cok yakin bir andi. olmasi gerekenden de yakin. parmagimin ucunda diyebilecegim kadar yakin. ve eger bir sozcuk daha sarfetseydin bir daha kimse seni goremezdi.
* ben bu yaziyi sana yazdim. simdiki gibi, biriyle sevistikten sonra desarj olmak icin yeniden yazacagim. civi civiyi sokermis, haklisin. pasli bir civisin, cikarilirken elbette biraz "pas" dokulecek etrafa.
onlara asik oldugunu, heyecanlandigini ve sevdigini soyleyip apayri bir tutkuymus gibi yaklastiginda gozlerimin icine baka baka yalan soyledin. onlarin yanina gittiginde, optugunde, sarildiginda ve devaminda, bana da sarildin. birlikte uyandigimiz sabahlarda seninle paylasatigim sicakligimi onlara dagittin, usudugunde yine bana kizdin. onlarin pisligini icinde, teninde, ellerinde tasirken benimle sevistin, bana dokundun.
sonra da gelip; "aski ikimiz yasadik, her seyi biz ikimiz paylastik. lutfen, ayrilirken de detaylar aramizda kalsin. sil lutfen." dedin. silmeyecegimi, durmasini istedigimi soyledim.
boyle istiyorum cunku;
sozunu ettigin ve benim yalnizca bizim aramizda oldugunu dusundugum "ask", "sevgi" ve "paylasim" kavramlarinin yanina, arkasina, ustune, altina, arasina; yakindan, uzaktan, sagdan, soldan baskalarini soktun. ikimize ait bilinmeyen hicbir sey kalmadi sayende.
bir saygisizlikti kendime yaptigim, sana inandigim ve seni sevdigim icin kendimden gercekten ozur dilerim.
bu arada saymadim, kac oldu acaba "uzgunum, artik uzmeyecegim" diyisin..
mukemmel olabilecek bir seyi bok etmeyi basardin, kendine benzettin; basarilarindan dolayi kutlarim artik "herkes" gibisin.
unutma, bana bahsetmis oldugun "kutsal"liklari bedeninden dagitirken, herkes yalnizca bacaklarina dokunmak icin sana el uzatacak ve kimse elini tutmayacak. bir tumor gibi buyuyecek o icindeki "el"lerin zehiri. agriyi durdurmak icin olmek isteyeceksin, ama damarlarindaki katran nedeniyle hayata yapisacaksin ve ters cevrilmis kaplumbaga gibi nafile hareketler sergileyeceksin o asla yenemeyecegin aptalligini hos tutmak icin.
abi sana mı geldi şimdi de sıra. gelsin bakalım. uyumuşundur şimdi yine bu saatlerde, yorulmuşundur şirkette. uyanırsın sabah, kahvaltını yapar, belki eşini ve çocuğunu öper düşersin yola. belki dedim, çünkü girmedim be abi hiç mahremine, bilmiyorum ne düşünürsün, ne yaparsın. sadece tahmin ediyorum. şimdi nasıl söyleyeyim, bak şu an bile sanki biraz çekiniyorum seni eleştirmeye, sana seni anlatmaya...
çocuktum. sen hep büyüktün ben de hep çocuktum abi. giyim kuşamından, haylazlığına kadar hep seni örnek aldım ama artık almıyorum bilmelisin. hatta gittiğin iz ne taraftaysa tersine yürüyorum koşar adım. aramızda on yaş var. seni on yıl geriden takip edip kaçıyorum o taraflardan. benim yaşımdayken hep şöyle düşünürdün; "klasik ve monoton bir hayatım olmayacak, hayatımı kendi ellerimle çizeceğim". huydan mı artık bilmiyorum ama ben de aynı düşünüyorum. ancak içinde bulunduğun hayatı örnek alıp olabildiğince kaçıyorum.
biliyorsun, annem en çok seni severdi. hala sever. aynı şekilde ben de sever(dim). abi inan bunu söylemek o kadar ağır ki. ben seni hiç affedemiyorum. bir gün annem ve babam mutfakta kahve içiyorlar. yanlarına gittim ayaktayım ve içten bir muhabbet dönüyor aramızda. bir süre sonra babam döndü ve bana dedi ki; "oğlum ben ölmeden, şu okulunu bitirmeye bak, ölürsem sana sahip çıkan olmaz." abi ağlıyorum ben şu an. abi nerdesin sen?
anlamlılığını öyle kaybetmişin ki içerimde, zaten en çok bu koyuyor. şimdiye kadar hiçbirinize hakkınızda hissettiklerime dair tek bir söz söylemedim. içimde yazdım, çizdim, oynadım. bak şimdi zihnimden geçen milyonlarca kelimenin arasında birine takılı kaldım. "abiciğim". diyemiyorum be abi sana. yapamıyorum. çok sordum kendime, ben mi hata yapıyorum, ben mi uzak kalıyorum, ben mi, ben mi? abi ben olsam dahi bu soruların öznesi, sen bu şekilde davranmamalıydın, bu yolu çizmemeliydin.
ne olur ne olmazla çıktım yola. her birinizle yüzleşiyorum bir gün ayırıp. bugün de senin işte. bak ne geldi aklıma. kavga ettiğimi duymuştun bundan yedi yıl önce. haberi alır almaz soluğu yanımda almıştın. kan içerisinde kalan yüzümü belki en çok sen görmüştün güzel yeşil gözlerini ayırıp. atmıştın beni arabana, yakmaya karar vermiştin herkesi her şeyi bir kenara bırakıp. yanımdaydın, korkmuyordum artık. hakkını yememek lazım, görmeyip, şahit olmadıklarımdan da bahsedeyim. üç - dört ay önce gecenin bir körü ilaç zehirlenmesinden hastanede olduğumu duymuşun, paralamışın kendini. biliyorum, gerçekten içten söylüyorum öyledir.
belki hepinizden dayanıklı olduğumdandır her şeyi içimde saklayışım. biliyor musun babamızın cenazesinde en az ona üzüldüğüm kadar senin gözlerine baktığımda da üzülüyordum! dayanıksızdın, habire kollarına birileri girip seni ayakta tutmaya çalışıyordu. yıkadım babamı, taşıdım ve hatta mezarına da ben yerleştirdim sen arkalarda kendinden geçtiğinde. hep seni yokladı gözlerim, üzülmene hiç kıyamadım abi. hep sağlam kalmaya çalıştım hep meskun mahallerde dağıldım kimse görmesin diye.
haberi aldığımda oraya gelinceye kadar sekiz saat, sekiz yıl gibi gelmişti. otobüsün en arkasında gelene kadar kustum, ağladım, kafamı camlara vurdum ve en son apartmana girerken asansör önünde yığıldım. girdim kapıdan içeri, eş dosttan görmeye alıştığım ateş bizim evimizdeydi. donuktum hatırlarsın. ablam sen ben ayrı bir odadaydık. oda kapısının önünde komşuların fısıltılarını duydum. "şokta çocuk, ağlasa boşalacak" özcan teyze girdi bu konuşmanın ardından odaya. yanıma yaklaştı yavrum diyerekten sarılıp ağlamaya başladı beni ağlatmak istercesine. gözlerim senin üzerindeydi kupkuru. bakmıyordum, bilmiyordum, görmüyordum. sadece düşünüyordum bundan sonra napardınız. neyse ki beni ağlatamadan çıkıp gitmişti. gecenin bir yarısı odaya giren annem ertesi gün güçlü olmamız ve biraz uzanıp dinlenmemiz gerektiğini söyledi evin iki erkeğine. sen bir koltuğa ben diğerine kıvrıldık. ağlayarak uyuyakalmışım abi, ertesi günü hayal edip...
aslında sana seni affetmediğimi anlatmaya başlarken bu kadar uzun bir yazı yazacağımı düşünmemiştim. bilmiyorum. abi. o ilk zamanlar hep bir umut vardı içimde. zamanla kayboldu be. beklentilerim yok oldu. hiç kimseden hiçbir beklentim kalmadı. bazen sırtımı yokluyorum ve yine kendime dokunuyorum. öylesine hafif ve öylesine ağırım ki. bir borç algılarsın bunu, yaşanan ağır duyguların ve senden aldıklarımın iadesi. dünya hali. yalnız evimde sana bir şey bırakıp bırakmadığımı arama diye. bak yine seni düşünüyorum, işini kolaylaştıryorum. abi seni çok seviyorum ama eş dostun seni ayakta tutmaya çalıştıkları o kabristanda seni de bırakmışım. orada kalmışın. abi son noktayı koyarken bile zırıl zırıl ağlıyorum. abiciğim seni hiç affetmiyorum.
al bakalım, dinlersin belki arabanda.
hiç aklıma gelirmiydi bu ayrılık
kendime soruyorum cevap yok neden ayrıldık
hiç hesapta yokken böyle durup dururken
yine aynı telaş yine aynı hüzün yeniden yalnızlık
ah acıyor bak canım bazen
ama gel diyemem gelme hiç diyemem
yar dönüyor bak tüm aşklarım bazen
sende dön diyemem yanma hiç diyemem
yan sen
bir ses gibi herkes gibi dünler gibi yan
geçtim tüm hayaller gibi düşler gibi yan
git ne yapıyorsun ben nasılsa görmeyeceğim
sonra geri dönme ölsen dönmeyeceğim
-geçir artık bizi hocam.
bu yazıyı kırıkkale üniversitesi elektirik elektronik mühendisliği okuyan tüm öğrenciler adına sayın doçent doktor hasan erbay' a yazdım.
ne boktan bir gün geçiriyorum gene sayenizde. siz rahat koltuklarda oturanlar evet sizin yüzünüzden. akşam haberlerini izlemekten bi insanın gözü şişer mi ya. ağlamaktan heba olurmu. o gencecik yiğitlerin bayrakla sarılı tabutlarına ağlamadan bakılabilir mi. hiç istenilmeyen bir işin görüşmesine sırf bi yerden başlamak lazım devletten hayır yok diye gidilir mi.. yorgun argın eve gelip kpss de gene bi boka yerleşemediniz enayi gibi çalışmaya devam edebilirsiniz nede olsa imamhatipli değilseniz babayı almaya devam edeceksiniz yazısını görünce sinirden deli olmaz mı. ulan ne zaman emeğin karşılığını görecek bu millet, dinden bahsedenler ne zaman kul hakkının ne demek olduğunu öğrenecek. o kadar çok şey yazmak istiyorumki sana, size.. ama çok yordunuz beni buna bile halim yok. öldürmeyip süründürmek bu olmalı sanırım. koyun gibi güdülmektende beter bir durum.
sen her zaman bu kadar bencil ve ailen bu kadar nefret doluydu da ben mi görememiştim acaba? tabi ki ben görememişim.
en büyük pişmanlığım nerde biliyor musun? seni ilk tanıdığımda ortada bırakmamakta. sana bilgisayar kitapları ve pc yollamakta. seni yalnız bırakmamakta. ve o adi ailenin sırf burada iş sahibi olasın diye buraya gelmene izin vermelerinde.
kimsenin bu kadar kötü olabileceğini düşünmemiştim hiç. özellikle senin... özellikle senin, allah belanı versin. geldiler yine bu akşam bana. o kadar istiyorum ki artık sana öfkelenmemek.
ve bugün sıra sende annem. belki bir veda yazısı belki de yirmialtılı yaşların bir anısı olarak kalacak yaşlı gözlerinde. telefonlarda gönlünü her daim ferah tutmaya çalışan, yemese de yedim diyen, kuruşu olmasa da bolluk içerisinde olduğunu söyleyen, ağlasa da gülüyorum diyen oğlun sana bir hatıra bırakıyor bu cümlelerde.
hep çok tanımak isterdin beni. dertlerime merhem olmayı, düşüncelerime ortak olmayı isterdin. oysa benden bu konuda hiç bi yaklaşım göremedin. yapamadım be annem, yapamadım. gelip dizlerine başımı dayayıp ağlayamadım, boş odalara akıttım göz yaşlarımı, yalnız yastığımı ıslattım yok olmayı isterken.
biliyorsun çocukluğumdan beri her şeyi içimde yaşadım, ama her şeyi de içime attım. doldu be annem, zerre yer kalmadı beynimde. kullandığım antidepresan bir şey bırakmamaya başladı şu aralar, unutuyorum, hatırlayamıyorum. hoş bu tarz bir ilaç kullandığımdan da haberin yok ama mecbur kaldım güzel annem. uyanır uyanmaz geçirdiğim ağlama nöbetleri sona erdi bunun sayesinde ama şimdi de vurdumduymaz biri olma yolunda ilerliyorum. hiç istemedim ki ben böyle olsun. istemedim yani.
hatta bugün bir konu geçti arkadaşlarla birlikteyken. biri çıktı dedi, yeniden dünyaya gelsem aynı olurdum. şaştım kaldım. ben bir daha dünyaya gelmek isteyip istemeyeceğimi düşünürken, mutlu bir hayat tablosu çiziverdi emre gözlerime.
anneciğim, üç yıl oldu senin eşini, benim babamı kaybedeli. annem bırakalım şimdi oynadığımız oyunu bir kenara, samimi olalım. adı geçtiğinde birbirimizi üzmemek adına gülümseyen yüzlerimizin tam ortasında ağlıyor gözlerimiz. tam ortasında patlıyoruz gülüşlerimizin. farketmişindir, kaçıveririm adı her geçtiğinde, bir iki damla bırakır içerde, sonraya saklarım krizlerimi. çek şey aldı götürdü benden. annem ben mutlu olamıyorum. kendim dışımda değiştiremediğim ne bir ortam kaldı, ne bir topluluk. olmuyor, fayda etmiyor. nüksedip duruyor yaralarım, her defasında içerisini tamamen boşaltsam da. yani beceremedim onsuz yaşamayı. gerisi bana özel kalsın be annem. yine ben de kalsın.
bayramda gelemedim yanına, belki de, bilmiyorum gelmek istemedim. anneciğim bayramlar bayram olmaktan çıktı sen de biliyorsun. normal bir günden farkı kalmadı. dağıldı be annem ailemiz. birbirimiz için hala canımızı vermek istesekte, dertlerimiz aramıza girdi. abim, ablam, sen, ben hepimiz her şeyin farkındayız ama gem vurmuşuz ağzımıza. bil dedim işte bazı şeyleri, ne olup ne olmamak var.
bunları öğrendiğin zaman ne kadar üzüleceğini biliyorum ama hayatta olduğum sürece görmeyeceksin, göstermeyecekler sana. hayatta olduğum sürece diyorum ya, ne olur ne olmaz, o bakımdan. düşünüyorum şimdi, yine elemeye soktum sanki hislerimi, koruma içgüdüsü olsa gerek, refleks varmışcasına kapanıyor içerim bir anda.
anneciğim. belki senin için en ağırı bu olacak ama, dedim ya içimi döküyorum. seninle yüzleşiyorum bu sayfada.
sigara içiyorum ben. hem de yedi yıldır. koskoca yedi yıldır bilfiil sigara içiyorum. şu aralar da bir buçuk paket oldu günlük tüketimim. bir anda korktum burayı okuyabilme ihtimalini düşünerekten. ama içiyorum. yüzlerce kez sordular neden ala saklıyorsun, neden hala çocuk gibi korkuyorsun. senin üzülmemen gerektiği için demekten yoruldum inan. öylesine sakladım ki bunu senden, evde bulunduğum süre zarfında ağzıma sürmedim neredeyse. gece balkon kaçamakları hep çok kısa sürdü. keyif almak değildi zaten amacım, kanıma biraz daha nikotin pompalamak. on saniyede yarıya indirir, tükürükleyip aşağı atar ve baş dönmesiyle dönerdim yatağıma. neyse daha fazla anlatmayayım. bu kadar işte. bak şimdi gerçekten gülümsedim burayı yazarken. muzur bir gülümsemeydi.
hep bir şeyler anlatmak, bir şeyler yazmak vardı içimde sana. ne bileyim şimdiye kısmet oldu. içimi açabildiğim kadar, pek başarılı da sayılmasam da, anlattım sana. ve hep şu kelimeleri dökmek isterdim sana yazılan metnimin sonuna. işte yazıyorum anneciğim. seni seviyorum.
bağışla beni güzel annem.
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana.
elleri değsin istemedim.
gözleri değsin istemedim.
ağlayıp koklayacaktın,
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda.
oğlum,
şu anda mışıl mışıl uyuyorsun eminim. annen senden çok uzaklarda ama biliyorsun mecburiyetler işte ama dediğim gibi hastalara cız yapıp geleceğim. pijamanın paçalara dizine kadar çıkmış tonton bacakların buz kesmiştir yine. umarım anneannen farkeder. yanında olmayı ve koyun koyuna yatmayı çok isterdim oğlum kokunu içime çekerek, seni o kadar özledim ki şu an emin ol senden daha çocuk oldum hüngür hüngür ağlıyorum...