bir kenti böylece bırakıp gitmek, içinde bin kaygı binbir soruyla bitmemiş bir şarkı. dudağımda bir yarım ezgi. sığınmak, şarkılara sığınmak bir ömür boyu. gözlerin bir çığlık bir yaralı haykırış , gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi.
içimdekilerin susmasını bekliyorum. az-çok, değerli-değersiz ne varsa akıp gitmesini diliyorum. tabi bu herşey bana göre.. sana göre hiçbirşey..
bakıyorum yazdıklarına öyle.. beni kırdığın zamanlar içinde benden ve kendinden utanmışmısındır acaba?
yada ne bileyim sen seviyorsun diye yaptıklarım gözlerinde hangi resimlerle kaldı...
ama...
mutlusun, önemli olanda bu.
en son gün, sarıldığında o kadar çok dua ettim ki söyldiklerin doğru olsun diye.
ama değildi.
farkındayım. seni izleyen takvimin nasıl işlediğini biliyorum içten içe..
ne kadar kızsam da, birdaha hiç görmeyecek olsam da ; kalbinin atışlarını duydum ve o an, hissetlerini o bana en güzel şekilde fısıldadı zaten.
tek kötü laf etmedim, etmeyeceğim de.
hayatımdaki olumsuzkların devam etme lanetini sana yükleyemem.
evet üzdün ama çok fazla da üzüldün zaten.
yeter.
bazı şeyler zor bulunabilir olur. ikimizde öylesine insanlar değiliz ama bu aynı nefesi paylaşmamızı yeterli kılmıyor. bazen aklının köşesinde kalması için, kokunu bırakıp gitmen gerek belki de...
oturmuş seni izliyorum şimdi.
aklımda aynı melodi dolanıyor...
incompatible, it don't matter though
'cos someone's bound to hear my cry
speak out if you do
you're not easy to find
is it possible mr. loveable
is already in my life?
right in front of me
or maybe you're in disguise
who doesn't long for someone to hold
who knows how to love you without being told
somebody tell me why i'm on my own
if there's a soulmate for everyone
here we are again, circles never end
how do i find the perfect fit
there's enough for everyone
but i'm still waiting in line
who doesn't long for someone to hold
who knows how to love you without being told
somebody tell me why i'm on my own
if there's a soulmate for everyone
if there's a soulmate for everyone
most relationships seem so transitory
they're all good but not the permanent one
who doesn't long for someone to hold
who knows how to love you without being told
somebody tell me why i'm on my own
if there's a soulmate for everyone
hayatın dilediğin gibi akar, bu yıl bir ailen olur ve mutlu bir şekilde yolunda devam edersin umarım. gerçekten, kalpten diliyorum bunu.
ıslak dar kaldırımda adımlarımı saydığımı sanıyordum. soğuk yağmur yüzümü yalarken, içim ateşinle ısınıyodu. ne tuhaf..
bu sokak ne kadar yabancı, bu evler, bu ağaç ve gittikçe ıssızlaşan kent. kent gittikçe arkamda kalıyordu. bir şehir gözlerimin önünden siliniyordu. rutin adımlarımı saymaya devam ediyordum oysa. bilmem kaçıncı kez adını sayıyordum. durmak zamanıydı. dur! diyordun, itaat etmeliydim.
durdum. griden başka ne vardı ki..
kayıp mı oldum?
hayır.
akıp giden, kurşun renkli bulutların ardındaki güneşi görüyordum. kendi kendime güldüm, ağlarken gülmek ne garip.
ey sevgili! ey sevgili!
insan neden zulmeder kendine, bu yenilgi bir benim mi? çok mu güçlüsün sen?
koca bir dağ karşımda küle dönüyordu. bir adam bilinmez boyutta bir acı çekiyordu. kör bir kuyuda son nefesini veriyordun.
aşk uğurdur. her aşk uğur değildir ama benim aşkım uğurdur.
bu yazı benden sana ...
geçen gün . hani hiç kontrm yok ya. bu aralar hiç yok hani.
senin telefonunu aldım birine mesaj atmak için.
sonra cevsap geldi okıyım diye girdim bide baktım gelen mesajlarda bitanem diye kayıtlı birinden aşkitomlu sürüsüyle mesaj. aşkitom aşko. inanamadım önce bu ne dedim.
sonra giden mesajlara baktım aynı türden mesajlarda gitmiş.
sonra telefona baktım evet sein telefonundu. o an tarifsizdim.
aldatılmak, bi başkasınında seni sevmesi umrumda değildi seni kaybetmek var ya bide bile bile kaybetmek senin beni kaybetmeyi göze alman. içime oturdu.
o an tüm dünyayı siler atardım o mesajları görmemek için. aşkoo ya aşkito falan sen nefret edersin öyle yılışıklıklardan. bende sevmem. mıy ımız var bizim ruhum umuz var.
.
işte bir ihtimal var sen beni ladatabilirsin beni seni sevdiğim kadar sevmiyebilirsin istemiyebilirsin bir ihtimal daha var belki sen benimsin ... işte o ikinci ihtimal gitti diye korktum bittim.
sonra kendime geldim. yok olmaz dedim. ruhumu verdiğim insan yapmaz dedim. tuttum kızın numarasını aldım. james bond filmlerinden fırlamış 007 gibi ankesörlübi telefon buldum aradım. sevgilinin adı ne dedim kıza döver gibi. mehmet dedi.
işte o an anladımki abin hattını telefonunda unutmuş.
ben bu yazıyı sana yazdım, halbuki yazmamalıymışım!! inanamıyorum ne kadar da salakmışım. soyadını bile doğru olarak öğrenme lüksüne sahip olamamışken, neler sanmışım. sen yokmuşsun aslında... galiba herşeyi ben uydurmuşum. kendimi şizofren zannetmeme 2.kez sebep olduğun için de tebrikler, nolur hayatımdan çıktığın gibi aklımdan da çıksan!!! je veux tout oublier!!!
en güzel günlerimin üç melun adamı var
biri sen sin,
biri o,
biri ötekisi.
düşmanımdır ikisi.
sana gelince
ne ben sezarım ne sen brütüssün
ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edipte bana küssün.
artık seninle biz.
düşman bile değiliz. *
metallica hastası biri olarak bu gece yarısına 10 kala orhan gencebay ın dünya dönüyor dönecek parçasını dinliyorum. müzik evrenseldir. benim düşüncem bu. ney sesinden çelloya kadar giderim bırakırsan... bırak beni bu gece böyle savrulayım. kafama göre. sonra da gidip uyuyayım.
poyraz deli gibi esiyor dışarda. nefret ediyorum rüzgarın sesinden de; böyle gecelerden de. inadına uykusuz kalıyorum, merak ediyorum nereye kadar dayanabileceğim diye.
uzun bir gündü " can ". çok uzun bir gündü hem de. ta ki eve gelip senle buluşana kadar.
sonra çok kısa bir gündü " can ". çok kısa bir gündü. ta ki sen gidinceye kadar beni çekmecede yalnız bırakıp, üstümde de parmaklarının izlerini.
kim derdi ki bu seri düşünen beynim birlikte yaşayabileceği bir mutluluk yaşayacak baharla beraber. tanrı önce yolları açtı balım! sonra da gönül kapılarımı açman için yolladı seni bu ufacık " jb " şişesine.
ilk kez eşofman altı ile üstünün buluştuğu bir evde yaşamanın tadını çıkarıyorum. an be an hem de. nerdeyse verdiği rahatsızlık için allah a şükreder hale geleceğim. hayatın ne denli değerli olduğunu verdiğim sabır savaşından bilirdim ben birtanem, bekleyişlerimden çektiğim acılardan bilirdim; bilirsin.
beynine çizdim tüm vücudumu hep orda senle sevişsin diye. en güzelinde dans etsin nothing else matter sın en güzel nağmelerinde...
kayan zamandı avuçlarımdan durdurdun. birdenbire set oldun kaderime, yeni bir yola çektin beni o en güzel tok sesinle.
ve bir hüzün yağmuruna dönüştü boynunun o çok sevdiğim çukuru. gözlerimden akan sevgi dolu, duygu dolu yaşlarla ıslandı.
sana can; sana akar dururum artık. kimseler tutamaz, ne ellerim söz dinler ne ayaklarım; eğitir de insanları tüm gün dilimden dökülen sözcükler, sen de suskunlaşır, sende dinlenir dudaklarım ebediyyen sıcak öpüşlerinde.
gönlümü yazdım sana can...
uzun asırlardan sonra beynime kavuşan gönlümü yazdım sana; marmaranın sıcak öpüşlü lodosu gibi.
herşeyi yavaş yapmayı seviyorum. doğamda bu var. telefonun kapağını bile zart diye açarsam bi bok anlamıyorum. yavaaaaş yavaaaaş tekrar açıyorum.
yavaş olmak iyidir aslında.
aslında yavaş olmak lazım hayata.
bu andan bi daha gelmiycek dimi ama?
her anın kokusunu çekip saklaamak istiyorum içimde. her anımı, her anını.
sana MıY diycem bundan sonra dedi.
evet bugün baan bunu dedi. bizim öyle aşkımlarımız bebeğimlerimiz yok.
MıYımız var.
çantamı alıp odadan çıkana kadar o giyinip hazırlanıyomuş. öyle dedi.
sonra MıYım dedi.
saçmalak konusunda üstüne yok dedi. bazen beni konuşturmak için maymuna dönüyosun dedi.
en ufak şeylerden mutlu oluyosun herşeyi sevebiliyosun dedi.
aptal sırıtmamada bayıldığını söyledi.
sonra yanağımdan öptü.
elini alerjiden kaşıya kaşıya kazıdığım boynuma koydu.
sonra bi daha boynum alerjiden kaşınmadı.
şimdi dudakları saçımda. gözleri kapanmış . aklında ne var bilmiyorum? bilmemede gerek yok.
bazen her şey o kadar üstüme geliyor ki dayanmak istemiyorum.
kuzey kutbundan bir delik bulup sittirip gitmek istiyorum uzay boşluğuna. değil bu ülkeyi ya da bu şehri terk etmek... neden her şeye ben çözüm bulmak zorundayım ve neden her önüne gelen benden bir çözüm üretmemi bekliyor. anlatacak kimse yok ve acayip bunalıyorum bazen.
ağrılarım giderek fazlalaşıyor, bir yandan onlara direnmek bir yandan hayat her şeyiyle yolundaymış gibi sana sahip çıkıp senin bazen öldüren kaprislerinle uğraşmak... ben anneyim buna dayanırım da sen benim eridiğimi yavaş yavaş görmüyorsun.
ben çoğu zaman artık hiç yaşamak istemiyorum. o kadar bunaldım ki. bunu hiç kimseye söyleyemem hiç kimseye. kimse anlayamaz çünkü...
herkes o kadar dağılmış ki gerçekler kabus gibi çöküp bir defolup gitmiyor başımdan. bunalıyorum. bunalıyorum. bunalıyorum. anlık mutluluklarımla ayakta kalmaya çalışıyorum ve çok üzülüyorum aslında kimsenin beni anlamamasına, hele bu bir de yakınımsa... içimden o kadar çok ağlamak geliyor ki bazen. oturup şu an ki gibi ağlıyorum işte. biliyorum bir müddet sonra da susacağım. ve beni anlayan bir allahın kulu yok çevremde geçtim anlaşılmaktan üstüme gelinmesin artık yeterrrrrrrr!!!!
sevgiler hep pranga mı olur ayağımıza yoksa ben rahatsız olduğum için mi böyle hissediyorum artık. ana, çocuk, bilmem ne ama sevgiler hep görünmeyen bir zincir gibi bizi bağlayıp yapmak istediklerimizden hayal kurmaktan bile uzak tutmak zorunda mı bizi?
yıllar sonra ilk kez kendime bir kaç saat vakit ayırmanın özlemini çekiyorum ve bu yıllar sonra bunu yapmak benim hakkım aslında. para makinası gibiyim. çalış, kazan, döşe... duygularımı kanımdan olan görmezse, beni yargılarsa, ben ne kadar moralli olabilirim ki?
kızım sen bu yazıyı hiç okumayacaksın ama ben bu yazıyı gerçekten sana yazdım ve sen beni çok kırıyorsun son aylarda. oysa ben hep senin için uğraştım hiç bir şey beklemeden çünkü doğal olanı buydu. inandığım şeyi yaptım...
beni bir hiç uğruna kırdın bu akşam. bilir misin içten içe eridiğimi? bilmezsin kemoterapi günlerimin yakın olduğunu. ben biraz mutlu olmak istiyorum kızım seni mutlu ettiğim gibi. ama sen gereksiz hırçınlıklarınla beni yoruyorsun. gençlik; olacak o kadar tabi. ama artık bu dünyadan kaçasım geliyor bazen. çok yorgunum ve bunu kimse bilmiyor biliyor musun? sen dahil...
öyle garip bir şekilde hayatıma tutunmamı sağlayan bir " çekmece " var ki ondan aldığım güçle gideceğim hastaneme de ameliyatımı dimdik olduğum gibi gereken kemoterapiye de başlayacağım. gerekirse asil bir şekilde yalnız da öleceğim. ve zerre kadar kendime acımadan. çünkü yaşadığım hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum babamı seçemememin dışında bu hayatta.
beni kimse ya anlamadı ya da hata bendeydi ben anlamalarına izin vermedim ama ne önemi var ki artık. bildiğim tek bir şey var o beni dökük saçlarımla da sever. hem de kimsenin sevmediği kadar... tanrı seni korusun can, tanrı seni korusun... beni çekmeceden kimseye teslim etme. sakın teslim etme. hep senin bırak...
kendimi sensizlikle yüzüstü bırakmak kendime verdiğim en büyük cezam oldu. yıllar geçse de bu ceza hiç hafiflemedi. sessizliğinle , tepkisizliğinle geçti ikibuçuk yıl. nefes alamadım alamıyorum da. kendilinden arayan merhaba sesine öyle çok ihtiyacım var ki.
t-shirtünü de al gel. gelmeden önce iyice giy şöyle bir iki hafta, iyice kokun sinsin. sen gidince bi tek o avutuyor beni.
mesela şimdi yine depreşti hasretin, açtım bilgisayarı, baktım resimlerine. hatta hala bakıyorum yan pencerede sinsi gibi yan yan. aldığın hediyeleri odamın her yerine serpiştirdim ki, ne tarafa dönersem döneyim gözümün önünde olsun. çok mutluyum sayende. ama bir yanım da isyanlarda resmen, yollar ve zaman yüzünden.
gitmesen ne güzel olur aslında. sen gelene kadar, yüzünü görene kadar her şey güzel, heyecanlı da; sana ilk sarıldıktan sonra içimi acıtan gerçek geliyor hep aklıma. sana sarılırken, kokunu içime çekerken, cennet bahçelerinden bir bahçe olan gözlerine bakarken, koynuna girip huzur içinde uyurken o gerçek yakıyor yüreğimi, paramparça ediyor:
"çok değil, en fazla 24 saat sonra gidecek. ona göre hazırla kendini."
insan buna nasıl hazırlanabilir ki. her gidişinde bir parçam kopuyor benden. her gelişinde o parçam geri geliyor. ve sen tekrar gelene kadar, lime lime ediyor zaman ve sensizlik o parçamı. kalbim paramparça oluyor sevgilim. çok acıtıyor yokluğun.
en kötüsü de kimseye belli etmeden yaşamak zorunda kalmak ve sorulan sorulara vermek zorunda olduğum yanıtlar.
"gelmeyecek mi?"
"ne kadar oldu görüşmeyeli?"
"e sen gitsene."
"ne zaman gelecek?"
sorulan her soruda, sensizliğimi anladığım her saniyede haykıra haykıra ağlıyorum içimden. gözyaşlarımı içime akıtıyorum artık. sorulan soruları "yakında" diyerek geçiştiriyorum. sonra...
sonra akşam oluyor. sensizliğim, en çaresiz zamanlarımda daha da çaresiz bırakıyor beni. ısınamıyorum. uyuyamıyorum. nefes alamıyorum. gözyaşlarımı serbest bırakıyorum sonra istemeden de olsa. sonra...
yine kimse duymasın diye kafamı yastığa gömüp ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum.
sözlük bugün birşey gördüm, onu senle paylaşmak istedim. yani ben bu yazıyı sana yazıyorum sözlük! bugün arkadaşlarla kasdav'a gittik sözlük. işte en öne geçtik. millet eğleniyor bilmem ne. görevlilerden biri önüme geçti. ben de napıyor bu ya dercesine kafamı sağa sola oynatıyorum. sonra bir de ne göreyim! görevlinin isim kartında şahin k. yazıyo. çok eglendim çok güldüm o anda. *
küçük insanlarla uğraşmak ne kadar gereksiz, ne kadar anlamsız. gereksiz derecede anlam yüklediğimiz insanlarla. gerçeklerden kaçmak burdaki entry leri sildirmekle gerçekleşseydi herkes vicdanını o kadar rahat temizlerdi ki. sana zerre kadar değer vermiyorum artık. korkaktan daha aşağısın benim için. hayatımda boşuna tutunmaya çalışma yapay gündemler yaratarak. yaptığın kötülükler sana olduğu gibi dönecek allah tarafından. sakın zafere ulaştığını sanma. bu gün senin " yenildiğin " gündür. çünkü unutmaz dediğin insan seni çoktan unuttu artık.
seni neden aramadığımla ilgili en ufak bir fikrin var mı merak etmekteyim. seni aramıyor seni sormuyorsam bu senden vazgeçtim demek değil. hiçbir yere gitmedim ben. zor olanı seviyor insan ama can yakıcı işte... kanadım kollarım kırık. kalbim sızlar, yüzüm gizler. her şarkıda, her yazıda, her şiirde benimlesin. yorucu... hem de çok. üstelik her zaman kaybetmişken senle ben. kelimeler umurumuzda değil değil mi? anlarsın sen beni. ''susuyorum''... sana da...
tam iki sene oldu, bize soğuk hastane havasını koklatalı. hayatımda bu kadar hızlı saçma saçma bir o yana bir bu yana yürüdüğümü hatırlamıyorum. sürekli ailenle karşılaşmamak için yolumu değiştirdim. çünkü umutsuz surat görmemeliydim. onlardan kaçarken aptal arkadaşlarınla karşılaştım. sanki hiçbir şey olmamış gibi seni bekliyorlardı. oysa ne çok uyardık seni; bırak onları...fena onlar. bırakmadın. bıraktıramadık.
yapacak bir şey yoktu. mecburen evlerimize gittik. herkesin gözleri telefonlarda. sen arayacaktın iyileştim ben diye. aramadın. arkadaşım bana fal baktırdığını ve falında bir arkadaşının kaza geçireceğini ama kurtulacağını söyledi. içimde o kadar büyük bir sevinç doldu ki, o hayatta inanmayacağım fal sayesinde. çok inandım can'ım ya...
sabah erkenden uyandık yanına gelip seni görmek için. gözlerimin şişi inmişti. çünkü falda sen kurtulmuştun, ağlamaya gerek yoktu. hastaneye geldiğimizde bir tane bile akraban yoktu orda. yine sevindik. koşarak yoğun bakıma gittik. görevliye adını verdik. değişik bir ifadeyle ''ilerde sağda'' dedi. hala kulağımda o ses. duysam tanırım. koşar adım ileriye sağa... tabi sert bir duvara çarpana kadar. cenaze odası... o an ne hissettim hiç hatırlamıyorum. ne düşündüm onu da bilmiyorum. ama hiç ağlamadım. dona kaldım. o an o saniye durmuştu abi, yaşadım bunu, zaman falan yoktu.
oturduk. sadece oturduk. kimseden ses çıkmıyordu. kimse birbirine bakmıyordu...
sessizlik
baban can, hep arabasını vermediği için kızdığın adam. nasıl ağladı bize sarılıp.
-'can'ınızı unutmayın, can'ınızı unutmayın'.
o an ne kadar anlamlı bir adın olduğunu farkettim... orda cümlelerin anlamı bitti zaten. bu yazının anlamı da bitti.
sen olmadan iki sene ya... koskoca iki sene. seni unutmadık can. hiçbirimiz unutmadık.
''Ben senden çok şey öğrendim.
Mesela bir sandalye çekip tezgahın başına bulaşık yıkamakla senin doğduğun gün tanıştım.(sonra orda kaldım zaten)
Sonra yaşlı komşu teyze pabucun dama atıldı dedi, kıskançlık nedir senle tanımış oldum, itiraf ediyorum evet annem izah edene kadar kıskandım.
Bir abla için erkek kardeşler neyse de kızkardeşin ne demek olduğunu öğrendim. Sağol sen de bunu en can alıcı şekliyle öğrettin.
Kişisel özgürlüğüm kısmen kısıtlandı, zevk aldığım hiçbirşeyi sadece kendim yapmamayı öğrendim.
Sosyal hayatımın gizliden gizliye didik didik edildiğini gördüm ama buna da ses etmemeyi öğrendim.
Sonra alışveriş çılgınlığının küçük bir bakkal ve bozuk paralardan doğuşuna tanık oldum.
Sosyal adalet duygularıyla dolu bir insan olarak birilerini ezme yönümü de sayende kısmen tatmin etmiş oldum.
Geçirdiğin saf ve temiz çocukluk devresinde sık sık seni organize bir şekilde keklemenin zevki ise hala eşi bulunmaz anılar olarak hatıramda.
Bir çirkin ördek yavrusu gibi dünyaya gelen ve uzunca süren safffff çocukluk devresinin ardından geçirdiğin evrim ise görülmeye değermiş ama birazını kaçırmış oldum.
........
Ama biri o gün yani 3 Mart gece saat 01.30 sıralarında ya da seni ilk kucağıma alışımda "bu büyüyecek ve sana iyi bir arkadaş olacak" dese hayatta inanmazdım.
Bak bi de bunu öğrendim. iyi ki doğmuşsun güzel kardeşim. ''
ben bu yazıyı sana yazdım.
bu saatte yazdım çünkü okuyabilecek insan ne kadar az olursa o kadar iyi olur diye düşündüm.
buraya yazıyorum çünkü bir şeyleri dökmem lazım, birilerini rahatsız etmeden, sessizce...
ben bu yazıyı sana yazdım.
herşeyime, "can" kelimesinin en çok yakıştığı insan olan sana yazdım.
bakıyorum da bugün tam 13 ay olmuştu.
13 ay boyunca bir insana bağlı kalmak.
hayaller kurmak ve onun ötesinde bunları gerçekte yaşamak...
hayallerimiz vardı bizim.
ankara'ya gelecektik birlikte, birlikte okuyacaktık ve hayatlarımızı birlikte şekillendirecektik.
sen bilmiyorsun fakat benim ankara'yı yazmamın tek sebebi sendin.
sırf senin için.
birlikte olalım diye...
yıprandık.
hem de çok.
aşk asla iki kişilik değildir derlerdi de inanmazdım. öyleymiş.
ben senin için, seninle olabilmek için başkalarıyla savaştım.
başkaları ki senin canım dediğin insanlar.
ayrılık çok ağır be sevgilim.
o kadar ağır ki...
şu an tüm yaşama isteğim yavaşça bedenimden çekiliyor. insan böyle anlarda daha mı hassas oluyor nedir, içtiğim sigaranın kanıma karıştığını hissedebiliyorum.
bilmiyorum.
ben hiçbir şey bilmiyorum...
kulağımdaki müzik unutursun diyor.
"bir gün gelir unutursun."
kabullenemiyorum.
kurulan o kadar hayalin, canlandırılan bir çok şeyin katili olmak istemiyorum.
oysa çoktan olmuşum, farkında değilim.
senin gidişinle kalbimdeki tüm mutlulukları yakıyorum ve tüm hüzünlere hoşgeldin diyerek kendimi onlara bırakıyorum.
başkalarının doğrusuyla hareket etmemizdi bizim yanlışımız. başkaları ne der diye düşünür diye bakardın bana gözlerini kocaman kocaman açıp sorarcasına.
bembeyaz tenindeki korkuyu görürdüm ben her seferinde. seninle birlikte ben de korkardım.
sevgili insanı nasıl da değiştiriyor. en ufak ayrıntıyı bile ona ayak uydurma pahasına değiştiriyorsunuz, hayatınızı ona endeksliyorsunuz.
benim hayatımın merkezi 13 aydır sendin. bundan sonra da sen olacaksın.
sen asla inanmazsın böyle laflara. evet senden ayrıldıktan sonra da bir başkasını sevemeyeceğim ömrümün sonuna dek. çünkü sen benim çocuklarımın annesi olmalıydın. birlikte sabahları kahvaltı hazırlayıp, yatakta miskinlik yapmalıydık. ve seninle birlikte ölmeliydim.
hatırlar mısın sana sevgililer gününde mudanyada titreyerek söylediğim şarkıyı... "meleklerin sözü var" demiştim. öyleydi. hala da.
elbette bir başkasıyla beraber olacağım. çünkü bu benim yaradılışım. tutunacak bir insan ararım sürekli sensizliğimde. eş dost dedikleri şey yalan olacak bu durumda.
belki bir ihtimal bir kadın benim gönlümde yer edebilecek, senin kadar olmasa da.
fakat senin kadar sevilmeyecek. senin kadar ihtiraslı bir biçimde, asla!
ben hep hatırlarım.
lanet olası hafızam beni her seferinde yanıltmayacak ve gülümsediğinde ya da gerçekten eğlendiğinde yüzünde oluşan o pembeliği, konuşmanı, teninin kokusunu hep hatırlayacağım.
ben unutmam.
unutamam.
son nefesime kadar seninle birlikte olacağım. madden olmasa bile manen ben hep seninleyim.
hiçbir şeyi değiştirmese de; seni seviyorum meleğim.
not: yazının sonuna kadar okuyan bana özelden mesaj atsın, sırf bunun hatrına seri artı oy veren meleğe dönüşebilirim.
edit: ciddiyim.
aylar sonra gelen edit: şu an bakılınca çok saf ve temiz duygular olarak görünüyor bana bu entry. fakat öyle değil tabi şimdi. beylik laflar etmemek lazım, bunu öğretti bana bu yazı.
unutuluyor.
ve aşık olunuyor tekrardan.
hem de ne aşık olmak..
aylar sonra gelen edit2: olm boşverin lan. aşkı skeyim size bir şey olmasın.
yıllar sonra gelen edit: aşkın amına koyim.
yıllar sonra gelen edit2: beyler kesin bilgi. aşkın amına koyim.
Ben bana yeteCek
herŞeye Sahibim , aLın GeriSi sizin oLsun !!! Bazen susmak
gerekiyormuş.. Bazen bomboş bakmak geRekiyormuş hayaTın yaLanLarına..AnLamaya
çaLışmak saçmaLık..!AnLamadan yaşamak gerekiyormuş.. Ama bazen!
UnuTmak gerekiyormuş unuTuLma pahasına..Oysaki Zaman değiLmiş gideni
geRi geTiren.. Ve asLında zamanmış var oLanı aLıp göTüren...
bir " jb " öyküsü bu. çekmeceye sığan ama bir o kadar da gecenin gizemli kanatlarına açılan...
yaşanılan realizmin içinden sizi alıp natüralizme iteleyen ve bir o kadar da romantik... hayat ne kadar basit olabiliyor istendiğinde. ve gizemli; bir o kadar da anlamlı.
evlilikler nesli sürdürmek için varsa neden bunun yanına da bir tutam romantizmi ekleyip sevginin şekil değiştirmesini engellemiyoruz ki. ben bunu yapmaya hep hazırdım, yaptım da. ama uyum sağlayan yoktu.
erkeklerin tabiatında var bu belki, eş ayrı, gönlünün yareni ayrı. bir tutam heyecan belki bir anlık kaçış monotonluktan ve alışkanlıklardan. şimdi eşimin beni neden aldattığını daha iyi anlıyorum. bu tamamen onun duygularıyla ilgiliymiş benim değil.
o zaman anladım ki istersen çocuk yapar anne olursun istersen özgür olur ve aşkı yaşarsın. aşk bir kişilik değil. aşk hep aynı kişiyle de değil. aşk istediğin, sana yakın olan her kişiyle her yerde. gör yeter ki.
istersen yaşa istersen yaşama. hayatın bu kadar basit bir denklem olduğunu bilmiyordum. duyguların bu kadar kolay yaşandığını da. çok değer vermişim ben bu duygu işine. duygu bir anlık; ya da istediğiniz sürece bir ömür boyu. ama partnerinizin de isteğine bağlı olarak, hedefine bağlı olarak tabi ki. aldatmak ya da aldatmamak nasıl insanın tekelindeyse bu da öyle.
35 cl bir " jb " ve küçük bir çekmece... ve oraya sığan koca iki dünya... birbirinden sorgusuz, sualsiz, habersizce yaşayan, beklentisi olmayan, sadece ruhlarını tokuşturan iki insanın silüeti. biraz flular. ama birbirlerine oldukça netler aslında. olduğu gibiler. yalansız dolansız...
biri diğerinin adını söyleyince yanında söylemiş gibi hissediyor. biri diğerine dokunur gibi düşündükçe kokusunu hissediyor. ilk kez bana konuşmak ağır gelmedi. ya da yakınlaşmak öylesine sorgusuzca. bencillik mi değil mi düşünmenin ne anlamı vardı? çalınmış bir zaman mı? bu kadar derin düşünmek niye? her insan olmaya çalışmanın sonu hep acı vermedi mi? anladım... arada bir kaçmalı insan kendinden. nereye mi? ruhunu bulmaya... ruhunu özgürlüğe bırakmaya... insanın buna ihtiyacı var. yeter ki karşılıklı istek olsun.
mutlu oldum. evet; hala mutluyum beklentisiz bir " jb " içtiğimiz için. ve onu çekmeceye sığdırdığımız için.
severim ben küçük sırları. küçük sırlarda derin anlamlar gizlidir çünkü. her anlaşılmamanın ardında derin bir çizik vardır aslında hem de çok iyi anladığımız.
bazen sözcüklere gerek yok. o an " o an " dır. yaşamak gerek... gerisini koyver gitsin. hayat bize bu kadar anlam yükledi mi ki biz ona bu denli anlam yüklüyoruz. bazen insan ruhunu sevmesini bilmeli. kendisini seven ruhu da...
" jb " ve bir çekmece... çok anlamlı ve güzeldi...