bugün

merhaba sevgilim.böyle başlardım sana yazdığım her mektuba.sen iş yerinde otururken başını bilgisayardan kaldıramazken seni izler sanki seni resmeder gibi yazardım sayfalara.hoşuna giderdi işin bittiğinde hemen kapardın o henüz kirletmediğin her cümlesinde ömrümsün anlamına gelen o mektupları.gülümserdin sonra '' ben senin gibi yazamıyorum ama istersen galatasarayın kadrosunu anlatabilirim '' deyip salakça espirilerde yapardın. ben ise bir kez kokunu duymak bin tane güzel sözden daha çok etkiliyor beni derdim . öyleydi de yalan değildi.bir insan nasıl bu kadar güzel kokabilirdi ki. Hee bu arada yeni sevgilin güzelmiş gördüm resmini.sağolsun arkadaşlarım gizlemişler benden.henüz hazır hissetmediğimi düşünüyorlarmış bunu söylemek için.Oysa sen beni alıştırmıştınki seni başkalarıyla paylaşmama.Pardon bu aldatma değil dimi biz ayrıldık.
komadan sonraki ilk nefesime;

zamanında birini sevmiştim, zamanın sonsuzluğuna o zaman inanmaya başladım. elinin değmediği tenimde attı kalbim uzun bir süre. insanın kalbi canının acıdığı yerde atar nasıl olsa. sonsuz zamanlarda attı kalbim, dudaklarımda attı ellerimde attı. sadece yüreğimden gelmedi o patlamak isteyen kalbin sesi. kaburgama her vuruşunda acıtan o kalp, ellerimi acıttı. onun her gülüşü, kalbimin her atışıydı. kalbimin her atışı, acıydı benim için.

zamanla geçer deyip, eyerini attığım yelkovanın üstüne binip zamanda yolculuğa çıktım. ilk önce onu ilk gördüğüm yere gittim, eski demir bir kapının paslı koluna yaslanmış vaziyette sigara içerken, dolunayın aydınlattığı ve sokağın sarı ışıklarıyla birlikte yetersiz bir şekilde ışık tuttuğu kapı önünde karanlığı izlerken birden gelip karşıma çıktı. yanında iki arkadaşıyla birlikte, beyaz tenini süsleyen açık buğday, beline değmek üzere olan saçlarıyla ve tıpkı saçları gibi renk ve güzellikte olan gözleri önümden geçip içeri doğru girdi. kalbimin bütün vücudumda attığını hissettiğim o anlarda en ufak bir göz teması bile beni öldürebilir, yere serebilirdi. elimdeki sigaradan uzun bir soluk alıp gökyüzüne baktım. ışığın yetersizliğiyle beliren yıldızlar o gece sanki birbirleriyle anlaşmışlar gibi bana onun yüzünü betimliyor, sanki simsiyah bir tuvalin üstüne onun eşsiz yüzünü çiziyorlardı. samanyolu o, evren oydu o an benim için. sigarayla birlikte yandım ve bittim. ne kadar şanslı olduğunun farkında olmayan demir kapının öteki tarafındaki binanın önünden yavaş yavaş, gözüm kapıda uzaklaştım. sanırım o gece paslı demir kapının kolu bir kez daha dönse ve içeriden o çıksa gözlerimi kaybedebilirdim, çünkü o sıra dolunayın parlaklığını, ışığını ondan almasına bağlıyordum.

uzaklaştım, kapının önde bekleyen yelkovanımın üstüne atlayıp zamanda, karanlığımda ilerlemeye devam ettim. o günün sabahına; okulun ilk arasında, bahçede onu ilk defa aydınlıkta gördüğüm ve gözlerime ilk baktığı lahzaya eriştim. gece toplanan bulutlar hafif bir yağmur bırakmıştı, bu nedenle yerler çok az ıslaktı. okulum dağ eteğindeydi ve dağ, kışın ortalarının verdiği gazla soğuğu üstümüze üflüyordu. ben üstüme giydiğim kazağın ve çenemi yapıştırdığım boynuma sıkı sıkı sarılmış olan kaşkolumun üstünde dudaklarıma sigarayı yapıştırıyordum. cebimden çıkardığım çakmağı -soğuktan ateşin bile donacağını düşünüyordum- sigaramı yakmak için çaktım, ilk denememde başarısız olunca ikinci kez döndürdüm taşı, ateşle birlikte o da geldi. sigarayı tutuşturmak için dudaklarıma kaldırdığım çakmağın çıkardığı ateşin arasından onun güzel yüzünü gördüm. sigaranın ilk dumanını içime çektim. duvarları parçalanmış, pencereleri çıkarılmış ve yangından dolayı içi simsiyah olan bir gecekondu olan "ben"i, o sabah yeni baştan inşa edip sımsıcak bir ev haline çevirenin o olduğunu gördüğümde, sigaradan çektiğim ilk nefesin, komadan sonraki ilk nefesim olduğunu farketim.

bir ona baktım, bir ona. yaklaşık bir dakika sadece onun gözlerine, bana bakmayan gözlerine baktım. kimdi? adı neydi? neyi severdi? kimi severdi? nasıl severdi? ne yapsam beni severdi? başına, saçlarının sadece bir kısmını örten kırmızı yün bir bere giymişti. buğday saçları berenin yanlarından yüzüne iniyor ve narin parmaklarıyla o saçları kaşlarının yanına doğru itiyordu. soğuktan pek fazla olmasa da kızarmış burnunun ucu, her güldüğünde onu daha da tatlı yapıyordu. boynunu soğuktan korumak için ise yün bir şal giymişti. şal kimdi, onu benim kadar soğuktan koruyabilir miydi? üşüse dünyadaki tüm yünleri önüne dökebilirdim, şal bunu yapamazdı. şal sadece onun boynuna sarılırdı. benim sarılamadığım o boynuna sarılırdı. tenini tanımayan ellerim ile sigarayı dudaklarımın arasına götürüp uzun bir nefes çektim.

farkında olmadan, istemsiz bir şekilde gülümseyerek, ona dalgın bakışlar atıyordum. sanki gözlerim yuvalarından çıkmış, onun ayağına tıklayıp bana bakmasını söylemiş gibi, bir kaç dakika sonra gözleri gözlerime değdi. bakışından milyonlarca anlam çıkardığım, sanki o an gözleriyle bana dünyadaki bütün saadeti ateş etti. saadet mermisi kalbimi deldi ancak geçmedi, kalbime karışıp o da atmaya başladı. kalbimin attığını ve sanki ağzımdan çıktığını hissediyordum. bakışından pek memnun olmasa gerek anında gözlerini çekti, o an kafamda binlerce senaryo uydurmuş ve bir kısmını eleyip en son elimde, onun bir şey hissetmediği teorisini bırakmıştım. neden bir olayın üstüne atıldığımızda, olma ihtimalinden çok olmama ihtimalini düşünürüz? neden bardağın boş tarafını görürüz? sanırım benim o an yaptığım bardağın boş tarafını düşünmenin ötesinde, boş tarafı taşa vurup parçalarını bileğime sürtmekti. yürümeye başladı ve önümden geçip sınıfa doğru yol aldı.

yeniden etraf karanlıklaştı ve önüme dört nala yelkovanım yanaştı. üstüne binip tekrar yolculuğa devam ettim. unutan iyileşir diyordu yelkovan, çok karışıyordu oysa ki, onun işi sadece ilerlemekti. ilerledi ve bir cafenin önünde durup inmemi söyledi, indim. işittiğim ilk ses titreşiminin çıktığı yere getirmişti.

g.. kafesinde oturmuş, yanımda çok şey bildiğini ve çok sustuğunu zanneden bir arkadaşımla; siyaset konuşuyordum. susmak bilmemesinin sebebinin acıları olduğunu düşünmeye başlamıştım, yoksa çok gülen ve çok konuşana dikkat etmişimdir hep. yalnızlığı vurma biçimidir. ufak bir siyasi tartışmadan sonra masamızdan kalkıp hesabı ödemek için kasaya giderken, sol çaprazımızda bizden 3 masa uzakta komadan sonraki ilk nefesimin oturduğunu farkettim. içime dolan heyecan yetmezmiş gibi, yanımdakinin o masaya doğru yürüdüğünü farkettim. geceleri onu görmem için erken uyuduğum, rüyalarımın prensesinin yanında oturanın onun arkadaşı olduğunu ve benimkinin onu görmek için masaya yürüdüğünü anladım. elimi sıktı, felç geçirmiş yüzümde boncukla eşdeğer pozisyonda duran gözlerimi onun gözlerine kilitledim. ufak elleri ellerime değdi ve hafif bir şekilde salladı, o an beni böyle gömün diye bağırmak istedim. kokusu burnuma geldiğinde tamam dedim, artık ölebilirim, bu dünyada görülmesi gereken her şeyi gördüm!.. ...yanlarından ayrıldık, ruhum yanlarına oturdu, onun ruhu başını omzuma yasladı ve hala orada oturmaktalar.

yelkovan kapıdan beni tutup üstüne attı ve hızlıca, acımasızca imkansızlığa doğru sürdü. imkansızlaştırmıştım, evet. asla benimle olmayacağına inanmıştım. ve o trene binmiştim ki yanlış trene bindiğinde koridorun tersine yürümenin hiç bir faydası olmadığını biliyordum. başkasına güldüğünü, başkasına dokunduğunu öğrendiğim gün bitmişti her şey. papatyanın bir yaprağıydı onu benden ayıran. imkansızlığın dozlarını bir günde geçirdim tüm damarlarıma. karanlıkların içerisinde dinlediğim her notada sesi geldi kulağıma. yoldan geçen her araba ışığı gözleri gibi çarptı yüzüme. umuttu beni dikenlerin üstünde sürüyen, umuttu duvara daha hızlı çarptıran. her sabah erkenden okula gittim, onu daha fazla görebilme umuduyla soğukta, kalbimin sobasını görebilme umuduyla bekledim. bakmayışına anlamlar yüklediğimi her gördüğümde, gözlerimden nefret ettim. her konuşmasında kulaklarım, her kokusunda burnumdan nefret ettim. onun gelmediği gün yıldan eksik bir gündü benim için. şehir görünmezdi, sis değildi şehri görünmez kılan, onsuzluktu. karanlıkta içe çekilen sigaranın yaydığı ışık gibi yayardı sis bulutunu. şehri gösterirdi bana, şehir o olduğu için güzeldi benim için.

yelkovan yanaştı, ağır adımlarla yürümeye başladı ve konuştu, aşk yaşanmakta olan şeye denmez, asıl aşk, aşk acısı sandığın şeyin ta kendisidir. sen dünyanın tüm güzelliğini tek bir insanda gördün, o bir yanda güzelliği timsali iken, acının da timsali oldu senin için. ilk gördüğün anı hatırlıyor musun? hiç ile her kelimesinin farkı iki harfti o zaman. hiçbir şeyin olmayacaktı o senin, her şeyin oldu. acın oldu, mutluluğun oldu, göz yaşın oldu. çok sevdin, çok sevmenin yan etkisi hiç kavuşamamaktır oysa ki. yürüdü yelkovan, ağır ağır, çamura bata bata şimdiki zaman geldi ve indim, giderken arkasını dönüp; zamanla geçen tek şey zamandır dedi. o kadar karanlıktı ki, dudağıma koyduğum sigaranın ucunu bile göremiyordum. yürüdüm, yürüdüm..
Ne güzel söylemiş can yücel;

seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?

elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.

seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?

''seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.

seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?

aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...

seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?

seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.

seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?

tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.

seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?

sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.

seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?

seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.

seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

nereden bileceksin?

sen benimle hiç olmadın ki. olsaydın avuçlarım terlemezdi... isırmazdım dilimin ucunu... özlemezdim seni yanımdayken.kıskanmazdım.

korkmazdım yollarda yürümekten. islanmazdım yağmurlarda... yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.

korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... ve her kulaçta haykırırdım seni..

ama sen hiç benimle olmadın ki...
ya aklin başka yerlerdeydi ya yüreğin...

Elveda.
zamanında egosuyla havalarda uçan insan, fark ettik de yere güzel çakılmışsın. aferın böyle devam et.
sivrisinek...

üzerinde piknik yapacak başka kimse yok muydu be güzelim nedir bu sendeki 0+ sevdası? göz kapağımdan nr istedin zalımın kızı?
Allah belani versin yilmaz tum sozluge sarmissin her sey buraya kadarmis kib.
Yılmaz meseneden silindin olum siktir git!
okur musun bilmem ama
sana yazdım valla billa
sen kimsin bilmiyorum ama
sen beni biliyor musun ki salla.
iki yıl sonra çıkıp naber, nasılsın aklıma geldin de halini sorayım diyen adam; bu yazıyı ben sana yazdım. Naber demen bile yıllar sonra( yıllar dediğim de 1.9 yıl ) hala aynı etkiyi bırakıyor. Gerçi bana naber demenin sebebi sevgilinden ayrıldığın için düştüğün boşluk olsa da benim için ayrı bir zafer itiraf etmeliyim. Sonra da uzaktan akraba gibi işimi, kardeşimi sorup hoşçakal demeni içeren bi konuşma beklemesem de bi pişmanlık, af dileme de beklemiyordum. Ama o boşluk hissi neler yaptırıyor değil mi?

Evlenip iki çocuğum olsa da hâlâ aklımın, kalbimin bir yerlerinde ne yazık ki hep sen olacaksın..
Nah alırım nah.

- yılmaz.
sendeki dertse al benden de aynı...
"ellerini tanırım ince beyaz
gözlerin bakar durur kömür siyaha
sesini bağırır sessizliğim
yüzünü çizer keskin kirpiklerin
hazırım ben hazırım ellerine
hadi al savur beni yerden yere
hazırım ben hazırım sessizliğe
hazırım sana hazırım yine hazırım hadi
hoşgeldin çalmadan gir içeri
sen geldin tanıdım gözlerini
hazırım sana hazırım yine hazırım hadi hazırım ben"
"desem ki sen benim için
hava kadar lazım
ekmek kadar mübarek
su gibi aziz bir şeysin
nimettensin nimettensin
desem ki
inan bana sevgilim inan
evimde şenliksin, bahçemde bahar
ve soframda en eski şarap
ben sende yaşıyorum
sen bende hüküm sürmektesin
bırak ben söyleyeyim güzelliğini
rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber
günlerden sonra bir gün
şayet sesimi farkedemezsen
rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden
bil ki ölmüşüm
fakat yine üzülme, müsterih ol
kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini
ve neden sonra
tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede
hatırla ki mahşer günüdür
ortalığa düşmüşüm seni arıyorum"
"paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir. niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına? niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına? niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna, bir çocuk demiş."
şimdi neredesin, neler yapıyorsun, sana yapıştırdığım her iyi huyu taşıyor musun gerçekten, 'aldırma, hayat işte, geçecek' diyecek misin bir gün bana ve en önemlisi var mısın?
oradan nasıl gözüküyor bilmiyorum ama burada hiçbir şey yolunda değil, hem de hiç olmadığı kadar.
merhaba sözlük. ilk defa bu türden bir başlığa yazıyorum. önceden '' bunlar ne yapıyor yeaa, edebiyat falan ehehe salaklar yaa'' diyordum . taa ki ilkokul aşkımı yıllar sonra görene dek. anladım lan sizi. o kadar paragraf yazılır mı lan? yazılırmış be. olum bu nası bi duygu lan. elim falan titriyo. ben en son hırvatistan maçında böyle olmuştum . kalbim varmış lan benim. aklımdan çıkmıyor . anlatamıyorum ya.

neyse işte bu duyguyu tatmamışsanız ölün olm. tarifi imkansız. eyyorlamam bu kadar .
Tam 3 saattir herhangi bir sosyal medya aracılığıyla senden bir yazı bir bişey görmek için çırpınıyorum. Hiçbir şey yok. Amınakodugum yerinde tek bir cümleni bile bulamadım. Özledim lan. Bir kaç cümle birşey okusam geçicek valla.

Hem hatırlamıyorum da zaten gözlerinin rengini artık.

SiK GÖT BOK SIÇ. Çok sinirliyim. Bi rahat bırak da uyuyayım.

Lütfen lan .

Ha bir de,

Sakın kişisel algılama ama,

ne olur geri dönme!
seni uyandirmaya kiyamadigim sabahlarim var benim.
ve yine o karanlık sabahlardan birine uyandım. içimdeki sen o kadar can yakıyor ki elimi göğüs kafesime sokup çekip çıkarasım var seni oradan.. ama kıymetlisin.. yapamam...
kızım sana söylüyorum gelinim sen anla tarzındaki yazıların ana fikridir.
Son kez gözlerine baksam dayanabilir miyim? Gözlerini giderken bana bıraksan? Sonra ses tellerini, saçlarını, ellerini, ayak parmaklarını, gamzelerini bana bıraksan? Hiç gitmesen aslında.

http://mbsadam.tumblr.com...27648/zamansiz-sevme-beni
http://m.youtube.com/watch?v=K680HAY3eb8
sen, seni hala seviyorum o kalbimde senin hayallerinle, isteklerinle süslü olan yer hala senin bir cennet orası sana ve sonsuzluk içinde ne olduğunu bilmediğim sonsuzluk.
hala ve hala seni sevebiliyorsam, gerçek bir kalbim var. senin anlayamayacağın kadar gerçek bir yüreğe sahibim. sen benim hala hayaletimsin, her gece yanıbaşımda duran. sen benim hala ilk kalp sızımsın; ama inan ki bur böyle sonsuza kadar sürmeyecek. vakti geldiğinde, yüreğim derin sulara gömecek seni, bunu istesem de istemesem de... hep mutsuz kal...