bugün

görüyorum ki acı çekiyorsun. seni başkalarından saklamam, kıskanmam, gün yüzü göstermemem boğuyor seni biliyorum. oysa varoluşun ne kadar da keyif doluydu. içimdeki acıyla, hasretle, unutma tutkusuyla yoğurdum seni. boşa geçen günlere gereksizce vaveyla etmekti amacım belki de bilmiyorum. kıskanıyorum seni her gördüğümde. sen benim eserimdin ve biraz da başkalarından parçalar taşıyordun. öteki olması gerekenlerin, ben dediğime birebir yansımasından fazlası değilsin biliyorsun.

otobanlara serildiğimi, kaldırımlara yüzümün izini bıraktığımı, aldatılmanın acısını senin üzerine kazıdığımı görebiliyorsundur, eminim. yalanların bedenimde ve zihnimde uyandırdığı patlamaların göreceli hayallere dönüştüğü, varlığından şüphe ettiğim her şeyden biraz da sevgiyi inkar etmeye çalışmamın, küçük dışavurumların, kendini hissettirme gayesinden iki dirhem fazlasın. kime güveneceğimi sana sormak gibi bir hataya düştüğümü de hatırlıyorum, seni okuyarak gözlerimin ferini söndürdüğüm gecelerde. üstüme koşan ışıkları bilirsin zaten. bilir misin hiç korkmadım onlardan? çünkü korkmak gereksizdi.

görmezden gelmek isterdim belki de bütün söylediklerini bana. dayanamadım seni yok saymaya. sen, gözlerimin önünde kıvranırken, hiç olmamışsın gibi davranamazdım. şu an bile zihnimden dökülen cerahatın harflere, hecelere, kelimelere, anlamsız cümlelere dönüşmesini seyretmek ayrı bir zevk verirken, senin hastalıklı zihnimin bana bir oyunu olmadığın konusundaki şüphelerime göğüs germe cüretini taşıyorum iki kaşımın arasında.

sana söyleyebilr miydim insanların ruhundaki orospulukları saklayamadıklarını? çoktan söylemiş miydim yoksa? sakladıklarını sandıkları fahişeliğin bir basamak yukarısı aşağılıklarını, nasıl büyük bir nefretle, akli dengemi yitirmek uğruna, yerin dibine soktuğuma tanıklık eden de senden başkası olmamalıydı. kimseye açamadıklarımı sana anlatmış olmak çok mu iyiydi sence?

boşver şimdi bütün geçmişi. silip at! bak söylemesi ne kadar kolay.

hanımlar beyler boşuna okudunuz bütün bu yazıyı. ben bu yazıyı kimselerin göremediği yazılarıma yazdım. başka hiçkimseye değil. lan yoksa?
şu arayan sen olsan, özledim desen, koşa koşa yanına gitsem, tüm ayrı geçirdiğimiz saniyelerin acısını çıkartırcasına sarılsam sana, öpsem seni bir daha.
.
sadece önce şaşkın
dibine dek beyaz sonra
iyi ki varsın, iyi ki yokum..

ben sana bir şey yazamadım. beni yanlış tanıdın, tüm renklerin bileşkesini yazacak kadar yetenekli değilim.. benim olayım havada uçuşan tatlı-ekşi mandalinalardan, bitiril(e)meyen romanlardan, sabahın 4ünde azan ilham perilerinden, susuz kalmış kaktüslerden, ve altına imzamı atabileceğim tek şey olarak bu entrylerden ibaret işte..

kabul edersen hocuları, morukları; berbat tespitleri ve soğuk esprileri, hepsini sana adayabilirim.

hala..

kaktüs çiçekleri hep böyle çabuk mu solar ?
doğru şeyi mi yapıyorum, yoksa tamamen ters bir yöne mi gidiyorum biliyorum. beni bu kargaşadan sadece sen çıkarabilirsin. ama bir gün başka diğer gün başka davranırsan ben sadece daha çok karışırım!
sevgilim olacak olana;

sen sen ol sakın sigara içmeme karışma.
'güneşi örten geceye aşığım senden sonra'.
(bkz: buralarda benim bacıma yazı yazan bi lavuk varmış)
(bkz: gene kime yazdın ulan bu yazıyı)
hava da karardı.
yine aynı gündü, yine aynı gece, ve yine tekrarlanacak sabahlamalarım.
sana demeliyim ki,
o kadar güzel olduğunu,
o kadar narin o kadar hassas, ki o kadar da mukemmel.
anla işte senin kadar mükemmel değilim,
sana layık değilim.
ama,
ama sana benden başkası da layık olamaz.
olur da buna inanasım mı gelmiyor,
inanmak mı istemiyorum.
düşüncelerim sanki kendimi inandırmış durumda.
yahu beni ben kandırmışım.
en başından beri,
ikilemlerimin ötesindeydi bu.
sana söylemeliyim ki,
beni hayatımın en yanlış zamanında tanıdın.
hani herkes yanlış zamandadır ya
bu öyle değil.
ağız burun dalasım vardı hayata.
sen olmayınca sigaramın tadı yok,
nefesimde oksijenim yok,
yazı yazacak ellerim yok.
hala ki etkinin olması,
kullanamadığım hislerimin.
sana demeliyim ki,
bu acelen niye,
bir koyun altına girmek miydi isteğin,
bu kadar mı açtın aşka,
gördüğüm başka koyunlar altındaki ey sen!
zamana hapsolmuş olduğumuzu sen de mi anlamadın.
hadi bunları da geçtim.
sen hala anlayamadın mı seni nasıl sevdiğimi?
kafalar da onca dolaşan düşünce izlerini,
sana olan bağlılığımı anlayamadın mı?
neden yapıyorum bunları?
neden hergün otobüs saatinde seni uzaktan izlememi?
seni başkasıyla görmek hoşuma mı gidiyor sanıyorsun,
bu acıyı kendime neden veriyorum bilmiyor musun?
keyfimden değil ya heralde,
seni birkez daha görebilmek yetiyor,
kendimi hemen yanındakinin yerine koyuyorum.
mest oluyordum.
akşamları yine hıçkırıklar,
yine bitmek bilmeyen saatler,
yine uykusuzluk,
yine tadsızlık,
hergününün böyle geçtiğini düşünür müsün?
düşünme! acı çekersin, istemem bunu.
ben bu yazıyı sana yazdım,
hayatının en önemlisi olmak için,
geri gelicem.
(bkz: #5193284)
uzun zaman geçmesine rağmen seni hala çok seviyorum. keşke bunu sana anlatabilsem. ne zaman seni görsem içim kıpır kıpır oluyor. konuşamıyorum. sadece bir iki kaçamak bakışla yetinmek zorunda kalıyorum. seni görünce havadan sudan bahsediyorum ya. aslında hepsi seninle bir dakika bile olsa konuşmak için. yüzüne bakabilmek için. bir gün beni anlaman dileğiyle...
şimdi be yazsam; ne okuyacak ne de haberdar olacaksın. en iyisi mi ben seni sevmeye devam edeyim, sen de benim farkımda dahi olma!!!
yalnızlığıma..

yaşadığım sürece yaşatacağım seni.
seni her gün daha çok seviyorum, yanımda olduğun anlarda bile seni özlüyorum. ne gariptir ki çok istememe rağmen seni sevdiğimi yüzüne söyleyemiyorum. sen biliyorsun söylemesem de oluyor sevgilim ama insan söylemeyi de duymayı da o kadar çok istiyor ki bazen. çoğu zaman çok hassas bu bünye her şeye alınabiliyor ama yaşadığım onca şeyi hesaba katarsan neden olduğunu bilebilirsin sende. kolay olmadı seni sevmek çok ama çok zor bir süreçten geçti bu aşk. yaşanan bunca zorluktan sonra aldığım ödülümsün sen benim, iyi varsın iyi ki benimsin sevgilim. ve yine sana yazıldığını bilemeyeceğin yazılardan birini daha sana yazdım canım okumasan da hiç, yada okuduğunda anlamasan da söylenecek tüm kelimeler sanadır bu hayatta...
kırılmış bir oyuncağının arkasından ağlayan çocuk gibiyim bu akşam. ne kadar garip bir adam her gece ayni şeye nasıl ağlar. yalnız kaldığı her dakika düşünmeye vakti olduğu her an. çalan bir şarkıda, güzel bir film karesinde. sen benim hiç aklımdan çıkmadın ki dilek tutmak için düşünme sürem olsun benim.

ne ellerini tutabildim ne de gözlerinin içinde kaybolmayı başardım. kendimi suçlayacak bir çok nedenim var. sana toz konduramıyorum hala. üstelik canımın tek sıkılma sebebi senken. insanları dinleyemiyorum sayende onların cümleleri kafamdan sekiyor ısrarla. umursamıyorum, senin bilinmeyenlerinin girdabından kurtulmaya çalışıyorum.

hayat okadar sıkıcı ki nerde hüzün var onun yanında bitiyorum. hayatıma yaya yaya her sabah her gece bir kez daha küfrediyorum kendime. boğaz akıntısında suları karışmayan iki denizi oynamaya devam edeceğiz hep. ben senin bir damlana bile sahip olamayacağım belkide. belki de benim aptallığımdır dimi? yazıktır bana neden sen. farkındamısın ama ikimizde kendimizi hiç sayarsak bir yere varamayız.

günler çabuk geçiyor bense hiç bir şey yapamıyorum karşında. duvarlar ördün dört bir yanıma sanki. kendimi karşında salak gibi hissetmemle bitiyor her gün. çabalayan bir adam var karşında prenses, sen ne kadar gözlerini kapasanda. öyle ki vazgeçiyorum bile diyemiyorum sayende. ben hala açılan her fincandan senin çıkmanı bekliyorum dört gözle.

seni beklemek, senin için çabalamak, gelecekte sana yer açmak okadar güzelki. belki yarın uyanmama yegane sebeptir bunlar. seni düşlemek, seni sevebilceğime inanmak, yağmurlu bir günde aynı şemsiyesi paylaşmak... ben seni çok istiyorum umarım sende bunu anlarsın geç olmadan.
seni bu kadar çok özlediğim şu zamanda, aslında özleminin bile bir başka güzel olduğunu anlıyorum bazen... herşey seninle güzel... hiçbir şeyim güzel olmamıştı senin kadar... varlığına sonsuz sevgiler, iyi ki varsın... seni çok seviyorum ve seni çok özledim...
küçücüktüm!

elinde büyüdüm, hayatın zor ve sabır gerektirdiğini öğrendim seninle; seninle ve beklerken. olgun olmayı öğrendim, ama her zaman bir yanım çocuk kaldı. belki sen de hep bu yanımı sevdin benim. büyütürken beni en değerli emeğinle, dizinin dibinde çocuk yanımla aç bencilliğimi...
sen her zaman daha büyüktün benden; ben ne kadar sabretsemde, gönlüm ne kadar senin kadar genişlese de, ne kadar çok öğrensem de, sen hep bir adım öndeydin. her zaman daha büyüktün.

ağlardım!

her o kelimeyi duyduğumda dudaklarının arasından, fısıldar gibi ve biraz da yarım; ben yanaklarımı yakan gözyaşlarına teslim olurdum ve bilirdim senin iki kişilik acı çektiğini. çünki sen; hem benim gözyaşlarıma yanardın hemde içine akıttığın gözyaşların dağlardı yüreğini. biliyorum; benim bir yanım senden hep zayıftı. senin varlığının korumasına ihtiyacı vardı ve güçsüzdü. sen hep dağlar kadar büyüktün gözümde...

giderdin!

o kaçınılmaz, hazin bekleyiş hep bir adım gerisinde dururdu eşiğimizin. her zaman böyle olmak zorundaydı; hep bilsem de geri geleceğini, bencil yanım seni hiç bırakmak istemezdi! küçük kollarımla ne kadar güçlü tutmak istesem de seni, asla sarılışımın içine işlemediğini düşünürdüm; çünki hep giderdin. önce kollarım ayrılıdı senden ama, elim son bir hamleyle eline sarılır ve avucundan küçücük ve biçare olarak sıyrılmaya başlardı. hep bilirdim geleceğini parmaklarını da çekerken parmaklarımın arasından.

ama sende iyi biliyorsun;

şimdi hiç ama hiç ağlamasam da, alışmış görünsemde dört duvar arasında ki yokluğuna; zihnimden kendini çekemediğini!
biliyorsun; üşüyen yanımı ve bir saniye sonrasını bekler gibi her zaman heyecanla beklediğimi seni!
zaman, anka kuşunun kanadında renkli bir tüy değil, tek boyutlu, amansız kabusları zihnime öbekleyen kısır bir döngü..kanatıp, iz bırakarak geçip gittiği halde beklemenin sonsuz boyutluluğuna hapsedip, özlemin kızgın kumlarında can cekiştiriyor..

karanlık tavana diktiğim gözlerimden oluk oluk yaşlar, yanaklarımdan kulaklarımın içine doğru,rahatsızlık verecek kadar çok akıyor. yinede ağlamayı tercih ediyorum. vücuduma ve zihnime sakinleştirici etkisi olan tek ilacın ağlamak olacağını hiç ummuyordum. böyle olmasa bile, kendime söz geçirip gözyaşlarımın bir tekini bile durduracak gücüm yok!

hata!

bu, azgın suların med-cezirde kayalıklara şiddetle çarpması gibi, beynimin içinde bütün hücrelerime bir bir çarpan, yine de seni düşünmekten ve özlemekten alıkoymaya yetmeyen, ömrümün en karanlık, ömrümün en sancılı ama ömrümün en tatlı gelen hatası! bunu, kendime milyonlarca kez söylememe ne gerek var.

belliydi işte;

ta en başından beri ayna gibi tam karşımda durmasına rağmen, yine de amansızca ve hatta umutsuzca yalanladığım belliydi..........ve hataydı!

ne yana kaçmaya çalışsam, gözlerinle karşılaşıyorum. başımı ne yana çevirsem, elini bana uzatıyor, ismimi fısıldıyorsun....korkuyorum! bile bile yangının tam ortasına gitmekten ne farkı var! her yanım bir orman yangını ve senin durduğun her yer bir yangın!

söyle sen mi ateşsin? ben mi yanıyorum?
yine yoksun; yokluğunu hiç birşey doldurmuyor bunu biliyorum. zaten yokluğunu doldurmak değil gayem. öyle anlamsız işlerde takılmak, zaten senin yokluğunda yaptığım şeyler ne kadar anlamlı olabilir ki!
geleceksin biliyorum, herzaman ki gibi beklediğimi biliyorsun.
biliyorsun; biz bir bütünün iki eşit, iki farklı, iki ayrı parçalarıyız.
biliyorsun sende benim gibi, biz ancak birarada bir anlam ifade ederiz; biz ayrıyken eksiğiz.
sayfalarca seni seviyorum yazmak fayda etmiyor, duymuyorsun sesimi!...
sevgili rüstem;

3 haftadan beri yüzünü güldüremedim. biliyorum bana çok kızgınsın, ama olmayınca olmuyor be rüstem. sevmiyorsun ama ne yapalım rüstem. kaderde varsa üzülmek....
söyle ey sevgili!

kalbe hükmetmenin yolunu bulan var mı şimdiye dek_

söyle ey sevgili!

bunu, insan kendisi mi seçiyor?

söyle ey sevgili!

sen mi demirsin? ben mi mıknatısım? bunu, bize veren gücün ne olduğunu, bizi birbirimize iten ve bizim birbirimizi çekmemizi engelleyen güç ne?

söyle ey sevgili!

bu tanımsızlığın tanımı ne?
dün doğum günündü ... kuru bir kutlama yapmak istemedim ama yardakçı bulamadım. arkadaşın şöyle demişti " şimdi alınır sıkılır onun afra tafrasını çekemicem ara kendin söyle" ısrar etmedim zaten bu sözünden sonra. boşver onlar kutlayacaklarmış zaten benm yerime de süpriz yapmış olsunlar. gönül isterdi ki satmadığım motosiklettim burda olsun, artçım sen olasın birlikte çamlıcaya gidelim, ben her zamanki gibi sıcak kahvemi içeyim sen de çayını ... bunca seneye inat tek başına kalmışlığını kırayım en iyi arkadaşın olayım derdini sıkıntını paylaşayım. herşeyine ortak olayım... sen istemedin ne yapayım :(
ben davet ettikçe sen kaçtın . yoruldum kovalamaktan bıraktım...
sana yavşamadım hiçbir zaman istesem öyle şeyler yapardım ki ... kıyamadım ...
aklımın köşesinden zerre gram kötülük geçmedi.
boşver böylesi daha iyi oldu be güzelim ...
dağıttım ben bu aralar ama olsun. daha beterlerini gördüm geçirdim bunu da atlatırız evelallah...
sen yüreğini korumaya bak...
- Hiç babamın elini tuttun mu rıza ?
+ Elbette beyim. Kaç kere tuttum ve öptüm.
- Sıcak mıydı elleri ?
- Ne sorarsam cevap ver!
+ Tabi sıcaktı efendim.
- Şimdi o eller nerede? Şimdi onlar belki bileğinden kopmuş, buzdan soğuk, beş tane kemikten kalem!
...

- Bu gözler, baktığı zaman gören, gördüğü şeyin hayâlini ayna gibi içine aksettiren bu gözler nerede?
Onlar birer fincan renkli suydu. Toprağa döküldü. Buhar olup bulutlara karıştı.Nerede bu adam rıza ? Gözünü, yüzünü, ellerini, ayaklarını bırak bütün terkibiyle, terkibinin tek ve yegâne mânasiyle nerede bu adam? Eridi, dağıldı, kurudu, ufalandı, silindi değil mi? Ya erimek, dağılmak, kurumak, ufalanmak, silinmek de ne demek? Her şey erir, dağılır, kurur, ufalanır, silinir. Fakat bu adamın terkibinden çıkan, terkibinin mihrak noktasından fışkıran hayat alevleri, varlık şevk ve kudreti, var olmak haz ve emniyeti nasıl silinir? Bu haz ve emniyet iradesi nasıl olur da miskin eczamızı birbirine lehimlemez? Leşimizi ensesinden kavrayıp ayağa kaldırmaz? Yoksa asıl giden, silinen o mu? Hayır! O silinmiyor. Belki değil, yüzde yüz silinmiyor...

Çatlarım, yine inanamam. Silinemez. Fakat nereye gittiğine, nerede gezdiğine, nasıl olduğuna aklımız ermiyor. Aklımız yetmiyor. Onun için çıldırıyoruz. Şu resme bak! Bir takım nebatlardan çıkarılmış boyalarıyle, muşambası ve çerçevesi karşımızda. O bir şeyin kendisi değil, taklidi. O şeyin kendisi yok, taklidi var. Bu nasıl güneş ki kendisi yok, dalgalarda aksi var? Yaşamıyoruz. Resimlerimiz, fotoğraflarımız kadar yaşamıyoruz. Mendilimiz, gömleğimiz, potinlerimiz kadar yaşamıyoruz. Bir sigara kâğıdını şu masaya koy, üstüne bir taş bırak, kapıları kapa ve git! Üçyüz sene sonra gel, yerinde bulursun. Belki sararmış, belki buruşmuş, fakat yine o. Bir sigara kâğıdı kadar yaşayamıyoruz. Kefenimizden evvel çürüyoruz. Duyuyorum! Kulak ver, sen de duyarsın! Toprak altında, milyarlarca kurdun, çıtır çıtır dut yapraklarını yiyen milyarlarca ipek böceği gibi, milyarlarca ölüyü yediğini duyuyorum. Ölüler! Gözsüz kulaksız kurtların içtiği köpüklü şampanya damlaları! Tozun toprağın mezeleri! Korkunç bir saklambacın korkunç oyuncuları. Kurtarın beni ebedilikten! Öldüm sizi araya araya...Kurtarın beni düşünmekten!

Allahım, ben yok olamam! Her şey olurum yok olamam. Parça parça doğranabilirim. Nokta nokta lekelere dönebilirim. Tütün gibi kurutulabilir, ince ince kıyılır, bir çubuğa doldurulur, içilir, havaya savrulabilirim. Fakat yok olamam. Madem ki bu kadar korkuyorum, yok olamam. Eczahane camekânlarında, ispirto dolu bir kavanoz içinde, düşürülmüş bir çocuk ölüsü gibi, yumruk kadar bir et parçasına inebilir, bir şişeye hapsedilebilirim. Fakat şişenin camından yine dışarıyı seyreder, önümden geçenleri görür, kendimi bilir ve duyar, kendimi ve Allahımı düşünebilirim. Razı değilim Allahım! Yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim. Bu dünyada bırakamıyacağım hiçbir şey yok. Ne deniz, ne ağaç, ne şehir, ne ev, ne kadın, ne de ben. Bu kalıbım, bu zarfım, bu kafesimle ben. Onların hepsini bırakabilirim. Fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. Razıyım bir toz parçası olayım. insanlar üzerime basarak geçsin. Canım acısın, duyayım. Canımın acıdığını duyayım. Razıyım bir kertenkele olayım. Kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. Tırnaklarımı tuğlalara geçireyim. Yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. Fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. Tuğlaların incecik zerrelerini sayayım. Kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim. Razıyım bir nokta olayım. Fakat o noktaya bütün kâinat, bütün mevcudiyle dolsun. Ben yok olamam. Ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm, fakat yok olamam. Her şey benim olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya vereyim. Fakat aklım bana kalsın! Aklım bana kalsın! Aklım!..
zaten yok gibiyken tam anlamıyla yok olmanın nasıl bir şey olabileceğini düşündüm, eksik olmayı hissettim.. buzmavi gökyüzünde pofuduk bulutları dağıtan uçağın büyülü görüntüsü daha da derinlere çekti beni o an yaşamakta olduğum insanı oradan oraya, nereye, savuran big in japan moodundan, kaybolmayı hissettim..