ben bu yazıyı sana yazdım

entry31009 galeri293
    620.
  1. ya bi' sktir git allah aşkına.
    6 ...
  2. 621.
  3. iki günde aşk mı olur, hassiktir oradan yalancı deme. oluyormuş, yeni öğrendim. ulan siz erkekler beyniniz, çükünüzle doğru orantılı hareket ediyor deme. eskiden öyleydi eyvallah, ama sen başkasın, cidden başka. ama şöyle dersen anlarım; ulan ben kim, sen kim ? avrupa'nın en 1. ünisinde okuyorum, sen istanbul'da siktiri boktan bir özel ünide baba parasıyla okuyorsun. ben 2 dil biliyorum, sen daha dahi anlamındaki de'yi ayıramıyorsun. ben hayat kurtaracam, sen insanları mutlu etmek için götlerini yalayacaksın. böyle dersen eyvallah, bir daha yazmam sana, ne buradan, ne msn'den. ama bunların dışındaki nedenler benim için teferruat be kuzum...
    8 ...
  4. 622.
  5. 623.
  6. Mırıldandığın her şeysin, sesinden öpüyorum
    sessizliğine de eğiliyorum fakat neredesin
    kapanınca harflerinin kapısı: Adın şiirim!
    Heceler gibi öpüyorum işte iki hecesin
    adından başlıyorum öpmeye kırlara çıkmış
    harflerinin arasından öpüyorum: Ağzın
    cennetim!
    Dilin hâlâ çocukluğun suyuyla terli
    ve haylaz suyundan öpsem küskün
    bir çeşmenin harflerin susuz. Dilin
    cehennemim
    Mırıldan dur bana, senin üstüne harf
    getirmem daha, ağız ağıza duruyor
    harflerin: Sevmenin birinci hâli gibi
    telaşlı duruyor da ben utanıyorum
    üçü bakarken birini öpmeye senin!
    6 ...
  7. 624.
  8. kendime kiziyorum hala ve hala. kutuphane kosesindeki kitaplarda, metrolardaki duvar yazilarinda, alisveris yaparken seni hatirladigim icin ve yeni sensiz bir hayata baslamak adina onca yol tepmisken elde bir hice sahip oldugum icin.
    6 ...
  9. 625.
  10. elini çenene koyup dinlerdin hep sinirli olduğunda yaptığın gibi ve bir kaş havada.
    saçma nedenlerle tartışır, burnumuzdan kıl aldırmadan devam ederken birden öperdin beni
    dudaklarımdan, erirdim.
    aynıydık bütünüyle aynı.
    aynı şeylerden zevk alıyor, aynı kitpları okuyor, aynı yemeklerden hoşlanıyor, aynı filmlerde
    gülüyor, aynı olaylar karşısında ağlıyorduk. sen bir şiir okumaya başlayınca ben tamamlıyor,
    ben bir kitaptan bahsedince sen sonunu söylüyordun.
    sadece tek bir şeyimiz farklıydı, oda sevgimizi gösteriş biçimlerimiz.
    ben haşin sever, bazen öpücüklere boğar, hırpalardım seni.
    sense, kırılacak bir biblo gibi davranırdın bana. bir bebeği incitmekten korkar gibi,
    tüy hafifliğinde dokunurdun yanaklarıma. uzun uzun durup beni seyrederken,
    gözlerindeki aşkı görmek için kör olmamak yeterliydi.
    sadece bana sarılırken sımsıkı sarardın, anne karnındaki güveni hissederdim. kokunu içime çekerken,
    nefesini hissederdim ensemde, ve bu anın hiç bitmemesi için dua ederdim.
    güllerden nefret ettiğimi anlamış olmalıydın ki, en başından beri kucak dolusu papatyalar
    alırdın hep bana. bahar gibi güzel yüzünde yine baharı yaşardım.
    "biliyor musun, en sevdiğim mevsim bahar" deyince beni elimden tutup b.sayarın başına oturtmuş
    hadi arayalım her zaman baharı yaşayayan bir ülke var mı diye, varsa gidelim demiştin gözlerin bir
    çocuğunki kadar parlayarak. biliyordum bunu laf olsun diye söylemediğini. bana olan sevgin karşısında
    çocuklar gibi ağlamaktan başka bi şey yapamadım o an.

    hasta olunca geceleri tetikte uyur, yönümü değiştirmek için döndüğümde bile, panikler
    iyi misin diye sorardın. gece elimi tutar, yarı uykulu sayıklamalarını duyardım, 'beni bırakma'
    vicdanının sesiymiş sonradan anladım.
    6 ay askerliğin süresince sensiz nasıl kalıcağımın derdini çekerken, bilemezdim bir ömür boyu
    seni göremeyeceğimi.
    çok sonraları öğrendim birinin olduğunu hayatında. dediler inanmadım, sormadım bile sana taki
    gözlerimle görene kadar.
    hiçbir şey demeden çekip gittim o evden beni bir daha asla bulamayacağın bir yere, her mevsim
    baharı yaşayan ülkeye.
    haberlerini alıyorum hala. pişmanmışsın, perişanım diyormuşsun,
    olmaz bal gözlüm olmaz artık, büyü bitti..
    iyi ol, sağ ol, uzak ol, ama bir daha görme beni.
    16 ...
  11. 626.
  12. 627.
  13. ben; faili meçhul cinayetlerin hem maktulü hem katili, tarifi imkansız bir sancının bariz müsebbibi, tüm kurulmuş ve kurulacak olan cümlelerin, belirtisiz nesnesi, zamansız zarf içindeki, sonuncu tekil şahıs, bütün orduları dagıtılmış, bütün aşkhanelerine girilmiş ve her köşesi bilfiil işgal edilmiş, fakat kendisi kimseye bir şey edememiş, edilgen, çatısız bir hayatın, oldukça yenik komutanı.

    sen; üç nokta art ardasın...

    alabildigince boşluk, bir tuhaf sarhoşluk...

    (bkz: sen benim hiçbir şeyimsin)
    8 ...
  14. 628.
  15. keşke kelimesine takılıp kaldım bütün gece..
    keşkeyle başlayan bir sürü cümle..

    hepsinde sen varsın..

    keşke hiç olmasaydın da..

    bu keşkelere takılıp kalmasaydım..

    keşke.
    30 ...
  16. 629.
  17. sanırım beni saçlarından fazlası etkilemiyor. saçların, biraz yaz meyvesi gibi sanki birazda gün ağarması renginde. çok uzun değiller, ama kısa da değiller.

    birde yüzün var aslında, bembeyaz, korkmuş gibi biraz.

    sen çok cesursun ama, sevdiğin şeyler hep tutku dolu, kimse yaşamamalı o denli tutkuyu, kalpler ağarlığa ne kadar dayanabilir ki?

    seninle görüşmedik hiç, sen beni görmedin, ben de seni.

    ama sevmek görüşerek olmaz,göğüs kafesiyle olur. sen göğüs kafesinle görebilir misin?

    uzaksın bana, çok uzak. ama sevmek uzaktan da olmaz.

    nasıl olur sevmek? ben anlayamıyorum bir türlü. madem sevmek güzel nerede bu işin tatlı yanı? hani, neredesin sen? sen olmadan sevmek olur mu?

    olmaz elbet. sensiz sevmek olmaz. sensiz hiçbir şey olmaz, olamaz, olmuyor.

    bu zamana kadar nasıl mı oldu?

    bu zamana kadar olmadı hiçbir şey, boşunaydı yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım, yaşadığım her şey.

    sevdiğimi sandıklarım kadar yakın olsan bana.

    bazen düşünüyorum acaba istediğim çok mu? evet, çok. seni istiyorum zira. sen çoksun, hayatta hiçbir varlığın kaplayamadığı yeri kaplıyorsun. sen bana ağarlık yapıyorsun. uyuyamıyorum, yemek yiyemiyorum, gülemiyorum.

    sevme beni boşver, lütfen. gidersin çünkü, biliyorum.

    edit: saçların uzunmuş.
    8 ...
  18. 630.
  19. yazdıklarımın hepsini aslında kimin için yazdığımı netleştirmek adına girdiğim bir entry'dir bu...
    hatırlıyor musun , "bu güneşli günü hiçbir şey yok edemez" dediğin zamanları? dünyadaki bütün kavramların, tüm iyilerin ve tüm kötülerin yok olduğu zamanlardı... sadece içimize üflenmiş ilahi nefesi ve doğanın ahenkli müziğini biliyorduk. güneş doğuyor , batıyor ve sonra tekrar doğuyordu. o zamanlar asla uzun süreli bir karanlığı düşünemezdik. ruhumuzu kaplayan korkuyu, dünyanın bütün çığlıklarının toplandığı ümitsizlik günlerini aklımızın ucundan bile geçirmemiştik.

    zamanla karanlık dediğimiz bilinmeyen, ışığı bastırdı ve tüm vücudumuza bize can veren kan misali dağıldı. sıkıntılar, kaygılar, utanç, pişmanlık yükümüzü gittikçe arttırıyordu. tembelliğimiz ve ebedi günahımız sabırsızlık resmin her geçen gün daha da yıpranması, renklerin matlaşması anlamına geliyordu. bu kadar ağırlığı kaldıramayan beden çöküp, sonsuzluğa hüküm verenin yanına gidiyordu. son vedadan önce yaşamını anlamlandırmak , taşıdıklarını huzur ve mutluluk limanlarında indirmek istiyor insan. bunun için herkes farklı bir rota, farklı bir gemi seçiyor. hatta bazen o kadar hafifliyor ki hiç yorulmayacak, günün birinde yere düşmeyecekmiş sanıyor. oysa herkes bir gün yaşamak için doğduğu hayatı tamamlayıp asla açıklanamayacak bir sürecin ardından uzaklaşır diğerlerinden.

    biliyorum ki yorulmadan koşan kimse yok . bazılarının yorgunluğu para, bazılarınınki yalnızlık , bazılarınınki ise bilinmezlik...hepinizin ne kadar muhtaç olduğunuzu biliyorum. gücünüzün sınırını , sakladığınız güçsüzlüğü... ben sizlerin kendini görmesi için yazıyorum. taşıdığınız yükün belinizi ne kadar büktüğünü aynadan görebilmeniz için. yazdıklarımla ulaştığım "sen" ...işte ben senin için yazıyorum. ezik, asosyal, varoş, fakir, yumuşak olduğunu görebilmen için...çünkü tüm korkular, acılar , bedenine yüklenen bütün bu yük aslında kendinle yüzleşememenden. oysa her şeyi kabullenip, kendini bu beden ve ruhla sevsen belki de bütün yükten kurtulacak ve belki uçabileceksin. daha fazlasını, aklına bile gelmeyecek şeyleri yapabileceksin. ben , "sen"in için yazıyorum ...bu yaptıklarım hep sizlerin uğruna canlarım
    9 ...
  20. 631.
  21. Her doğan güneşi seninle karşılayıp, aydınlığını aya devredip sıcaklığını bana ödünç verip sessizce ufuk çizgisinin ardında kaybolana kadar, birbirimize olan açlığımızın sonsuzluğuna şahit oluşuna çocuk sevinciyle eşlik etmek istiyorum. Seni çok fazla istiyorum şu sıralar. Seni seviyorum...
    5 ...
  22. 632.
  23. isteyemeyecek kadar çokum, veremeyecek kadar yokum.
    Sevebilecek kadar adam, kaybedersem ölecek kadar çocuğum.
    isyan edebilecek kadar inkar eden, duana muhtaç olacak kadar inanan.
    Yersiz, yurtsuz, silahsız, kalkansızım.
    Körüm, sağırım, dilsizim, kimsesizim.
    Yalnız kalamayacak kadar kalabalık, ağlayamayacak kadar yalnızım.
    Sensizim, kendimsizim...
    5 ...
  24. 633.
  25. Ay ışığında nefesini özledim. Gözlerini benden kıskanan gözkapaklarına konan, ufacık busenin yüreğinden gelen o derin nefese dönüştüğü an, kollarım arasında minik bir serçeyi kıskandıran çırpınışını özledim. Ve bütün bedenimi saran, şehvetten arınmış, şükür dualarının en büyüğüne sebep bütünleşme ve var oluş ispatını özledim. ihtiyacımsın. Hissiz ve çaresiz bir battaniye ısıtamıyor rüyalarımı. Sihirli dokunuşlarının müptelası duygularım, arzularına esir.
    Ben sende rehin...
    6 ...
  26. 634.
  27. geçmişine önem veren her insan gibi, ben de geçmişteki insanlarla bugün arasında ince bir bağ kurma niyetindeydim. hayır bu onları şimdi' mde yaşatmak için yapmış olduğum bir şey değildi; ve sanırım sadece biri anlıyor aslını bu işin, gerçi ben bu yazıyı ona yazmıyorum.
    sana verdiğim önemi, bir idda sonucu olarak algılayan şahıs : buklelerin bir daha açılmayacak düğümlere dönüşücesice, nasıl bu kadar kör olabildin ? nasıl elin veletlerine inanıp, herşeyi silebildin ?
    6 ...
  28. 635.
  29. bir damla kasım yağmuru muydu seni içime damla damla akıtan, yoksa yağmur öncesi fırtına mıydı seni esmesiyle iliklerime kadar işleyen bilmiyorum. hiç düşünmedim o şarkı mıydı seni yüreğimin en derinine kazıyan? bir çift ela göz müydü göz bebeklerime resmini en sert fırça darbeleriyle çizen? gözlerimi kapattığımda sen, açtığımda sen. bu defa en derine gömüyorum deyip her defasında yanıbaşımda duran yine sen. zifir karanlık gecelerde penceremin camına güneşi çizen, yağmur olup yüreğimin kurak topraklarına yağan, yapraklarımı yeşerten sen. keşke beni anlayabilsen.
    6 ...
  30. 636.
  31. 637.
  32. Sevgilim, şimdi sana soğuk ellerin katliamını anlatacağım.
    iyi dinle.

    Birdenbire, devrilen kum saatini büyülü eller düzeltti ve zaman, kaldığı yerden akmaya devam etti.

    Gözlerini iki adet buz gibi el kapladı. Ne olduğuna anlam veremeden, gözlerini kırpıştırmaya başladı ve elleriyle, o soğuk elleri suratının ortasından ittirdi.

    Baktı, inanamadı, tekrar baktı... Gözlerine inanamıyordu, "o" buradaydı, az önce arkadaşına birini "o"na benzettiğini söylediğinde, arkadaşı "Her gördüğün sakallıyı deden zannetme." diyerek gevrek gevrek gülmüştü oysa...

    Yanına oturdu, elini tutup, gözlerinin içine baktı, sessiz sorularına, sessiz cevaplar alıyordu. Sessizliği bozan tüm titreşimleri, şehir, bir uğultu halinde anlamsızlaştırıyordu. Sorular, siyahla beyazlar arasında gidip geliyor, beyazlar kirlenerek, önce gri sonra siyah oluyordu. Sessizliğin ardı arkası kesilmeyince, "Hadi!" dedi, "Kalk, gidiyoruz." Şaşkındı. Nereye gideceklerdi ki ?

    Soğuk eller, ellerini tekrar kavradı, gözlerinin içine baktı, kırgındı, belli belirsiz kızgın belki de. Ama onu tanıdığı zaman zarfında, suratını bu kadar astığını bu ana değin görmemişti. Üzgün, çaresiz, ve "Lütfen beni yaralama." diyen gözlerle son kez birbirlerine baktılar. Gözler, sessiz bir anlaşma imzaladı. Eller yavaşça birbirinden ayrıldı, tenler, belki son kez, ilk kez gerçekliğe dokunduğunu hissederek uzaklaştı... Arkalarını dönüp yürümeye başladılar. Mavi belediye otobüsünün önünde durduğunu farkedince, yavaşça çıktı basamakları, boş bir koltuk bulunca, bitkin bedenini hoyratça fırlattı, derisi soyulmuş, demirleri paslanmış koltuğa. Kafasını kaldırıp etrafındaki insanların varlığının farkına vardığında, sanki herkes suratındaki aptal ifadeye bakıyordu, kolunu pencerenin kenarına dayayıp, alnını avcunun içine aldı. Kulaklarında yankılanan ses, ona "Boşver." diyordu. Duraksadı. Biraz sonra, aynı sesin, "Geri dön bak arkana..." dediğini anımsıyordu. Aniden kafasını çevirip arkasına baktı, soğuk eller gittikçe küçülüyordu. Ayağa kalkıp, hızlıca otobüsün kapısına erişmeye çalıştı. Düğmeye bastı. Durağa geldiğinde, önündeki kapı hışırdayarak açıldı. Otobüsteyken, indiğinde koşmayı düşünürken, inince, duraksadı. Cebinden son dal sigarasını, ve karalar bağlamış çakmağını çıkartıp, tütünü ateşe verdi...

    Vazgeçti, soğuk ellerin gölgesi olmak istemedi. Koşamadı, yürüyemedi, bir süre dikildi. Ardından, yürümeye başladı, hızlı adımlarla yürümeye başladı. Rüzgar, rimeli akmış gözlerinden aşağı inip, yanaklarını sıyırarak, zaten darmadağın olmuş saçlarını, biraz daha karıştırmaya niyetliydi.
    Bir süre sonra, zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varamadan, kendini, evinin kapısının önünde buldu.
    Kafası kadar karışık çantasında, on dakika kadar anahtar arayıp, nihayetinde buldu karalar kaplı hayatının karalar kaplı tek nesnesi olmayan, kara, tahta kapısının anahtarını.

    Yavaşça açtı kapıyı, önünden siyah saçlı bir adam silueti geçti. irkildi.
    Arkadaşının söyledikleri, beyninde yankılandı tekrar, nedense, "Her gördüğün sakallıyı, deden zannetme." diye... Önünden bir adam geçmediğini, rengi solmuş koltuğuna oturup, önce başını avuçlarının arasına alıp, sonra gözlerini ovuşturduktan sonra farketti. Düşünceliydi. Düşüncelerinde, hayata bakışını değiştiren bir karamsarın dizeleri, aşağıdan yukarıya doğru aktı adeta. Fon kapkara, kelimeler bembeyazdı..."Ben seninle sıkılmamayı, seni ararken öğrendim." diye söylendiğini hatırlıyor.

    Hayat kadar siyahı, ölüm kadar beyazın içine daldırmak istedi artık, bitkin düşmüştü. Yastığı, başını, yatağı, bedenini itti adeta. O kadar birbirine girmiş hissediyordu içini, an geliyor organlarının yer değiştirdiğini, kalbinin, midesinde attığını zannediyordu, an geliyor, "Hayır, içim boş benim, içim yok. içim yok." diyordu.

    Bir sigara yaktı, başını pencereden dışarı uzatıp uzaklara dalarken, sakinleşti. Duman, içini ısıtıp, ayaz, tüylerini ürpertirken.

    Ama bu sigara görevini başarıyla tamamlamıştı, günün son sigarası olmuştu. Hayat kadar siyah, ölüm kadar beyazın içine dalmıştı, ufak kanepenin üzerinde, açık kalan pencereden esen rüzgar ve ürperen bedenle... Bulutların üzerinde, bilinçaltıyla savaşıyordu.

    Umutlarla korkuların savaşında, korkular, umutları, göğüs kafesinde safdışı bıraktılar, umutların sığınağı kalp, korkulara teslim edildi.
    7 ...
  33. 638.
  34. herkes bana seni suçlarken seni suçlamak gelmiyo içimden. herkes senden nefret ettiğimi düşünüyo ya da seni artık hatırlamadığımı falan. senin düşünülmeye bile değmiçeğini düşünüyolar insanlar ben sana kızamıyorum bile. ne dersin belki de hala sana kızarsam kavga edip kusuceğimizi düşünüyorumdur, belki de hala ben sana kızarsam senin bana daha çok kızıcağını düşünüyorumdur, belki de hala sana kızarsam mutlu uyuyamıcağımızı düşünüyorumdur ne dersin belki de hala alışamamışımdır yokluğuna. yanına gelmeyi, elini tutmayı, otobuse binerkenki vedalaşmalarımızı, aptal kavglarımızı, birlikte çay içmeyi, gecenin bi yarısı yediğimiz tatlıları, sana yemek hazırlamayı, deliler gibi yürümeyi alışveriş yapmayı, maç izlemey,i saatlerce birbirimize gunumuzun nasıl geçtiğini anlatmayı, sana sevgilim demeyi, senin olmayı ozledim ben
    6 ...
  35. 639.
  36. 640.
  37. sana yazıyorum, anla artık. imanım gevredi anasını satayım.
    7 ...
  38. 641.
  39. 642.
  40. hayatın ilmek ilmek atıldığı günlerde zihne kazandırdığı hatıralardır geçmiş...

    o anları hafızalarımızın derinliklerinden çıkaran, bir tat belki bir koku belkide başka bir şey bilinmez...

    işte ufacık bir simgeyle geçmişe dönebiliyor insan, çünkü hiçbir şey kaybolmuyor , hatta ölünmüyor bile, havanın boşluğunda geri gelmeyi bekliyor zaman; hatta belki insan!

    O günlerden biri...

    Belki günaydın dediğimde sabaha, geçmişin izinden kurtulamayacağımı henüz farketmemiştim...

    içimde büyüttüğüm geçmişinden kaçamayan bir insanın hüznü ve evet dünya karşındayım diyen bir yiğidin cesaretliliği...

    Nefes almaya çabalıyorum,

    Ayaklarım yalınayak kalıyor,

    Ellerimi açıyorum semaya dua etmek için ellerimin kanıyor...

    içimdeki kin ve nefreti akıtmak istiyorum olmuyor ,

    insan içindeki kin ve nefreti akıtabildiğinde bir kuş gibi özgür olur diye düşünüyorum,

    Evet çocukluğumdan beri istediğim bu bir kuş olmak...

    Hayatıma mutsuzluk veren herkesi affettim ,

    Bugün hasta yatağında benim sesimi duymayı bekleyen birini hala affedemeğimi farkettim...

    Şu an, şu vakit seni affediyorum...

    Bana yaşattığın tüm mutsuzluklar için sana minnnetarım,

    ışıldayan gözlerimi, kin ve nefretle donuklaştırdığın için,

    Hayatımın elimden kayıp gitmesine müsade ettiğin için,

    Öfke ruhuma hakim olduğu için ,

    Yeni bir ben yarattığın için,

    Evet ben hepsi için sana teşekkür ediyorum...

    Ben bugün seni affettim,

    Bu satırlardan sonra aynaya bakacağım ve eski benden eser kalmayacak...

    Gözlerimin yeniden güleceğini ve yeni dünyamda mutlu olacağımı tüm kalbimle hissediyorum...

    Ben bu yazıyı sana yazdım,

    Geçmişimdeki adama,

    Hayatımı tam toparlamaya başladığımda, karşıma çıkan kendini hatırlatan ve dünyaya küsmeme neden olan adama...

    Ben bu yazıyı sana yazdım...

    Biliyormusun ben bugün güçlüyüm bunu tüm kalbimle hissediyorum,

    Yeni dünyanda mutlu olmanı diliyorum,

    Ve yaşattığın tüm kalp kırıklıkları için seni affediyorum...
    7 ...
  41. 643.
  42. gözlerindeki sessizliği okuyorum
    yanlış bir aşkın arkasından bakarken korkmuş ve yalnız
    bir çocuk gibi cesur
    bir kadın gibi gururlu
    ve bir erkek gibi ihanetin izlerini taşıyor gözlerin
    gitmek zor gelmesin sana ki
    zaten dönmüşsün arkanı
    başın hafif solda
    gözlerin duvarı izliyor
    ağlıyormuş gibi yapmaktan vazgeç
    gözyaşına yazık oluyor
    durma
    durma çünkü ben
    çünkü ben
    ben kim olduğumu bile bilmiyorum
    ne işim var benim bu çöplükte
    daha ne kadar izin vereceğim
    tanrının sims karakteri olmaya

    ama o hala gideceğini söylüyordu
    artık içinden siktir çekiyordu ona oğlan
    odanın damalı zemininde
    kendi köşesine çekilmiş
    ağlıyordu loş ışığın altında
    o sevmezdi böyle şeyleri
    bu duygular
    bu romantizm ona göre değildi
    belliydi
    ama o aşıktı
    ne farkederdi ki
    orospusu onu terkediyordu
    kedisi de ölmüştü zaten
    ağlıyordu

    dünya çok hızlı dönüyor
    başım da dönüyor
    üstümden geçen martılar
    suratıma sıçıyor her seferinde
    sanırım kusmak üzereyim
    çığlıklar çığlıklar çığlıklar
    çok acı bağırıyor bu gotik cüce
    ah Dani
    rastaların çürüyor

    siyah-beyaz bir aşkın ortasında
    çok romantik günler geçirmekteydi oysa esas oğlan
    sandığından daha mutlu olduğunu düşleyerek geçiyordu günler
    ve sandığına tıkıyordu sorunlarını
    ne yazık ki kilit pas tutmuş
    ve dağılmış sandığın içindeki bütün evraklar
    odaya kara bir sis çökmüş
    oğlan uykudan uyanmış
    rüya bitmiş
    ve o çoktan gitmiş..
    5 ...
  43. 644.
© 2025 uludağ sözlük