bu kadar yabancı kalmak zorunda mıydın bana oysa ne de akrabaydı düşüncelerimiz,kuracağım bir cümleyi benden önce kuruveren sen değil misin?
bu yüzden daha az yaşayacağım senden,seni daha cok yaşatmak icin susacağım belki...
gitme! ne olur sende gitme yanımdan.sana da yazıyorum ya işte yalnızlığımı, sanada ağlıyorum ne kadar uzakta oılursan ol.sesini duymasamda yanımdasın biliyorum, hep benimlesin.her kavgamda, her kaybedişimde, her acımda, her mutluluğumda, yalnızlığımda, gülüşümde, her ağlayaşımda yanımdasın şimdi olduğum gibi.hep olduğun gibi.kimseyi senin kadar sevemedim ben belkide, yakın görmedim kendime senin kadar.ne kadar yol olursa olsun seninle konuşuyorum ve duyuyorum sesini hep.ne dediğini biliyorum , ne anlatmaya çalıştığını, neleri yanlış anladığımı, ne kadar yanlış yaptığımı anlıyorum şimdi.üzdüğümü anlıyorum.üzgünüm herşey için.umarım bigün bütün bunları okuyabilirsin.umarım hepsini görür ve affedersin beni her şey için.bütün yaptıklarım için.
senmişsin aşk yeni anladım.bazen sen ,bazen gözlerinmiş aşk.içimdeki boşuk aşkmış, senmişsin.''ilk'' lerim ve -umduğum- ''son'' larımmışsın yeni anladım.günlüğümün her sayfasındaymışsın aslında ne kasdar tanımasamda seni önceden.kolumdaki saçma yazılarmışsın, sınavlarda uydurduğum cevaplarmışsın, arkadaşlarım, dinlediğim şarkılar, bütün maviliklermiş gözlerin boğulduğum, yürüdüğüm yollar sana çıkıyormuş hep, döktüğüm gözyaşlarıyla senin ismini yazmıştım heryere.ve...sana yazmışım ne yazdıysam.seni yaşamışım hep farkında olmadan.
ben bu yazıyı sana yazdım. okumayacağını bile bile. yazdığım mektup ve çektiğim mesajlar kadar sevgi dolu.
içimdeki burukluğu, mahcubiyetimi anlatan, belki de anlatmaya yetmeyen.
beni rağmenlerimle seven, sevdiğim, ruhum... yürekse yüreğini sonuna kadar ortaya koyan, fedakarlıkta sınır tanımayan, çizdiğim yolda elimi sımsıkı tutan sevdiğim, gördüğüm en büyük yüreğe sahip insan. iyi ki varsın.
- ben bu yazıyı sana yazdım
+ ver bakim ne yazmışsın....
- ...
+ allah belanı versin senin "bulaşıkları yıka, çöpleri at" yazmışsın.
- napim olm evi bok götürüyor bende yerleri süpürücem.
seninle aramızda sadece iki cam varken ve hep bu kadar yakın olmayı düşlemişken birbirimize, aramızda büyük mesafeler olması çok acıttı içimi bugün. histerik kadınlar gibiydim tüm gün, beni bu kadar sarsacağını düşünmemiştim. halbuki her sabah bir gün burada göreceğim seni diye hep aynı noktaya bakarken aynı yolda, nihayet gördüğümde aslında görmedim çünkü sen o değildin, bir yabancıydın...
beni sensizliğe mahkum ettin. ne bir ses , ne bir haber .tüm kapıları kapattın .nerdesin , nasılsın , ne yapıyosun ? beni cevapsızlığa mahkum ettin.oysa ayrılsak da dedin , ayrılsak da hep hayatında olucam. hani ? nerdesin ? dön , geç olmadan dön . ben seni hiç etmeden dön.ben seni yok etmeden dön. dön . ben seni unutmadan dön. ben bir kez daha böyle katışıksız , böyle çok sevebilir miyim bilmiyorum.bu sevgi yalan olmadan , ziyan olmadan dön.dön pandam ...
biliyor musun verdiğin hediyeyi dolabımdaki kapağı kapanmayan eski insanlar kutusuna kaldırdım... artık hep böyle o hediye gibi eski insanlar mezarlığında kalacaksın...
bunu bilmek kötü değil mi? hatırlar mısın her şeyi bilmek hep acı verir demiştim... hatırladın mı? ...
yazıp yazıp da sayfaları yettiremediklerini esas görmesi gerekene gösteremediğinde başkalarıyla paylaşıp biraz içini hafifletmek isteyenlerin yazıp yazıp sayfalar yettiremediklerini paylaştıkları başlıktır.
*houston, burada sorun var
devreler yandı houston
sana çok ihtiyacım var
herkesten parçalarla bir sen yapmayı deniyorum
7 yıldır beceremiyorum
houston, burada sorun var
ve arada lanet kocaman kıtalar var...
belki ilk defa korkuyorum böylesine sevmekten. içim burkuluyor, ince bir sızı kaplıyor yokluğunda benliğimi. aklımdan çıkmıyor birlikte geçen saatler. her anı tekrar tekrar yaşıyorum. ahh bir bilsen seni ne çok özlüyorum.
avuçlarımda kalbin, biliyorum. kapatmaya korkuyorum, boğulmanı istemiyorum. bir taraftan da uçmandan endişe ediyorum. bağlanmaktan ölesiye korkuyorum.
zaman sensiz akmıyor. 9 saattir üşüyor ellerim, ürperten sesini telefonla değil sıcak nefesinin boynumu okşayışıyla duymak istiyorum.
bir bilsen seni ne çok özlüyorum.
ey narin menekşe
ey pamuk şekeri gülüşlü
ey selvi boylu şey
her bir kirpiğim özledi kirpiklerini
ince ellerin ufuğa uzandığında güneş doğmuş oluyor mu hala ?
boynun omuzuma kaldı, ve ben o günden beri kıpırdamıyorum biliyor musun ?
kahvem de soğudu seni seyrederken.
ve tüm ateş böcekleri ellerinin inceliğine dalıp güneşe yöneldiler
ey şirin şemsiyeli
ey mahçup papatya
ey yüreğinin sıcağı eklemlerimi burkan güzellik
kağıt gibi büküldüm sen kalemini kaldıralı alın yazımdan
mütemadiyen üşüyorum yaz gelişlerinde
parçalı bulutlu tüm mutluluk avunuşlarım
ey sarmaya kıyamadığım prenses
ey zeyin gözlerinde hapsolduğum evren
ey ellerinin kıvrımlarında kaybolduğum gizem
unutmadım seni...
yağmurdan kaçmak için ortaklaşa taksi tuttuğumuz günden hatırlıyorum seni. gülümsüyordun. hasta olduğun her halinden belliydi ama böyle ölmeyi hak etmiyordun. olmadığın bir sabah ortasında, bursa ile beraber oturmuş ağlıyorduk. soranlara içinde adın geçmeyen şarkılar söylüyorduk.
ki ne yağmur..
kimin ağlayıp, kimin güldüğünü birbirine karıştırırcasına. dünya dönüyorsa madem, durduğumuz yerde kaybolabilir miyiz dedim acaba.. hem de belki yarın sabah yine geçersin büfenin önünden.
güldün..
ben durdum, sen kayboldun. dudaklarının arasında adımı duydum. çekip almaktan başka çarem yoktu ki, taksi durdu. indik, kayboldun.. indiğimizde yağmur bile durmuştu. bu sabah yine yoktun..
ki şimdi unutsan da uyuyamazsın düşünmeden.
hem beni, hem seni sevdiğimi..
yağmur kaçılacak bir şey de değildi oysa. ve tıpkı aşkta olduğu gibi ıslatmalıydı adamı. belki de bu yüzden sarılırcasına kollarını açar insan gökyüzüne. çektiği çileye güler, kahkahalar atar ıslanırken.
dedim,
güldün.
zaten ben ne desem gülüyordun..
adımı söyledin, çekip almaktan başka çarem yoktu dudaklarından. taksi dursa da, ben durmayı düşünmüyordum ki.. öldün zannettim yağmur bitince. oysa sen, yarın sabah yine geçeceksin büfenin önünden.
kaldırımların soğuk lekeli izlerinde buldum uçup giden yüreğimi..
seni görmek kendimi görmek gibi; aynaya bakıp bakıp kendime küfretmem gibi..
seni anmak; dilimin ucunda sevdiğim bir içki tadını almam gibi ve hiç haz etmiyorum artık bu acımsı taddan..
bu dünya naylon ya hani; herhangi bir parmak izi gibi pis ve kirliyim bende.
bugün öfke doluyum herkese, her şeye..
sen ve ben bugünlerde dillere dolanmışız laiklik gibi...
birimiz din birimiz devlet sanki..
sözde cumhuriyetciler ille de ayrılın diye tutturmuş
yeşiller hepten istemiyor..
solcular laiklik bu değil derken,anarşistler laiklik hic olmadı diyorlar..
bize ne olduğumuzu soran yok...
biz yalnızca yaşıyoruz...tarafsızca...*
hastaneler...
insanı olgunlaştıran nadir mekanlardan biriymiş, öğrendik.
" hayat stajı " nedir onun öğrenilip bizzat tecrübe edilmesine olanak sağlayan bir yermiş, kavradık.
orada her türden insana rastlayabilir, binlerce hikayeye ve yaşantıya tanık olabilirsiniz. misal;
doğru dürüst herhangi bir sağlık güvencesi olmadan, elinde üç kuruş parayla oradan oraya koşturanlar mı dersiniz yoksa kimsesi olmayıp günlerce hastane köşelerinde sürünenler mi?
ya da o filmlerden de gayet aşina olduğumuz büyük ameliyathane kapılarının önünde bekleyen insanlar mı ? umutta var orada, bekleyişte ve tabiki birini yitirilecek olmanın bilinciyle korku da.
kısa bir süre önce yeni mekanım gibi olmuştu bu hastaneler. yani şu soğuk yapıları ve her daim ilaç kokusuyla dolu mekanlar.
bir zamanlar kimse sokamazdı beni böyle ortamlardan içeri. fena halde can sıkıcıydı çünkü. etrafta sürekli hasta suratlar, ağır kokular, vazgeçmiş gibi görünen ve feleğin okkalı tokadını yemiş binlerce insanların mekanı gibiydi. o yüzden duramazdım öyle çok. boğulur gibi olur kendimi hemen dışarıya bir yere atardım. yıllarca böyle kaçtık ta ki yolumuz düşene kadar. günler geçti. az uyuduk çok bezdik lakin bir şey diyemedik. sağlıktı bu sonuçta, çekilir dert değildi belki ama o zamanla iyileşecek, tekrar evimize dönecektik.
sabır...
mühim bir mevzuymuş cidden. insanı olgunlaşıyor. katlanabilmeyi, her ne olursa olsun bir zamanlar "asla yapamam" denilenleri sırasıyla ve layıkıyla yapmayı öğretiyor. gereklilikler ve sorumluluklar eski asiliği silip atıyor ve zamanla "hastane insanı" oluyorsun.
yani zamanla gördüklerin seni etkilememeye, bir nevi doktor duyarsızlığına ulaşmanı sağlıyor. bu bir tür soğukkanlılık gibi. gördüklerin sıradan hadiseler halini alıyor ve öğreniyorsun;
evet, her şeyin başı sağlık.
ve evet, hastaneler hala nefret ettiğim mekanlar listesinde başı çekmekte.
lakin yaşam şahane tecrübe sahasıymış onu öğrendik. en başta da dediğim gibi, orası bir nevi hayat stajı gibi.
hayatta tecrübe sağlayan nadir mekanlardan biri.
elbette ortak temenni hiç kimsenin oraya deyim yerindeyse düşmemesi, uğramamasıdır. lakin emin olunuz, zamanla görüp tanık olduklarınız hafızanızda unutulmayacaklar kategorisinde uzun süre ikamet edecek cinstendir. en azından şunu öğreniyorsun;
ne şartlarda binlerce insan öyle ya da böyle yaşama azmine kaldığı yerden devam ediyor. binlerce dert var, binlerce keder.
işte bu nedenle bir zaman sonra " hayatım berbat " derken bilinçli olarak dememeyi seçiyorsun.
çünkü çok daha zor hallere sahip binlerce insan gördün, tanık oldun ve öğrendin.
hayat, hevesle sürekli ders veren idealist bir öğretmen gibi. hiç vazgeçmiyor.
annecim geçmiş olsun, sen gözünde ısrarla durmayan gözlüğünle bu satırları okuyorken ben büyük ihtimalle seni öpüyor olacağım.*
acılarımın geçmesi gerekiyor. bu yüzden yine ben sana oturmuş bilgisayar başında yazı yazıyorum.
duygularımdan emin olmadığım bir anım olmadı benim. yanılmamışım. ben seni sevmişim. zaman ve mesafe... iki en büyük düşmanım. bilmiyorum belki onlar olmasa da sen yine beni istemeyebilirdin. hiç emin değilim. sadece bir kaçış yolu olarak görüyorum. aslında ihtiyacım var bahanelere.
ben yine sana içimden geçenleri söyleyemedim. yine sustum. aslında ne söyleyebilirdim onu da hiç bilmiyorum. "tarifsiz duygular içindeyim" demişler ya işte ben de öyleyim. sana "seni seviyorum" diyebilmeyi oysa ne kadar çok isterdim ama dememeliydim. sana göre bu sevgi olamazdı, biliyorum. belki beklediğim kişi sensin; hayatın bana sunmasını beklediğim adam. bilmiyorum.
sana artık yalvaramam. kendimi daha da küçültemem senin karşında. sen bilmesende ben seni sevmeye devam edecem. biliyorum ki ben bunu yaşıyabilecek kadar güçlüyüm. sana aitken yüreğim bir başkasını sevemem daha doğrusu severmiş gibi yapamam. ben oyun oynayamam duygularla. zaten sana karşı yenilgimde rol yapamayışımdan ibaret.
şarkıda da dediği gibi "belki bir gün özlersin". özlediğin gün ben yine senin yanında olacam sen hissetmesen bile çünkü ben seni her gün özlüyorum.
senin umrumda değildi belki ama sen giderken içimden dönüp sana son kez bakmak istedim, dönüp bakamadım. biliyorum ki yüreğim daha çok acıyacak. hissettiklerim daha çok acıtacak canımı.
sordum, cevap verdin. sustum, baktın ve benim içim acıdı. ve şimdi giderken sen kanayan yaralarıma pansuman yapmak için kimden yardım isteyeceğimi bilmeden oturuyorum.
kanalizasyona bağlı bir sokak ızgarasından çoktan kaçmış, şehir suyuna karışmış ve yer yer dudaklarına değmekte olan
gözlerini saklamak için taktığın, içinde gözlerini saklayan bir şapkayla sen..
en son yıllar önce bir tren geçmiş olan bir duraktasın hala. ya da sevgilim diye seslendiğimiz son sokak kedisi. ağzında çalıntı şehir parçası, toprağın altında yaşıyor şimdi. ya da toprak sırf onu sarmak için ölmüş yıllar önce. ve tren son geçtiğinde, en son sen geçtiğin için, bursa demişler adına..
ismini aradığım bir kaldırım taşı altında birikmiş yağmur suyu, kollarında can yelekleriyle avuç açmış mutlu olmaya.. boğulurcasına.. dudaklarından kan sızmış sokak kedisi parçalarken kenti, sevgilim diye seslendiğimiz son şiir, adın olsa gerek.. sen durakta o gelmeyen treni beklerken, ben ardında koşuyorum, elimde numarasız bilet.. ve sevgilim dediğimiz son sokak kedisi, çoktan ölmüş bir toprağın altında yaşıyor hala..
hepiniz..
yaralanmaya meyilli olup bilinmeden ölen de..
şüphe çekmemek için lunaparkta öpüşmeyi tercih eden de..
sen de..
tahmin ediyordunuz, benim size dair şiirler yazıp boğulduğumu.
kahvecinin oğlu da olsa, gazoz kapağı vermeyeceği adamları seven kadın..
bir gece yarısı rakı sofrasında, sarhoş bir adamca bıçaklanan beyaz peynir..
biliyordunuz..
''bahçenize erik çalmaya girsem de bana taş atsan'' diye duaları olan bir çocuk gibi, kimsenin bilmediği oyunlar keşfettiğimi..
tek notalık adı olan kadınlar sevdirdi oysa.
mi..
sen de mi?..
belki böylece öğrenebilirsin karanlıktan mı, yoksa görmemekten mi korktuğunu. bahçenizde hiç erik olmadıysa bile ve karanlık, senin yokluğunun diğer adıysa, ne taştan kork derdim ona, ne aşktan..
bir tek kulaklarımda senin adın,
en sevdiğim kadın..
hep derdin ya "bu zamana kadar kötü gitti diye hayat bundan sonrada kötü gidecek diye bir şey yok! hem bak ben geldim her şeyi iyileştirmeye, yeniden düzeltip güzel kılmaya" diye, ne kada yanlış düşündüğümü anlıyorum şimdi seni de anlıyorum... ve hoşgeldin, iyiki gözlerime uzun, utangaç baktın... tıpkı hayata gözlerini açan bir çocuk gibi...
güzelmiş hayat, neler kaçırdığıma pişman oldum... büyük hata yapmışım, yanlışlarımı düzeltmeye başlayınca anladım.. ne kötü tek başıma ayağa kalkamamam!.. bu kadar güçsüz! yorgun ve savaşmaktan korkan biri olmam zamanında!.. bunlar sana, bu teşekkür, bu karşılama sana... utangaç haline hayran olduğum sevgili.
hayat güzelmiş ya, dünya sadece gri ve siyah değilmiş.. her rengin onlarca tonu varmış... umarım çok şey kaçırmamışımdır...
bu gece daha huzurluyum içimdekileri kustuğumdan ötürü.. daha hafif gireceğim yatağıma, dar gelen odama..
kördüğüm bu bırak ben kendim çözebilirim, yenilmiyorum hayır sadece susuyorum".. tepkisizliğine tepkim yok artık. hissizleşiyorum gün geçtikçe. acının dozu değişmiyor ama alıştım mı nedir bilmem dedim ya daha huzurluyum. yaptıklarımı düşündüm de daha doğrusu yapamadıklarımı, hayaliyle yetindiklerimi onlar bile çok değerli. bana değer yani, küstahça bulursun belki ama değişmeyen gerçekleri var hayatın..
Gönlümün yıllar önce geçtiği bir durağa daha yeni geliyorum. Önce seni mi öpüyorum yoksa inip de mi öpüşüyoruz bilmiyorum. Ama nihayet dudaklarını karşımda buluyorum. Güneşin batmaya yaklaştığı saatlerde, kızılca denize bakıyorum. Ki o an kızılca kıyamet kopuyor içimde..
Yokluğun bas bas bağırıyor, Sanki martılar birlik olmuş hepsi adının anlamına gelen bir şeyler söylüyor. ya da biz, deniz, durak, sen, ben, akşam, öyle anlıyoruz..
Mutluluk.. diyorum sadece o en uzakta dokunabildiğimiz ve bir adım fazla atsak düşeceğimiz.
Mutluluk soğuk bir kentin gece sabaha yakın saatlerde aldığı son rengin adı. Ya da sensin. Elinde bir kadeh şampanya gecenin gelmesini bekliyorsun önünde denizin. Deniz kızıl, gözlerin, boynun kızıl. Kurduğun hayalleri bile öyle görüyorsun ateş rengi. Sürekli fotoğraflarını çekiyorum.. saçının her halini..
Eğer gerçekten bir meleksen fotoğraflarda da çıkmaman gerekiyor biliyorum.. Rüzgar alıp götürse diyorum şalını, atlasak ardından, Bir süre öyle kalsak. Makyajın aksa..
Mutluluk.. sadece mutluluk.. istediğim tek şey bu ve sende bulduğum. Gönlümün yıllar önce geçtiği bir durağa yeni geliyorum. Otobüs dursa da durmasa da ben iniyorum..
ve yine kulaklarımda senin adın,
en sevdiğim kadın..
benim en kötü huyum hiç sevmemem gereken bir adamı sevmemdi.
lükstü seni sevmek bana.
hatta imkansız.
ben sevdim.
ve aşık olduğum adam sen beni hiç anlamadın ya da anlamamış gibi yaptın.
ben seni sevmeye devam edeceğim.
seni seviyorum
sen beni benim seni sevdiğim şekilde sevme kadın gibi de görme umrumda değil
düşlerimden seni çıkarmayacağım
düşümsün sen ve ben her gece yine sana sarılacağım ve
düşten önce son ses senin sesin olacak kulaklarımda dayanabildiğim kadar
zor olan tek şey seni aramamak bunu da başaracağım
seni aramayacağım elim telefona gitmeyecek.
nefesin şeker kokar mı bilmeyeceğim
ama asla ben sigara kokmayacağım
sen bile beni sigaraya döndüremeyeceksin.
şafak vakti bu şehire doğmadı
doğarsa da ben olmayacağım
şafak vakti seni çok özledim yalnız senin özlem'in, blonde.
zaman... işe yaramayan bir ilaç. geçirmiyor acılarımı. gittikçe büyüyen yaralarımı durdurmuyor.
sevgisizliği hak etmişmiydim diyorum defalarca. açıkçası bu kadar sevgiyi de sen hak ettin mi bilmiyorum.
sadece ruhuma bir darbe de senden geldi. oysa zırhımı giyinmiştim ama sana karşı dayanıksız olduğunu yeni fark ettim. neye yarar ki fark etmek? sonuçta olan oldu. ben kendimle baş başa, senden uzakta bir yerde acılarımı kendi başıma yaşıyorum ki zaten tek başıma olmasaydım şuan acılarıma üzülürmüydüm? hayat işte. ben kendimle başa çıkmaya çalışırken bir de sensizlik fikrine alışmaya çalışıyorum. yani yaşamaya çalışıyorum.
bu kadar zor olmamalıydı. yenilgilere alışık bünyem bu sefer ki yenilgisinden galibiyetle ayrılabilmeliydi. bu kadar hezimete karşılık kupayı kazanan sporcu kadar ayaklarım sağlam basabilmeliydi. ama ben yine başaramadım işte. acizliğimle, boynumu eğmiş "belki" diyerek umut etmeye devam ediyorum.
şarkılardan anlamlar çıkarmaya başladım. oysa bizim bir geçmişimiz bile yok. iyi ki yokmuş. dşünmek istemiyorum, heralde ölmek ve bu dünyadan çekip gitmek isterdim. aslına bakarsan şuan da bunu istiyorum ama bunu bile başaramıyorum. çok acizim. haklısın aslında benle olmamayı tercih etmekle.
sen beni istemiyorsun ama bu senden vazgeçmem için bir neden değil benim için. ben seni hesapsızca seviyorum. lakin senin gözlerin bunu göremiyecek kadar körken elimden başka türlü bir şey gelmiyor.
benim bu hayatta sen dışında hiçbir şeyim yok. ne umutlarım, ne hayallerim... ben yitirdim herşeyimi. vazgeçtim mutluluklardan. ve hatta mutsuzluklardan da... neye yarar ki tek başına? olmayan insanlarla paylaşmayacaksam istemiyorum. tüm haklarımdan feragat ediyorum. hayatımdan da... dilerim bir an önce kabul görür. belki seni orda beklemek ruhuma bu kadar acı vermez. senin geleceğini bilerek vakit geçirmek daha kolay olur. oraya gelişin kesin ne de olsa. yine de yaşadığım her an senin gelişini bekliyerek geçirmeye devam edeceğim sen bilmesen de. ben senden bir tek vazgeçemiyorum aslında bütün mutsuzluğumun nedeni olsan bile. sen benim tek mutluluğumsun senin haberin olmadığı zamanlarda da. çünkü ben seni hala seviyorum hiç kimseyi sevmediğim kadar.