Bir durağın önündeydik. Ben bir şehirden gelmiştim sen bir şehire gidecektin. Uzak yollar ve uzak yıllar çocuklarıydık. Birbirimizde sınanmıştık ilk. Güzel düşler görmüştük o zamanlar. Yıllar geçmişti ve bir durağın önündeydik. Ben hiç bir şey almamıştım yanıma zaten sen giderken birşey bırakmamıştın bana. Hızla geçen arabalar bana hızla geçen günleri hatırlatmıştı.Bir durağın önündeydik işte adı neydi hatırlamıyorum. Sen sol cebine anıları sağ cebine umutlarını almıştın. Benimse ceplerim boştu bana hiçbirşey bırakmamıştın. ilk önce anıları çıkardın sol cebinden. ilk elele duruşumuzu o köşede. Sonra ilk gülünü sonra ne varsa yaşanan çıkardın hepsini. Ağladığımız güldüğümüz hayal kurduğumuz tüm günler karşımızdaydı işte. Gözlerim dolmuştu gözlerin dolmuştu. Sonra sağ cebine atmıştın elini. Umutlarını çıkarmıştın tek tek.Hiç utanmadan hepsini dökmüştün önüme. Hepsinde ben vardım hepsinde bir izim vardı. Ama Yetmemişti işte hiçbiri. Aramızdaki uzaklığı silememiştiler. Neden demiştin neden? Verebilecek bir cevabım yoktu. Giderken cevap veremediğin gibi. Sonra bir sigara yakmıştın. Parmaklarının ucunu yakmıştın. ilk gittiğin gibi her kaybettiğinde yaptığın gibi bir şey söylemeden gitmeye başlamıştın. Ve sevdiğimiz bir türkü çalıyordu uzaklardan. ''Geçti bizden sevdalık al cebimden saçları''
Ve hala ceplerinde saçlarım vardı...
kime yazdığımı neden yazdığımı bilmiyorum
belki de amaç kendimi rahatlatmak
bugün öğrendim ki hayatta üzüldüğüm şeylere çok anlamsız amaçsızca serseri mayın gibi dolaşıyorum bir dala tutunamadım arkama baktım bir arpa boyu yol bile gidememişim. keşke .. keşke deli olsaydım ya da mecnun ama keşke neden bütün melekler ağlar benim meleğimde ağlıyor ama annesi görmeden iyileşicek meleğim annen iyileşicek....
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan bedenim, bir kez daha ruhumun sıcaklığıyla ısındı. Korkum beni terk etmişti. Onu kaybetme korkusu, iliklerime kadar işlemişken, bu sabah onun gülümseyen suratı, bu acı veren korkuyu çaldı benden. O bu kadar umutluyken benim acıya sığınmam kendi zayıflığım. Bir de onu kendi acımla boğmaya çalışırken ne bekliyorum ki kendimden? Güçlü olmayı mı? Ben kendime değil ona haksızlık ediyorum. Şimdiye kadar ki tüm gücünün kaynağı olan ruhunu ben zedeliyorum. Ve bir anda onun çektiği acıyla çiziyorum kafamdaki resmini. Bir silüet gibi silik. Bunu hak etmeyen adama yaptığım işkence asla affedilemez. Benim ihtiyacım olduğunda o benim elimi tutarken ben akan gözyaşlarımı saklayabilmek için bir kuytuya çekiliyorum. Tüm gücünü silip zayıf bir adam yaratıyorum. Onu bu şekilde hatırlamayı kabullendirmeye çalışıyorum kendime. Niye? O gülümsüyor, umut saçıyor, sıcaklığını bizimle, benimle! paylaşıyor. Bense hala onun bütün gölgeleri aydınlatan ışığını karanlığa hapsetmeye çalışıyorum. O benim babam. Ve ben bugün onu kaybetme korkusuyla değil, onun sıcaklığıyla nefes alıyorum. Yarında o benim ışığımla, benim umudumla gülecek
bugünde yine ofiste, domalık pozisyonda dururkene, birden sen geldin aklıma. irkildim önce, tıksırdım sonra, çişe gideceğim az sonra... biliyorum saçmaladım acık, fekat moralim çok bozuk, nevrim dönük bir de sen yoksun ya çok yazık. evet seri biçimde saçmalıyorum ve bu farkındalığa rağmen, dönmüyorum yolumdan...
az sonra toplantı var, sen. ne verdiğim raporların doğruluğundan ne de sonuçlarından emin olabiliyorum. çok riskli bir durumdayım. eğer olumsuz bir durum olursa, zaten azalmış olan kredim iyice kayıba uğrayacak ve belki de işimden olacağım. ayın 20sinde kiram var, faturalar... ya ödemem gereken borçlar..? canım sıkkın sen ama sende yoksun yanımda. hem manen, hemde manevi olaraktan.
yazıma son verirkene, sebep göstermeyi borç bildim kendime. "çayım soğuyo ulan, yeter sana bu kadar!"
sımsıkı sarılacağımız kaç kişi var hayatta? dost diyebildiğimiz, her anında yanında olduğumuz, yanımızda olan, zamanı gelince küfür bile eden ama gücenmediğiniz kaç dost? gözyaşınıza gözyaşlarını karıştırdığınız? öyleydi lucifer. kıvır saçlarıyla oyun oynadığım, vakit geçirmeyi en çok sevdiğim, dost diyebileceğim tek kişiydi. yaptığımız her işte imzamın yanında imzası bulunan, çalıştığımız yerin üst düzeylerinin bile ekürin diye ti'ye aldığı güzel, imrenilesi bir dostluğun diğer adıydı. adı demeyi çok isterdim belki şu an. evet evet çok isterdim. dostların paylaşamadığı hiçbir şey yok diye bilirdim bundan kısa bir süre önce. bencilliğine yenildi dostum(!), dostluğum. ekürisinin yüzündeki gülümsemeyi ona çok gördü, belki bunu bilinçsizce yaptı ya da aslında niyeti bu değildi. yüzümde hep kocaman bir gülümseme olan kız gözyaşı olup oluk oluk aktı. boğazımda düğüm olup beni boğdu. farkındayım luci, bende suçluyum hemde çok suçluyum. ama önceleri yaptığın gibi bana elini uzatsaydın, kızsaydın, bağırsaydın, kaş çatıp trip atsaydın ama mutluluğumu, sevincimi almasaydın. ne kadar zor seninle aynı yerde iki yabancı gibi davranmak. ara sıra bakışlarının bende gezdiğini görüyorum, ağzımdan tek kelime çıkmasını beklediğini de. çıkmayacak luci tek kelime etmiycem sana. artık ne kadar güvenebilirim sana bir düşünsene? ne kadar merhem olabiliriz yaralarımıza? en sevdiğimi kendi ellerimle gömüyorum şimdi. en derine. dostunu kaybetmenin acısı ne kadar ağır bir bilsen luci... kıvır saçlarınla, beni çok güldüren triplerinle, kahkahalarınla seni gömüyorum dostum. içimdeki nilüfer çiçeklerini soldurdun. hoşçakal...
can dostum, yoldaşım, sırdaşım;
işe başladığım ilk gün bana gösterdiğin sıcakkanlılığınla seninle çok iyi dost olabileceğimizi anlamıştım. samimi ve içten tavırlarından çok etkilenmiş, senin varlığın dolayısıyla çömez olarak girdiğim iş ortamını biranda benimsemiştim. yeni olduğum için üzerime gelmeye çalışan üstlerimden beni kayırmalarını hiç unutamam. senin orada olduğunu bildiğim için her sabah zevkle geliyordum işyerime. zaman beni yanıltmadı, gerçekten de iyi dost olduk seninle..
brother's denen mekanda az bira tokuşturmadık, az paket bitirmedik dertleşmelerimizle. hatta erkek arkadaşın benimle olduğuna inanmayıp mekanı basmıştı da az gülüşmemiştik, sonra o'na lakap takmıştık brother's diye.
1 nisan şakası fikri benden çıkmıştı brother's için. kabul ediyorum kötü şakaydı ve o yutmamıştı, salağa yatmıştı hani, hatta bununla da kalmayıp bizi fena şekilde keklemişti. senin o anki yüz ifadeni ölsem unutamam. sonra arayıp o da şaka demişti de uzun ve rahat bir nefes almıştık. o ana kadar içim içimi yedi benim yüzümden oldu, ben bir hayvanım diye.
o zamanki erkek arkadaşım ve şimdiki eşim olan insanla telefonda kavga edipte morelman çöktüğüm zaman, benim işleri devralıp sen yapardın ya hani, dostun hasıydın be ne diyeyim..
karın ağrıların olurdu sık sık. her defasında doktor'a git dedim de beni dinlemedin.tutup yaka paça ben götürmeliydim seni doktora. aptalım ben, ne söylersen söyle haklısın. ve sonra birgün ağrın şiddetlendi, bayıldın. çıkan testler çok canımı sıktı. "lenf kanseri olmuşum dedin" ya, dünya başıma yıkıldı. ameliyatların, kemoterapilerin derken aylar geçti. ben evlendim ve gittim o şehirden. seni hep aradım, destek olmaya çalıştım, güçlüsün, sana bişey olmaz dedim.
..ve bir gün yine seni aradım. telefonu açan babandı. gönül'ü aramıştım dedim, canım arkadaşımı. gönül öldü dedi.
-............................
bugün sen öleli 2 yıl oldu dostum. 2 kahrolası yıl. seni unutmadığım, gözyaşlarımla andığım, ve seni çok özlediğim için..
bebek sahilindeki bankların birinde yine her zamanki gibi oturmuşken, ordan geçen kumral kızlara şiirler yazıp, kendi kendime cesaretlenip ulan bu sefer veriyorum bunlardan birine dedim. akabininde yazıyı vermekten vazgeçtim kağıttan uçak yapıp, marmaya doğru uçağımı attım, ama ben bu yazıyı sana yazmıştım bebek, olmadı. zaten bu uçak daha doru dürüst uçamadı bile, sana layık olamazdı. ben bu uçağı sana yaptım bebek. anlıyorsun değil mi?
birine ithafen yazılan yazıların tasnif edilerek sunulduğu başlık altıdır.
sevgiliden duymayı en son istediğimiz şey nedir? "seni sevmiyorum" kötü bir şey olan nefret kelimesi bile, bu cümlenin yanında romantik kalıyor. "senden nefret ediyorum" ama insan hem sevip, hem nefret edebiliyor, aşk böyle bir çelişkiye mahal veriyor ama "seni sevmiyorum" çok ağır. hele ki, basit bir tartışmanın inatlaşmalarla bezenmiş bir çekişmeye dönüşmesinden sonra gelmesi insanı farklı acılara sevk etmekte...
ben bu yazıyı sana yazıyorum. kilometrelerce öteden yanıma gelecekken durum bu boyuta geldi. belki sadece inat yapmaktı amacım, belki de usta kumarbazlar gibi elim çok iyi olmadığı halde rest çektim, ama "restine rest ulan" tarzı bir çıkışın bu denli acıtacağını, bu denli ağır olacağını bilmiyordum...
oysa ki, yaptıklarım senden saklamak değil, belki de cümle aralarında kalmış olan şeyler olduğu için, önemsemeyip tamamen unutmuş olmaktı. hani biraz kazınsa zihinde belki hatırlanacak türden şeylerdi, belki yıllar sonra hiç hatırlanmayacak türden şeylerdi ama gün geldi o önemsiz şey değerinin çok üzerinde önem kazandı.
ben bu yazıyı sana yazdım... seni hiçkimsenin sevemeyeceği kadar, hiçkimseyi sevemeyeceğim kadar seviyorum. hiçkimsenin özleyemeyeceği, hiçkimseyi özleyemeyeceğim kadar çok seviyorum.
ben bu yazıyı sana yazdım, tıpkı seni kalbimin en temiz yerine yazdığım gibi...
ben bu yazıyı sana yazdım, tıpkı bulutları birbirine ulayıp, göklere yıldızlardan simli buluttan bir ilan-ı aşk bezediğim gibi...
ben bu yazıyı sana yazdım, tıpkı şimdi otursam en arabesk türküden daha arabeskini yazacağım gibi.
en klişe sözlerle tekrar haykırıyorum... seni çok seviyorum...
bu yazdığım kimseye değil ama pek tabii zamanı geldiğinde kullanılabilir.
artık o kadar değersizsin ki gözümde atmosfere yaydığım karbon dioksit i bile senden daha çok seviyorum. sana nefret yada başka bir duygu beslemiyorum. çünkü gözümde hiç birşey ifade etmiyorsun.
ben bu yazıyı sana yazdım. e anana yazacak halim yok, baban zaten fıttırır, abin peşime düşer demek ki gerçekten sana yazmışım.
yazdığım yazı da şu: ey hayali nefesim, soluğum, devam olmuş sevgili; gözlerin ruhumu delen ok, bu dünyada senin gibisi yok, diğerleri dersen hep bok. kör olmuşum aşkının şavkından, oysa dışarısı fıkır fıkır çıtır kaynıyor, hiçbirine nefsim tepki vermiyor, sabahlara dek hayalin tepemde, aklım fikrim sende, büyü mü yaptın lan bana kaltak!?
midem ağrıyor...
ne zamandan beri içimdeki salak saçma duyguları dökebileceğim ve rahatlayabileceğim bir liman arıyordum ve biraz şans eseri de olsa, yeni üye olduğum uludağ sözlükte bu başlık altında gerçekten ne hissettiklerimi,sen hiç göremeyecek ya da okuyamayacak olsan da, sana anlatabileceğim sanırım.
dedim ya sana midem ağrıyor, sanırım bu hazımsızlıktan.seni kaybetmiş olmanın vermiş olduğu ve daha da acısı bir daha kavuşamayacak olmanın içimi yakıp kavurduğu erittiği, tahayyül edilemez sancıların mideme olan yansıması heralde bu duygular. avucumun içinden kayıp gitmiş olduğunu görememenin, ya da görsem de bunun olabileceğini bir türlü konduramamanın ve sana bir türlü kendimi ifade edemeyişimin, bütün bu duygu yoğunluğunun içimde patlamasının, içimde kopan tayfunların, fırtınaların,boranların, geceler boyu gördüğüm kabuslarımın, her ne kadar bunlar tatlı bir rüya olsalar da, senin imkansızlığın göz önüne alındığında, bunlar maalesef canımı acıtmaktan öteye gidemeyen kabuslardan öteye gidemiyorlar, senin beni reddedebileceğin endişesiyle bir türlü sana konuşamamanın,bir yağmur gibi dolu olduğum halde bir türlü sana yağamamamın ve bir daha da yağamayacak olmayı bilmemim, fizyolojik birer tepkimesi olsa gerek tüm bu mide sancıları.
mide ağrısını biraz anlatabildiğimi sanıyorum.sanırım sırada, bu mide kasıntılarına sebep olan sebeplere, sana, sana dair hissettiklerime gelebilirim.
benimki, o klasik ilk görüşte aşk klişeleri falan değildi,bunu söyleyerek başlayabilirim herhaalde. ve aslını söylemek gerekirse, seni fark etmemiştim bile. bilirsin işte üniversite heyecanları herkes başka hülyalarda,başka arayışlarda ve sen bu arayışların içerisinde benim dikkatimi ilk olarak çekmemiştin. peki ne oldu sonra da sen benim merkezim haline geldin? sanırım bu süreci tam olarak bilmiyorum, anlatamayacağım, ama şunu söyleyebilirim, çay nasıl demlendikçe ve zaman geçtikçe tat verir ve en son aşamada doyumsuz keyfe ulaşılırsa, ben de seni tanıdıkça, öğrendikçe ve içimdeki duygular sana karşı demlenmeye devam ederek en sonunda doyumsuz keyfe ve belki de ıstıraba kendimi kaptırdığımı farkettim. gene de şu anda aradan tam 2 sene geçmesine rağmen o günleri hatırlayabiliyorum. gene de güzel günlerdi o günler. Her insan evladının başına gelebilecek biçimde, aşkın insanı kendinde alıp duygusal dünyalara yelken açtıran, o pembe yelkenli gemisinin kaptanı olmuş, belki de hiç bilmediğim halde felaketime doğru yol almaktaydım, bunun mutluluk olabileceğini farz ederek. Sürekli sana açılabileceğim uygun anı bekleyerek geçirdim günlerimi ve aylarımı, zaman hızla akıyorken ben içimdekiler sana söyleme isteğiyle yanıp tutuşurken, tek bir soru içimi çürütüyordu. Ya hayır dersen? işte bu olasılık beni yiyip bitiriyor, sana olan hislerimi ifade edebilmemi bilinmezliğe doğru erteliyordu. Ve sonunda, en kötüsü oldu işte, benim için tabii ki. Gelebileceğini hiç hesap etmediğim ya da etmek istemediğim, başkası sonunda çıkageldi. Ve... ve sonrasını biliyorsun sen de işte az çok, buradaki insanların da bunları bilmesine sanırım pek de ihtiyaç yok. Ben artık, şairlerin sıklıkla mevzubahis ettiği üçüncü kişiydim, cemal süreyanın dizeleriyle, öyle aptallaştırmıştı ki aşk beni, senin başka birisini sevdiğini unutmuş hep benim olacağın günü bekliyordum.Tanrım bu ne beyhude bir bekleyiştir? Ve bu bekleyiş nasıl da bir ıstıraptır? Sana hergün yakın olmak,elini tutabilecek kadar yakın olmak, ama aynı zamandaysa uzak olmak, dünyadaki herhangi bir uzaklık birimi tarafından ölçülemeyecek kadar uzak olmak. Kendimi sürekli, küçük mutluluklarla teselli etmeye çalışmak, sen beni dost sanarken, benim belki de bu dostluğu kalleşçe kullanmam, kendim için bir şeyler yapmaya çalışmam, bencilleşmem ve kendimden nefret etmeye başlamam... evet sanırım doğru kelime bu, kendimden nefret ediyordum artık ve sana gerçeği açıklayarak benden uzaklaş, bana bakma diye haykırmak istememin etkisiyle, içimdeki gelgitler... ve sen bu süreci kolaylaştıracak bir şey yaptın zaten bir gün, beni karşına çekip, olan bitenin farkında olduğunu fakat uzun zamandır durumu idare etmeye çalıştığını söyledin ve aslında benim sana söylemek istediklerimi yüzüme haykırıp, benim sana olan tutumumun alçaklığından dem vurdun...ben ise öldüm, o an, o dakika, o gözyaşları içindeki haykırışınla, bağırmanla, ben öldüm o anda,hem de bir kere değil, her bir gözyaşında her bir sözcüğünde her bir bakışında tekrar tekrar öldüm,dirildim tekrar öldüm seni ilelebet benim sanmıştım ama, acı da olsa, her şeyin bir sonu olduğunu anladım, ben ölüyorken zehirim sendin, yavaş yavaş zehirlendim ve en sonunda öldüm...
peki şu anda ne miyim ben? Bilmiyorum. Net yanıt bu olsa gerek, çünkü hakikaten ne olduğumu ya da ne hissettiğimi bilemiyorum, içimdeki duygular öldü mü diye düşünüyorum fakat bir türlü yanıt bulamıyorum.Gerçekten ne hissediyorum ben? Gerçekten bilmiyorum. O elem verici sonun ardından, yaklaşık 8 ay geçmesine rağmen, ben ne o yıkıntıların etkisini atlatabildim ne de yeni bir ufka yelken açabildim. Seni unutmak istedim, bunu biliyorum en azından, peki başarabildim mi, bu yazıyı kaleme aldığıma göre galiba bunu da pek başaramadım.peki ne olacak? Yalvarırım bunu bana sorma, bilmiyorum. Düşünmek de istemiyorum yanıtı, çünkü yanıtı düşündükçe kafayı yiyecekmiş gibi oluyorum.
Artık sona geliyoruz sanırım, düşünüyorum hala yukarıdaki paragrafı yazdıktan sonra.ve sanırım, bu beni kahretse de, öldürse de,parçalasa da ve hala seni ne kadar sevdiğimi sana ifade edemeyecek olduğumu bilsem de, gerçek şu ki; ben seni seviyorum, hem de çok seviyorum...
Bu yazıdaki, bozukluk ve tutarsızlık sanırım içimdeki karmaşıklığın ve tutarsızlığın bir yansıması. Bunun için kusuruma bakmamanı istiyorum senden...
Sen kimsin peki, günün birinde bunu okursan eğer, bunun sen olduğunu nasıl anlayacaksın?
(bkz: Güller ve dudaklar)
(bkz: All about loving you)
Ve yüzündeki, öldürücü gülüşün...
edit:imla hataları
Sen gittin;
Sen gittiğinden beri çok film izler oldum ben. Sinemada değil. Tek başıma. Evde;
Sen gittiğinden beri hüzünlü şarkılar indirir oldum internetten. Hiç huyum değildir... Bilirsin;
Sen gittiğinden beri çok da düşünür oldum ben. Neyi neden yaptığıma dair düşünüp dururum bu aralar.
Düşünüyorum çünkü boş vaktim çok sen gittiğinden beri. Çok vaktim var, ne kadar boş vaktim var diye düşünmek için.
Bütün hayatını bir insana yoğunlaştırınca insan, o gidince düşünmeden edemiyor;
Şimdi ben tüm yaşamımı ona göre ayarlamıştım. Ne kadar oldu beraber? 3 ay mı? 3 sene mi? isterse 3 dakika olsun. Peki, o şu anda yoksa, onunla geçen aylar seneler dakikalar boşa geçmiş olmuyor mu? insanın geleceğe dair programları bir anda gözden, gönülden akıp gitmiyor mu? istemsiz buluşmalar, görüşmeler, tanışmalar, gezmeler, tozmalar hâkim olmuyor mu bünyesine?
Boş;
Şimdi de boş.
Sen yoksun. Çarklar dönmüyor şu aralar benim için eskisi gibi. Boş; O zaman öncesi de boşmuş sonrası da. Böyle olduğunu şimdiye kadar fark etmemiş olmak beni düşündürdü; hüzünlendirdi.
Peki;
Nedir bana düşen o zaman? Hangi boşluğun daha kıymetli olduğuna karar vermek mi?
benim de şöyleyeceklerim var henüz biriktirmekle yetindiğim. başka bir zaman diliminde kusacağım içimdekileri. 'üfledim senin bıraktıklarını dışarıya' demiştim bir defasında. onun gibi olmayacak bu kez. bu cümleler kimseye değil aslında, henüz değil...
Seni tekrar rahatsız edeceğim sanırım,özür dilerim ama ne yapayım affet beni tutamıyorum işte bir türlü kendimi, kendimi ifade edebileceğim bir yer bulmuşken bu fırsatı kaçırmak istemiyorum,naparsın benimki de bir heves işte...
Düşünüyorum ne zamandır oturmuş,aklımdan bin türlü şey geçiyor, hepsi de karışık ve dolambaçlı,arka planda ise media player da çalan şarkılar dönmekte.diyorum ya aklım karışık, fikirler havada uçuşuyor diye,sanırım bunların arasında en somut olanı ve zıplayıp da yakalayabildiğim sensin galiba. Evet yanılmıyorum,bu belirsizlikler içerisinde tek netlik sensin,geri kalanlar ise sana karşı olan,artık itiraf etmem gerekirse, saplantılı olan düşüncelerim...
Sana zamanında söyleyemediğim şarkıları dinliyorum şu anda,bir türlü söylemeyi beceremediğim ve içimde patlayan şarkıları,seni düşündüren şaheserleri. Tahmin edersin ki ister istemez de, içimde hala sana zamanında söylemek istediklerimi söyleyememenin vermiş olduğu pişmanlıklar da var ve ben bu pişmanlık denizinde hergün biraz daha boğuluyorum inan ki. Ama araya girip şunu söylemem lazım,sakın ola bana acıma,ben bunları sen bana acıyasın diye anlatmıyorum ya da söylemiyorum,yoksa farkındayım,kendimi bu hale sokan benim, seni unutamayan da benim ve bir sorumlu varsa bu sorumlu da benim ancak bundan dolayı da ne gocunuyorum ne de acınacak haldeyim,sadece içim acıyor ki tahmin edersin bu da son derece normal...
Deli miyim neyim bilmiyorum,tamamem monolog halinde saçma sapan şeyleri,aklıma senle ilgili gelen ilk şeyleri,şu anda fütürsuz ve şuursuz bir biçimde klavyenin harflerine tuşlamaktayım. inan ki şu anda yazarken duraksamıyorum ve düşünmüyorum, aklıma ne gelirse yazmaktayım ve bu beni bir nebze de olsa rahatlatmakta...Şimdi biraz da asıl derdimden bahsedebilirim sanırım,soracaksın bana ister istemez ne oldu sana birden diye,iyiydin kaç zamandır,iyi gözüküyordun en azından,ne oldu birdenbire? Ne oldu bana birdenbire...offf... inan bana,seni aklımdan ve kalbimden söküp atmak için çok uğraştım ve galiba bir ara bunu başarma raddesine bile gelmiştim. inanır mısın bana, bir ara seni düşünememebilmeyi başarmıştım, evet zihnimi başka şeylerle meşgul edebiliyordum,bir de şimdiki halime bak, pazartesinden itibaren üç adet telafi sınavım var ve ben ders bile çalışamıyorum.
Of Tanrım, neden diye sormak da istiyorum sana,elbette ki biliyorum hikmetinden sual olunmaz ama neden? Ben neden onu ortada hiçbir neden yokken geceler boyu rüyalarımda gördüm? Neden bu azabın kollarına biraz da zorlamayla tekrar atılmak durumunda kaldım, neden onun teninin sıcaklığını hissettim rüyalarımda? Evet,sen, hayat ışığım sebeb-i hayatım, her ne kadar insanlar bu sözcükleri özentilik dese de kelimeyi gerçek manasıyla kullanan birisi yani benim için oldukça derin sözler bunlar, sen geceler boyu benim rüyalarımı süslemektesin,sana dokunuyorum,seni kokluyorum senin teninin sıcaklığını hissediyorum,hiç hissedemediğim sıcaklığını. Ve inan ki seni bin kat daha fazla özlüyorum, yanımda olmana rağmen özlüyorum,seni hergün yüzyüze görmeme rağmen özlüyorum...
Gene saçmalamaya ve aşağılık mı gözükmeye başlıyorum yoksa, bunun için kusura bakma ne olur... elimden geldiği kadar dik durmaya çalışıyorum,çevremdeki insanlara karşı güçlü imajı vermeye çalışıyorum, ama dayanamıyorum artık,inan ki dayanamıyorum seni sevmeye artık dayanamıyorum ben,ölüyorum,aslında ölemiyorum onu bile beceremiyorum ve ne olacak bilmiyorum...bilemiyorum...
iyice bok sarmaya başladı biliyorum,ama söz veriyorum seni bir daha rahatsız etmemeye çalışacağım,en azından uzun bir süre için...
kusuruma bakma, arkadaşlarla oturuyorduk ve bir an senin muhabbetin ve teşrif edemeyeceğim doğumgünü partinin mevzusu geçti, içim acıdı,hem de çok...
doğumgününü bile kutlayamamak,doğum günün kutlu olsun bile diyememek,inan işte bu çok vurucu ve can acıtıcı ve benim yapabileceğim hiçbir şey yok,bunu da içime atmaktan başka,atıyorum,atıyorum fakat nereye kadar gidecek bilmiyorum tek bildiğim bunun bir patlama noktasının olacağı ve o kahrolası sinir buhranlarına tekrar girecek olmam...
bu sefer lafı fazla uzatmayacağım ve kısa keseceğim:
doğum günün kutlu olsun,tüm içtenliklerimle
Bir sonbahardı hayatıma girdiğinde çıkışında sonbahara denk geldi be kuzum. inanmamıştım beni bu derece etkileyecek biri, yok olmazdı ben kıçı kalkık, her şeyde dalgalar bulurdum hayatın en büyük dalgasının aşk olduğu ne garip ki dolu dolu geçen 2 senenin sonunda anlıcaktım. Canım da yanacaktı, rengim de atacaktı, bitap da düşecektim nerden bilirdim be kuzum. Sen benim kıyamadığımdın. Sen de beni bebeğin gibi severdin bunu içten hissetmeseydim en güzelle yıllarımı sana ayırmazdım herhalde.
Mesafeler de değiştirememişti bu gerçeği demiştim. öyle değilmiş! Mutluluğu bulduğumu sandım aptal düşüncelerle kendimi kandırdım, kendimizi kandırdık. Bizim en büyük eksiğimiz güven olmuş be kuzum. Biz baştan kaybetmişiz oysa bu gerçeği ne kadar saklamayı becermişiz, bunun için senin rüya aleminden gerçek dünyaya inmeni beklemişiz benim de hala rüya aleminde kaldığımı göremek istememişiz. Oysa çok safmışım sen her ne kadar senin gibi tilki kız görmedim deyip takılsan da öyleymişim. Özgür bıraktım seni istediğin cevapları vererek, kafan rahat olsun istemişim ayrılırken de seni düşünmüşüm be kuzum. Hesabıma göre canın daha az yanacaktı, yeni hayatın için unutmak istediklerini unutturacaktı ama hesaba katmadığım kendi kalbimmiş...
Aslında çok şey paylaşmışız insan geri dönüp baktığında fark ediyor yaşandığında pek de farkında olmuyor. Ne zaman ki boşluğa düşüyor, kendinle baş başa kalıyor o zaman işte fark ediyor. Kendime tutamayacağım sözler veriyorum ancak kendimi hep senle dolu buluyorum. Özlem denen duyguya sarılıp ağlıyorum.
Ama öyle bir aşktı ki tutkuyu da gördüm pes etmeyi de ben sadece kendime bir sahne buldum ve oynadım. Öyle bir rol vermişlerdi ki okudum ama anlayamadım. Hem güldüm seninle hem ağladım zaferim daha anlatacak nelerim var bilsen! içimde ihtilaller kopuyor, itiraz hakkım yok biliyorum. bütün umutlara havlu atmış durumdayım, keşkelerin çaresizliğinde inan sadece sana çocuklar gibi ağlıyorum...