seni ilk kez gördüğüm güne dönme şansım olsaydı, hiçbir şeyi değiştirmez olduğu gibi yaşardım onu. yine sınıfa girip sana şaşkın şaşkın bakar, büyük ihtimalle yine ne dediğini anlamaz donup kalır ve yine yanına otururdum. geriye kalan tüm günleri ve geceleri de değiştirmeden yaşardım. yine sana aşık... ama bugün, bu gece öyle çok ağladın ki benimle; ne yaşadıklarımız ne de ben bu kadar etmiyoruz, değmiyoruz anladım.
'bakışların ki/ taşı onunla yıkasalar/ üzerinde akik biter'... ben pırıl pırıl bakışlarını karanlığa boğdum.
dikenlerim yokmuş gibi davranıp ellerini kanattım. yalanlarım yokmuş gibi, her şeyi olması gerektiği gibi yaşamış görünerek bana güvenmeni sağladım.
beni affetme. daha kolay olacak. ben kendimi affetmiyorum.
ulen var ya ne alaka uyumadan önce şu sözlüğe yazıp çıkasım geldi. içimi öyle döken adam değilimdir aslında.
ya sen nasıl bi kızsın ya ? sen, yarım saat 1 saat dirty dance'a kadar giden bi şekilde dans et, sonra bi telefon gelsin, "benim eve gitmem lazım ama gelicem" de saat 3'te bide. kaldık mı gene sap gibi? bahtımı sikeyim abi net. bu bu aralar 2. oluşu. her şey on numara giderken bi sıkıntı çıkıyo son dakika.
ulen 2013'e de şansız girdik. ben yatıyorum aq başım hafif dönüyo.
siz o musunuz?
siz bu musunuz?
siz şu musunuz?
hanfendi siz orospu musunuz?
gece gece başlığı görür görmez aklıma gelen şeye bak. nejat uygur tiyatrosundan alıntıdır. zamanında çok gülmüştük. hah niye o kadar güldüysek, hiç de komik değil.
Ben bu yazıyı ona yazdım , görmemekte direttiğin terden kızaran avuçiçimde birikenle hemde. Sana yazdım ben bu yazıyı görünmezliğin o kekremsi tadının getirdikleriyle. Giyotinin sivri ucu gibi umarsızlığına yazdım. ilahi bir yardıma muhtaçlığımın getirdiklerine , boğazımda düğümlenip bir türlü dışarı çıkamayan harf dizilerinin çaresizliğine yazdım. Boş bulunmuş yarımakıllığıma , saf dilli karanlığıma yazdım karşı koyamayan iradesizliğime , yapmak istediğini değil yapması gerekeni yapmaktan geri durmayan ezilmişliğime yazdım. Sözlerime sadakatsizliğime , istediğim yargıları bir türlü yaratamayan bir türlü istediğim etkiyi uyandıramayan sesi kısılmış çığlıklarıma yazdım. Kafesteki aslan kadar rahatsız kalbimin çarpışlarına , bunca çözümsüzlüğün içinde bir yol arayan nöronlarımın çırpınışlarına yazdım. Kör-topal gururumun dudaklarında okunmayan esamesine , gözlerinde kılınmış cenazesine yazdım.
Ahlarıma , eyvahlarıma yazdım. Kendimden gizlemeye çalıştığım heyecanıma , güneş siktirolup gidince çekilmeye başlayan kanıma , tam kabuk bağlamaya alışırken kan damlamaya başlayan yaralarıma , göğüs kafesime artık fazla gelen canıma yazdım. Ulaşamadığım düşlerime , yalandan olmayan gülüşlerime yazdım senle unuttuğum ne varsa...
Öleceğim elbette.beni sevişlerin seninle kalacak, kabre kadar, nafile.yardıma muhtacım.ilahi bir el değsin düşüncelerimize.
Dünyanın öbür ucundayım.hatta dışında.öyle bir manevi mesafe; sonsuzla yarışabilir.neyse ki uzansak dokunuruz birbirimize.uzanmak istiyor muyuz? Elbette, dokunmadan ellerine ermek, saadet verecek.
Eyvah ne yer kaldı ne yar! Hatıra kaldı,hatıralar hatta.şimdi otur işin yoksa, acıkan kalbini anılarla doyur.
hiçkimse pahalıdan satmaya çalışmasın kendini. biz biliriz kimin ne zaman indirimde olduğu günlerini.. gidene üzülme başkasına gidiyordur. gelene sevinme, başkasından gelmiştir.. biz üç kişiyiz ben, kendim ve kahyamız.. bizi tanıyan bilir, bilen anlar, anlayan susar anlamayan uzar..
şimdi sorarsın sen. sen kimsin?
azbuz ben; aynı şarkıyı 500 defa peşe peşe dinleyebilen, sabah yüzünü yıkarken sadece iki parmağını ıslatıp göz kapaklarına süren, buzdolabını açıp boş boş baktıktan sonra kapatan, mp3 dinlerken klip tadında yürüyen aynı zamanda etrafını keserken kaldırım taşlarını sayıp çizgilerine basmayan, çift taraflı çakmağımı iki tarafta gaz seviyesini eşitleme ihtiyacı duyan, girdiği mekanda ilk olarak çıkış kapısını arayan, o mekanın cirosunu hesap etmeye çalışan, oturduğu yerde ilk olarak her yere hakimmiyim diye bakan, lisedeyken trt radyosundan kaset kayıt edip arkadaşlarına dinleten, scotterına bindiğinde dünyası bambaşka olan, bi elinde biraları bi elinde sigara paketleriyleyken burnu ile ışıkları açan, gündem dizilerini ve ünlüleri bilmeyip sikine takmayan, bi türlü insanlara güvenmemesi gerekirken her defasında aynı hataya düşen, kazandığı ve kaybettikleri ile güçlenen, hayatı her zaman sil baştan yaşamayı en büyük görev gibi görmüş edaları takınan ama yapamayan, küçük dünyasının anlaşılamayan delisi seçilen hırbonun tekiyim.
ya sen kimsin demiyeceğim. sakın bana kendini anlatma yoksa tadın kalmaz gözümde. ne kadar başkaları için ulaşılmaz olsanda benim için her zaman bir utopyan olmalıdır. çünkü ben çabuk sıkılırım aynı zamanda.
benim için division zamanı her an tüm yazdıklarımı değiştirebilirim. ha söylemedim mi? aynı zamanda kişilik bölünmeside var bende neyse öteki benler gelmeden kaçayım. ben bu yazıyı "o"na yazım ha sen alınma.
Bu bir aşk yazısı değil.
Çoğu geceler gözyaşlarım temizledi allığımı.Hiçbir zaman bu kadar dökülmedi yaşlarım, tuzdan yanaklarım yanmadı.
Seni kaybettik evet,hatta 1 haftadır biliyorduk sonun böyle olacağını.Ama biliyorsun; ölüm,sevilen insana yakıştırılmıyor.Kalbimin sızısına ve güzel anılarıma yenilerini ekledin.Aslında ben pek iyi yazamam bile,hatta şu an konuşamam,konuşmak isteseler de.Ama buraya yazılan yazılar sonsuz oluyor,tıpkı senin gibi.
Sen bizimlesin.
Ben sadece bu kez elimde bir hiçle ortada kalmak istemiyorum.
Sadece seni sevmeye devam etmek istiyorum.
Ne bileyim işte, yanına uzanmak, seni seyretmek, beni düşündüğünü bilmek, kokunu içime çekebilmek istiyorum.
Çok şey istiyorum belki ama sonsuza dek yetinebileceğim şeyler bunlar.
Biliyorum, çekilmez birisiyim.
Biliyorum, vazgeçilmez değilim.
Sokakta onlarca güzel kız varken bana bakmanın saçma olacağını da düşünmedim değil.
Ama işte, bir kez yakaladım o şansı seninle.
Bırak sahip çıkayım.
Gitme.
Gitmeme izin verme.
Ne dersem diyeyim, ne yaparsam yapayım.
Gitmeye kalktığımda fevri davrandığımı bil.
Sadece beni kendine çek, ve öp.
Ben özür dilemekten bıkmam.
Sen de affetmekten bıkma.
önce heyecan çürür. şu insanın içini kıpır kıpır eden türdeki tatlı heyecan. sonra endişe başlar, huzursuz, durduk yere ve daha çok kahvaltı sonraları gelen pis bir heyecan ne yana bakacağını şaşırtan ve ayaklarını birbirine karıştıran türde.
beni sevmediği için üzüntü duyduğum bir tane insan var. keşke bu şarkıyı* ona söyleyebilseydim. söylemek derken ismini söylemek. onun elleri ne kadar güzelse benim kalbim de o kadar sınırda. vazgeçmekle ilgili bir sınır değil ama kapılıp gitmekle hayli ilgili. bugün o ellerle tanışmamın bilmem ki kaçıncı günü. bazı hesapları yapmaya matematik izin vermiyor ve o nereden gelmiyor yani şimdi nerede. ben oralarda olamıyorum hiç. beni iki satır anlasaydı insanların beyinlerine gasp yasak bile olurdu. çaldığım tek bir şey yok hayatından, insan ki buna üzülebiliyor. insan çok sık üzülüyor bazen de özlüyor. ona bunu söylemiştim. zaman ne fena. onu gözlerinden öpen var benim gözyaşım çok uzak. mutluluk hangisi değil kesin cevaplardı. öyle bir cümle kurardı ki onun üzerine beş gün konuşmasa bile olurdu. çünkü kafama kazınmış cümleleri var. ara ara kullanıyorum, o oluyorum. mutluluğu pek bilmiyorum ama huzur var. huzur kapıların önünde. öyle gelmekle gitmek arasında kalmış, davet bekliyor biraz da çünkü alışmış. bazı alışkanlıklar çok hasta ruhlu. mesela onu düşünmek onlardan biri, onu düşünürken aklıma onu düşünen insanların gelmesi daha da hastalıklı. keşke onu gerçekten tanıyabilseydik bütün düşünenleri olarak ama maalesef hayat gizli saklı yaşamalara çok müsait.
altı yıl ankara, on iki yıl izmir, altı yıl ankara. hayatımın en engebeli yolunu çoktan geçmiş olmayı dilerdim. yirmi yedi olmadan saçlarımı kısacık kestireceğim ve o kadını gelinlikle görene kadar bazı şeyleri unutacağım. aynı zamanlara tekabül edeceğine dair bir his var içimde. içimde bir his daha var ama onu paylaşmam çok yersiz. zaten onun his oluşu ihtimalle ilgili değil. ne diyordum, akıp gidecek zaman; onun yaptığı gibi yok olacak.
senin zamanlarında yaşamayı ne de çok isterdim..
her geçen gün anlıyorum ki,
2000'li yıllar bana göre değil. 60lı, 70li yıllarda olmak varmış..
o zamanların her şeyi bana güzel gelir.
en başta sen o zamanlardaydın ya!
ne kaybederdim ki şu milenyumlarda olmasam?
-hiç, hiçbir şey şüphesiz. adım kadar eminim buna.
karşılaşırdık belki sen istanbul sokaklarında dolaşırken ,
elinde tıpkı o sigaranı tutarkenki umursamazlık akarken,
yağmurlu bir havada ama. güneşli olmasın.
ve belki, zuhal'in bile olurdum senin ben.
on üç tane mektubun * gelirdi bana sonra, ankara'dan yazardın sen bana, zuhal'ine, istanbul'dan alırdım da ben , okurdum hepsini , virgülüne kadar ezberleyerek hepsini ama hepsini..
el yazına da aşık olurdum tabi, senden geliyor ya hepsi.
sana değil de ,
belki de iç dünyana aşık olmuşumdur ben..
o içinden, kafandan değil , ellerinden değil de, kalbinden dökülen satırlar için zuhal'in olmak belki de.
ah işte hayal kurmak böyle bir şey!
keşke'ler hiç bitmez bende.
geçmişe özlem hele hiç..
"insanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler ;
Gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar.." demiş özdemir asaf.
ben, gelmesiyle yalnızlığımı dağıtanları sevmem. ben, gitmesiyle beni yalnız bırakana aşık da olmam. ben ne halt ederim onu da bilmem. ama şu halim hiç hoşuma gitmiyor. sanırım ben, gelip-gelmediği belli olmayan insanları düşünüyorum böyle..
bugün çok da yazdım böyle..
eğer o olan insanı düşünmezsem, düşünmeme kararı alırsam, düşünmem. ama bu sefer düşünmem gerektiğini de ya anlamam ya da anlayınca geri dönmesi zor olur. ne diyorum ben ya? o'na yazdığım bir şey olmalıydı bu başlığa göre, ama ben ona yazmaktan kaçıyorum zaten. bu yüzden bugün sabahtan beri sözlükte dolanıp duruyorum. geldiğim başlığa bak.. tı...tı..
aşka inancım kalmadığında gelmişti bana. aşka değilde insanlara inanmamışım ben bunu öğrenmiştim onunla. onu sevmediğimi biliyordu ama zamanla seveceğimi de biliyordu. çaba,sabır,sevgi ve inançla olacaktı herşey ama aşkın sonsuzluğuna inanan o adam ona yakışmayan bir şekilde vazgeçti sevgisinden. kırgınlığım var ama üzülmedim. hakettiği mutluluğu umarım bulmuştur. çünkü ben buldum.
"Sen kim oluyorsun da benim yaşadığım hayatı yargılıyorsun! Ben Mükemmel değilim ve olmak zorunda da değilim! Parmağın ile beni işaret etmeden önce, ellerinin temiz olduğundan emin ol!..." Bob Marley
rüya gibi başladı, film gibi devam etti, her güzel şey gibi bitti.. yanlış olan neydi, zaman mı, yer mi yoksa baştan aşağı biz mi? hiç bilemedik, hiç beceremedik sevmeyi.. konuşmayı beceremedik, bir o kadar susmayı da.. ne inadımız bitti, ne gururumuz.. biz mi iki koca kalbi kırdık ve gitti.. anlatamadık birbirimize ya da anlayamadık birbirimizi.. soğuk ellerin, ateş gibi dudakların vardı bildiğim ve şimdi yadımda kalan..öyle bir boşluk bıraktın ki giderken bir daha ne ben olabildim, ne kendime yeni bir kimlik bulabildim, kalan boşluğa dolduracak bir şey bulamadıkça da...
Gelmedin, gelemedin belkide... Bu şarkı* bu gece bambaşka bir anlama büründü bende. Bana yaşattıkların için teşekkürler, yaşatamadıkların için üzüntüler...
nezaketen sorulan soru gibiydi benim olman, kendimce çok istediğim ama konuşmama fırsat vermeden cevabını zaten bildiğin.. birden bire senle dolup, senle süslendiğim günler ne çabuk geçiverdi. çocukluğuma denk geldin aşk, küçüktüm, deneyimsizdim, fazlasıyla aşıktım. birgün biteceğini biliyordum tabi ki bu yüzden yaşayamadım seni. keşke diyorum keşke doğru zamanda olsaydın doğru insan..
Benim hayatımı yargılamadan önce...
Benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan,
sokaklardan, dağ ve ovalardan geç .
Hüznü, acıyı ve neşeyi tad.
Benim geçtiğim senelerden geç,
benim takıldığım taşlara takıl.
Yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git.
Benim gittiğim gibi !!!