beni aramadığın süre neredeyse 2 ay olacak...
bu 2 ay neler oldu fikrin bile yoktur.
merak ediyorum; başını yastığa koyunca rahat uyuyabiliyor musun? aslında cevabı biliyorum.
evet rahat rahat uyuyorsundur...
şu son 1 yıl içinde olan onca şeye rağmen, senden kopmamak için harcadığım onca çabaya, içime attığım onca haksızlığa rağmen sen beni hiçe sayabildin işte...
hani vardır ya; bilgisayarında bazı programlar vardır. açmak istersin ama bir türlü açılmaz, inatla beklersin açılacak diye ama bir türlü açılmaz. işte öyle bir program gibisin. açılmamakla kalmıyorsun, bilgisayarımı da kasıyorsun. hiç açılmayacak bir programı bilgisayarda tutmak ne kadar akıllıca bilmiyorum...
düşünüyorum; son dönemlerde ki o ani öfke patlamalarının aslında benimle hiç ilgisi yoktu değil mi? kimbilir kim seni sinirlendiriyordu da sen zehirli sözlerle benim canımı yakıyordun, hesabı bana kesiyordun.
ben bağışıklık sistemimi güçlü tutmak için yurtdışında satılan bir vitamin ilacını sana söylediğimde bana alacağını, getireceğini ya da kargoyla göndereceğini ummuştum. ilaç dediğim şey, 2 dolarlık basit bir vitamin ama burada satılmıyor. satılsaydı zaten senden istemezdim. yurtdışına sık çıkan biri olarak onu bana almaman çok acımasızca değil mi? ben sana onca yıl boyunca her şekilde destek olurken hiç hesap kitap yapmamıştım. hatta senin bir derdine derman oldum diye mutlu bile oluyordum aklımca...bir de şimdi yaşadığım şeye, daha doğrusu bana yaşattığın şeye bak...
ya insan bırak sevdiğim kadın dediği birini, sadece selamlaştığı birine bile, ihtiyacı var diye o vitamini alırdı, gönderirdi. bu konunun nasıl içime işlediğini, nasıl hazmedemediğimi kelimelerle anlatamıyorum. bu 2 ay içinde yaşadıklarımı zaten kelimeler dökemem...
sanırım, senin elinde bir sigaraydım. efkarlıyken içtin, içtin,yere attın. yetmedi, bir de üzerime basıp şu klişe ayak hareketiyle ezdin.
senin yalanların dolanların ayrı bir konu da vicdan denilen şey var bambaşka bir şey...her şey aklıma gelirdi de bana karşı vicdansızlık yapacağın aklıma gelmezdi.
hala kabullenmekte zorlanıyorum. sana hep iyiliği dokunmuş birini harcamak bu kadar kolay olabilir mi? sen insanları nasıl, ne gözle görüyorsun?
ben nerede yanlış yaptım? çok değer vermekle mi? hep destek olmakla mı? yoksa sana inanmakla mı?
belki de hepsi...belki de tüm bunlar benim yanlışım...
Aslında aynıydık. Gece mi daha kapsayıcıdır yoksa gündüz mü?
Aslında bu soruya verilecek cevap kazananı da belirleyecekti ama kazanan olmadı.
Hep kaybettik...
Farklıydın herkesten ama herkes gibisin şimdi.
Yine de özelsin.
Zaman durmamıştı ama Egemen durmuştu. Öylece donup kaldı. Kıpırdasa sanki parçalara ayrılacak gibiydi. Tuzla buz olsa toplayabilir miydi kimseler yerden parçalarını?
"Öyle... Öyle denir mi Necla?" dedi dudakları titreyerek. Nefesi kesilsin istedi ilk defa. Oracıkta ölse umurunda olmazdı. Necla'nın gözünden yaşlar süzülmeye başlamıştı.
"Bir insana, bir adama ben başkasını seviyorum denir mi Necla?"
kedileri sev yeter ki. ben sana yalan da söylerim, akşam uyursun. soğukta nefesin kesilir, örtün, üşüme diye söylüyorum. bedenimi bir örtü yaptım örtündüm. sana bakamam, gözlerim yok sende, varsın ama. git başımdan, git başımdan, git başımdan. soğudu, beni duyma diye fısıldıyorum. ellerim buz kesti, yerim senin yerindi. bıraktım seni de o boşluğa, benimle çürüdün sen de benimle oldun yeteri kadar benimdin benimleydin ben de biliyorum ben de biliyorum. soğudu, parkamı örttüm üzerime. kar daha başlamadı, üşü, örtün diye söyledim
Sen gecenin bir köründe ölümüne uykusuzken gözlerin kapalı bir şekilde Sıkaypta "konuşalım biraz daha, arada gözümü açıp sana bakarım." diyorsun ya; ben nasıl sana aşık olmam?
küçük bir kelebeğin, kanatlanışını seyretmek gibiydi seni sevmek.
ilerleyeceğimiz uzun bir hayat yolculuğumuz vardı seninle, izlenecek filmler, gidilecek şehirler, birlikte yiyeceğimiz güzel yemekler, tadılacak şaraplar vardı, en güzel filmi birlikte izlemeliydik, birlikte başlamalıydık en güzel şarkıya, en güzel kitaba başlamamıştık henüz, çünkü herşeyin yeri zamanı vardı. En güzel filmler birlikte izlediğimiz filmler, en doyumsuz kahve başbaşa içtiğimiz kahve olacaktı, hatta bundan sonra içilen kahvelerde kimsenin kimse de kırk yıl hatırı kalmayacaktı, uçup gittin hatırım kaldı.
küçük bir kelebeğin, kanatlanışını seyretmek gibiydi seni sevmek.
Zamanı dolu dolu geçirmeliydik. Çünkü şu üç günlük ömrümüzde ne katarsak birbirimize, o eşlik edecekti sonrasında bize. O yüzden sığdıramıyorduk zamanı kendimize. Sığamıyorduk birbirimize. saatlerce hayran hayran izler, aşk içinde dinlerdim huzur veren sesini. Yol uzun, zaman dar, ve aşk olabildiğince sade. az vakitte çok sevişmeli, bol bol öpüşmeliydik.
küçük bir kelebeğin, kanatlanışını seyretmek gibiydi seni sevmek.
her kelebek gibi sende kozanı terk ettin, hissettiğin aşk yerini bahanelere, dokunuşların sahteliğe, öpüşlerin yerini sahte bir hazza bıraktı kendini. bir zamanlar gözlerine bakıp, ellerini tutarken içinin titrediği adam, ilk tartışmada, kendini ifade etmesine izin bile vermeden, estiğin, gürlediğin, keyfince yokluğuna mahkum edip bahanelerle avutmaktan çekinmediğin biri haline geldi. Artık kozanı terk etmiştin, yeni yerler görmen, yeni baharlar yaşaman, yeni tenler hissetmen, yeni acılar yaşaman gerekti.
küçük bir kelebeğin, kanatlanışını seyretmek gibiydi seni sevmek.
çok sıksam ölecek, biraz bıraksam uçup gidecektin.
Saat 15.30 civarı sokağının başından geçtim. Şöyle kafamı kaldırdım baktım. Orda olmadığını biliyordum ama baktım işte. Bende mantıklı bir açıklamasını bulamadım. Senle olan hiçbir şeyde mantığım yok zaten. Ama çok uzun zaman oldu. Aştığımı düşünüyorum.
Evet bu yazıyı sana yazacağım, hiçbir zaman okumayacağını biliyorum ama yazmak istedim.
Sevgili sevdiğim,
Seni çok sevdim, seviyorum, seveceğim. Dün kollarında uyudum uzun zaman sonra inan bu sıradan bir şey değil. Seninle ben artık biz değiliz. Yitip gittik. Yıllarımı verdim sana. Çocukluğumsun, sevincim, üzüntüm, umutlarım, dengesizliğimsin. Çok yaktın canımı. Zaten akıl işi değildi küçücük yaşımda bir erkeği oğlum gibi sevmek. Evet oğlum gibi sevdim seni, öyle sakladım seni kötüden, sabahlara kadar telefon başında bekledim sana bir şey olmasın diye, işimi gücümü bırakıp yanında durdum basit bir nezle oldun diye. Ha değdi mi dersen inan bilmiyorum. Ki bir karşılığı olsun diye yapmadım hiçbir şeyi. Annen beklemedi seni benim seni beklediğim kadar, kimse kabullenmedi seni benim seni kabullendiğim kadar. Sen o kadar kötülük yaptın, bana geldiğinde ben yine sana iyi biri olman için her şeyden vazgeçeceğimi söyledim. Çok büyük sevdim ya. Ne paran, ne araban, ne ailen, ne giydiğin kıyafetler... Benim için hiçbirinin önemi olmadı. Öyle güzeldin ki her şeyinle. O burnunun kenarındaki ben bile bana o kadar güzel geliyordu ki. Mesela ben senin kirpiklerinin rastgele dizildiğine gerçekten inanmıyorum. Üzmüşler seni benden sonra, düşmüşsün. Cebinde para olup olmamasına bakmışlar mesela kim olduğuna bakmışlar, senden isteklerini aldıklarında seni bırakmışlar. Benim hayatımın tamamıyken başkalarının hayatında 2. plan olmuşsun. Bunları bana anlatıp ağladın kollarında ve ben sana sarılıp dik durmanı söyledim, hepsinin hesabını soracağım dedim. Çünkü dedim ya sen benim oğlumsun ve benim oğlumu üzmelerine müsade edemem. Çok kızdım sana, çok kırgınım ama ihtiyacım var gel desen neredeyim ne haldeyim diye bakmadan sana koşarım. Ve bu 40 yaşıma geldiğimde de değişmeyecek benim için. Olmadı, bir kızımız olmadı mesela adını Tutku koyamadık. Bir evimiz olmadı, bir kedimiz de olmadı. Unut gitsin, umarım bunları yaşayacağın insan da seni çocuğu gibi sever ve seni çok mutlu eder. Neyse galiba gidip ağlayacağım tek başıma, sen hep mutlu ol. Güzel şeyler hep seni bulsun, güçlü ol. Ne zaman istersen ben senin yuvanım ve geldiğinde kapım hep açık. Hoşçakal.