arsız oldun iyice. ama iyisinde öte yandan.
derste çalıştığınyok onada maşallah .
çok takıntılısın bu aralar onuda keşfettim.
altı üstü kendi su şişesinden başkasınında içmesine izin verdi diye buzz gibi soğudun kızdan. ama o onu tanıdığından beri-yani 6 seneden beri- hiç su şişesini sana vermemişti biliyorum. değişti farkındayım. ama sen iyi ol yeter.
tamam bazı şeyler için iyi olmak yetmiyormuş diye başlama. iğrençleşme laan.
çok arkadaşıunda yok onuda keşfettim bak insanlarla kolay iletişim kuramıyosun.
niye kurasınki dimi lan böylede iyisin. az arkadaşın olsun öz arkadaşın olsun meselesi.
telefonun bozuldu tam 2 gündür bozuk kılını bile kıpırdatmıyosun.
okuldan kaçarken annenden izin almayı planlıyosun.
sırf ders çalışmam diye okul değiştirmek istemiyorsun ilçe milli eğitimlerlen uğraşıyosun.
annen ağladı diye dünyayı yıkıyosun.
dedene geçmiş olsun demeye utanıyosun.
bağıra bağır ağlıycağını bildiğin için cenaze evine gitmiyosun.
güneş yok. sisli. ayaz. hangi savaşa ait bilmem, ciğerleri yakan barut kokusu kalmış havada. diz çöktüm yürüme hızında. muazzam bir melodi, bu zonklama...
sukunetin tenhası gerilim yüklü. herşeye gebe bu sessiz çığlık. uzaklarda birşeylerin adı konmak üzere. bu sis perdesinin içinde, katır kervanları geçiyor, küfeleri intihar yüklü...
boynuma bir ilmek geçecekmiş gibi bekliyorum, diz çoktüğüm bu noktada. kulaklarıma hiç dinlemediğim ama ezberden söylediğim şarkılar takılıyor. hani kalksam ayağa, ve azarlasam yarım bıraktığım hayatı, merak ediyorum dönüp arkasına bakar mı canımı yakan hatıralar? derler mi kim bu yarım nefesli korkak soytarı? yok. çelişkiler sofrasındayım biliyorum. bilerek bu sofranın duası olmak istiyorum.
necip baba, bana mı söylemiş dedim ilkin; "sen bir devsin, yükü ağırdır dev'in".. yok muhatabı ben değilmişim. sonra öğrendim ki, "Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin"...
üç ayaklı topal köpek rolü heybemdedir benim. her an kullanılmaya nazır, yürürüm ne ayaz dinlerim ne sis. bir çöl buldum parke taşlarıyla, şamdanları havada boşlukta duran, alevleri değil gölgeleri yakan. taşların arasından ruhlar yükseldikçe, bakir kız rüyasını andıran. eyvahların pişmanlıklar arasında girdaplaştığı, seyyah olup gitmenin, keşiş olup kalmanın paradoksunda kalınan ruhsuz beden, bedensiz ruh'um ben...
dualar, kulak zarını delen çığlıklara dönüşürken, eller yakarıştadır. korkular içlere sinmiş, dudaklar kurumuş olur o vakit. ve yerden arş'a yükselen ateş, günahkar bedenlerin üstüne döküldüğünde, sur, hiç ihtimal verilmemişken ansızın üflendiğinde, ve kayıp ruhların araf eteklerinde "artık çok geç" bakışları ile seyre daldığı vakittir, heybemden üç ayaklı topal köpeği sırtlanıp aranızdan geçip gideceğim vakit...
son olarak,
mızrakların boyunca kan istiyorum. çirkefliğin kendi kanıyla boğulduğu kadar da mızrak !
gecenin bir karanlığımda çıktım yola bilmiyorum karanlıkmıydı pek dikkat edemedim aslında çünkü aklıma takılmış binlerce soru binlerce düşünce arasında artık bir şeylerin farkına varamadığım kesindi.
yürüyordum o yolda arada insanların gülüşüne bakarak imrendim sanki arada onların sahip olduğu şeylere, hayata bakarak keşke çektim belkide yalanlayamam zaten bunu kime yalan söyleyeyim ki, kim var ki?
sanki bir şeyler ters gidiyordu sözlük bilmiyorum geleceğe yönelik adımları yanlıs kurguladım belkide her adımımda bir çukura düşüyordum, çıkıyorduk belkide orda kalmıyorduk ama yorgun da düşüyorduk, o bataklığın ödülü yorgunluk mu olmalıydı?!. ilk başta bir şeylerin farkına varamadım dedim vardık artık vardım ney mi bendeki sabrı;
icimi saran anlamsız huzursuzluk hali. geceleri gordugum karmasık ruyalar. sabah kalktıgımda evin icindeki sessizlik. buzdolabında çürüyen meyvelar. yürüyen insanlar. büyüyen ben. vantilatör teknolojisinden klima teknolojisine gecen insanlık. british thermal unit in kadar collsun. sende allah kulusun.
kuresel olarak ısınıyormus insanlık. dus yaparken suyu idareli kullanın yazmıs belediye ust gecidin ustune. hızlı gectim, su-ton-saat hesabını idrak edemedim tam olarak. neden boyle bir sey icin kısıtlanıyorum? neden gitmiyorum memleletimin yaylalarına? bu hız bu trafik bu online yasam nerden cıktı? bir ruzgar essin pencereden. usuyeyim. sabah kesecegim odunları dusuneyim. odun kesmek istiyorum. öfkemi dısavurmak istiyorum. dısavurumcumu olsam bu yastan sonra?
içimdeki dalgalarım kıyıma vurmasın, gözlerim ıslanmasın diyeydi günlerdir onca çabam. fark ettim ki ne hayatın umrunda ne de gözlerimi ıslatanın. sonu olmayan bir yolda ışıksız, nefessiz adım atmaya çalışmak ve her adımda düşmemek için çabalamaktan öteye geçemedim. düşmekten korkmuyorumda, düştüğümde kaldıracak mı bir çift göz beni bilememek asıl ürkütücü olan.
bir bahçesi olmalı insanın
koyverip gidebileceği çimenlikler
her mateminin üzerine gri-yeşil bir örtüsü.
dert etmemek öyle eksik baharatları
gittiği yer baharattan da kaçmak olmalı biraz,
Gri-Yeşil
hazır-küçük çantalar bulundurmalı koridorda.
birinde 2 pantol bir ceket,
diğerinde şarkılar hazır bulunmalı,
Sen, Ey Ulu Düzen!
kahredersin sevdiğim yanlarımı..!
son günlerde, hatta ne son günleri lan son 2 aydır malak gibi bütün gün yatıyorsun evde. bütün gün sözlüktesin, feyzbuktasın, emesendesin. sporu bıraktın bırakalı da zaten hafiften de bir göbek yaptın. güzelim baklavaların ziyan oldu. ** zaten asosyal bir tiptin gittikçe daha fazla dibe batmaya başladın. almışsın bir de wireless modem komşunun internetini sömürde sömür dur. anladık tamam askere gidiceksin diye salıverdin kendini. ama bu kadar da olmaz. ya da boşver bea ne de olsa askere gidicen. askerde düzelirsin. yat uyu amk. oh negzelmiş.(bu döngü böyle devam eder her sabah) *..
sen, uyuşuk herifin tekisin. çoğu şeye heveslenip, çoğu işini yarım bırakırsın. o kadar masrafa girip, ekipman alırsın lakin o işten sıkılıp o kadar aldığın ekipman boşa gider. sanatın bir dalında olmak istersin, kendini müzisyen olarak görürsün. bunun için dört yıl beklemen uyuşukluğunun meyvesidir. dört yıl sonunda tesadüf eseri kaderinin artık seni zorla öğrenmeye iter gibi, gittiğin üniversitenin rock kulübü başkanı vasıtasıyla bomba bir adamla tanışırsın, fatih kanık. davul dersi vermektedir. şahane muhabbetli bir insanla tanıştın, tavsiyeler aldın. dersler aldın davul öğrendin. tek aşkın olan müziğe bile ihanet ettin, çalışmadın. bir an silkelendin, o zaman biraz takdir ettim seni. artık evde çalışacağım diye eve davul aldırdın. şanslı bir veletten öte değilsin oğlum. bu kadar nankör olmana rağmen bazen çok şanslısın. davul bile aldın.
sen, sıkıcı herifin tekisin. sıkarsın bazen çevrendekileri. boğarsın ısrarlarınla. en değer verdiğin kişiyi, 'sevgilim' dediğin kişiyi bile boğarsın. sevgiden boğmak ne oğlum? deli misin, divane misin? neden rahatsız ediyorsun ki? neden bu kadar düşüncesiz oluyorsun bazen. evet evet, boğarsın sen. hiç öyle masum rolüne yatma abi. boğuyorsun işte, sevdiğin kişiden ayrıldığında bile boğuyorsun. işin kötüsü tek o'nu değil, kendini de boğuyorsun. daha da kötüsü bunun sonu ölüm değil be oğlum. sakat kalmak gibi, sadece acı çekmek için yaşamak. neden yaşıyorsun ki aslında. neden mutlu sonu bekliyorsun?
sen, inatçı herifin tekisin. bu inat niye ki? hayata karşı zıt olmak niye? kendi bildiklerini okumak niye? idealist misin yani? taviz vermiyorsun falan? yalan oğlum bunlar. nereye kadar gideceksin bu tavırla? ne yapacaksın? ilerisini görüyorsun değil mi? sabah 9, akşam 5 iş seni bekliyor. ayrıca bu inadın kime faydası var da sürdüyorsun ki hala? bak yukarda da dediğim sıkıcılık da inadın yüzünden. neden bir şeyi de kabul edip, geçmiyorsun? neden irdeliyorsun bok mu var sanki? yani sen inat edip, üsteleyince senin istediğin mi olacak? çocuk musun abi sen, ağlayıp, istediğini yaptıran çocuklar gibi üsteliyorsun?
sen, tuhaf bir herifsin. len, kendinden fazla sever mi başkasını insan? önce sen gelmez misin? sen olmadan onlar sevebilecek misin? neden fazla değer veriyorsun ki? hele de gereksiz kişilere. sonra asıl arkadaşlarını, dostlarını, sevgililerini gözden kaçırıp, hak etmemelerine rağmen onlara bencil davranıyorsun. sen bencil davranıyorsun abi. çevrendekileri üzüyorsun. kendine gel acilen, toparla kendini. dersine çalış, müziğine sarıl bir şeyler yap. boş geçirdiğin her zamanda bencilsin kendine.
hem oğlum bu dünyada bir kelebek kadar küçük ve değerlisin ama değerini keşfedecek cesaretin yok sanki.
ve bir o kadar kısa ömrün. ömrün yetmeyecek gibi...
bu kadar sıkıntıyı hep omuzlamak zorunda mısın? ne zaman doğru anlaşılacağını beklemekten yorulmadın mı. bak gözyaşların bile artık sıcak akmıyor.buz gibi iniyor yanaklarından aşağıya.değecek mi sanıyorsun. ha değecek mi.
değmeyecek. hepsi aynı işte. herkes aynı. herşey aynı.
pes ediyorum beeennn...
bugün yine sana birşeyler karalayıp ne senin canını ne de kendi canımı sıkmak istemezdim ama öyle bir ruh hali içindeyim ki, normal seviyedeki duygusal şarkılarda bile bunalımlardan bunalımlara akıyorum. aslında bugün neşeli olmam gerekirdi. pazar sabahı, güneşli bir hava, içinde sucuklu yumurtanın da olduğu güzel bir kahvaltı, istanbul'dan gelmiş amcaoğlunun getirdiği neşe. " ulan keyif de gıcırmış hea" dediğini duyar gibiyim. ama öyle değil ki be sözlük. fakirlik edebiyatı ya da ajitasyon değil anlatmak istediklerim. ama her neyse işte boşver sen yine. okulu bırakmak zorunda kaldım. hayatın baharı diye tabir edilen dönemimde askere gidiyorum. aslında hiç gitmek istemiyorum. öyle ki kim bırakıp gitmek ister ki lan üniversite ortamını, arkadaşları, aileyi, sevdiğin kızı. neyse karmaşık duygulardayım anasını satayım. askerden dönünce yine yazacam.