zamanın ötesinde bir yerlerde
hep seninle geçen zaman,
hep sen ve ben,
hep bize ait çocuk masalları,
hep sen ve ben,
hep bize ait korkuluk tarlaları
geceyi saklayan, geceden kalan...
heralde küçük iskender in söylediği gibi bişey yazarım bunun için bu başlığa hazırlık yapmak gerekir. şöyle demiş k.iskender :
.
.
.
neyse..
evlenmişsindir şimdi
adları kafiyeli veletlerin de vardır mutlaka,
sevmeyi, sevmeyi bilenlere bırakamadık ki
her boka maydonoz olurmuşcasına
her tutkuya ferhat, mecnun, kerem muamelesi
her tutkuya şirin, leyla, aslı muamelesi
galiba bizimkisi
yala yala bitmez bir süreç işkencesi
bizimkisi
toptan satış, müşteri sevgilimdir
sevgili velinimetimdir muamelesi!
Masmavi gökyüzünde tüm parlaklığıyla ışıldayan bir güneş gibi sıcacık ısıttın yüreğimi. Okyanusun o derin sularında sevinçle oynayan minik yunuslar gibiydin sen. Sadece martı sesleri huzur verebilir insana. işte sen o martı seslerinden oluşan bir karmaydın. Dar ve karanlık bir patikada yolumu aydınlatan berrak bir ışık tanesiydin sen. Sendeki seni sevmiştim oysa ben. Seni sen yapan o çocuksu inadını, kahverenginin en güzel tonlamasına sahip gözlerini, dolunay parlaklığındaki yuvarlak yüzünü ve melek saflığındaki kalbini sevmiştim oysa ben. Oysa ben, içten içe tüm kalbimle bağlanmıştım sana tıpkı bir zincirin birbirine kenetlenmiş kopmayan halkaları gibi…
sana ne kızabiliyorum, ne küsebiliyorum... arada bir sinirleniyorum; o da kısa sürüyor tüm sinirlerimden... sana çok şey söylemek istiyorum.
içimde birikiyor sözcüklerim, kuruyorum cümlelerimi; içinde "seni seviyorum" geçiyor, devriliyor bütün cümleler.
cümlelerim böyle devrikken dudaklarımdan dökemiyorum. hepsi birbirine karışıp dağılacak diye... ama daha ziyade korkuyorum, sevgimden korkup kaçmandan. çünkü ben korkuyorum bu aşktan. beni yok etti çünkü. aslında bu ben değilim. gurursuz, sırf hala aşık olduğumu anlayıp kendini bana karşı suçlu hissetmenden, bana acıyıp beni mutlu etmek için minik yalanlar söylemenden ve sonra her zamanki gibi kaçmandan korktuğum için aşık değilmiş gibi, hiç umursamaz gibi rahat davranan ben değilim.
senle konuşamadığım zaman sinirleniyorum, kızıyorum ama sana değil asla. sadece konuşamadığıma... sesini duyamadığıma... arayıp sesini duymaya bile cesaret edemememe, sesini duymak için çıldırırken... evet çıldırmış olmalıyım. bu kadar aşkı 500 gr.lık kalp denen organa sığdırıp üzerine kilit vurmaya çalışıyorum çünkü.seni unutmayı düşünmek çılgınlık, seni sevmeyi sürdürmekte öyle...
hoş... sevmeye yetkim yetersiz, unutmaya yeteneğim...
böyle kısıtlanmışken hayat çok zor. seni görememek ayrı bir işkence. görüp dokunamamak ayrı...
sanırım ölümüm ne kadar kötü olursa olsun son nefesimi verirken seni ancak seçebilecek kadar yakından görmek ruhumu şad eder...
evet ölmeyi diliyorum bazen, sessizce bir kuytuda... ve yakında... Allahımdan bunu diliyorum her duamda. seni biriyle görmeden gözlerimi sonsuza kapamayı diliyorum. senin dışında biriyle birlikte olmak zorunda kalmadan, en azından tüm bu beklenen kabuslardan hemen önce son nefesimi vermek istiyorum.
kimsenin arkamdan ağlamasını istemiyorum. aksine belki buruk ama bi tebessüm olmalı yüzlerinde.
ve artık şuan dayanamıyorum ve sonsuza kapamayı dilediğim gözlerimden yaşlar boşaldı. son nefesimi vermeyi dilerken ben, boğazıma hıçkırıklar dolandı.
kafamı taşlara vurmak istiyorum, kesinlikle pişmanlıktan değil. bu ruhani acıya dayanamıyorum ve artık fiziksel bi acı diliyorum; seni bana unutturacak.
biliyorum bu bana yakışmayacak acizce bir dilek. ama dayanamıyorum Allah'ım.. Allah affetsin beni.
seni herşeyden çok istiyorum. her konuda... düşündükçe etim sızlasa da sana dokunma isteği bütün düşüncelerden alıkoyuyor beni. ama senin bana dokunduğunda aklından başkasının geçmesi ihtimali... kahrediyor. -ki "mecburum" diyorsun, çünkü sen onu seviyorsun.
neden tüm aşklar başka bi aşkla kesişiyor. neden seni özgürce sevemiyorum? neden... ben seni, sen başkasını, başkası beni... bir çengel bulmaca... her bir kelime bir başka aşk... birbirine bağlı kıyısından... her bir kelime önündekine ip ucu verirken, öndeki kelime de vermekte... arkasından aldıklarının farkında olmadan...
sweatine sarıldım, uyudum iki gün... iki koca gün boyunca hiç bırakmadım elimden, kokladım defalarca. "kalabilir" demiştin ama sırf seni görebilmek için geri vermek istedim.
o elimi tuttuğunda aklıma ilk gelen ilk elimi tutuşundu ortaköy'e yürürken...
-üşüyor musun yok sadece ellerim biraz...
-bakayım.. hım. buz olmuş...
elim elinde... elin cebinde... yürümüştük öylece...
sonra masada otururken parmaklarımla oynayışın...
zincir küpemi parmağıma dolayışın... alıp cüzdanına koyuşun... aldığın yüzüklerle geri vermiştin. meğer parmağımın ölçüsünü almaya çalışmışsın zincir küpeyle.
son olarak bir de benim senin son elini tutuşum gelmişti aklıma. sigaramı yakarken çakmağı çekiyordun geriye, ani bir refleksle bileğinden tutup çakmağı yakalamıştım. bırakmak zor olmuştu. o 3 saniyede tüm vücudum ürpermişti.
sendeki iftarın ertesi onunla buluştum, öpmek istedi, suratımı çevirdim. tokat atmak istedim. senden başkası yaklaşmamalıydı bana, izin vermemeliydim kimseye. ama unutmama vesile olur dedim böyle oyaladım kendimi. çaresizdim, kendi yalanlarıma kendim inandım. ama çare deği,l işkenceymiş.
ve sen geldin şimdi msn'e... "napıyorsun" dedin, boş bulundum yine; "yazı yazıyorum" dedim. "ne yazısı yazıyosun" dedin. "öylesine birşeyler işte.." dedim.
öylesine birşeyler...
içim cız ediyor senle konuşurken... ek kontenjanla yerleştin. gidiyorsun... "okumayacağım, kayıt yaptırıp döneceğim" diyorsun ama bir de kalırsan... seni görememekten korkuyorum. hemde çok...
fotoğrafını aradım bugün, bulamadım, kaybetmişim, yüzüğünü kaybettiğim gibi hiç hatırlamıyorum yerini.
belki de bu ufak bir başlangıç... yavaş yavaş seni kaybedişimin sembolik belirtileri... ben de bilgisayardaki fotoğrafları tab ettirdim. sakarya'ya götüreceğim, baş ucuma, duvara asacağım. her uyandığımda görebileceğim yerlere...
"okuyacaksın" demiş annen. haklı tabi. ama... nasıl göreceğim ben bi daha seni... askere gitmenden daha iyi sanırım. en azından yazları burada olursun bir kez de olsa görürüm belki ama okumazsın, kalmazsın orada dimi? askere gitsen izinlerine belki de ben denk gelemeyeceğim sakarya'da olacağım belki de. ama birgün askere de gideceksin. ve birgün bir başkasıyla da evleneceksin.
o yüzden alışmalıyım. seni görmemeye. ama nasıl... sakarya'dan uzun tatiller harici gelmemeliyim belki de. başkasını sevmeyi denemeliyim. senle kıyaslamadan tabi. yoksa biliyorum yine olmayacak. ama sen aklımda oldukça da kıyaslıyorum herkesin sen olmasını istiyorum.
ve çıktın işte... gittin...
kenedy demişki ''kim ki düşmeyi göze alır, o yükselir.'' senin iletinde yazan bu şuan. güzel demiş de..
herşeyi göze aldım, düştüm, bir düştüm, pir düştüm; ne zaman yükseleceğimi neden söylememiş kenedy amca?
sen offline oldun ama ben hala sayfayı kapatamıyorum.
kapattım. içim cız etti bir kez daha. daha ne kadar yazacağım bilmiyorum ama bırakamıyorum.
neden yazıyorum onu da bilmiyorum çünkü bu maillerde diğerleri gibi biraz taslaklarda bekleyip silinecek. arada bir cesaretlenip atmak için açacağım, okuyunca cesaretim kırılacak, vazgeçeceğim. tekrar cesaretlenip atarım diye korkup sileceğim. ama silmeden önce bir kaç kez cesaretlenip cesaretim kırılacak. cesaret kırıntılarım ancak silmeye yetecek.
mesajların... silemiyorum, kırıntılar yetmiyor. her gece yatmadan önce, uykudan önce, gece masalı niyetine, şifa niyetine okuyorum. önemsiz olanları bile silemiyorum. sadece ok yazan mesajların var mesela. onlara bile kıyamıyorum.
o iyice ağır gelmeye başladı. sevdiğini hissediyorum ama sevemiyorum. istemiyorum. ama empati yaptığımda üzülüyorum, vazgeçiyorum. ama bu daha fena sanırım, hiç dürüstce değil. of, zor... sevmek, sevilmek, aşk, unutmak, hatırlamak, hatırlanmak hepsi de çok zor...
senin tek bir dokunuşunun hayali... alıp götürüyor beni. desen ki sabaha kadar kal yanımda hiç düşünmeden evet, evet, evet...
günlerce sana nilüfer'in "dokun bana" şarkısını yollamak istedim. yine kırık cesaretim el vermedi. sözlerini yollamak istedim bunu da beceremedim.
sonra birgün yolladım ama anlatamadım ki bendeki yerini..
"uyu" dedin, sırf sen dedin diye uyumak istiyorum ama şuan kendimi senle konuşur gibi hissediyorum ve bırakıp gidemiyorum yatağa. ama haklısın uyumalıyım dinlenmeliyim. seni daha dinçken sevmeliyim, dinçken özlemeliyim.
dostluğun bana yetmiyor.
konuşurken düşlüyorum ellerini.
özlüyorum.
dokun, dokun bana ne olur dokun bana...
sevmek dokunmak demiştin...
biliyorum.. sürmese de,
eskiye benzemese de...
hala benim tek ezberim...
dokun bana, ne olur dokun...
dinlemek beni kesmiyor...
hasreti hafifletmiyor...
dokun bana, gizli olsun...
dokun ne olursun dokun...
alıştığım ellerindi...
özlediğim sevgilimdi...
oyalama dostluğunla...
katlanamam buna...
dokun bana nolur dokun bana...
Bazen öyle durumlar vuku bulur ki, ilişkiyi yürütmek için sevgi de yetmez, aşk da yetmez. O zamanlarda bir anda kafaya dank eder aradaki devasa frekans farkı. Mümkün olduğunca dışarıda bırakılır duygular ve beyin işlev gösterir biraz. Yapılan empatiler, objektif bakış açıları sonunda bir karar alınır. ayrılık ...
Kararı alması kolay olur. Söylemesi de. Ayrılmak da kolay olur o zaman. Ancak biraz zaman sonra devasa bir boşluktan sonsuz bir uçuruma doğru düştüğünü farkeder insan. ( Ki bu anın üstüne birkaç olay daha eklensin (bkz: dibe vurmak) )
Bir kalem alınır, bir de kağıt. O kadar fazla özene gerek yoktur. Nedenler ve sonuçlar yazılır. Pesimist demeyelim ama daha bi mantıksal iyimserlikte düşünceler geçirilir kağıda. Çünkü arada nefret yoktur. Hoşçakal denir en sonunda ki hayatın en ağır vedasıdır aslında bu samimi son dilek.
sevgili s....., biliyormusun seni uzun yıllar evvel unuttum, senden sonra hayatıma tek bir kişi girdi ve hala onunla çok mutluyum. peki ne halt etmeye bana bu mektubu yazdın diyorsan***. bu benim de canımı sıkan bir konu, sözlük zaman zaman böyle garip faaliyetlere giriyor, geçende ölmüş babamıza içimizdeki özlemi anlattığımız bi mektup yazdık mesela, ondan önce de sürekli takdir belgesi getiren küçük kardeşimize olan öfkemizi kağıda dökmüştük. bir çeşit terapi faaliyeti gibi bişi anlayacağın. seni cidden unutmuşum yaa, bak adını bile çıkaramadım da noktalarla gizemli gibi yaparak kıvırıyorum durumu.
neden bana yazdın dersen, çok pasif bi aşk hayatım oldu, eski olarak bir sen varsın geçmişimde, bu tip faaliyetlere hayatımda bir iz bırakamamana rağmen seni kullanmak sureti ile katılabiliyorum ancak. tekrarlyorum seni hiç hatırlamıyorum.
ne yaparsın sevgili hayat böyle işte. birilerini peşinden koşturuken birilerini de kovalatıyor ne ilginç değil mi? oysaki herkes birbirine doğru koşsa sorun kalmayacak. sen neden bana doğru koşmuyorsun ki??
canım saatime baktıgımda 01.22 yi gosteriyordu.Yani sen beni terk edeli,an itibariyle tamı tamına 6ay 2 hafta 3 gün 8 saat gecmisti.sunu bilki ben bu sure icinde cok degistim sevgili.Artık mevcut düzenin kurallarına kanunlarına karsi geliyorum.Ama sanma bu yazı bir acındırma kampanyasının ilk adımı sanma ki Bak sen beni terk ettigin icin boyle ipsiz sapsiz bir haydut oldum' ana temali bir kompozisyon.Bilakis ilk defa kendimi bu kadar ozgur hissediyorum, seni benden alan topluma ve onun kanun yapıcılarına, kanunlara karşı geldiğim sürece insan olduğumunfarkına varıyorum bebeğim.
Canim, Ersoy'u bilirsin hani bizim mahalleden; Hani senle beraber geçirdigimiz muhtesem günlerin birinde biz el ele deniz kenarinda otururken arkadan usulca gelip enseme vurup ve akabinde "N'aber lan ? Bi kiz buldun bizi arayip sormaz oldun" diyen, benim de "Ersoycugum, kaç kere söyledim sana el hareketinden hoslanmiyorum diye. Ayrica dua et yanimda bayan var, yoksa ben senin gelmisini geçmisini" diye iki dakikada harcadigim su Ersoy'u hatirladin mi? He o Ersoy. Ersoy mert çocuktur, ates gibidir, tuttugunu koparir askim.
Simdi lütfen "Off Umut, bana ne Ersoy'dan. Surda iliskimiz bitmis, sen bu mektubunla yanan bir sevdayi küllerinden var edecegine ya da en azindan buna çalisacagina tutmussun bana Ersoy'dan Mersoy'dan bahsediyorsun" deme Bir kerecik olsun dinle beni. Alt ay boyunca dinlemedin simdi dinle. Senden insan gibi rica ediyorum. He! Nerde kalmistik. Evet bu Ersoy mert çocuktur diyordum. Geçen gün nedenini bilmedigim bir dürtüyle söyle bir sahile indim, gelmisken bulustugumuz, oturdugumuz eski yerleri bir bir gezdim. Gezerken kimi zaman hüzünlendim, kimi zaman ise aci aci tebessüm ettim. Ama total olarak aci aci tebessüm ettim. Neyse gezerken birden Ersoy'u gördüm. Bos gözlerle denizi, sahile vuran dalgalari seyrediyordu. Belli ki yikilmisti, belli ki örselenmisti, pusuatsiz, duldasiz, üryandi; "Ersoy!" diye seslendim, duymadi. Gittim yanina, "Ersoy neyin var oglum, sabahtan beri sesleniyorum duymuyorsun, bi sey mi oldu?" dedim. "Ha? Yok abi öylesine dalmisim" diye boynunu büktü. "Oglum hakkaten soruyorum. Sen bi seye kafani takmazsan böyle b.kunu yemis tavuk gibi düsünüp durmazsin. Söylen neyin var?" diye israr ettim. "Abi yok bi sey yaa, öylesine duruyorum iste. Beni bos ver de sen n'apiyosun onu söyle?" dedi. "Eearsooey!" diye Kurtlar Vadisi adli güzide dizideki Laz Ziya gibi tehditkarca sesimi yükselttim. Hemen çözüldü, anlatmaya basladi. "Abi yaa" dedi ve "bak görüyor musun koskoca süper ig geldi geçti yine ayni sey oldu, yine yesil sahalarda görmeyi arzu etmedigimiz görüntülerle karsi karsiya kaldik.Bugün bir Bursa-Rize maçinda yasanan olaylari düsün, bir Serdar Bilgili'ye VIP'ten edilen küfürleri düsün. Hadi onlari geç, Luçesku'nun gereksiz çikislarini yönetimle olan anlasmazliklarini düsün, iste bunlardir beni üzen, böyle biçare, itten aç, yilandan çiplak birakan abi" diye devam etti. "Ersoy bunu bana niye yapiyorsun?Niye göz göre göre keklemeye çalisiyorsun?" dedim. Anlamazliktan geldi. "bak hala devam ediyorsun Ersoy. Bilirim ki VIP'ten edilen küfürler de, Bursa-Rize maçi da umurunda degil. Söyle neyin var Ersoy, niye böyle biçaresin?" diye sitemkârca sordum. "Ama abi sen böyle karsimda gülerken ben sana nasil derdimi anlatabilirim ki?" diye sordu. "Ne gülmesi oglum, hasta misin sen?" dedim. "Aha iste abi! Karsimda yumicik gibi açmissin agzini siritiyorsun. Senin su sifatina karsi ben nasil asil derdimi anlatayim" dedi. "Yav oglum sen bana bakma, ben eski yerleri geziyorum da onun için aci aci tebessüm ediyorum" dedim. Durumu anlayinca anlatti.
Bir kadinmis onu da bu hallere düsüren, önce ansizin hayatina girmis sonra birdenbire çekip gitmis. Ersoy'u da böyle derbeder, böyle hercai birakivermis. "Git"dedim, "git yapis koluna. De ki kizim böyle böyle&; "Seviyorum" de anlat ona" dedim. "Gidemem, anlatamam" dedi. "Anlatacaksin. Böyle burada yanmaktansa gidip anlatacaksin. Hadi kos!" dedim. "Yaa abi, sen kim oluyorsun da bana akil veriyorsun?" dedi. "Aman Ersoycugum, ben de sevdim, ben de asik oldum" dedim. Dinlemedi. "Asik olmusmus. Ulan oglum ben senin gibi naylon asklar yasamiyorum tamam mi. Delikanli gibi seviyorum. Simdi sen kim oluyorsun da o küçücük yüreginle beni anlamaya çalisiyorsun?" diye egri agzini büke büke askimiz hakkinda ileri geri konustu. "Aman Ersoycugum" dedikçe çostu. "Etme Ersoycugum" dedikçe simardi. En sonunda dayanamadim. Bi tane vurdum agzina serefsizin. Aninda pisip on metre ileriye kaçti oradan, it gibi bana bakti. Hirsimi alamadigim için "N'oldu la, daha demin kartal kesilmistin" diyerekten ayakkabimi çikarip bunun kafasina firlattim. Ben çorabim kirlenmesin diye seke seke ayakkabinin tekini almaya gittigimde Ersoy çoktan uzaklara dogru aglaya aglaya kaçiyordu. Artik kafasina gelen darbeden mi asktan mi agliyordu orasini bilemen
Simdi sen diyeceksin ki "Yaa Umut, Allah askina sen sabahtan beri ne anlatiyorsun yaa!? Bana bu saatten sonra Ersoy'un dertleriyle gelme kardesim. Istemiyorum!" diyeceksin. Gelecegim askim, gelecegim. Önce Ersoy'un gönlünü alip, Ersoy'u da Ersoy'un dertlerini de alip öyle gelecegim. Sen istesen de istemesen de gelecegim. Ersoy'u dinlemelisin çok içli çocuk. Ama dersen, "Ersoy'u çekemem simdi" bu durumu Ersoy'a usulünce anlatip "Kusura bakma Ersoycugum yengen senden pek hoslanmadi" deyip, onu iki dakikada satarak tek basima gelecegim sana; Evet gelecegim. Gelecegim. Geleyim mi çiçegim?
umut sarıkaya..
Canım, dün sabah uyandığımda tarih 19 Ocak Pazartesiydi. Yani senden ayrılalı tamı tamına on gün olmuştu. On gün... Sesini duymadığım, teninin kokusunu hissetmediğim, sensiz geçen tam on koca gün! Sabah kalkıp doğruca hani seninle saatlerce oturduğumuz, Beşiktaş'taki iskelenin yanındaki o parka gittim. Bir banka oturup ilk defa tek başıma denizi seyrettim. Tek başıma poğaça yedim. Dalgalı denizi seyrederken sürekli seni, geçen mutlu günlerimizi, nasıl olup ta bu görkemli ilişkiyi bitirdiğimizi, nerede yanlış yaptığımı düşündüm. Denize bakarkenbir ara dalmışım, ''Ulan hayatta Ankara'da yaşayamam, o ne kupkuru şehir,memur kenti'' diye içimden geçirdim. Ama sonra emen vazgeçip tekrar seni ve geçmiş günleri düşündüm.
Ben, bu ve bunun gibi düşüncelere dalmışken birden arkamdan yaklaşan iki yumuşacık pamuk gibi el gözlerimi kapadı ve o bildik soruyu sordu: ''Bil bakalım ben kimim?'' Sesinden tanımıştım, zaten hep zor anlarımda gelir dertlerimi dinlerdi. ''Lütfen şaka kaldıracak durumda değilim, gel otur şuraya.'' dedim, oturdu. Evet senin de tahmin ettiğin gibi bu kişi üniversiteden arkadaşım Ercan'dan başkası değildi. ''Abi ellerine n'aptın, gadın eli gibi olmuş.'' dedim. Sabah çıkarken elim çatlamasın diye bizim hanımın kremini sürdüm. Nütricina el kremi, Norveçli balıkçıların da tercihiymiş'' dedi. Bunun üzerine bir iki saat Norveçli balıkçılar üzerine tartıştık ve en sonunda ''Allah düşmanımı Norveç'te balıkçı etmesin'' sonucunu çıkardık bu tartışmadan. Sonra ansızın seni sordu, ''Ayrıldık'' dedim. ''Abooo!'' dedi. ''Dur bu konu burada, parkta konuşulmaz, şurada Kazan Birahanesi var, oraya gidelim'' dedi. ''Aman Ercanım, bilirsin ben içki içmem'' dedim. ''Oğlum, sen kola içersin, gel'' dedi, gittim, gittik. Ben anlattım Ercan dinledi. ''Boş ver, sana kız mı yok, başkasını bulursun'' dedi. Böyle seni bir kalemde silip atmamı istemesi üzerine tiksindim Ercan'dan, ama sözlerinden etkilenmiş gibi yaptım. ''Heee, haklısın'' dedim.
Neyse uzatmayayım, saat 22:30 gibi garson ''kapatıyoruz'' dedi, hesabı getirdi. ''Dur abi, sen hiç dokunma ben öderim'' dedim. Ercan ''Olur mu öyle şey, ben ödiycem'' dedi. ''Abi bak konuşmam bir daha ben ödiycem'' dedim. ''Tamam öde'' dedi. içimden ''Vay ancuk, insan bi kere daha ısrar eder, o ısrara endekslemiştim mali durumumu'' diye usulca geçirdim... Çıktık birahaneden, ''Off, bu saatte de nerede otobüs bulucam'' dedim. ''Puff, hiç te eve canım gitmek istemiyo'' dedim. Sağ olsun, ''Abi istersen bizde kal, salonda yatrsın'' dedi. Gittik eve. Ama aşkım biliyo musun, Nagihan Ercan'la evlendikten sonra çok değişmiş. Böyle bana karşı bir acaip anlamsız tavırlar falan yapmalar, sorduğum sorulara ''Off nerden bileyim ben yaa, Allah Allah yaa, mallah Allah yaa!'' diye bir kendini beğenmiş cevap vermeler, sorma gitsin. Nagihan yüzünden muhabbetten zerre kadar tat alamadım. inanır mısın bir ara ''Ulan bana ne surat yapıyorsun, bu tırto Ercan'la evlen diye sana ben mi dedim?'' diye haykıracaktım suratına ama kendimi zor tuttum. Zira arada Ercan vardı. Bir vakit Nagihan mutfağa gittiğinde Ercan'a ''Kanka, boşa bu kadını da senle şöyle eski günlerdeki gibi takılalım, eve çıkaraız ehehehe'' dedim. Hemen konuyu değiştirdi. ''Geç oldu'' dedi. ''Biz yatıcaz, sen de yat'' dedi. Gittiler yattılar. içeriden konuşmalarını duydum. Nagihan'ın tam olarak ne söylediğini anlamadım ama Ercan'ın ''Yaa yarım ağızla çağırdım, ben nerden bileyim geleceğini'' dediğini duydum. Ve usulca çıktım riya yuvası olmuş o evden, vurdum kendimi sokaklara.
Üç gün sonra yine üniversitedenEngin'le karşılaştık. Ercan'ı sordu, ''Yaa bırak Allah aşkına'' deyip biraz kötüledim ercanı. Sonra ''hayırdır durgunsun sen?'' diye sordu Engin. ''Şuarada Kazan Birahanesi var, gidelim mi?'' dedim. Gittim, gittik...
Sonuç olarak çiçeğim, sana söyleyeceğim şu:dön artık, dayanamıyorum sensizliğe. Dön bana, beni muhattap etme şu adamlarla. Yok Ercan'mış, yok Engin'miş. Yemişim Ercan'ı, Ercan kim aşkım, Ercan kim? Söyle Allah aşkına
umut sarıkaya..