eski sevgiliye ne çok mektup yazmak isteyen varmış.
eskiyi, eskide bırakın arkadaşlar.
emin ol bir gün bakmışınız siz bile unutmuş olacaksınız...
ara sıra aklınıza gelsede onuszluğa alışmış olacaksınız...
bu günlerde çıkmıyorsun aklımdan;
bi ab dalıp gitmişken seni düşündüğümü farkediyorum.
bakışlarını anımsıyorum;
ve
gülümsedğinde yanağında çıkan minik gamzeler beliriyor dolan gözlerimin önünde...
sanki bigün tesadüfen karşılaşacağımız düşüncesi meşgul ediyor aklımı.
aniden umarsızca birbirini bulacaktır gözlerimiz;
sen beni, ben seni tanımışken minik kızarıklıklar kuşatacak yanaklarımızı
belki utanacağız, belki çekineceğiz ama kalp atışlarımız hızlanacak aniden...
yani utanmasa gözyaşlarımız fırlarcasına dolduracak gözlerimizi.
birbirimize deli gibi yaklaşma isteği varken yüreğimizde
geri geri gidecek sanki ayaklarımız...
sonrasında yaşadığım o anki şaşkınlık ve heyecenım içinde gözlerim sol elindeki yüzüğe takılacak aniden...
bildiğim halde yine yeniden şimşekler çakacak başımda;
gönül gürültüsü saracak benliğimi,
ve
sessiz çığlıklar atacağım senin duyamayacağın...
gözümyüzüğüne takılacak ve ruhum çıkmaya çalışacak aciz bedenimden.
bütün hücrelerim yok olmak isteyecek.
gözlerinş gördüğümde artan kalbimin atışı yavaş yavaş yerini durgunluğa bırakacak...
sonra usulca çevireceğim başımı, çekeceğim gözlerimi gözlerinden...
yanından geçip giderken 'keşke' ler içinde boğulacağım.
ve geride kaldığında dönmeyeceğim arkama,
dolan gözlerimi görmeni istemeyeceğim...
yanlızlığımı paylaşacağım seni kilitlediğim gönlümle,
kaç gece uyuyamayacağım bilmiyorum ama;
unutamayacağım o gözlerini,
unutmayacağım...
iki çeşidi olur bu mektupların; biri popoya giren kaziktan sonra tarihin derinliklerine dogru yola çıkmış sevgiliye soylenmemesi gereken fakat bir şekilde içerden salıverilmesi elzem duygularla doludur ki zamanın ötesinde bu mektup tekrar okunduğunda "tey ne denyoymuşum" naraları attırır insana zira zamanında adamı oldugu gibi degil gormek istediğimiz gibi gordugumuzden ortaya cikar bu gibi rezillikler ve asla ama asla er kişinin eline geçmemelidir. ikincisi ise çok daha trajiktir sevgili ölmüştür, üstünden ne kadar zaman geçse de yine er kişinin eline geçemeyen bu mektup okunduğunda içler cızıldar. velhasili kelam yaşanan anda geçmeyecek gibi olan her şey bir gün geçiveriyor, bu zamanlarda yazılmış mektuplar ise sozluklere konu oluyor.
gittiğinde öldüm sandım..zamansız bir ayrılıktı severken zorla sensiz kalmaya zorladın.. asla geçmeyecek bir yaraydı bu belkide ben öyle sanıyordum.. tek yapabildiğim ağlamak ve seni düşünmekti.. çaresizdim artık dönmeyecektin bunu biliyordum ama yinede umut vardı içimde.. belkide yokluğunu kabullenememiştim.. kendime sarıldım yokluğunda.. ben yalnızken yoktun ki yanımda dönsen ne olacaktı ki.. sen yanımda değildin benim zor anımda.. ama sevdim yinede seni.. geleceğin günü bekledim.. özler beni dedim dayanamaz bana dedim mutlaka gelecek sevdi beni dedim.. ama çok yanılmışım.. benim tanıdığım merhametli, kalbi aşk dolu bir insandı.. sevdiğine kıyamayandın.. kendim gibi görmüşüm senide ve yanılmışım..
yüreğimin acısını dindirsem de hala bir yanım sızlıyor.. beni insanlara güvensiz aşktan vazgeçmiş ve aşık olmayacağına yemin etmiş biri haline getirdin.. belkide hayatı öğrettin bana.. canım dediğin insan seni yarı yolda bırakabilir demek istedin belkide..
sana teşekkür borçluyum insanlarıın gerçek yüzünü anlayabilme becerisi sahibi yaptığın için..
umarım çok mutlu olursun.. beni karanlıklara itsende yinede ah edemiyorum sana be sevgili..
belki bir gün bir yerde karşılaşırız ne dersin? o zaman belki çok sevmiş olduğunu anlarsın.. ya ölsem o zaman anlar mıydın ah neden bıraktım seni der miydin.. ya bir gün nefes almazsam.. anlar mıydın kıymetimi?
yıl 2004, ben lise sınavlarına girip ankara gazi anadolu lisesi'ni henüz kazanmışım. sınıfımız a blok/1inci katta, ömer hocanın odasının hizasındaki 3üncü kapı. hz-3 diye geçiyor bizim sınıfın adı, sonradan c şubesi olmak suretiyle. neyse, dolaplarımızın anahtarlarını verdi ömer hoca, bana 18 numaralı dolap düştü. ilk gençlik heyecanıyla hemen koştuk dolaplarımıza, bir de ne görelim! bizden hemen önceki 2004 mezunlarının eşyaları duruyor hala, temizlememişler. kitaptı, defterdi, kalemdi, silgiydi, hırkaydı, süveterdi... bilimum eşya anlayacağınız. sınıftaki sevindirik geyikleri siz tahmin edin. işimize yarayanlara çöktük, yaramayanları attık her normal insanın yapacağı gibi. yalnız benim dolabım farklıydı diğerlerinden... kapağı açtım ve dolap boştu. sonra en köşede özensizce dörde katlanmış birkaç parça defter kağıdı olduğunu farkettim. uzanıp aldım. kağıt parçası; çok uzun zamanlarca cepte durmuş olmanın yılgınlığını, hiç açılmamış olmanın burukluğunu barındırıyordu üzerinde. yavaşça açtım kağıtları, ilk sayfada karakalemle çizilmiş çok estetik bir "y" harfi vardı. okumaya başladım:
"yandaki resim gibi binlerce çizdim son 143 gün içinde. sen gün saymak nedir bilir misin? sen her gün kapıda gözün, kalbinde elin, gözünde yaşın, birisini, canından çok sevdiğin birisini bekledin mi? beni, aşkımı, samimiyetimi hiçbir zaman anlamadın. sana ömrümü verdim ama sen benden 2 ayını esirgiyorsun. 'annem' dedin, konuştum. 'engeller çok.' dedin, hepsini yok etmek için uğraştım. sevmediğin huylarımın hepsinden sıyrılmaya çalıştım. yalnızca yanımda olmana, benimle olmana razıydım ama sen bunu bana çok gördün. tamam hata etmiş olabilirim ama biliyorsun ki içimde bu endişe hep vardı ve ben hiçbir zaman sana kötü gözle bakmadım. ben seni sevdim yelda! hep mutlu olmanı istedim! senin üzülmeni hiç istemedim!!! tamam kabul ediyorum, haklı olduğun birçok konu var ama ben bunların hepsini düzelttim, peki daha ne istiyorsun! 'seni artık sevmiyorum' diyorsun. bunun bir yalan olduğunu kalbine her soruşunda sen de biliyorsun yelda! çıkmak istemiyorsun, peki biz çıkıyor muyduk? biz faklıydık yelda! farklıydık...
sana verebileceğim her şeyi verdim. senin için bütün insanlardan vazgeçtim. anlatmama gerek yok çünkü hepsini sen de biliyorsun. bana yaptığın iyilikleri unutmuş değilim ve bunlar için teşekkürler. ama sen gidice her şey üstüme geldi. sen öyle bir zamanda gittin ki yelda!... sana en çok ihtiyacım olduğu zamandayım ve elimi tutmanı istiyorum. desteğine ihtiyacım var yelda! çok güzelsin... ve ben seni çok ama çok seviyorum. seni hak etmek için her şeyi yapmaya razıyım ama ne olur dön! benim için kimseyle çıkmıyorsun. bu neye yarar! seni şimdiden erkeklerle görüyorum ve senin dostun olsunlar ya da olmasınlar ben kahroluyorum. aklıma hep 'bir gün biz de böyle olsak...' geliyor. eski güzel günlerimiz geliyor ve acı çekiyorum. ya ben gidince başkası olursa? elbet bir gün olacak! bu beni kahrediyor yelda!!! şu anda sinirden ve üzüntüden elim titriyor ve ben bok gibi yazıyorum. eriyorum yelda ve senden bana yardım eli uzatmanı istiyorum. artık engel de yok çünkü ben hepsini kaldırdığıma inanıyorum. artık her şey sana kaldı. eskisi gibi olmayacak, çok daha güzel olacak söz!!! yeter ki dön! 'seneye belki' diyorsun. şimdi olmazsa seneye de olmaz bunu biliyorum. 'seni düşünüyorum' diyorsun, bence sen kendini düşünüyorsun, kendi vicdanını düşünüyorsun. son cümle yalan!!! ben buna inanmak istemiyorum yelda! bir gün beni sevdiğin gibi, elimi tutup öptüğün gibi başkalarıyla da olma ihtimalin beni öldürüyor!
sana söylemek istediğim o kadar çok şey vardı ki... bak ben bütün hatalarımı kabul ediyorum ve senin eskisi gibi benim yanımda olmanı istiyorum. senin yüzüne gülümseyip arkandan konuşan, seni erkek muhabbet konusu yapan, sana her pisliklerini anlattığım o insanlarla konuşurken beni görünce gözlerindeki o ışıltıyı kaybetmen bana koyuyor yelda! kahroluyorum!!! ah sen bir dönsen her şey bitecek. sana hiç kızmadım ve yemin ediyorum hala kızmıyorum. dört kitap üzerine yeminler ederim ki haklısın, hem de çok haklısın ama nolur beni de düşün! 1 ay sonra gideceğim yelda ve bir daha seni görmem, görüşmemiz zorlaşacak. herkes lise yıllarını mutlu hatırlarken ben şu son aylarımı ızdırap olarak hatırlamak istemiyorum. ömür boyu beraber olamayacağımızı zaten biliyorum çünkü çok güzelsin ve bir gün benden daha iyi birilerini bulacaksın. ama en azından bu çocuk, bu saf ve temiz halimizle güzel günler geçirelim istiyorum. ağlıyorum yelda! çocuklar gibi 'sen! sen!' diye zırlıyorum. eski günleri anmak yerine yeni günlerimi seninle geçirmek istiyorum. yelda!!! beni sevmeni istiyorum!!! üstüne çok fazla geldiğimi söylüyorsun ama dayanamıyorum yelda! kendimi zor tutuyorum. seni her gördüğümde şeytan diyor ki 'git, sarıl! öp! on defa bin defa öp!'... ama onun yerine küçük bir selam verip arkandan gözlerim dolarak bakıyorum... yeter artık..."
herhangi bir imza yoktu... 2 arkadaşıma daha gösterdim mektubu, kütüphaneye gidip 2004 mezunlarını araştırmaya karar verdik. yeldayı bulduk; siyah saçlı, kahverengi gözlü güzelce bir kızdı. mektubu yazanın kim olduğuna dair küçük bir ipucu yakalayabilmek için baştan sona bütün yıllığı okuduk, sınıf fotoğraflarını inceledik. hiçbir şey bulamadık... güvendiğimiz hocalarımıza sorduk, bir bilgileri var mıdır diye, bir iki tanesi birbirlerine baktılar ve aralarında anlaşmış gibi bir şey bilmediklerini söylediler. biz bu mektubun yeldaya ulaşıp ulaşmadığını hiç bilemedik...
ve şimdi o mektup en olmaması gereken yerde durmakta... benim çekmecemde...
öhöm öhöm..
sismanlamissin görmeyeli,yemege mi verdin benden sonra kendini?
yeni sevgilin nedense azicik ucundan bana benziyor.şaşurduuumm.
neyse a.e.o (senin tabirinle)
iset'ten alıntı: "Güzel bi hayatım var benim. Eskisi gibi bi başkasını değil kendimi koydum hayatımın merkezine. Sen öğrettin bana bi başkası için fedakarlık yapmamayı ve bi başkasından fedakarlık beklememeyi. Umarım senin hayatın da güzel gidiyordur. Ömrünün sonuna kadar mutluluklar dilerim sana..."
her aşkın gidiş hattı az çok benzer işte aşk grafiği şeklinde. ve bende üşengeç birisiyim. bu yüzden bu bölümü yazar arkadaşıma saygısızlık yapmak gibi bir niyetim olmadığını açıklayarak değiştirmek istiyorum. dalga değil, bu da benim duygularım.
"Güzel bi hayatım var benim. Eskisi gibi bi başkasını değil kendimi koydum hayatımın merkezine. Sen öğrettin bana bi başkası için fedakarlık yapmamayı ve bi başkasından fedakarlık beklememeyi. umarım senin hayatında senelerce benimkini ettiğin gibi b.k gibi gidiyordur. sana çok ama çok uzun bir yaşam dilerim ki ölüp kurtulama ve hayatının her dakikasında acılar içinde kıvran. yatakta can çekişirken bir damla su verecek kişi olmasın ve uzun ama çok uzun bir can çekişme olsun. hayatın boyunca yalnız ve mutsuz ol ve yine yaşadığın gibi yalnız öl!"
biliyorum son gün yaptıklarım hayvancaydı ama o dvdleri alana kadar göbeğim çatladı.. tabi bilmezsin sen bunları.. birgün çat kapı gelsen getirsen hepsini..
beni yıktın, ezdin, yarı yolda hem de tam karşıya geçerken elimi bırakıverdin.
sözler önemliydi senin için.
küçücük yaşta, baban sizi terk ettiğinde, sözler önem kazanmıştı senin için.
söz vermiştin, 'bırakmayacağım' diye. gittin.
söz vermiştin, 'borcumu ödeyeceğim' diye, aylardır kıvranıyorum maddi zorluklarla, sesin çıkmıyor. işin parasını da geçtim artık, sözünü tutmuyorsun! sen, sözünü tutmuyorsun... sen yeni sevgilinle yeni bir düzendesin...
söz vermiştin, 'küçük kadının' yalnız kalmayacaktı... yalnız bıraktın!
beni ezdin, beni yaktın, beni yıktın. bir gün sana 'kocacığım' diyeceğim günü düşlerdin; ben şimdi senden nefret ediyorum! ediyorum... deli gibi nefret ediyorum hem de!
en acısı da, herkesin 'ben demiştim' deyişlerine göğüs germek. yoruldum; yordun...
Bugüne kadar hep erteledim bu yazıyı yazmayı. sürekli "sevgiliye mektup" formatında yazdığımız yazılara bir de "eski sevgiliye mektup" eklensin istemiyordum. Ama bugün tvde senin dizini izlerken * Seyhan ali'yi öyle bi öptü ki çenesinden... tıpkı benim seni öptüğüm gibi masumca öptü. Ben seni öperken ışıl ışıl parlardı ya gözlerim, onun gözleri de öyle parlıyordu. hani senden hep sakallarını kesmeni isterdim ya çenenden daha rahat öpebilmek için. unuttuğumu sandığım her şey dizideki bi sahneyle yüz üstüne çıktı yeniden. seninle tanıştığımız ilk günden itibaren yaşadığımız her şeyi tek tek, en ince ayrıntısına kadar hatırlattı bana.
"o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper.
yoksa gerçekten
bitmişsinizdir" *
"geyikle başladı ilk önce sonra ciddileşmeye başladı" hadi evlenelim geyiğiyle başlayan bi hikaye bizimkisi. Hani kızlar hep evlenme teklifi beklerler ya sevgililerinden, sen hiç yaşatmadın bunu bana. ilk tanışmamız bile bu şekilde olmuştu. Ama nedense sen diğer kızı değil de beni seçmiştin. O güne kadar hiç evlilik hayali kurmamıştık ikimiz de ama o geyik sırasında bilinçaltımızdakiler yavaş yavaş dökülmeye başlamıştı. Cihangir, Nissan micra, düğün yerine küçük bir kutlama, klasik müzik... istediğimiz arabaya kadar bütün hayallerimiz aynı çıktı. Bi an zihnimi okuduğunu düşünmüştüm. "kimseden etkilenmeyen ben, iki güzel hayalden etkilenecek değildim ya!" etkilenmiştik oysa, ikimiz de sonradan itiraf ettik bunu.
"o micra'ya kadar her şeyin aynı çıkışı doğru söylemek gerekirse beni çok etkiledi, çünkü böyle düşünen insan bulmak gerçekten zor"
ilk adımı sen attın, bi zirve düzenledin benim için. Her ne kadar ben gelemesem de, görüşmek için çabalaman hoşuma gitmişti. Sonradan da aramızın iyi olması için çabalayan hep sen oldun zaten, bense hep baltaladım hayallerini. inanmak istemiyordum sana, canımı acıtacağından korkuyordum. Ama bir yandan da hoşuma gidiyordu güzel hayaller kurmak. Birine inanmaya çok ihtiyacım vardı. Ben hiçbir aşkın sonsuza kadar sürmeyeceğini düşünürken, sen ikna etmeye çalışıyordun beni.
"neden ümitlenmeyeceksin ki
ümit hayatın tadıdır
mesela ben seninle görüşebilmeyi ümit ediyorum, görüştüğümüzü hayal ediyorum mutlu oluyorum"
evet birine inanmaya ihtiyacım vardı, elbet günün birinde duvarlarımı birisi yıkacaktı. Ama korkuyordum. Yine hayal kırıklığı yaşamak istemiyordum. Sonunda dayanamayıp kaçtım senden, bana ulaşmanı engelledim. Ama sen yine de pes etmedin, hep sessizdin belki ama yine de çabalıyordun.
"aslında çok gevezeyimdir, sana biraz temkinli yaklaşıyorum, bir şekilde yanlış konuşmaktan korkuyorum sanırım, normalde düşünmeden konuşurum, ama seninle konşurken düşünüyorum, ve bu benim için güzel bir şey. seni de özel kılıyor."
"seni sıkıyor muyum boğuyor muyum? bilmiyorum ama inan seninle konuşamıyorsam sana değer verdiğim için. beni yanlış anlamaman için, sana yanlış bir şey söyleyip gözünde alçalmamak için. Gözünden yaş olup akmamak için..."
Ben kaçmaya çalıştıkça sen çabalamaya devam ettin. Yeniden konuşmaya başladığımızda iki tane yazı yazdın bana, özlediğini itiraf ettin; içindekileri en ufak detayına kadar anlattın.
"ne kadar öyle ahım şahım konuşmasak da olsun ben yine de özledim. Bir şeyler mırıldayıp susuşumuzu özledim. benim her şeye temkinli yaklaşımımı özledim. seni özledim kısaca."
"aradığım kişi miydin? ilacım olcak kişi miydin? kendimden bir şeyler buluyorum sende..."
O yazıdan sonra sana daha fazla karşı koyamadım. Etrafımdaki hiç kimseye şans vermeyen ben, yavaş yavaş sana kapılmaya başlamıştım. Nasıl başardın bunu bilmiyorum ama sanırım samimiyetinden ve çekingenliğinden etkilenmiştim. Bütün olumsuzluklara rağmen şans verdik birbirimize. Ne senin askerliğin, ne benim avusturyaya gidecek olmam engel olamadı bu ilişkinin başlamasına. belki o zorlukları görmesek o kadar güzel bir başlangıç yapamazdık. ikimiz de koç burcuyduk, ikimiz de zoru seviyorduk.
"sen istanbul'a gel, ben sana somut olurum"
Önce mesajlaşmalar, sonra ilk telefon konuşması... telefonun ekranında adını görünce kalbimin hızla çarpması; Senin 50 kez beni aramaya çalışıp vazgeçişin...
"sen de sakinleştiğin zaman yorgunluk için sen de istersen adalar'da bir yorgunluk kahvesi falan içeriz"
Bütün olumsuzluklara rağmen ilk buluşmayı gerçekleştirdik. Ben geleceğinden ümidi kesmişken yurt kapısının önünde ";geldim"; diye mesaj atışınla başladı. Baş başa olursak iletişimsizlikten boğulur muyuz diye korkarken tam 24 saati baş başa geçirdik. Korktuğumuz hiçbir şey başımıza gelmemişti, tam tersi ilk görüşte aşık olmuştuk birbirimize. ilk telefon konuşmamızda bile 1 buçuk saat konuşmuştuk, 24 saat görüşmek az bile gelmişti;
"yüzün göğsüme yaslanmış
yeni daldın uykuya
şafak süzülürken sahile
güneş düşmüş saçlarına
ilk defa bu sabah
paramparça hayatım bir bütün
sadece bir gece
seninle eksiksizim"*
Sonrası, muhteşem geçen 6 ay... bana papatyalar gönderişin, bi daha beni görmeye gelmeyeceğini düşünüp ağlamam, birbirimize sürprizler yapmamız, senin şehrine ilk gidişim("gelemiyorsun diye ağladım"), birlikte harika vakit geçirmemiz, mum ışığında birbirimize yemek yedirmemiz, annemler duymasın diye telefonda fısıldaşarak konuşmalarımız, sabahları birbirimizi uyandırmamız, düğünümüzde çalacak şarkılara bile karar vermemiz("son arzum"), herkesin ortasında birbirimize bağırarak seni seviyorum dememiz, kamerayla görüşürken ağlayıp monitörü öpmemiz("çok uzaksın ama en yakınımdasın"), beni görür görmez hastalığının iyileşmesi*(o yokken ben iyileşemem hiç bir şekilde. hiç bir ilaç kanıma onun gibi karışamaz.), milyon kere ayten şiirini kendimize uyarlayışımız, uykunun ortasında gözlerimi her açtığımda senin de uyanışın ve uykulu uykulu bana gülümseyişin, birbirimizi bi türlü bırakamayışımız("gerçekten bir gün evlenince işe veya başka bir yere yetişemeyeceğiz"), hangi eldivenin bana ait olduğunu kokusundan anlaman, birbirimizin eldivenlerini kullanmamız ("bir elimde pembe eldiven, diğer elimde bana ait olan siyah eldiven... insanlar ellerime bakıp gülüyorlar ama olsun"), sabahın 6sında havaalanına gelip beni karşılaman, annene benden bahsettiğini anlatırken sana belli etmeden ağlayışım, annenin bana gelinim demesi, benim için atkı örmesi, benim için sigaradan vazgeçmen("ona kirli bir can veremem"), ellerin acıyana kadar valizlerimi taşıman, düzenlediğin futbol maçında 10 dakikadan sonra maçı bırakıp yanıma gelişin, ilk fotoğrafımızı çekerken heyecanlanmamız("ilk fotoğrafımızı çekiyoruz o arada. ondan bana kalan tek şey kokusu ve o fotoğraf olacak zaten"), saatlerce telefonda konuşmamız,"idare edemem" diye kahkahalar atmamız, telefonla konuşmanı engellemek için yaptıklarım, uyurken bile birbirimizi merak edişimiz("hayatım uyuyorsun değil mi, lütfen uyuyor ol..."), en ufak bir kavgamızda bile ağlamamız, birbirimizin ellerini öpmemiz, hüzünlü bi şarkı dinlediğimi gördüğünde bana kızışın, yüzümüz hep gülsün diye birbirimizi gamzelerimizden öpüşümüz, zirveye gittiğimizde nametaglarimize "çifte kumrular" yazmaları, tophanede duran o gemiye binip bu ülkeden kaçma isteğimiz, birbirimize sarılarak ağlamamız, anneme yalan söylediğim için ağladığımda "bütün yalanlara değecek" diyerek beni teselli etmen, şarkı söyleyerek beni uyutman, otobüste giderken başımı omzuna koyup uyumam;senin saçlarımı okşayışın, birbirimiz için ilk ve son oluğumuzu düşünmemiz("ben inanıyorum ki insan hayatında sadece bir kere aşık olur. neden ilk aşklar unutulmaz derler düşündünüz mü bunu? gerçek oldukları için... bir daha aşkı yaşamadığınız için...)daha bi ilişkimiz yokken bile sürekli bana "dikkatli ol" diyişin, her fırsatta birbirimizi aramamız, Gülhane parkında kahkahalar atarak dolaşmamız, sırf sen seviyorsun diye demet akalın'a bile sempati duymaya başlamam, öperken yanaklarımı koklaman, sadece "seni seviyorum"; diyip telefonu kapatışımız, uzun zaman birbirimizi göremeyince paranoyaklaşmamız("delirmek üzereyim, yanında olmak istiyorum artık"), benimle çok konuştuğun için patronunun sana kızması, hep senin bana verdiğin atkıyı kullanmam, senin hep kazağımı koklayışın,kazağımla uyuman("onu koklarken gözlerimden yaşlar akmaya başlıyor. ne kadar garip kokunu içime çekebilirken sana dokunamamak..."), beşiktaşta parasız bir şekilde zor durumda kalmamız, sonra banka hesabına hiç tanımadığımız birinin para yatırması, birlikte kazalar atlatmamız... Şans hep yüzümüze gülüyordu, hayat hep bizden yanaydı sanki. Biz istemeyince yağmur bile yağmıyordu...
"biz yağan yağmurda, deliler gibi gezip ıslanmamayı da biliriz. hava çok soğuk olduğunda üşüyüp hasta olmamayı da biliriz. "sen ve ben" "biz" olduğumuzda her şeyin üstesinden geliriz."
seni hayatıma dahil ettiği için her fırsatta şükrediyordum tanrıya. Başkalarına kızarken ben hayatımı bir erkeğin üzerine kuruyordum. Aldığım bütün kararlarda sen vardın, biz vardık. Sen istemiyorsun diye sınıfta erkek arkadaşlarımla yan yana oturmazdım, arkadaşlarımla dışarıya çıkmazdım. içim rahat etmezdi sen olmayınca, hep eksik hissederdim kendimi. Telefon elim ayağım gibi vazgeçemeyeceğim bir organım gibi olmuştu. Sen istemiyorsun diye sen yokken güneş gözlüğü kullanmazdım. Daha önce hiç olmadığım kadar kıskanç biri olmuştum. Başkalarının yaşımla bağdaştıramadığı kadar olgun olan ben, senin yanında adeta çocuklaşıyordum. Birbirimizi görünce ikimiz de çocuklar gibi gülüyor, birbirimize tripler atıyorduk. Bize bakan herkes gülümsüyordu. Dilimizi anlamayan turistler bile bize bakıp bakıp ne kadar tatlı bir çift diyorlardı.
"gözlerin,
içimi gösterir bana
varlığımı hissettirir.
ellerin, küçük ellerin,
yaşamı sunar bana
en içtenliğiye"
Sonra... bana, senden hiç beklemeyeceğim şeyler yaşatman, "bana yetmiyorsun" diyişin, aramızı düzeltmek için hiçbir çaba göstermeyişin, vurdumduymazlığın...
"dudağımda son öpüşünün tadını hep sakladım
saçının her telinde ben ömrümü bıraktım"*
"bitti" dedim sana. Sırf bir şeyler yap diye, gönlümü almak için çabala diye... Anlamadın beni, kestirip attın. Haksız olduğun halde, söz verdiğin halde, benim üzgün uyumama sebep oldun. Canımı acıttın. iki gün geçti bu şekilde...
Ve sonra bir takvim tutmazlığı yaşamamız... "yanlış zamanı seçtin" dedin bana, suçladın beni. Ama bilemezdim. Ayrılığımızdan iki gün sonra bu kadar acı bir haberi alacağımızı bilemezdim. Belki baban vefat etmeseydi şu an çok farklı bi durumda olurduk. Belki o hep insanı olgunlaştırdığını söyledikleri acı, seni çocuklaştırmazdı... bambaşka bi insansın artık, benim tanımadığım... Oysa ben ilk kez senin tenine dokunmuştum, sanki benim bi parçammış gibi... şimdi yeni çekilmiş fotoğraflarına baktığımda bile bi yabancıyı görüyorum. Birlikteliğimizdeki gibi gözlerin parlamıyor artık, bana yazdığın gibi anlamlı yazılar yazmıyorsun. "bana bu yazıları yazdıran sensin" derdin ya hep. Benden sonra kaybettin o yeteneğini...
"takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman'ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını" *
Babanın vefatından sonra bu şehre geleceğini düşünmemiştim. O gün bana "istanbul hayallerim gerçekleşmeyecek artık" dediğinde çok üzülmüştüm senin için. Hayallerimizin gerçekleşeceğini söyleyerek bana umut veren birinden bunları duymak çok canımı acıtmıştı. Gerçekten senin yerinde ben olsam gelemezdim bu şehre. Benim bile içim acırken oradan geçerken, senin neler hissedebileceğini tahmin ediyordum. Bu yüzden "en geç 2 hafta sonra gelir"diyenlere karşı savunmuştum seni. Ama onlar haklı çıktılar. Daha 2 hafta olmadan geldin hem de... "senin tüm hayatın sözlükten mi ibaret" diye bana kızarken kendi hayatının bi sözlükten ibaret olduğunu gösterdin.
"eğer bir gün ateşe düşersen
arkandan atlamak için bir an için bile tereddüt etmem
ben yemin ettim
seninle beraber öleceğim..."
Geçenenlerde sana "benim yanımda bir başkasına baktın"demiştim. Bi anlık sinirle söylemiştim onu. Benim yanımdayken bi başkasına bakmadığını biliyorum. Bakamazdın zaten. Deli gibi aşıktık biz birbirimize, başkasını görmezdi gözümüz. Arkadaşlarımızla görüştüğümüzde bile yarım saat sonra sıkılıp baş başa kalmak isterdik. O kadar özlerdik birbirimizi...
"nefes bile almadan seviyorum seni!"
Ama sen bakmadıysan da bi başkası bakmış bize.** .biz birbirimize olan aşkımızı anlatırken nasıl da imrenmişler bize... o gün arkadaşınla konuşurken "kızlardan korkmuyorum, yanında sevgilisi olan bir erkeğe kimse bakmaz" demiştim. Herkesi kendim gibi sanıyormuşum meğerse... ilk duyduğumda ne kadar sinirlensem de şimdi gururlanıyorum açıkçası. Demek ki bu kadar kıskanılacak, imrenilecek bi ilişkimiz varmış. zaten tüm arkadaşlarımız bizim nikah şahidimiz olmak isterlerdi, bizi birbirimize çok yakıştırırlardı ya...
("aslında bi nazar boncuğu almamız lazım, herkes kıskanıyor aşkımızı")
"bensin artık sen, vazgeçtim kendimden..." *
hani hep sana yazı yazmadığımı söylerdin ya. Aslında bilmediğin çok yazı yazdım senin için. daha askere gitmeden asker mektupları bile yazmaya başlamıştım sana. Hiçbir zaman bilemeyeceksin o mektuplarda ne yazdığını. tıpkı benim, o hep bahsettiğin evlilik teklifini nasıl yapacağını öğrenemeyeceğim gibi...
"seni çok seviyorum meleğim, güler yüzüm, her bişeyim, sevgilim, canımın içi, kadınım..."
istisnasız her gece babanı görüyorum rüyamda. Hep aynı rüya... "o sana emanet kızım, ona iyi bak" diyor bana. Birileri konuşmamı engelliyorlar, anlatamıyorum ona durumuzu. "Emanet etmeniz gereken kişi ben değilim"diyemiyorum bi türlü. Ben konuşmayı başaramadan gidiyor her seferinde. Suçlu hissediyorum kendimi.
Bi de amcana verdiğim sözü tutamadığım için suçlu hissediyorum kendimi. "yanında ol, sana ihtiyacı var. Yanlış şeyler yapmasın" demişti bana. Ona söz vermiştim senin yanında olacağıma dair. Ama tutamadım sözümü. Daha doğrusu sen tutmama izin vermedin. Beni değil bi başkasını istedin yanında…
"zaman,
alır sizden bunların yükünü
o boşluk dolar elbet,
yaralar kabuk bağlar,
sızılar diner, acılar dibe çöker.
hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir" *
Sakın beni suçlama bütün bu olanlar için. Bilemezdim böyle olacağını, her şeyin üst üste geleceğini tahmin edemezdim. Bu ilişkinin bitmesine sebep olan sensin. Ayrılığımızın hemen arkasından bir başkasını bana tercih eden de sensin...
"gittin.
şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
biliyorum
ne sen dönebilirsin artık,
ne de ben kapıyı açabilirim sana" *
Gittin. Yaşadığımız her şey geçmişte kaldı artık. Muhteşem geçen bi 6 ay yaşadık birlikte. Sanki 6 ay değil de 6 yıldır birlikteymişiz gibiydi. Dolu dolu yaşadık bu ilişkiyi. Birbirimizden başka kimseyle yaşayamayacağımız şeyleri yaşadık. Elbette her insan farklıdır, her insanın hissettirecekleri farklıdır. Ama bil ki kimse seni benim öptüğüm gibi gamzenden öpmeyecek, senden ayrılmadan önce dakikalarca kokunu beynine kazımaya çalışmayacak, bi bakışın için şekilden şekile girmeyecek, kameradaki her hareketini kaydetmeyecek, benim söylediğim gibi "hayatımmm" demeyecek... bil ki kimse sana benim yaşattıklarımı yaşatmayacak. zaten ben de bi başkasının vereceklerini veremem sana...
"aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden.
karardı dizeler.
aşk... bitti. soldu şiir.
büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden" *
Bana yaşattığın her şey için teşekkür ederim. Ben (şimdilik) pişman değilim yaşadıklarımız için, umarım sen de pişman değilsindir benimle yaşadıkların için. Gerçekten yaşamam gerektiği gibi yaşadım ben aşkımı. Senin için yaptığım hiçbir şeyi ilerde bir gün yüzüne vurmak için yapmadım, senin de böyle düşündüğünü tahmin ediyorum. Artık hiçbir ortak noktamız kalmadı seninle, hiçbir şekilde de araştırmıyorum seni. Nerdesin, kimlesin, ne yapıyorsun... beni ilgilendirmiyor artık bütün bunlar. Merak etme arkadan beddua falan da etmiyorum, öyle bi insan olmadığımı da biliyorsun zaten. Şimdiye kadar duyduklarım yeteri kadar canımı acıttı zaten. Şu saatten sonra senden tek bir isteğim var; Lütfen yaşadıklarımıza saygı duy ve hatıralarımdaki insanı kirletecek şeyler yapma. Anılarımda mükemmel bi insan var ve ben onun ömrümün sonuna kadar aynı şekilde kalmasını istiyorum.
"şimdi her şey dolu dizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden" *
Yukardakileri yazarken hiçbir yere bakmadım. Tıpkı elini masanın üstüne nasıl koyduğunu bildiğim gibi; elindeki, yüzündeki, boynundaki çizgileri ezbere bildiğim gibi, yazdığın yazıları da ezberlemişim fark etmeden. Bu yazıyı da hiçbir zaman okumayacağını düşündüğüm bi yere koyuyorum. Arkamdan ağlıyor diye düşünüp egonun tavan yapmasını istemem. Arkandan ağlamıyorum. Tek bir gözyaşıma bile değmeyeceğini biliyorum çünkü...
Güzel bi hayatım var benim. Eskisi gibi bi başkasını değil kendimi koydum hayatımın merkezine. Sen öğrettin bana bi başkası için fedakarlık yapmamayı ve bi başkasından fedakarlık beklememeyi. Umarım senin hayatın da güzel gidiyordur. Ömrünün sonuna kadar mutluluklar dilerim sana...
"artık kimse kıramaz beni
o kül gibi deniz, o sessiz kız
kayıp bir sandala binip gitti" *
19.05.2009-23.47
Seni sevmiştim ama daha ilk geceden sonra para istediğinde, 0rospu olduğunu anlamalıydım.. bilmiyordum, müşteri servisi olarak paramı geri verirsen seni bütün arkadaşlarıma tavsiye ederim..
Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık Sensiz kalma ihtimali olmayacak aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç satır arasında unutulacağım bir müddet sonra. Boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana olan aşkım, sevgim, sitemlerim! Hani susardım ya kırılmandan korkarak, haykırabilir miyim şimdi korkaklığımı, belki bu hale düşmemize sebep olan korkaklığımı! Bıraktığın bu mavi, bu bahar tazeliğinde yalnızlık ortak artık düşüncelerime, bu yalnızlık hakim gecelerime, bedenime... Artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa... Beklide hiçbirini yapamam!
Öylece kala kalırım giden senin ardından, bakarım bir müddet beni ruhumu uzaklara götürüşünü izlerim!
Sonra o içimdeki dayanılmaz acıdan kaçarım! Kalabalık içinde ağlamaktan kaçarım, o sonsuz cehennemden, ayrılıktan kaçarım! Senden kaçarım!
Bugün ki gibi...
Kaçtım! Koştum dakikalarca, nefesim dursun diye. Kaslarım yanmaya, aldığım nefes yetersiz kalmaya başladı! Koştum koştum koştum dakikalarca... Sonra evde buldum kendimi! Yalnızdım, duvarlarım avını bekleyen vahşi bir hayvan gibi bana bakıyordu. Önce kafamı vurdum duvarlara içimdeki beynimdeki seni düşünmemek için. Bana son söylediklerini unutmak için. Sonra bir ur gibi hastalık gibi büyüdü içimdeki sensizlik çok hızlı ve bir o kadar acı verici oldu. Daha düzensiz nefes alışlarım düzene girmeden ağlamaya başladım... Kaçtığım sen, yaş olup aktın gözlerimden! Kaçtığım ayrılık, nefesime karışıp haykırışlarla duvarlarımda yankılandı. Ve günün ağırlığına dayanamadı dizlerim! Dizlerimin üzerine çöküp kaldım... Ayrılık saç diplerimdeydi, koparırcasına saçlarımı asıldım... Hayat dişlerimin arasındaydı, günün acısını çıkarırcasına hayatın canını yakmak istedim; Öldüresiye sıktım dişlerimi!!! Ve ayrılık duvar kılığında bir düşmandı, duvarları yumrukladım ellerim parçalanıncaya dek! Her yumrukta yankılanan haykırışlar deldi kulaklarımı. Ağlarken ağladım tekrar tekrar...
Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farz etmeli, unutmalı. Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim. Var olduğum her yer aşkın şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer! Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim seni bu anılar sokağına. Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım. Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim. Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için. Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi. Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,
Sanki benim hiç senim olmamış gibi...