bu yazıyı sana yazıyorum mösyö tigana,
lafı dolandırmadan açık ve net konuşacağım. bir daha deldado'yu yok yere oyundan alırsan benzin döker yakarım kendimi, sebebim olursun. topu ileri taşıyabilen tek adamını alma oyundan gözünü seveyim. bi bırak adamı da ne yapacaksa yapsın. burak'ı alabilirsin mesela hatta almalısın. baki konusuna hiç değinmiyorum zaten.
artık sana yazacak bir satırım bile yok sevgili...
ne kadar acı, yaşanılanlar yıllarımızı aldı ama artık sana söyleyebilecek tek sözüm bile yok, sevgili...
alkol yine bütün vucudum da, o hiç istemediğin alkol yine bana seni hatırlatıyor ama artık seni sevmiyorum, birisinden nefret etmem gerekiyordu ve ben seni seçtim kusura bakma yaşanılanlara ihanet eden ben değil sendin bende senden nefret ederek kendimi unutuyorum, acılarımı dindiriyorum belki de sadece kendimi kandırıyorum bu kahpe hayatta ayakta durabilmek için...
ben sana çok şey yazdım sevgili ama sen bunların hiçbirini umursamadın, tıpkı sana olan sonsuz, vazgeçilmez sevgimi umursamadığın gibi...
yirmibeş yıldır nefes aldığım bu hayatta bana acı çektirecek birşeyler bıraktığın için senden hem nefret ediyorum hem de vazgeçmiyorum seni hatırlamaktan...
kendimi kandırıyorum sevgili, bazen dostlarımla eğlenerek, bazen başka bedenlerle ama genelde içki şişelerinde...
unutmak kolay olmuyormuş bunu anladım, sana yazmadığım ve başkasına yazılanlarda bile seni özlüyorum aslında...
öyle bir acı bıraktın ki bende ne senden vazgeçebiliyorum ne de senin acınla yaşayabiliyorum bu hayatı...
biliyorum, biliyorum bunları hiç görmeyeceksin zaten bende artık kendimi kandırıyorum ufak mutluluklarla...
sonsuzluğum dediğim için sana pişmanım, çünkü senin sonsuzluğun olamadım olmak için tüm gururumu yerlere sersem de başaramadım...
belki de senin dediğin gibiyimdir ben; "iyi bir insan, kötü bir sevgili..."
Yaşamak zorunda olduğum için varım bu hayatta, yoksa şimdiye kadar gitmiştim bunu çok iyi biliyorsun...
Vazgeçilmezimdin ve sen vazgeçtin benden...
ben bu yazıyı sana yazmadım aslında, yazılanların hiç biri gerçek değil, ne seni unuttum, ne de senden kalanları yok ettim yüreğim de...
unutmak ise seni belki de hiç başaramıyacağım...
Artık gelsen de boş, hayat bana en büyük oyununu senle oynadı, ben ise başrolu olduğum bu oyunda sınıfta kaldım...
Artık ne ben varım, ne de sana olan sevgim...
O büyük günden görüşmek umuduya, sevgiyle kal, sonsuza kadar...
seni sonsuza kadar saklayacağım yüreğimde, tıpkı hastalık izlerim gibi ve bunu sen hiç bilmeyeceksin...
dört ayımın dört dörtlük geçmesinin biricik sebebi;
isis'in osiris'e yaptığının aynını bana yaptığın; beni hayata döndürdüğün günden beri geçen zamana bakıyorum, herşey pür herşey net açık seçik harika herşey...
kollarımdayken bedenin, gözlerimiz birleşmişse, kalbimiz birlikte atıyorsa o an bu tarifsiz mükemmelliğin resmi adeta.
ve bu gün bi'tanem bugün senin doğum günün. tanrının benim armağanımı dünyaya yolladığı gün..
iyi ki doğrun bi'tanem iyi ki varsın.
sağlık ve mutluluk dolu nice yaşların olur dilerim ki..
lan kenan, olm sınav kol gibi geçti...yarı baygın bir hÂlde eve yeni düştüm, gelirken gima'dan 1.5 litre kola al da yanına makarna yapalım hemen kolaycana.
ha bir de telefonunu aç da sözlüğe gerek kalmasın di mi ama ?
bizimki de hani bitmez denilen, herkese örnek olarak gösterilen aşklara bir örnekti. Seninle harika zamanlar geçirdik hiç unutulmayacak olan... seninle gördüm sevgiye sımsıkı tutunmayı, gözlerimiz kıpkırmızı olana dek karşılıklı oturup ağlamanın ne demek olduğunu... senin sayende kötü alışkanlıklarımın yerini tamamını senin oluşturduğun iyi alışkanlıklar aldı. seviye aç gönlüme derman oldun. evlat sevgisi gibi karşılıksız sevdik birbirimizi...
ama...
o gelmesi hiç istenmeyen ama sonunda kapımıza dayanan ayrılık zamanı geldi. ve yine senin sayende birlikte geçirilen ekstra zamanların ve yapılan karşılıksız iyiliklerin o anlar için güzel şeyler olduğunu fakat uzun vadede ilişkiyi yıprattığını öğrendim. ayrıca kimseye hakettiğinden daha fazla değer vermemeyi, hiç olmayacak denen şeylerin bile bir gün geldiğinde yüzünüze ağır bir tokat olarak çarpabileceğini de...
bana hayatımın anlamısın derdin. ne anlamı kaldı şimdi..?
bugün özgürlük adına ne varsa yaşıyorum düşünmeden. dünyama elini uzattın ya yabancısı oldum artık geride kalmış yaşanmışlıkların. yabancısıyım bu dünyanın çünkü artık evim senin yanın.
kalbine dokunmaktan korkuyorum ama elimi uzatmaktan da kendimi alamıyorum. yaşanmışlıklarımız ve yaşayacaklarımız adına her şey sadece bunu biliyorum.
öyle güçlüyüm ki, nerden geliyor bu güç ben de bilmiyorum. bilinmezliğe ilerlerken yanımda olduğunu biliyorum.
irkiliyor bedenim, nefesini hissediyorum boynumda çünkü bunu senin de istediğini biliyorum. biliyor, görüyor ve öğreniyorum.
Pek bir hüzünlüydü bakışları. Yaşamından pişmandı belki. Nereye gittiğini bilmek istiyordu. Onu bu yaşamdan çekip alacak birileri olmalıydı. Şimdiden planlamıştı onu nasıl karşılayacağını, nasıl sarılacağını ilk gördüğünde, kollarına nasıl bırakacağını kendini kayıtsızca. Düşündü, silkindi, kendine geldi. Gelgitler yaşıyordu çokça süredir. Bu da onlardan biri miydi? Sordu kendine. Dengelemek istedi kendini sadece bir an için. Böylece mutlu hissedebilecekti biraz. Normal olacağını düşündürtecekti bu ona. Neye göre kime göre normal olmak istediğini bile bilmeden.
Sadece yapmak istediklerini yapıyor, sonuçlarından çok anlık tatmin oluşların peşinden koşuyordu. buna karışılmasından nefret ediyor. Özgürlüğüyle, istanbullu oluşuyla bu olayın içinden çıkmayı başarıyordu her defasında. Öylesine çekici öylesine masum ve de öylesine şeytani tavırları vardı ki aynı bünyede barınabilen. Ona hayır diyebilecek pek fazla kişi çıkmıyordu karşısına. Bununla besleniyor, egosunu tatmin ediyor ve dünyasında ayakta kalabilmek için gerekli gücü böyle kazandığını düşünüyordu kendince. Onun için yaşanmışlıklardan çok yaşanacaklar vardı. ya da yaşanacakların aklındaki yansımaları. Kafasında kurdukları. Ayrıntıları vardı sonra, içinde kaybolmaktan kendini alamadığı, Onu her kayboluşunda inanılmaz bir zevke iten, acıtan aslında ama farkına bile varamayacağı şekilde kendinden geçiren saplantılı ve irinli ayrıntıları. Düzenli olarak bu ayrıntılarda boğulma eşiğine gelir, birden tek bir solukta hayata dönerdi. Bu onu yaşama bağlayan tek şeydi belki. Bu yöntemi geliştirmişti kendisine. Tutunabilmek için. insanlara benzediği noktaları belirlerdi bir de. Bu noktalara yaşamlar sığdırırdı. Kendine yakın insanları çevresine toplar, Onlarla eğlenir, Onları eğlendirir beyinsel bazda orgazmlar yaşardı defalarca. Durmadan, Doymadan. Kimseyle bir bağı yoktu. Ama bir o kadar da bağlıydı herkese. Kendisini kabul ettirebilen herkes onunla iletişime geçer, onun için her şeyi yapacak konuma gelir ve sırası gelince susup giderdi. Derin yaralarla. Bunu onlara acı çektirmek için yapmazdı aslında. kendi acı çekmesin diye yapardı. Öylesine korkardı ki gerçekten sıkı sıkıya bağlı olduğu hayatından kopmaktan. Bunu içten içe istese de yapamazdı. Yapması için hiçbir neden olmadığını düşünürdü. Ya da bunun bir kaçış olduğunu ve onu kendini yiyip bitirmeye kadar sürükleyeceğini düşünemezdi. Düşünmeyi çok severdi oysa. Düşünürken görmelisiniz onu. Mimiklerini, hareketlerini. Her şeyini. Öylesine çekicidir ki, Alıkoyamazsınız kendinizi kollarında geçireceğiniz birkaç saniyeyi düşünmekten. Bunun farkına vardığı zaman ne kadar tehlikeli olabileceği hakkında inanın ki en ufak fikriniz bile yoktur. Masum görünüşünün altına saklanan tehlikeden bahsediyorum. Gizler kendini. Gizler. Gizler. Birden tutsağı oluvermişsinizdir. Sıkarsınız onu. Size sarf ettiği bütün güzel sözleri hak etmediğinize inandırır küstahça. Kendinizde ararsınız suçu. duygularınızın esiri olursunuz. Ve gözyaşları . . .
nisan ortasında bir sabah, hava buz gibi, hatta kar yağmış geceden çankaya'ya. samanpazarı'ndan bakınca çankaya sırtlarından görünüyor bembeyaz çatılar. cam gibi karşı taraf. tüm karşı taraflar böyle net midir bilinmez; istanbul'da anadolu'nun karşısı, izmir'in karşıyakası; ölümün karşı yakası ne durumdadır gidenler için? Kalanların ruhunun tam karşısı? ince çizgiler var hayatta, ruhun karanlık yerlerinde de. ölümle yaşam arasında ve delilikle akil olmak arasında.tesadüfen aklımızın sahibiyiz belki şu an ya da küçük bir şansın eseri hayattayız. korunaklı mıdır çizgiler? hayır! olmalı mıdır? belki. biri insanlığı kurtarsın; hafıza temizliği mümkün olsun artık, dip köşe, köşe bucak; ve zaten 'doğarken ağladı insan; bu son olsun, bu son!'*
özledim sesini, gerçekten... öyle böyle değil... başım dönüyor, midem bulanıyor, yokluğuna gebeyim galiba, doğumda ölebilirim, şimdiden söyleyeyim...
biz... biz olduk mu sahiden biz? buradaki ikinci biz, sen ve ben, birincisiyse; benim olduğunu tahmin ettiğim birinci çoğul şahıs... aslına bakarsan -ki ben bakıyorum aslına- ben diye bir şey yokmuş. şöyle ki;
biz olunca yani biz olmak için sen ve benim toplanması gerekiyor, ama ben yokum zira şimdi sen yoksun ya, bu toplamdan sen eksilince 'ben' kalması gerekiyordu, ama yok... arıyorum 'ben' i o da gitmiş 'sen'le... farkında olmadan belki de dibine kadar farkında olarak 'ben' yani olmayan şey, sen olmuş... ve gitmiş...
düşünemiyorum... düşünüyorum bir yere varamıyorum, sonra yediremiyorum. kaldıramıyorum çaresizliği galiba... yapamıyorum diyip çıkmaya çalışıyorum işin içinden bu sefer de o her şeyi kurcalayan, inadına ayrıntıya inen yanım bırakmıyor diğer yanımı...
garip bir sakinlik var üzerimde, fırtına öncesi sessizlik desem çok klasik, beynimle kalbimin yaşadığı soğuk savaş desem postmodern arabesk olacak ama sonuç itibariyle gözle görülen, görülmese bile fiziki olarak hissedilen bir durgunluk yaşıyorum... belki de yaşanması gerekenleri çok çabuk tükettiğim için erken yaşlandığımı hissediyorum ya da bugün de dahil olmak üzere bütün gelecek günlerimin içinde en büyük rolü sana verdiğim için başrol oyuncusunu kaybeden bir film gibi çekim arası vermişimdir hayatıma... ölürken montajlarım ben buraları merak etme, hani şerit gibi geçecekmiş ya gözlerimin önünden...
tarifi var adı yok aslında yaşadıklarımın-hissettiklerimin... isim koysak ya? ne güzel olurdu değil mi? aa bak bir isim geldi aklıma, fiilden türemiş bir isim, oynamaktan-oyun... belki de oymaktan geliyordur zira oynanan oyunda oyuldum tabir caizliğinin son noktasında...
kızıyorum... sana değil kendime... ciddiyim hem de seninle olmadığım kadar ciddi, düşün artık ne kadar düşünüp bu sonuca vardığımı... verdiğim sözleri tutamadım kendime, ilk defa verdiğim bir sözü tutmuyorum biliyor musun? sana da söz vermiştim hatırlarsan... onu da tutacaktım, onu da... istemedin, sorguladın... sorgulamayacaksın geçmişi ve geleceği, kurcalamaya gelmez onlar, geçmiş acıtır gelecek vesvese verir... sadece anı yaşayacaktık, sadece... ama sen çantanı toplamadan çıkmadın dışarı, ne olurdu makyaj malzemelerin evde kalsaydı... ve görecektin aslında her şeyin ne kadar basit olacağını, isteyecektik çünkü... en başında da istememiş miydik?
şimdi yoksun; ve olmayacaksın hayatımda tabi artık neye hayat denilecekse nefes alış verişlerimde... gülüşün için, kısa da olsa yaşattığın mutluluk için, beni içinde olduğum kuyudan çıkartıp tekrar attığın için, kısacası yaşadığımızı sandığım ve aslında yaşamadığımız her şey için teşekkür ederim...
son hediyem; anne sütü saflığında bir güle güle dir sana...
yolun açık olsun papatyam...
Gelmek işte. Bayağı bir fiilin mastar hali. Arapça, Farsça yahut ibranice den ya da başka bir dilden gelmemiş olan gelmek. Kendine gelmek gibi... Yazdıkça yazası gelen birinin,bir gün bir yere yazmaya gelmesi gibi.
Ütülenmiş elbise kokusuyla kasvete bürünmüş, sonraki gününde okula gidilecek olmanın verdiği enteresan duygu-ki o gün her yer turuncu yada griye bulanmıştır- ile anımsana bilecek bir pazar öğleden sonrası; işte böyle bir mana'nın böyle bir gidişin, tam tersi gelmek.
Gelmek, gitmek gibi değil...
Borçluya haciz,masaya meze, mideye bulantı ve şehre bir film veya bir nebiye bir vahiy gelir. Ama işin enteresan yönü gelmenin,gitmeyi haber etmesidir.Sonra bir gün,bir kadın/erkek gelir,gelişi saadetin müjdeleyicisi zannedilir ama çok geçmez bu geliş; bir çocuğun en sevdiği çizgi filmi izlerken elektriğin gidişi gibi ezinç dolu bir gidişe neden olur. Sonra bir parça benden bir parça nebi den gider-gelir.Azap,bu gel-git'in hiç bitmeyişidir.
öğrendim!
sensiz yaşanmadığını. şimdi kaç doktor gelirse gelsin, eski beni diriltemeyeceğini!
biliyordun, yaşayamayacağımı, aldırmadın! oysa ki ne hayallerimiz vardı değil mi?
ben sandığın kadar güçlü değilim ki, gidişini kaldıramam ki! senin sevginle ayağa kalkmıştım, onunla ayakta durabiliyordum, görmedin...
bu kız dedim, tamam dedim, işte o dedim her gece hayalini kurduğım, dualar ettiğim karşıma çıkması için dedim, sensin dedim, inanmadın!
nasıl dolacak şimdi bıraktığın boşluk? kim gözlerimin içine bakıp yüzlerce kez 'seni seviyorum' diyecek? hadi onu buldum, kim senin gibi 'bitanem' diyerek aklımı başımdan alacak? zaten sana o boktan sweat shirt ü o yüzden almıştım, bu şehirde onun aynısı yoktu, tekti... sen de öyleydin, inanmadın!
boşuna mıydı? kulağına söylediğim şarkılar, beraber bağırarak söylediğimiz şarkılar, ettiğimiz danslar, yediğimiz yemekler, izlediğimiz filmler, verdiğimiz sözler boşuna mıydı? bu kadar mı dayanabildin bana? bu kadar mı dayanabildin mesafelere? hani, her şeyindim ben senin? hani hiç bırakmayacaktım ben seni? hani hiç ayrılmayacaktık, ne olursa olsundu? kafamıza koymuştuk birbirimizi? böyle olmamalıydı bebeğim, böyle olmamalıydı...
şimdi;
vakit geçiyor ama nasıl geçtiğini bir de bana sor! akrep ve yelkovan, senin burada olduğun zamanlardaki performansına ters orantılı olarak çalışıyor, akrep yelkovanı sokmuş, ilerlemiyor saatler... gözlerim, kulaklarım telefonlarda, belki ararsın, mesaj atarsın diye... bense, debelenip duruyorum bıraktığın boşlukta, çıkamıyorum... olmuyor, bataklığa düşmüş gibi, debelendikçe daha da batıyorum sensizliğin girdabına...
unutursun dedin papatyam... söylesene nasıl unutayım seni? nasıl sileyim parmak izlerini tenimden, kokunu odamdan? sen nasıl yapacaksın peki?
üzüleceğiz, hem de gereksiz yere... bırak bir kere de dağınık kalsın saçların, düşünme sonrasını, bırak rüzgar essin bebeğim bırak essin... savurmasın bizi...
gün geçecek, günler geçecek... azalacak mı sanıyorsun acım? azalacak mı sanıyorsun acın? en çok koyan da bu zaten... vaktin saçma sapan alış verişinde, azalacağız boş yere... ve yine doğrulayacak kendini 'hayat almadan vermez ama vermeden alır' lafım...
söylemiştim sana en başında ama 'gideceksen şimdi git' diye... daha da büyütme sevgini, o zaman çok zor olur benim için diye... hayır dedin, gitmeyeceğim dedin ama şimdi kurduğumuz hayallerin gerçekleşebilme ihtimalini sorguluyorsun... sen ki benim geçmişimi biliyorsun, ne hayallerimin suya düştüğünü ve seninle hayal kurarken ne kadar zorlandığımı ve kurduğumuz hayallerin gerçekleşme ihtimalini soruyorsun... bu saatten sonra olmayacak duaya amin diyebilir miyim sanıyorsun sen? olacaktı papatyam olacaktı, hepsi olacaktı, istedikten sonra hepsi olacaktı... ama sen kaçtın, neden? bilmiyorum? mantık? mantık diye bir şey yok mantık arıyorsan zaten bizim başlamamız mantıksızlıktı... en başında vardı hata ama başlayabildikten sonra hangi mantık, hangi realiteden bahsediyorsun sen?
çaresizim bir o kadar da anlamsız... baksana, iki kelimeyi bir araya getirip kurallı anlamlı bir cümle kuramıyorum ikimiz hakkında, dağınık paragraflarda özetlemeye çalışıyorum halimi... anlasana artık, kafam koyduğumu seni, anlasana artık en çok senin sevildiğini ve sadece senin sevileceğini...
bahane anlatma bana, sadece 'bitanem' de... hiçbir şey istemiyorum 'sen'den başka... soldurma papatyaları papatyam... soldurma bizi... soldurma...
yalancı asma bahçelerde geçirdiğim kaçıncı bahar bu? derin saten bir uykunun içindeki yeşil yıldızlar da parlamıyor artık. Çok mu uzaklaştım acaba olmam gereken yerden? Sahi olmam gereken yer neresiydi? Tam ortasından bölünmüş hayatım. neredeydim ve şimdi neredeyim? çağlar atlamışım sanki, geleceğime tezat arkama dönüp bakmaya korkuyorum. korkum pişmanlıktan değil ama yine de korkuyorum. lalezar bir cennetin orta yerinde yalnız bırakılmak kadar ağır bir ceza var mıdır? bunun için seçilmişim galiba, yücelmek değil amaç sadece olduğum yerde saymam ve neysem o olarak kalmam.
bağışlanması gerekmiyor hiç kimsenin. zihnim yeteri kadar genişledi ve anlıyorum seni, onu, herkesi. önce gözlerimi kapattım, uzun derin bir uykuya yattım sadece. ellerin rüyalarımda geziyor, soğuk. yaprak ve kalem kan kirmizi rengiyle yıllanmış bir şiirin bitmesini bekliyor. şiir bitecek ve yaprak katlanıp sol göğsümdeki yerini alacak.
Okunmadan eskimiş bir mektup gibi kalacak her şey.
ve zaman hep gelip geçer.. döner dünya umarıszca.. günler izler birbirini, saatler amansız.. kış mevsimi gelince beyaza boyanır her yer, hayatlar da öyle.. bir yeni beyaz sayfa açar gibi bir yeni hayat gelir oturur düşlere.. ve hiç uyanmak istemez insan.. işte böyle bir düşün kıyısında dolanırken buluyorum kendimi.. bir adım daha atsam "sen" olacağım.. biraz geri çekilsem karanlıklarda.. sanki dokunsam tenine, kaybolacakmışsın da ondan uzanamıyorum ben sana.. dudaklarıma bir çocuğun gülümsemesi gizlenmiş.. aklım hep havalarda.. bir gayret kalkıyorum ayağa ve bir an bile dönüp arkama bakmak gelmiyor içimden.. elimde olsa, ellerini alıp sokacağım koynuma.. ve rüyalar da bazen gerçek olur diye düşünüyorum.. şimdi yanımda olsan diye geçiriyorum aklımdan, sesimi karıştırsam sesine.. uyusam saçlarında.. gözlerimi ilk açtığımda ilk gözlerine baksam.. kelimeler bulsam sana, daha önce duyduklarına hiç benzemeyen, fısıldasam usulca kulağına.. dokunsam dudaklarına ve her taraf beyaza boyansa.. ilkbahar koksa tüm şehir.. seni de alsam rüyalarımın içine, kaybolsak sonsuzlukta.. ah bir de mesafeler bu kadar uzak olmasa.. uzak olmasa kurulan hayaller.. sessizlik çınlamasa kulaklarımda.. böyle böyle düşünürken ben, karşında buluyorum kendimi.. bu ana kendimi defalarca hazırlamış olmam değiştirmiyor hiçbir şeyi.. öylece susuyorum.. susuyorum öylece ben ama, sanki sesimi duymuşsun da sen, kelimelerimi, gülümsüyorsun.. geceler hep kavuşur sabahlara.. benim de güneş vuruyor yüzüme, gözlerim ellerinde.. ellerimde bir parça hayal.. ve hep böyle uzak olacak değil ya düşler..
halının altına süpürdüm gururumu, göz yaşlarımla da ıslattım toz yapmasın diye...
utanarak, biraz da içimde kızararak itiraf ediyorum kendime 'hatalıyım'.
bazen susuyorum aslında çoğu zaman; dilimi sıkıştırıp dişlerimin arasında, kanatarak susuyorum, kanayarak... damlalar süzülüyor gözlerimden, aldırmıyorum, kanıyorum...
kanıyorum kendi kendime ve farkediyorum en iyi kendimi kandırdığımı zaten kendimden başkasını kandıramıyorum...
kaldıramıyorum sensizliği; ağır geliyor, yalnızlık ağırıma gidiyor. senaryolar yazıp boğuyorum kendimi, nefes nefese uyanıyorum her uykudan... biraz arabesk, biliyorum ama öyle... hatta arabeski de 'hayat zaten arabesk değil mi' deyip yutturuyorum kendime...
toparlanmaya başladım... taşınmam gerekiyor ama neresi olduğunu bilmiyorum ve nereye olacağını. sadece toparlanıyorum... ama ondan da vazgeçiyorum bir süre sonra, olmadığın bir yere gitmektense olmadığın bir yerde kalmayı tercih ediyorum...
sevdiğim... özledim sana sevdiğim demeyi ve senden duymayı... nasıl özledim bir bilsen... sesini, tenini, gözlerini her şeyini nasıl özlediğimi bir bilsen... bilsen ne olacak ki? dönmeyeceksin ki... benimki de laf işte... bilmiyor musun sanki, nasıl bir karanlıkta olduğumu, bilmiyor musun dönünce çiçeklerin açacağını... bilmiyor musun şu an ölüyor olduğumu...
sevdiğim, ölüyorum... saflığına katık karışmış beyaz bulutların... dolu dolu, dolu yağıyor üzerime, kalbime. sevdiğim; ölüyorum...
hani sana hala sevdiğim diyorum ya, yine kötü bir şey yapmıyorum değil mi? hani hep kötü şeyler yapıp-söylüyorum ya ben, sorayım istedim o yüzden... aslında ben de pek memnun değilim bu durumdan, sevdiğim dediğim zaman senin de duymanı istiyorum, öyle kuru kuru havaya sevdiğim diyorum, hele bir de senden duymak var ya... offff...
ama şu an elimden bir şey gelmiyor bundan başka hatta hiçbir şey gelmiyor elimden... oysa çok iyi yapabildiğim o kadar çok şey var ki, kalbim-ruhum bağlıyken olmuyor işte...
böyle olmamalıydı... böyle bitmemeliydi en azından... bağırıp çağırmalıydın, gidiyorum dediğimde... izin vermemeliydin, hadi ben hayvanım... evet hayvanım yaptım... ama sen engel olmalıydın... olmadın... bugünse tekrar atmamalıydın beni o kısa bir süreliğine çıkardığın kuyudan... böyle olmamalıydı bebeğim, böyle olmamalıydı...
kendime iyi bakmıyorum sevdiğim... bakılması gereken beni sende bıraktım ben... iyi olmam da, kötü olmam da, yaşamam da sana bağlı...
ama sen kendine... bize iyi bak sevdiğim... bize iyi bak...
ben bu yazıyı sana yazdım.
Sigarayıda bırakamadım ya lanet olsun.
Bir nefes daha çektim.
Yine senin resmini çizdi dumanlar.
O en uzaktaki parlayan yıldıza senin ismini koydum.
Her gece dertleşiyorum seninle.
Kim bilir sevgilim.
belki bir gün dönersin bana.
Aradığın mutluluğu aşkı bulamaz.
Ve karşıma çıkıp bir gün`
seni seviyorum` dersin.
bir gün ulaşacağım sana.
o en uzaktaki parlayan yıldıza.
sevgiliye, dost'a yazılabilecek ve daha sonradan onlara okurken söylenebilecek söz...
ben bu yazıyı sana yazdım,
evet sana
ama sen yoksun ve bu yazıyı hiç okuyamayacaksın.
sen o sınırlı olmayan zamandasın
kimsenin bilmediği
bilenlerin de geriye dönüp anlatamadığı yerdesin...
ben bu yazıyı sana yazdım,
belki yukarıda bir yerde
bunu görürsün
bilmen gerekir seni sevdiğimi
ve senden sonra seveceğim her güzeli
senin üstüne inşaa edeceğimi...
ben bu yazıyı sana yazdım,
seninle buluşacağımız o güne
sakladım artık kelimelerimi
ve ben
seni aldattım
yaşamak zorunda olduğum bu kahpe hayatta
yüreğimin ve parmak uçlarımın
başkasına duyduğu özlem yüzünden...
ben bu yazıyı sana yazdım,
ve sen beni
affedebilirmisin?...
Çok yalnızım, sensizim, karanlıktayım, özlüyorum seni, yanımda
olsaydın keşke sana, sana öyle sarılmak isterdim ki..
Sensiz geçen günlerimin ne tadı ne de tuzu var..
Yaşıyorum böyle hergün ölerek, hergün biraz daha tükenerek hayatın karşısında,
Insanlar içinde acı çekerek, hergün biraz daha, biraz daha solarak..
Duyuyor musun beni üzügünüm ve de mutsuzum ben..
Yaşıyorum böylece hergün ölerek, hergün ölümü bekleyerek saatlerimi sayıyorum.
Yığınlar içinde hergünüm kabus gibi geçer, senin için yaşamak, sensizliğe yaşamaktır benim için sonralar..
Boşa geçer günler, gece olunca anlamsızlık kaplar tüm ruhumu
Karanlığa çeker beni yiyip bitirir her göz kapatışlarımla aklıma gelmen.
Mektuplarını okuyorum, mektubun elimde gün ve gün yazılmış gözyaşı kokan.
Fotoğrafın işte yaşam kokan elimden düşmeyen
Söz vermiştim sana umudun ölmez.
sen de söz vermiştin ne pahasına olursa olsun
sen de söz vermiştin herşeye rağmen..
Bir çocuk gibi safça gülmek mi yoksa acıları biraz azaltmak mı yaptıklarım?
ben söz verdiğim gibi işte burda yine karşındayım dimdik ve çaresizce.
Veremediğin yanıtları düşünüp ne zormuş diyorum yine gülerek.
Değil bu sevgilim yaşam bu değil, yaşam sensiz güzel değil, değil..
Sen hep mutlu olmalı sen gülmelisin
Söz vermiştin bana güneşli birgünde kaçacaktık çocuklarla uzaklara
Salacaktık gök yüzüne uçurtmaları biz
Gülecektik hep biz gülecektik
Düşler bozuldu, güller soldu burda kırıldı kolum, döküldü yaprağım
Hatırla sevgilim hatırla yağmuru sağanak gibi aniden yağan yağmuru
yaşamak çok, çok güzel demiştin ya artık değil, değil..