sen aniden geldin. yıkılmışlıklarımı anlatırken yıkıntıların arasından bana uzandın. sonra baktım ki bir varsın bir yoksun. uyuyorum sen varsın; türlü rüyalar, uyanıyorum yoksun her şey aynı. giyinip işe gidiyorum.
sonra bakıyorum susup kalmış telefon. sözlerin zarlar ve pullarla beraber kapatıp kolumun altına sıkıştırdığın tavlanın içinde kalmış.
susmasan da anlatsan bir el daha oynasak.
ne kadar yanlış anlaşılabilir ve ne kadar içi boş durabilir?
kimin ağzından çıkınca en mutlu insan yapar kişiyi de kimin ağzından çıkınca ufaltır gözbebeklerini?
kime yönelen sözlerin darbesi alışılageldik hayatların dışına iter beni?
sen, gündönümü saçlı kız. bana söylediğin onca şeyin arasından cımbızla çıkardığım kelimeleri sarfediyorum sana. "seni seviyorum". seçici davranışlarımın sebebi oldun bak.
seni yanlış anlamış da olsam bana söyleme, sadece yavaşça git.
şu an ölebilirim. kimse beni durdurmaya kalkışamaz. kocaman bir gülümseme olur yüzümde zira, anlamazlar nereye gittiğimi. ateş dahi çağırsa o iki kelime ferahlatır ruhumu.
hayattan daha büyüksün gözümde. beni mahveden hayatın karşısındasın ve hayattan daha büyüksün. bana tattırdığı bütün kötü şeyleri silip atabilmen ile hayattan daha güçlüsün.
doğamızın kanunuymuş.. büyüdük bak; eskisi gibi hırpalayamıyoruz bile kendimizi.. mutlu muyuz? hiç sanmam. sadece yorulmuyoruz, sadece yıpranmıyoruz.
oyuncaklarıma saygılı olduğunun farkındayım ama buz mavisi çökmüyor artık içime, yağmursa çoktan dindi buralarda. kar gelecek yakında.. bu sefer de beyaza mı benzetmeye çalışacaksın. olanla yetinmezsin ki,hep şekillendirmeye çalışırsın..korkma değişmiyorum, seni bile dinlemiyorum. fazla aydınsın, döngünde çekim alanım sıfırlanıyor artık..
biliyorum sorular sormama da kızıyorsun ama meraklanma.. demlenmiş ruhun absürt soru sorma takıntısı, bir bana mı özel sanki.. hem yanıtlarım ayrıntılarda değil apaçıklarda.
insan herkese aynı hasarı bırakmak için onca çabayı sarfeder mi.. bundan beslenmek bildiğin domateslik.. her yemeğe giden türden.. kendine benzetmeye çalışmaktan vazgeç.. sürüne "insan" eklemekten vazgeç.. değer ver biraz akıl değil.. ta ta.. küçük kurbağa öpen olsa da seni prense dönüşmeyeceksin. hiç olamadınki sana benzeyen bir şey, özüne benzeyen.. oysa özüne inanan biri varken.
ağla ortalıkta..içmeden bunu becerebil..
içmeden özle birini, ayıkken inan kendine ve cümlelerine..
söz verdiğin şeyleri unutma, vermen gerekenleri istedikçe ver. bırak bu sana özel sandığın oyunları.
işlemediğinde üzülme
yüreğe işlemiyor artık harfler.
yine gözyaşı yine sensizlik yine bu salak sayfa.
haketmemiştim. helallik istedin ya, helallik isteyebildin benden. yüzün vardı.
doğru olan helal etmem, biliyorum. allah affederken her günahı, ben kim oluyorum ki kin tutuyorum.
ama sen güvenebileceğim biriydin.
bu yaptıklarını el yapsa takmazdım kafaya.
güvendiğim, sen yaptın.
ahirette alacağım var senden. senin de alacağın varsa hesaplaşacağız. üzgünüm, acizim.
güneşin denizle seviştiği ve günün bittiği şu akşam vakitlerinde, gözlerimdeki ışığı solduran içimdeki çocuk sesin uğruna içten içe ağlamaklıyım bu aralar... ve yine sonunu benim bile bilemediğim cümleler kuruyorum evde bekleyip yolumu gözleyen ve solmamaya açmış çiçeklerden örülmüş umutlarım gibi.
...o, hayalim olan hikayemdeki kahraman olmaktan da vazgeçtim ben, sadece ve sadece insan olma derdine düştüm tenimdeki solgun izin gibi. öyle bir düşmüşüm ki bu derdime yalnızlıktan kendimi bile özler oldum... kahraman olmak zormuş. insan olmaksa daha da zormuş oysa. gülü sevme evresini de aştım artık ben, dikenini sevmeye çalışıyorum sadece. ve anladım ki bulduğunu kaybetmeden kaybettiklerinin değerini bulmanın vede yoldan ibaret olmayan yolu, yüreine giren paslı bir hançerin acısından daha yakın ve daha da diri hissediliyormuş sesimde.
ölüm kadar gerçek olan toprağın üstünde duruyorken bedenim, ruhumun dudaklarından yokuş aşağı dökülüyor yine içim. ve diyorum ki şuracıktan bağrısam şu çıldırmış poyraz sesimi getirirmi sana bilmem ama ben yinede diyorum işte seni seviyorum ben diye. ve diliyorum senden zamanın büktüğü hüsranlı ve talaşsız boşluğuna alışmadan içinde varsa sıcak bir gül yaprağı, tozlanmaya mahkum etme sevmeyi.
ben, herkezin birbirine yalancı dediği bir ortamda senin beni sevmeni diledim sadece.
Özgün... Bu gece söylemek istediğim çok şey var sanırım .Buraya yazmaktan başka bir çarem yok, sana söyleyemediklerimi,içimde kalanları.Bunların benim için değişik olduğunu bildiğini görebiliyorum.Daha önce olmayan şeyler, öyle farklı ki. Sen bana her baktığında içimdeki o tarifsiz duyguyu hayal bile edemezsin .Şuan senin ne düşündüğünü , ne hissettiğini anlamak öyle zor ki. Tuhaf adam.. Bir anda nasıl her şeyi değiştirdiğinin bir açıklaması olmalı.Bu kadar çabuk ve ani..Nasıl olabilir ? Bu gün söylemiştim sana.Ne önemi var ki.Artık sen varsın.Bir kaç haftadır seni hissedebiliyorum.Her sabah uyandığımda,gece uyumaya çalışırken,aynaya baktığımda,müzik dinliyorken..Kendimi sık sık hayaller kurarken yakalıyorum.içinde sen olan hayaller.ikimiz.. Ve senin o gözlerin. Saçların.. Sert ama içinde her zaman bir sıcaklık görebildiğim bakışların. Yaptığım her şeyde, gittiğim her yerde sen varsın. inan bunu daha önce yaşamadım. Biriyle göz göze geldiğimde hiç bu kadar huzur bulmadım ki. Daha ağzımdan hiç çıkmayan, kimselere söylemek istemediğim, bunca zaman sadece sana sakladığım iki kelimem var Özgün! Kendime bile söylemekten kaçtığım...
biliyorum ben söylemezsem kimse bilmiyor
ve ben de kimseyle konuşmuyorum huyum kurusun.
üstelik bazı şeyler söylenmiyor da... gömülüyor insanın içine...
belki bilmen gereken tek şey düşüyorum ve paraşütüm açılmıyor.
niye düştüğümü, kimin ittiğini sorma...
çakılmamak için, biraz daha yumuşak bir düşüş yapmak için uğraşıyorum sadece.
yine de elim, yüzüm, içim kanayacak hayat böyle...
konuşmak istemiyorum kimseyle; dilsizim ben ve malesef beraber susamayacak kadar uzağız...
yine sakladın kendini, yine saklayacaksın. daha önce yaptıklarını şimdi yapmayacaksın ama sonra da yapmayacaksın.hiç aynı mesime denk gelmeyeceğiz seninle, aynı bankta sarmaş dolaş otursak bile, oturduğumuz banktan aynı yöne baksak bile, senin baktığın yere yağmur yağacak benimkine kar. kar tanesi olsan ben baharda yağmanı bekleyeceğim, haydi bir mucize oldu yağdın diyelim avuçlarımda yaz sıcaklığı; eriyip gideceksin. sonbahara kaçsam telaşlı düşlerle, sen diye toplamaya kalksam dökülen yaprakları parmak ucum değdiği anda kırılacaksın kışta bekleyen buz tutmuşluğunla. yaz oldu diye içinde yüzmeye kalksam üzerimde rüzgarlı bir entariyle sen donacaksın. illa ki kaybolacaksın sana dokunduğum günün ertesi tam da gerçek olduğuna inanmaya niyet etsem o an hayal olduğunu binlerce kez yüzüme vuracaksın. hep 1 gün sürecek bir olma zamanlıklarımız. ne zaman kovalamaya kalksam seni duracaksın olduğun yerde ben kaçan gölgene abanacağım. hep bir sonraki günü bir önceki gün geldiğin hayaliyle geçireceğim, seninle yarınım olmayacak hiç.farklı mevsimlerden gelmişiz çaresi yok. dünyayı bizim yüzümüzden kutuplara ayırmışlar. konuşsam suskunluğuna denk, ağlasam gülüşüne ahenk, öpsem seni kayboluşuna renk gelir saatler. ben yalnızlık oldukça kalabalıklaşacaksın sen.ben solacaksam sen çiçekleneceksin illa ki. benim karanlığım senin aydınlığın. benim sevincim senin hüznün.sen kuzey ben güney, dünyanın eliptik durşu bile karşı bu birleşime.
gözyaşlarım olmadan yeşeremeyecek kadar yalnız mısın? öyle zor geçiyor ki zaman! sen gibi beklediğim günler. geliyor ve beni görmeden geçip gidiyorlar. sandım ki ben gideli iki asırdan fazla olmuş, sandım ki iki yüzünden fazlasını unutmuşum. ayları bile dolduramamışım daha. sen ayın hangi yüzünü görüyorsun durduğun yerden? nasıl bir çember çizdik ki başladığımız noktaya bir türlü dönemiyoruz! nasıl bir düğüm attık ki çözülmesi kerbela, çözülmesi cenneti olmayan bir öteki dünya? canımın acısından kıpırdayamaz oldum yerimden, heykelimi ne zaman canımın meydanına diktin?
fotoğrafa tapan bir senperest!canım burnumda, canım ağzımda özgür kalmaya can atan bir kuş, canım içme hapsolmuş, canımda rutubet kapmış ben gitmem duruş.seni düşünmek güzel şeydi, ümitli şeydi hani! şimdi ne güzel şey hatırlamak seni, ölüm ve zafer haberleri içinden desem güzelleşir mi sensizliğin botokslu dudakları...
bir de en kötü yanı ne biliyor musun? şimdi büyümek isteyecek bu günler, hafta olacağım diye tutturacaklar. bu haftalar ay olacağım ben diye sıkacaklar boğazımı, aylar neyim eksik ben de yıl olacağım diye tekme tokat girişecekler umutlarıma. işte bu geçip gitme hazzıyla şişecek zaman, kabaran göğsü bana patlayacak fazla hava basılmış balon misali. iğnesi ben çuvaldızı sen.
sen ve ben olmadan döner mi dünya ? kim bilir? şimdilik dönmez gibi geliyor.oysa farklı mevsimlerden geliyoruz, gelebilmemiz için dönmesi şart. bazen tanrı tarafından bana verilmiş bir ceza gibi görüyorum seni, tanrıya da bu yüzden inanıyorumdur belki ne dersin? ikimize de ait olan ne kaldı ki dünyadan başka...
insan boynuna geçirilen ilmeği sever mi onu asacağını bile bile, darağcına giden bir insana "sana güzel bir haberim var, yaşayacaksın2 denir mi? hala kandırmaktasın beni mutlu sonlardan bahsederek. sen ve ben sonlardan bahsedebiliriz yalnızca. ne mutlu ne de mutsuz. sadece son. kimsenin izlemediği bir film yapmışız, birlikte oturup izleyelim demişiz ve film başlamış. perdede filmin adı yazıyor sanmışız. oysa sıradan olmamak adına yapmışız bu filmi. filmin girişi gelişmesi ve sonucu sadace ekranda görünen bir yazıdan ibaret. son başlamadı bitti tadında, sevda hangi kuşun kanadında?
Sevdiğimiz kişi boş bir limanda hiç gelmeyecek bir yolcu gibi gelir gözümüze ve ona bu soruyu sorarız;
Beni daha ne kadar bekleyeceksin sevgilim? Elimden tutman, dudaklarımı öpmen ya da kulağıma şarkılar fısıldaman için birbirimizi daha ne kadar beklememiz lazım?
Yoruluruz artık beklemekten, aslında en güzel bekleyiştir bu ama konu aşk olunca sabrımız ve hormonlarımız da bir yere kadar bekleyebilir.
Ah onsuz ve onun hayalleriyle geçen yalnız gecelerimiz...
O geceleri hepimiz iyi biliriz çünkü hepimiz bir garip hayatlarımızın bir garip dönemlerinde birisini hep beklemişizdir.
Geceleri dualarımızdan sonra rüyalarımıza beklediğimiz birisi yok mudur?
Vardır elbet, olmaz mı hiç rüyalarda randevular, düşlerde sevişmeler...
insanoğlu hayatını düşlerindeki gibi yaşadığında mutluluğu yakalayabilirmiş ya, o zaman neden sadece rüyalarımıza saklarız hayallerimizi?
Neden yanına sokulup da dudaklarından öpemeyiz de bekleriz sevdiğimizi?
Ya o bilmezse bir yerlerde onu deli gibi bekleyen ve seven bir aşığının olduğunu?
Gurur ne kadar gereksiz, cesaret de ne denli önemli bir şeydir.
Gurur sevenleri küstüren, cesaret aşıkları kavuşturan sevgi de her şeyi başlatan kavramlar.
Peki biz randevularımızı rüyalarımıza, sevişmelerimizi düşlerimize ve sevgimizi bekleyişlerimize saklarsak neden yaşarızki?
Bizler daha cenin halinde değilken yaşamış ve ölmüş, hala bedenleriyle değil de düşünce akımlarıyla yaşayan insanlara haksızlık etmiş olmaz mıyız en güzel aşkları yok yere beklerken ve bu bekleyiş esnasında ilişkimiz için çaba göstermezken?
Sevgi ve mutluluk paylaşıldıkça anlam kazanan değerlerdendir, önceki aşklarınız hüsranla sonuçlanmış olsa da bu bahçede daha koklanacak çok çiçek var ve bu çiçekler yıllar sonra siz onlara değer vermez, sevginizle büyütmezseniz sizi beklemekten çürüyüp gidecekler.
E yazık değil mi kırmızı güllere, mor menekşelere?
Aşkın payına düşen şey hep beklemedek değildir.
Bizler birer Nazım Hikmet değilizki hapishanede yıllarca Piraye'mize kavuşmayı bekleyelim.
Hepimiz özgür aşıklarız ama gururumuza ve cesaretimize müebbet mahkumuz.
Kaygılarımız ve zaaflarımız bizi aşka götüren yolda yaralıyor.
Kanlarımız bu yolda çizgi halinde arkamızdan da aksa aşklar bekleyemez ve bahçedeki bu çiçekler bir gün kuruyacak ve o vakit yüzlerimiz kırışacak, saçlarımıza ilk aklarımız düşecek ve evet işte o gün ilk defa gerçek pişmanlık duygusu bürüyecek titrek bedenimizin her bir tarafını.
Bizler birer Nazım Hikmet değilizki hapishanede yıllarca Piraye'mize kavuşmayı bekleyelim.
Hepimiz özgür aşıklarız ama gururumuza ve cesaretimize müebbet mahkumuz.
Ve hepimiz kendimizin savcısı ve kendimizin hakimleriyiz...
içimden geldi bu sabah senle ilgili bişiler yazmak. onun için yazıyorum. yoksa dötün kalkmasın yani sevgili sevgilim.*
'tamam lan bitti her şey. bak bir yıl doldu terk edileli. kimseyi sevmedin sevemezsin artık. ruh gibisin kızım sen. ölmüşsün ağlayanın yok. bu saatten sonra kimse sevmez seni.' gibi çeşitli düşüncelerle kafayı yemek üzereydim bundan yaklaşık üj bej gün öncesine kadar. kimseye güvenemiyordum. kimseyi sevemiyordum. geçmişinde çakılıp kalmış aptal bi ruhtu benimkisi.
ne yaptın, nasıl yaptın bilmiyorum. sorgulamıyorum da nasıl olduğunu zaten. ama öyle bi yerde girdin ki, öyle bi yerde buldun ki beni, can simidim oldun. öyle bi zamanda çıkardın ki ruhumu hapsolduğu boşluktan, hani ne bikaç gün önce gelsen, ne de bikaç gün sona gelsen olmayacaktı. tam zamanında. tam olması gereken zamanda oldu her şey. yüzümdeki gülümsemenin adı oldun, gözlerimdeki ışığın kaynağı, geceleri 'yanında olamıyorum lanet olsun!koyayım bu kadar mesafeye' diye ağlama sebebim, en yakın arkadaşım, ailem, ağabeyim, babam, oğlum, sevgilim, her şeyim oldun sen.
mutluluğu bu kadar uzaklarda aramak gerekiyormuş demek ki. bana su gibi tertemiz geldiğin için, beni sevdiğin için, beni seçtiğin için, şu ana kadar yaptığın her şey için, bundan sonra yaşayacağımız bütün güzellikler için binlerce kere teşekkür sana.*
evet hepsi bu kadar.
yok lan bu daha ne ki? anlatamıyorum ki daha. hiçbir dil yetmez ki anlatmama içimdeki sevgiyi.
sadece sana layık olamadım ben, o kadar sevgi fazla bana. sen bunu anlayamadın...
kendimi değil, hiçbir şeyi değil, sadece seni düşündüm. böylesi ikimiz için de daha iyi oldu. en azından şu an öyle görünüyor. belki birkaç gün sonra koşa koşa gelip özür dileyeceğim, pişman olacağım, bilemiyorum.
ama sadece seni düşündüm. seni bu kadar fazla üzdüğümü bildiğim halde bunu söyleyebilirim. tezat gibi duruyor değil mi? hem sana iyilik yaptım, hem de seni üzüyorum. oluyormuş böyle bir şey demek ki.
hak etmiyorum sevgini, git kalbini daha büyük yüreklilere ver. taşıyamadım ben. affet beni.
daha önceki umursamazlıklarına bahane bulabiliyordum. kontürü yoktur, uyumuştur belki.. baya mantıklı duruyorlardı. yakından bakınca.
öğlen gibi ararım seni görüşürüz dedin. sonra gideceğim ben dedin.
sabahın köründe kalktım hazırlandım. gideceksin ya.. fazla zaman yok ya.. aradıktan sonra bekletmek boşuna zaman kaybı olacak ya..
saat 12 oldu. sonra 13. sonra 14... 15 , 16 diye devam ediyorken suratım çoktan asılmıştı zaten.
birden ampul yandı! belki bir şey olmuştur haber verememiştir diye.
sonra aveanın evde çekmeyebileceğini düşündüm. tamam hattı aldığım günden beri bir kere bile öyle bir olay olmamış olabilir. ama ya şimdi olmuşsa?! hani hep lazım olduğunda bozulur ya en gereksiz şeyler... baktım telefona. ekranda kocaman avea yazıyordu. zaten 2 dakika sonra da telefonum çaldı. sen değildin arayan. başkası tabi ki..
sonra msn e geldin. heralde telefona bir şey oldu onun için geldi msne dedim. senden ses seda çıkmadı. bozuldum ama kendimi kandırmaya devam ettim. belki çevrımiçi olmama rağmen çevrımdışı görünüyorum! olamaz mı yani.. ama yine aradan 2 dakika geçmeden biri bir şey sordu. sen değildin soru soran. başkası tabi ki..
sonra vazgeçtim kendimi kandırmaktan. durdurdum dünyayı. yerimden bile kalkmadım.hava karardı, oda karardı yavaş yavaş. ortam bana, içime, uyum sağladı.
sonra dün gece yazdıklarını düşündüm.
sonra dün gece yazdıklarımı düşündüm.
sonra mesajlarını sildim.
sonra msn adresini.
arka fonda redd çalıyordu.
"sen seversen adam gider..." diyordu. doğru demiş.
Salondayız..Yeni bir kavgadan yine yorgun ama pes etmemiş olarak çekilmişiz kendi köşemize.-Kütüphanenin raflarından birine gizlenmiş bi kamera kayıtta-
-Dinle, ne kadar çok erkekle yatmışsan seni o kadar çok seviyorum.Anlıyor musun?
-Evet,hem de çok iyi.
-Saflıktan nefret ediyorum,iyilikten nefret ediyorum.Erdem denen şey hiçbir yerde var olmasın istiyorum.Herkesin iliklerine dek ahlaksız olmasını istiyorum.
-Öyleyse ben sana göreyim.iliklerime dek ahlaksızım ben.
-Bunu yapmaktan hoşlanıyormusun?Benimle yapmaktan değil ama.Yalnızca ve yalnızca bu olayın kendisinden?
-Bayılıyorum.
sessizlik...
Kalktım köşemden.kız beni izliyo. hala sinirli ama merak da var bu sefeer gözlerinde.düşünüyo."gene hangi kitaptan laflar söylicek acaba?"..
Banyo ya gidiyorum gözüm jiletlere takılıyo.hayır.bu kadar basit ve bayat olmamalı.herşey planladığım gibi olmalı.Aynen dövmeyi yaptırdığım zaman söyliyeceğim sözü önceden hazırlamam gibi."keşke ben parmağımı kesebilseydim!"
347 lik bi magnum ve tek mermi. tereddüt etmeden alıp bi havluya sarıp geri dönüyorum salona.-işte o an- Herşey boşlukta şimdi.hiç bir düşünce yok kafamda. "ilk kiminle yatmış yada kime oral sex yapmış.." artık bi önemi yok.. benim bakir olmamında bi önemi yok. hayatım boyunca onu beklemiş olmamın da bi önemi yok-hiç yok-
Kız şaşkın biraz. ne yaptığımı anlamaya çalışıyor.Bakamıyorum son kez gözlerine tıpkı son kez sarılamadığım gibi son gördüğümde ve gene böylesinin daha iyi olacağını düşünüyorum.
işte başlıyor..
Silahı çıkartıyorum havlunun altından. bi elimde silah diğerinde havlu. havluyu salonun ortasına atıyorum.aynen pes eden bi boksör gibi.oysa bu bi savaş olmamalıydı..
"sen kazandın. bağışla pes ettim".
baaaam! Beyin parçacıkları duvarda.iyiki 45 derecelik bi açıyla tutmuşum tabancayı yoksa boşa gidecekti beynim.
Kamera kayıtta hala... bir keresinde bana "öldür kendini! bi damla gözyaşı dökersem siksinler beni" demişti.
bekliyorum belki yalan söylemiştir diye...Ağlamıyo orospu. ama yinede sikiyolar...
10.07.2006 Ben bu yazıyı sana yazdım.
not: Bu yazının sadece diyolog bölümü alıntıdır.George Orwell'ın 1984 adlı kitabı.)
yağmurda ıslanmış küçük bi kedi yavrusuydun benim için . ısıtmak istedim , korumak istedim , sevmek istedim .yaralarını sarmak ,ayağa kaldırmak ,ben hep sevgiyi aradım diyen sana arama artık ben varım demek istedim .ayağa kalktın , yaralarını sardın ,sevildin çok ,hayal edemeyeceğin kadar çok. sonra küçük , zavallı , şefkat arayan kedi yavrusundan bir kaplana evrildin ,ellerine bıraktığum kalbimi parçalayan ...şimdi akbabalarla , sırtlanlarla düşüp kalkıyosun . karnın doydu mu ?
sana yalan söyledim! birkaç kez kullanmış oldugum 'odam' sözcüğünün yöneldiği aitlik dalgaları bana çarpmıyor! hatta çarpmayı geç, yanımdan bile geçmiyor...
bu cümleyi genişletirsek şu anda bulundugum evi de kapsayabilir...
burada parmak izimin bulunmamasından ben sorumlu değilim!
ama istanbul için bu sözkonusu olamaz... o benden sorulur, ben de ondan. hayatımdan cıkartmayacagım sayılı kitaptan biri o. özellikle şu anda her özne uzaklaşırken... o benim tümleyenim...!
sesler giderek UZAKlaştı kırmızı ojeli şehirden.
patikalar boyu uzanan otobüs gölgeleri, kaçılan efkarın dimağında yoksulluk şimdi
yol nereye gidiyordu ,
kimdi ilk giden bilmiyorum...
sınırında bekliyorum ülkenin, ellerimin kanamasına aldırmadan sıkıca tutunmuşum dikenli tellerine yüreğinin ve tüm sıcaklığım topraklarına damlıyor. ayaktayım ve toprağımın topraklarına kayışını izliyor ayaklarım. hep önüme bakıyorum önüm gece ve gündüz ağlayarak geçiyor ardımdan, aldırmıyorum...mevsiminin kış olması korkutmuyor gözümü ve üzmüyor beni artık umursamayışların...her seferinde süremin dolduğundan dem vurup beni sınırdışı edişin...askerlerin süngülerini kullanarak öteliyorlar beni...yaralarım gerçek değil rüyalarım kadar. yılmıyorum!
gökkuşağının sekizinci rengi değil aradığım yalnızca yedinci rengimi istiyorum senden...bana ait olanı...ve gelemezsem yanına kuşaksız kalacak göğüm ve yeryüzü bol gelecek...üstelik bulutlarım da sana kaçmış şekilden şekile giriyorlar.erozyona uğruyor umutlarım ve dikenli tellerine tutunmuşum kanayan ellerimle...önüme bakıyorum önüm kış, önüm gece...zaman ardımda seyrediyor memesine yapışmış günler...ağlamayı bırakmış...aldırmıyorum. yalnızca bekliyorum çarmıhtan indirilişini...bir gün olacak, bir gün aşacağım sınırı ve ellerim kanamayacak...