intihar etmek işime gelmiyor.
Ama ölesim var...
Şöyle kalbime keskin bir sancı saplansa,
Eşkıya kesilse son soluğum boğazıma sarılıp.
Ardından bir şahadete yetişebilsem yalnızca.
nar ekşisi dökünce, dürüm olarak alkölden sonra yeyince, uzun zamandır yememiş olunca, canım acı çekince, kıvırcıkla, ayranla güzelsin de; onur marketten çok alınıp ertesi güne kalınca, bir de kiremit tozu tadında toz biberle hiç güzel değilsin. seni özlemek lazım, sana özen göstermek, saygıyla yemek lazım. sana önden içilmiş alkol; akşam, aş ermek lazım.
canım sıkıldı durduk yere. öldüğüm günü düşündüm, bir başkasının kollarında veya soğuk bir yalnızlık yatağında. hatıralar geldi aklıma izmir'in kalbi -karşıyaka-sında.
aklım fikrim hala arkanı dönüp giderkenki bakışlarında. gözlerim hala yollarda, ama bir kerecik kapımı çalan olsa ne ala..
doğum günümde, sabahın bir köründe, ben hala ve hala; geçmişe dair özlemlerim, geleceğe dair umutlarım sana.. sadece sana..
ama facebookda falan paylaşmadan bi' oku "ne diyorum ben?" diye.
'bilinmezlik' kelimesinin bir paragrafta on sekiz defa geçmesi, bir probleme eşittir. ayrıca her üç cümleden biri soru cümlesi, çoğu da arka arkaya lan. yemin ediyorum en uzun süren paragraftı benim için.
*arrak kafalısın sen! dısarıda harcayacak paran yok ama otele verecek paran var. oh ne ala memleket! bir de hafta sonunun içine *ıçmakla suçluyorsun beni. sensin asıl onu yapan. zevksiz, odun insan seni. bencil şey. pisluk!
Beklediğin mektup gelmedi ama sana gelen en güzel mektup olsun yazdıklarım. Çünkü sen kendi ruhundaki güzelliklerle, kağıda değil parşömene yazılıp yüzyıllarca saklanmış ve kırmızı mühürü kırılmamış, harflerin okunurken sihirli bir şekilde canlanarak hayal alemleri yarattığı eşsiz bir mektubu hakediyorsun.
Bu mektupla hüzünlü karanlığı senden kovuyorum, sislerin hızla inip birdenbire dağılması gibi seni azat ediyorum, sana gökkuşağı renginde mutluluklar gönderiyorum.
Beklemediğin yerden gelen bu mektubu istediğin kişiden almış gibi kabul et, çünkü bütün insanlar birbirine görünmez iplerle bağlıdır.
şehre düşen bembeyaz kar taneleri biçiminde yağıyorsun yüreğime öylesine bakıyorum ya belki göremiyorum yüzünü ya da üç nokta koyuyorum bu en serin halim benim seni sevebildiğim kadar seninim...
ben bu yazıyı size yazdim, cümlenize hem de
Herşeyden önce senin bir çemberin var, ve bunun formülü C = 2πr burada çizgisel hersey. Hayatin görünen yüzü, çemberin. az sonra degerlerinizin neler olduğunu göreceksiniz, ama bu değerler dışarıdan görünüyor, ayni daireyi çevreleyen çember misali. Buradaki iki biraz temsili az sonraki formülümüz nazarınca, buradaki 2 anlık güzellikler anlık mutluluklar onu kare yapan birbiriyle çarpıp çoğalmasını sağlayan 2'yi de tanıyacağız şimdi de.
Kendini daireni düşün şimdi.
formülümüz belli A = πr2
A, senin alanın hesap et yaşadıklarını, içine sığdırdıklarını, değerlerin 'r' olsun, pi hepimizin sahiip olduğu hayat, benim için sevdiklerim, istanbul, tanıdıklarım, odam, vs.
Kendi değerlerini hesapla bu doğrultuda.
Ama birşey sizin çember olmadığınızı kanıtlar, o tek şey buradaki 2 rakamına tekabül eder, sizin değerlerinizi sevinclerinizi ve üzüntüleriniz kısaca duygularınızı ikiye katlar, karesini alır.
Şimdi bunun neyin olduğuna karar verelim, belki senin için bir fotoğraftır onu ikiye katlayan, seni görmeyen ama senin onu gördüğünde kalbine su serpen kisidir belki senden haberi dahi olmasada.
Belki de cok daha yüce sana göre o 2 hayatın anlamı, yapman gerekenler sınavda başarılı olmanı isteyen, seni annenden bile daha çok seven, merhametli, kudretli bir varlık, varlığını gözle göremesen de. O'nun içindir çabaların, düşüncelerin ve değerlerin. Ve çoğu insan için 2 bunu temsil eder. Uğrunda can verebilenleri bile görürsün, bir arabanın içinde düşman askerlerini beklerken, her ne kadar bunun yanlış veya doğruluğu tartışılsa da.
Elbette bunu saymak sınırlamak imkansız.
Ama benim 2'im galiba biraz daha farklı, yanlış olduğunu bilsem de herkesin 2'si benim 2'im olamadi. Ama bu 2'nin üzerinde gölgeler var. Büyük gölgeler, silmesi zor olan gölgeler, aydınlanamayan gölgeler.
Bunlar çoğu insanın tanığı gölgeler, çoğumuzun üzerinden geçip gittiği gölgeler, arabanızla, ya da yürüyerek basıp gittiğiniz gölgeler. Benimki biraz daha uzun sizinkine nazaran. Daha zor üzerinden geçmesi zaman çalan. Sevinç çalan, umut çalan...
Daha nicelerini saymak mümkün, bir anne bile gölgeniz olabilir, her ne kadar onu sevseniz de ondan ötürü.
Şimdi bu ikiyi göremediğiniz yitirdiğiniz hayal edin bir de. Ne kadar boş değil mi o çemberin içi. Bir anda koskoca bir A yokolup gitti, elinizden.
Öğrendiğim şudur ki, seçtiğiniz 2 sizi hiç kaybetmeceğiniz bişey olsun, her ne yaparsanız sizden vazgeçmeyecek birşey olsun. O'nu sevmekten hiç vazgeçmeyin çemberinizi dolu tutabilmek için.
Kalın sağlıcakla...
sevmek, bakmak değil görmekse eğer,
sevmek, başını omzuna koyabilmekse eğer,
sevmek, yanındayken yalnızlığı unutmaksa eğer,
seni seviyorum.
sevmek,senleyken yere daha sağlam basabilmekse eğer,
sevmek, yokluğunda da seninleymiş gibi hissedebilmekse eğer,
sevmek, hayallerine seni de sokabilmekse eğer,
seni seviyorum.
sevmek, yatağa uzandığında sadece seni düşünmekse eğer,
sevmek, üşüdüğünde seni gölgemle ısıtabilmekse eğer,
sevmek, sevdiğini çığlık çığlığa söyleyebilmekse eğer,
seni seviyorum.
sevmek, el ele tutuştuğunda kalbinde birşeylerin kopmasıysa eğer,
sevmek, göz göze geldiğinde hiç kıpırdamadan bakabilmekse eğer,
sevmek, kalbini kalbimde hissetmekse eğer,
seni seviyorum.
uzun bir süre geçti aradan. bitti. ağladım, astım krizlerine girdim çıktım, girdim çıktım sonra yine ağladım. nefes alamadım çoğu zaman. bütün oksijenim bitmiş gibi geldi hep bana. kalbimde bir acıyla uyandım her sabah. ilk yüzün geldi aklıma. uyanmış mıdır diye düşündüm hep o anlarda. sonra hep yazdığını bildiğim yerlerde takip ettim seni. maç yorumları yaptığın birkaç sitede hakkımda bir şey mi yazmanı bekledim bilmiyorum ama hep okudum. çoğu yazına da hak verdim buarada. sen nedense hep haklı oluyorsun, bunu nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama hep haklısın işte.
sanalda seni takip ettim evet ama gerçek hayatta da birkaç değişiklik yaptım. mesela deli gibi alışveriş yaptım, saçma sapan şeyler aldım, pişmanım.bir de saçımı kestirdim, boyatacaktım da ama vazgeçtim, doğal saç rengini seviyorsun sen diye düşündüm ve eski renginde bıraktım.
eskisi gibi kalan tek şey saçımın rengi şimdi. ben eskisi gibi değilim, senden sonra eskisi gibi olamıyorum. bak dışarda yağmur yağıyor şuan ama ben sen umarım dışarda değilsindir, ıslanıp üşümezsin diye seni düşünüyorum mesela.
şuana kadar yaşadıklarıma bakarsam benim an itibariyle senden nefret ediyor olmam gerekir. ama edemiyorum. ben senden nefret edemiyorum. senden vazgeçemiyorum. herkese bitti diyorum, ben çok rahatım diyorum ama yalan söylüyorum.
ne zaman limonlu çay içmek istesem, aklıma büzüşen dudakların geliyor.
şuracığım da bir sızı, nasıl acıtıyor canımı bilemezsin.
inci gibi dökülüveriyor yaşlarım yanaklarımdan dudaklarıma doğru.
işte o zaman anlıyorum ki, seni hatırlatan şey ne olursa olsun aşkından kaçmama izin vermiyor.
küçük bir serçeyim sanki, kırılmış kolum kanadım.. uçmak şöyle dursun, olduğum yerden kıpırdayamıyorum bile. yığıldım kaldım öylece...
beni bırakıp gittiğin güne gömüldü hayatımdaki güzel olan ne varsa.
yaşarken ölmek gibi. yaşarken ölmek...
bir el omuzlarımdan aşağı doğru bastırıyor büyük bir kasvetle.
ne doğan güneş, ne açan çiçek... merhem olmuyor sensizliğime.
akıp giden zamanla birlikte, içimdeki yaranın kapanacağına biri beni inandırsın.
belki birgün özlersin, başkaları bakarken sana, bir küçük tebessüm beni hatırlatır belki, anımsarsın yüzünde dolaşan ellerimi. belki birgün yanından geçtiğinde mor bir sokak kapısının (imkansız mı? belki, ama yine de...) içindeki o hiç bakamadığın pencere aydınlanır, bakmak istersin yüzüme, hani olur ya birgün, girdiğinde bir odadan içeri, duyarsın sıcaklığını tenimin, dokunduğun an susarsın çaresizliğime, ya da belki birgün adımladığında kalabalık cadde sokaklarını, benim bastığım bir yere denk gelir ayak izin, bilmeden geçer gidersin üstünden iki kişilik çamur birikintisinin... belki sen, ve belki ben, belki birgün bir yerlerde yeniden, konuşuruz tüm sustuklarımıza, başka zamanlarda başka şehirlerde başka kadınlar ve başka adamlarla yürürken, belli etmeden...
sen. insanoğlu. ne zaman akıl'lanacaksın? ne zaman aklını kullanacaksın? ne zaman kullanılmaktan vazgeçeceksin? insanoğlu, cahil kitlenin tanımı mısın sen ha? haaa! değilsin yani, bunu okuyarak üstüne alınmayacaksın söylediklerimi! e kim alınacak üstüne? madem kimse alınmayacak üstüne, kısa kesiyorum: düşün, düşün! düşün ki düşün düşüşün!
...anla diye ama hala aynı ayı, aynı öküzsün...
tuvalete de benzer bir yazı yazdım ama söküp kıçını silmişşin, o pisuarda bir daha idrar izi göreyim imanın gevreyene kadar ıslak odunla girişicem sana itoglu...
seninle aynı eve çıkan kafamı sikeyim mahmut.
ulan nasıl adamlarsınız siz yahu! yav hangi marketin önünden geçsem sigara reyonları bomboş. neymiş efendim, yeni bitmiş. he bi siz akıllısınız. pazartesi zam geleceğini kimse duymadı zaten. 3-5 kuruş için masa altı yapmış denyolar. ulan ben vereyim de 3-5 kuruşu siz girin masa altına. olma mı?
evet güzel gözlerine kurban olduğum, doğru tahmin ettin uyumuyorum. uyumadım. uyuyamadım yine. ama bunun nedeni dün çok geç kalkmış olmam değil. şu an uykumun tamamen dağılmış olması da değil.
uyumak istemiyorum.
seni düşünmek uyumaktan daha çok mutlu ediyor beni. başkalarına liseli aptal aşık modunda görünen, gereksiz teşhir yapan, saçma sapan bir insanım belki de. ama sen biliyorsun içimdekileri. bilmesi gereken tek kişi de sensin.
beş güne sığdırılmış onlarca resim var elimde. en iyi şartlarla ayda bir kere buluşan bize bunu yapanlara her ne kadar isyan etsem de, bir sürü kanıt var elimde. hediyeler, resimler, kokunun bulaştığı kıyafetler, yüreğimi sıcacık yapan sevgin var bir de.
seni bunlarla yaşamak zorunda bırakılan bana, seni yaşaması için onca nedeni varken neden haksızlık edeyim ki? rüyamda görsem yanımda istiyorum seni. ne zaman ellerini tutmak istesem, sana dokunmak istesem boşluğa uzanıyor elim. tutamıyorum. bunlarla avunuyorum ben de.
bırak gecemi gündüzüme katayım. sen gelinceye kadar hatıralarımızla avunayım. sen gelince bir yenisini daha ekleyeceğim, sensiz günlerimi geçirmek için bana yardım eden anılarıma. ama seni kanlı canlı görünceye, sıcaklığını tenimde hissedinceye kadar kızma bana olur mu?
hayatım çok boktan bu aralar sayın okur. aslında her zaman yaşadığım ve yaşamayı bildiğim hayatı tekrar yaşıyorum.. sen tabi anlamadım pek. ben de anlamıyorum işte. insan boktan yaşamaya alışık olur mu ? oluyor işte..
bu aralar boktan bir hayatım var dedim ya. aslında içinde bulunduğum durum değil. dedim ya içinde bulunduğum duruma alışkınım zaten. kaç yılbaşı, kaç bayram , kaç özel gün hastane odalarında tek başına geçti, hatırlamyorum artık. önemsemiyorum da zaten.
ama dedim ya hayatım boktan. ancak şu an hastanede olmamla alakası yok be.
diyorum ya alışkınım ama alışkın olmadığım şeyler oldu 2 ay içerisinde. bazı şeyler çok güzel giderken birden kötüye gidince afalladım lan ! valla şaşırdım nasıl toparlayacağımı bilemedim. çünkü alışık olmadığım şeyler yaşadım 2 3 aydır..
ama insan su gibidir, akacağı yolu bulur ve akar. önünde duramayız kendi yolunu bulur. benim de hayatım o şekilde devam ediyor. ne yapayım bunlara da alştık ya daha ne olsun...
her içtiğimde , daha doğrusu her düşünmeye başladığımda aklıma ilk sen geliyorsun.
gökyüzüne bakiyorum ki yıldızlar. birini çoban yıldızı seçiyorum. seçmemin nedeni şarkıdan* geliyor.her dinlediğimde attığın mesajı okuyorum: " bu bizim dostluğumuzun şarkısı olsun olur mu : ))))". o dakikadan sonra şarkıyı senin için dinliyorum. gökte seçtiğim Çoban Yıldızım sen oluyorsun. Şarkıda hani diyor ya : "hep benle kaaal." Tam bu sırada işte ben de sana haykırıyorum. [Hep benle kal. senden başka kimsem yok. gerçekten yok. kendimi sadece senin yanında mutlu hissediyorum.] Başkasının yanında sahte gülücükler. Başkası dediğim kişiler senin dişindaki herkes.
volkan konak'ın mimoza çiçeğim şarkısı var. benim sana söylemek istediklerim adeta. şarkıda "sevgilim" dediği yerleri "biricik dostum" olarak değiştir ve dinle. lütfen benim için dinle. hele sonlarda benim en sevdiğim şiir olan şiiri okumuş ki. bu şiiri sana öyle anlatayım: eğer bir gün sana şiir yazacak olsaydım bunları yazardım. Nazım'dan Piraye'ye 21-22 şiirleri. 8 ekim 1945 tarihli şiirdi galiba.
işte bir yıl daha çıkıp gitmek üzere ömrümüzden ben bu yazıyı yazdığım sıralarda.sırtımda sandalyenin bıraktığı biçimsiz ağrıyla gözlerim kapanıyor perde perde, sen her normal insan gibi uyurken.ben yine uyumadım, ya yastığın düşer de boynun tutulursa diye senin başında nöbet bekledim, şatomuzun ışıklarını yaktım, çisil çisil yağan yağmuru seyrettim.
bir sigara bir sigara bir sigara...daha yaktım:'' kader bu bir seni bir beni üzer..'' dedim bir iç çektim, sen yorganın içinde dönerken.camları açtım, saçlarının rengine ay ışığı kattım, yırtıcı hayvanların seslerini bertaraf ettim...bunlarla yetinmedim, sana bir de şatomuzun bahçesinden yeni yıl mesajı gönderdim:#6911608
üstelik sana halatla bile bağlanmaktan korkmadım, seni kıldan ince bir sebeple kaybetmekten korktum, aman alalhım neler söylüyorum ben!yanaklarından öpüyorum...