Sana hiç anlatamadığım şeylere seviniyorum bugün , seni ortak edemeyeceğim yarınları düşünüyorum, seninle aynı denize kıyısı olan ama senden üç şehir uzakta sana yakın olmayacak hisler büyütüyorum. Sonbaharda filiz veriyorum , yokluğunun kışında terliyorum ve kimseyi sevmiyorum sen de dahil.
Hanımeli kokuları içime dolunca seni anımsıyorum bir de iğde.. iğde ağaçları boyunca sürdüğün beyaz bisikletinin benim mavi bisikletimle dansını aklımdan bir türlü atamıyorum sırf nazar değmesin diye içimi güneş gibi yakan bal gözlerine "bok rengi gözlerin var." Dediğim için kendimi affedemiyorum , dudaklarının kenarındaki gülümseme sebebin olamadığım bu zamanlar için kahroluyorum , dişlerinin bozukluğuna dokunamayan dilim yanıyor mesela , masama koyduğum çayım da kahvem de soğuyor, masamın beyazlığı kağıtların temizliği kirli düşüncelerimi kağıda aktarmama engel olamıyor , oturduğum her zemin kaygan hissettiriyor.
o benim ruhumla bedenimin aynı anda seviştiği , zeus ve hera'nın bile işi gücü bırakıp bizi izlediği tek insandı. Gözlerinin rengini başka kimsede görmedim, çünkü ondan sonra kimsenin gözlerine gözlerinin rengini fark edecek kadar uzun bakmadım. Kimse benim aynı anda çılgınlığım ve dinginliğim olmadı. Yatağa girip müzik dinlediğim tek insan da oydu ya da kokusunu içime çekmenin her şeye bedel olduğu. Ki ben ona bir hafta evde aynı tişörtü giymesini söyleyip sonra o tişörtü koklayarak doyuma ulaşan bir Deliydim de. iğde kokuları , Hanımeli yazımın başındaki kokular o zaman hiç oluyordu. Koku benim en hassas olduğum nokta galiba o da benim en hassas sevdiğim insan.
Artık sevmiyorum ama bazen düşünüyorum ve mutlu oluyorum. Hani işten yorgun eve dönerken bir evin önünden geçerken Hanımeli kokusu alıp gülümsemek gibi işte. Hayat devam ederken aklıma geldiği zaman mutlu olduğum bir anı ve dünyadaki tüm şişelere hapsetmek istediğim bir koku..