kimseyi ilgilendirmemesi gereken bir konu iken, tüm toplumun derdi olmuş konudur.
misal bu adamın komşu kişisi;
-okumayıp da faruk amcan gibi mi olacaksın?
misal çok sosyalist kişisi;
-bu adamlar sistem kurbağnıı
misal çok düşünce abidesi kişisi;
-yhaa yazık yha
herkesin bu adam hakkında diyecek bir şeyleri var..
keşke olmasaydı da, çocuğunun utanacak bir hali olmasaydı bu durumdan..
Hayır çok düşünüyorsanız bu adamı, bir ağacı oyun içinde yaşayın..
baktınız oluyor, bana da söyleyin..
Bu çocuğun babasından utanmadığını söyleyecek mantığın, sanal hayatına biraz ara vermesini öneriyorum.
alın teriyle kazanılan paranın tanımıdır. yaz, kış demeden çalışıp geçimini sağlayan kutsal meslek insanlarıdır. öle zordur ki işler hem maddi hem de manevi...
Okumamış babadır ve okumadığı için pişman, evlatlarına sürekli oku tavsiyeleri veren babadır. Alnındaki çiziklerin her birinde yaptığı binaların katları, ellerindeki nasırlarda da sıvaları vardır. 10 senede ayakkabı değiştirmeyen fakat evladının her dersi için ayrı ayakkabı almaya özen gösteren babadır. Bütün gün temiz ve klimalı ortamda masa başı iş yapan babadan daha fazla eli öpülmesi gereken babadır. Ama her ikisi de babadır.
her yeri, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yiyen politikacılar, banka hortumlayan ensesi kalınlar, villalarda oturup bir gecede köşeyi dönen iktidar yalakaları, kişisel menfaatleri için kalemlerini satan yazarlar, üç kuruşa, sigortasız işçi çalıştırıp o işçilerin alın teri üzerinden servet yapan iş adamları ile dolu olan bir ülkede en onurlu adamlardan biridir o baba. ve evine alın teri ile getirdiği paranın hem dünyada hemde allah katında her lirası helaldir. ki eğer o babadan utanan bir evlat varsa, asıl utanılması gereken kişi ta kendisidir.
benim babam da inşaat işçisiydi o zaman popüler bir meslekti, ben kendimi bildim bileli babam kendi işini yapıyordu, istanbul'un yarsını inşa etmiştir..
değil mi ki o baba, ailesinin geçimi için bugğn kalas taşıyor, yarın, harç yapıyor veo evde sıcak bir tencerenin kaynaması için ter akıtıyor, "çükümü bugün hangi karıya soksam" diye düşünen multi milyoner bir babadan binlerce kez daha çok eli öpülesi olan babadır.
o baba çocuğuna bisiklet almak için uğraşır mesela, evladının gözünde bir parıltı olsun görmek için. o baba oğlunun, kızının okuyup adam olmasını ister ki çocukları da kendi çektiği ve çektirdiği ısdırapları çekmesin, onlar da kendi çocuklarına çektirmesin diye.
o baba, bugün seninle evliyken senden bir çocuk yapıp seni terkedip, gidip başkasıyla evlenip ondan da bire çoccuk yapıp onu terkederek başka denizlere yelken açmaz açamaz. o baba, çocucğunun ilk adımını görmüş, ilk kelimesini heyecanla hevesle beklemiştir. multi milyoner baba iş seyahati adı altında kadınlar üzerinde değişik pozisyonlar denerken çocuğu yürümüş, konuşmuştur, zaten o adamın böyle heyecanları da olmamıştır. inşaat işçisi baba çocuğu yaşındaki bir kadın için karısını terk etmez. o'nun tek derdi vardır çünkü karnını doyurabilmek, evde elindekiyle mutlu olmak, olmaya çalışmak.
edit: nedir lan bu insanları kategorize etme derdi anlamıyorum ki. bir insanın mesleği ne olursa olsun yeter ki insan olsun mantığını oturtamadık gitti amk.
yaz tatillerinde babanın yanında inşaatta çalışmaya neden olan durum. yorgunluk yönü zordur, ama hayat tecrübesi yönünden faydalıdır diye tahmin ediyorum.
hiç kimse doğduğu aileyi seçemez. hiç kimse imkanlarını annesinin karnında seçemez.
anadolu'nun bir köyünde doğmuştur. 10 kardeşin belki 6. sıdır belki 2. si hiç farketmez. omzunda yüzyıllık yüklerle doğar o bebek. zaten babası da tarım işçisidir. o bile büyük bir şans işi vardır çünkü.
büyür, okula taa başka köylere yürüyerek gider. okula gidebildiğinin farkında olup bununla mutlu olarak bu şansı değerlendirerek yürür. ama zehir gibidir işte. gözünden ateş çıkar nerdeyse. sonra kış olur, diz boyu karları arşınlaya arşınlaya yürür. ama yürür ayakları üşüye üşüye, okumak ister çünkü.
10 kardeşiyle ortaokul çağlarında şehir merkezine taşınırlar. ama yoksulluklarına çare değildir. üstelik o koca ailesiyle daha da küçülürler koca şehirde.
bu çocuk orta okulu da okur liseyi de. fotoğraflar çektirir toy haliyle. yanında kendisi gibi bıyığı yeni terleyen arkadaşlarıyla. dayaklar yer siyasi düşüncesi, mezhebi yüzünden. uslu durmaz çünkü mahallenin abisi, ailesinin siyasi düşüncesinin bekçisidir. "kızılbaş" diye dayak yediğinde vücudu kanlar içinde eve geldiğinde bir de evde dayak yer annesinden. o zamanların annesi işte. şimdi bile yok mudur çocuğu düştü diye bir de kendisi dayak atan anneler?
ve beklediği an gelir, üniversiteyi kazanır çevre illerin birinde. ülkenin kaynadığı zamanlar. karşıt görüşlerin sürekli çatıştığı, işkencelerin üstünün örtüldüğü, hapislerde gençlerin çürüdüğü...
"kızılbaş" diye dayak yiyip eve gelen çocuğunu bir de kendisi döven bir anne, nasıl göndersin okumaya başka bir şehire? hem ona göre liseye kadar okumuştur. yeter. ve tabiki gidemez. o içinde bir ukte olur. hatta 50 yaşına geldiğinde, makine mühendisi yeğenine otururup işini öğretmeye kalkar. insanı sinirlendirir aslında ama bunlar gelince gözünün önüne; susar, dinlersin.
bu adamın inşaat işçisi olmaktan başka çaresi kalmamıştır. ama çocuklarını okutur. hayatta bir tek bununla gurur duyarak.
babanın elinin emeğiyle para kazandığını gösteren durumdur. bu durum maalesef çocukluk çağlarında farkedilemediğinden çocukta psikolojik bir rahatsızlık yaratabilir. çocuk büyüdükçe insan olmanın zengin olmaktan daha önemli olduğunu anlayacaktır.
babanın pezevenk olmasından iyidir. ekmeğini taştan çıkarıyor dedikleri şey bu olsa gerek. utanma sakın babandan inşaat işçisinin oğlu. hırsızın arsızın babasının oğlu olmaktan iyidir yeğen.