uyurken odaya sessizce giren babanın uzun süren bakışlarının yanağa konan ufak bir öpücükle tamamladındığı andır.sevgi belli edilmez yoksa çocuk sımarır anlayışıdır.
Bazilari icin sevdigine sevdigini ifade etmek icin bir sans , bazilari icin kirdigi sevgilisinin veya karisinin gönlünü almak icin firsat, kimisi icin yilin en önemli günü, bazisi icin kapiltalist bir uydurma, kimileri icin arabeskvari, bunalimsal ve kadere küfredilesi bir gün.
Tüm insanlik icin dogrudan ya da dolayli bir anlam veya anlamsizlik ifade eden bir olgudur 14 Subat Sevgililer Günü. Benim icinse gecmiste anlik suskunluk ve ardindan yagmurlari topraga bosaltan bulutlarin hircinligini ifade eden ve o an anlamlandiramadigim, fakat yasamimin sonuna kadar beni etkileyecek bir olayin yasandigi gündü 84 Subatinin 14. günü.
1984 sensiydi. Son aylarda kücük köy bakkalinin isleri yoluna girmisti. Yüzünde yeseren bir umutla güne baslayan bir adam vardi. Mizaci ve karakteri geregi sessiz, az konusan bir yapisi vardi. Bir ailesi vardi; esi ve iki de cocugu, Son zamanlarda kalbindeki sebepsiz ölüm korkulari kroniklesmisti. Ailesi ise bundan tamamen habersizdi. Adam ciddiye almadi önce. Bekledi. Esinin, kendisindeki durgunluktan süphelenmesi ve bunu sormasi üzerine yine sustu, yine bekledi. Bir derdi mi vardi? Belki. Olsa da zaten hangi derdini anlatmisti ki karisina? Arkasinda gözü yasli bir kadin ve iki cocuk birakmaktan mi korkuyordu? Bu yüzden miydi bu durgunlugu? Bunlar hicbir zaman ögrenilemeyecekti.
Yine bir pazar günü. Daha haftanin yorgunlugunu üzerinden atmadan haftanin basina yetisebilmek , erkenden yola cikip biran önce evinde olabilmek , belki de aksam kendine eslik edecek arkadasini bekletmemek icin aceleyle evden cikti yine adam. Ama her zamankinden biraz farkli bir özelligi vardi bunun: Son cikis.
O gün beyninin en karanlik kösesindedir. Unutulmayan. Kücük yuvalarinda yeni yanmis sobadan yayilan cam kokusu, aceleyle yapilan bir kahvalti, siyah beyaz Telefunken tvden izlenen haftasonu programi ve son müsterek vedalasmalar... Ayrilik vakti.
Iki kardes televizyon izlemeye devam ederken, evin hanimi da kalvalti sofrasini toplayip sofra bezini rutin sekilde pencereden cirpiyordu. Cocuklar sevincliydi, cünkü cizgi film baslamisti, disarda yagan kara ve soguk havaya inat evleri sicacikti. Derken hava karardi. Kararan hava, bir ailenin gelecek yillarinin üstüne düsecek karanligin da habercisiydi.
Aksam saat 20 sulari, trt de aksam haberleri. Evin hanimi aksam yemegini hazirliyordu. Nerdeyse tüm hazirliklar tamamlanmisti yemek icin.Evin babasi az sonra gelecekti ve kapi zili caldi, Evin hanimi acti kapiyi. Gelecek olasi sarelle cikolatasinin heyecaniyla olacak, kadinin eteginin dibinde evin haylaz cocugu da orda hazir bulunuyordu. Cünkü gelen, olasilikla babasiydi. Karsilarinda iki kadin gördüler. Ikisi de agliyordu. Ev hanimi durumu hemen anlayarak kaygili gözlerle sordu:
Yoksa ona bir sey mi oldu?
Süphesi, kadini hakli cikarmisti. Adam ölmüstü. Aksam arkadasiyla sisli havada seyir halindeyken aniden önlerine kamyon cikmisti, kaza aninda adam can vermisti. Tam da bir 14 Subat günüydü. Kimbilir ne alacakti esine. Bense, sarelle cikolatasi beklerken babamin ölüm haberini almistim. Kücüktüm. Caresizdim. Bir ölüm haberi alindiginda ne yapilir, nasil davranilir! Bunlari bilmezdim. Bilemezdim! Sadece baba baba ve defalarca baba diyordum...
24 yil gecti. 24 yas büyüdüm. Annem 24 yas yaslandi, kardesim 24 yas büyüdü. Yine bu gün bir 14 Subat . Anneme her 14 Subat haramken, benim bu günde olasi kiz arkadasimla eglenme lüksüm olabilir mi? Vicdanima sormaliyim.Vicdanim herhangi bir barda en agir ickilerle bedenime zulmü tercih etmekte ama becerebilsem ne ala..
edit: ah be baba gidecek ne vardi. hep demistirim: benim gibi bir adamin babasi nasil ölür. sevgililer gününde sevgilinin degil de baba sevgisinin agir basmasi, kor gibi ta icerini yakmasi oldukca zordur be dostum. "isyanla büyüyen bir cocuktan adam olmaz"
senede üç beş kez yapılabilen aile ziyaretinde ilk günün sabahı ; kızının uyuduğunu düşünüp usulca yanına yaklaşıp usulca öpmesi doya doya koklaya koklaya...
sevgisini benle hep didişerek gösterir babam... bundan hoşlanır hatta bayılır,ben de bayılırım onu kızdırmaya,böyle severiz birbirimizi biz. ama ilk günün sabahı mutlaka gelir yatağımın başına öper durur, ben her defasında uyansam da uyandığımı belli etmem ki, uzun uzun öpsün... sonra gider sesizce annemin yanına;
yaşamayı ölmeye tercvih etmesi ve bir mucizeyi başarmasıdır..
henüz 7 yaşındaydım.. küçüktüm.. ve küçüklük farkında olmadığımız ve ruhumuzu incitecek olanları henüz bilmediğimiz zamanlardı.. ama zaman o kadar iyimser davranmamıştı.. hani her başımız sıkıştığında ardına gizlenebileceğimiz kavram olan zaman.. bir günde geçiverdi o küçüklüğüm ; pembe, ufak ellerim ve tek parça halinde olan minik yüreğim o gece yerini boyumdan büyük olgunluklara bıraktı..
zaman benim için de erken davranmıştı.. ben de hayatla erken tanışanlardan biriydim..
ve yine o gün anlamıştım; oyuncakların ve oynanan oyunların boşluğunu,basitliğini ve belki de gereksizliğini.. çünkü benim oyuncaklarla oynadığım gibi oynuyordu aslında hayat hepimizle..
o gün elime aldığım son oyuncak babamın yılbaşında aldığı içi pullarla dolu beyaz camdan bir toptu içinde noel babanın ve geyiklerinin olduğu sallandıkça kar yağıyormuşçasına efekt veren bir oyuncaktı.. onları izliyor bir yandan şarkı söylüyordum.. birden sesim telefonun o can alıcı sesiyle karıştı.. susmuştum.. sanki başına gelecekleri önceden hissedermiş gibi içimi kocaman bir hüzün kaplamıştı.. annemin telefonu açması ve ardından ağlamaklı bir şekilde haykırmasıyla elimden düşen camdan top yere düşer düşmez param parça olmuştu, tıpkı minik yüreğim gibi..
annem yanıma geldi bir kaç parça eşyamı alıp sırt çantama yerleştirdi.. kendi çantasına da ne bulursa attı.. evden çıktık ve yol boyunca benimle hiç konuşamadı.. benim ona meraklı bakışlarla baktığımı görüyor, gözlerimin içine bakıyor fakat dudaklarından dökülemiyordu kelimeler, sonra çaresiz yaşlı gözlerle başını çeviriyordu.. anlamıştım kötü bir şey vardı.. yolculuk haddinden fazla kısa mı sürmüştü yoksa biz mi yolculuk boyunca bir şey anlayamadık bilemiyorum.. sonunda indik teyzemlerin evinin önündeydik.. yukarı çıktık annemle koşar adımlarla.. anneannem açtı kapıyı.. anneannem de buradaydı.. sanırım anlıyordum çok kötü bir şey olmuştu.. anneannem bana sarıldı.. içeri girdik teyzem de çantasını hazırlamıştı annemle birlikte çıkıyorlardı.. 'annee durrrr... ' diye bağırdım.. annem durdu gözlerimin içine bakarak; "baban hastanede sanırım biraz rahatsızlanmış şimdi onun yanına gidiyoruz.. merak etme iyileşecek.. birlikte gelip seni alacağız akşama.. " dedi ve ağlayarak koşar adımlarla gittiler.. uzunca bir müddet kapıyı kapatamadım sanki hemen ardından geleceklermiş gibi..
anneannem yanıma geldi ve kapıyı kapattı.. birlikte içeri geçtik.. anneannemin anlattığı hiç bir şeyi dinlemiyordum.. sonunda yüzüne 'lütfen artık bana gerçekleri anlat' dercesine baktım.. sonunda yanıma oturdu ve anlatmaya başladı..
babam iş yerinde birden fenalık geçirmiş hastaneye kaldırılmış.. ardından hastane de kalp krizi geçirdiği anlaşılmış.. tetkikler yapılıyormuş.. ilk çıkan bulgu kalbinde doğuştan bir delik olduğuymuş.. onunla birlikte büyüyen ve sonunda kalbi durdurmak isteyen bir delik.. diğer tetkiklerden sonra kalp kapakçıklarının da bu delik nedeniyle yıprandığı ortaya çıkmıştı.. artık biliyordum her şeyi.. ve herkesin telefon konuşmalarını dinliyordum.. bana söylenmeyen şeyleri bilmek istiyordum.. sonunda babamın ameliyat olacağı gün gelip çatmıştı.. doktorlar ümitli değillerdi.. yaklaşık 10 saat sürecek olan bu ameliyata her bünyenin dayanamayacağını söylüyorlardı.. ben inanmadım hiç birine, inanmak istemedim.. çünkü benim babam güçlüydü.. yorulduğumda beni omuzlarına alıp gezdirecek kadar güçlüydü o.. her şeyi atlatabilirdi.. ama bana ihtiyacı vardı biliyordum.. yalvardım anneme babamı ameliyattan önce son kez yakından görmek istediğimi söyledim.. bu benim hakkım dedim.. annemi ikna etmiştim ama hastane de doktor engeli olacağını unutmuştum.. hastaneye gittik ve beklemeye başladık.. sonra boş bir sedye götürdüklerini gördüm.. yüreğim bir kelebeğin kanatlarından daha hızlı atıyordu şimdi.. sonra içerde babama iğne yapmışlar yarı baygın bir haldeydi.. annem sedyenin sol tarafından tuttu ve ben de sağ tarafından tutmak istemiştim.. ona destek vermekti amacım.. tıpkı birlikte gittiğimiz maçlarda olduğu gibi.. el ele tutuşup kazanacağız demek istemiştim.. hemşirelerden nefret ettim o gün.. beni itmişti hemşire.. o kadar sinirlenmiştim ki koridorun başında yapayalnız kalmıştım gözlerim koskocaman dolu dolu olmuştu.. "babaaaaaa.... seni seviyorummmmm... başarabilirsin...." diye avazım çıktığı kadar bağırdım.. bütün koridoru inlettim.. yarı baygın halde olan babamın sesini duymamla gözlerimdeki sağanak yağışın başlaması bir olmuştu.. babam : " senin için başaracağım kızım.. geri geleceğim... " dedi.. bu sözlerden sonra oturdum olduğum yere.. annem de ameliyathanenin kapısının yüzüne kapanmasıyla birlikte bir süre orda kaldı öylece duruyordu.. yerimden kalktım.. başımı yukarı kaldırdım hem de gözyaşlarıma aldırmaksızın.. annemin yanına gittim.. elini tuttum ve : " üzülme sakın.. babam bana söz verdi.. mutlaka geri gelecek.. " dedim.. sonra annem bana sarılarak ağlamaya başladı.. tek söylediği yani gözyaşlarıyla ıslanmış dudaklarından dökülen tek kelime "biliyorum.. biliyorum.." oldu..
teyzem beni yine anneannemin yanına bıraktı.. ve annemin yanına gitti.. ameliyathanenin kapısı açılana dek orada bekleyeceklerdi.. bense anneannemin yanında.. anneannemle birlikte yatıp uyuyacağımızı falan düşünüyorlardı ama hiç de öyle olmadı.. o gün ilk defa bir günün 24 saat olduğunu, gecenin yerini nasıl gündüze bıraktığını gördüğüm, gecelerin geçmek bilmediğini, beklemenin dünyanın en zor şeyi olduğunu anladığım gündü.. beklemekten de nefret ettim o gün işte.. hiç sevemedim bir daha beklemek fiilini.. o gün anlamıştım babamla aramızdaki o inanılmaz tılsımlı bağı.. birbirimizi ne kadar çok sevdiğimizi.. ve babamın bana verdiği sözleri tutmaktan asla vazgeçmeyeceğini.. sabahın ilk ışıklarıyla hayatla ölüm arasındaki o ince çizgiye benim cılız sesimle tutunmayı başarmıştı babam..
o gün çok şey öğrendim.. o günün üzerinden yıllar geçti.. ama tek bir detay bile hafızamdan hiç silinmedi.. hayat ilk kez o zaman vurmuştu beni ummadığım anda.. aslında hep biliyordum bazen Tanrı'nın yollarımızı ayırabileceğini.. hiç kimseye itiraf etmesem de o gece hırçın göz yaşlarım ve titrek kalbimle dua ettim usul usul.. " Allahım lütfen babamın verdiği sözü tutabilmesi için ona güç ver.. " şükürler olsun ki Tanrı dualarımı kabul etmişti.. ve babam beni yine yanıltmamıştı..
hatırlarım. doğumgünüme bir kaç gün kala gördüğüm o gitarı konuşurken "bakarız şimdi alacak durumumuz fazla yok" demesi, doğumgününüzün akşamı eve geç geldiğinde o gördüğünüz gitarı da almış olması. o yağmurlu akşamda hem de. ilk gitarımdır, hala da saklarım.
eğitimci bi baba olarak her zaman sizden daha iyisini beklediği için onunla yıllar yılı anlaşamamak...her söylediği cümleye muhalefet olmak...bakışlarınızla savaşmak...ve günün birinde sizi hastanede önlükle görmesi, önce kahkahalara, sonra gözyaşlarına boğulması...sonrasında geleneksel hale gelen anne ve kardeşi ekip kahvaltıya gitmeler, gezmeler, tozmalar, sohbetler...anladım ki severmiş beni...
ORTA OKULDAN MEZUN OLDUĞUMDA OKUL BiRiNCiLiĞi ÖDÜLÜMÜ ALDIĞIM ZAMAN VE ÖĞRETMENLERiMiN ÇOK iYi BiR EVLAT YETiŞTiRMiŞSiNiZ TEBRiK EDERiZ DEDiKLERiNDE BANA SIMSIKI SARIŞIP CANIM KIZIM SENiNLE GURUR DUYUYORUM SENi ÇOK SEViYORUM DEYiP GÖZLERiMiN iÇiNE MASUMCA BAKMASIDIR.
genelde otoriterdir babalar. öyle görmüşlerdir çünkü kendi babalarından. öyleymiş eskiden, gösterilmezmiş sevgiler. ayıp gibi.. babanın sevgisinin anlasıldıgı an gözyaslarına da hakim olunamayan andır bence.
şöyle ki;
bir gün çok sacma ve hatta suan nedenini dahi hatırlamadıgım bir olay yüzünden babamla tartısmıstık. cok kırılmıs, cok üzülmüştüm. ertesi gün odamın kapısında bir not vardı. "seni seviyorum" yazıyordu. babam yazmıs. bana... o ketum, duygularını asla belli etmeyen otoriter babam, bana beni sevdiğini yazmıs. mutluluktan agladıgım nadir anlardandır.
baba olmaya hazırlanırken, bebeğin annesinin karnına attığı tekmeyi ilk hissettiğinde insan, küçük yaşta kaybettiği babasının sevgisini de anlar. muhtemelen o da beni delicesine bir mutlulukla karşılamıştı. ayrıca;
bundan 1 sene önceydi. babam iş kazası geçirmiş ayağı kırılmıştı. evde herkes seferber olmuş onun ağrılarının dinmesi için bir şeyler yapmıştık. o zaman bile sarılmamıştım babama. ben hiç sarılmadım babama. sadece bayramlarda öperdim elini. hiç canım babacım demedim ona. o da bana hiç canım kızım demedi. benimle gurur duyardı bilirdim ama göstermezdi. öss'yi kazandığımda bile tek kelime etmişti. iyi!!!
neyse nerede kalmıştık. babam iş kazası geçirdi demiştim. 1 hafta sonra trafik kazası geçirdim ben de. sağ kolum kırıldı alçıya aldılar. yatağa uzanmayı yasakladı doktor. sandalyede uyuyacakmışım! o gece babam bana tekli koltuğa bir yer yaptı kolumu sallayacak şekilde. ve o halde bir buçuk ay başımda yattı. bana bir şey olmasın düşmeyeyim diye. işte o zaman beni sevdiğini anladım.
bir sabah kolumda bilezikle uyanıp babamın ben uyurken koluma taktığını anladığımda
başka bir sabah yatağımın başucunda çiçekli bir güneş gözlüğü bulduğumda
ilkokula başladığımda okulun güneşli bir gününde çıkışta bile değil tenefüs arasında onu beni beklerken ki gördüğüm an koşarak yanına gidişim beni kucaklaması
benimle birlikte çocuk olup "sana neler aldık biliyormusun" diyerek aldıklarını bana anlatması beni yanağımdan öpmesi
"ben burdayım sakın korkma tamam mı" demesi.
lise birde hiç alakam olmayan bir konuyla suçlandığımda üzüntümden hastalanıp yataklara düştüğümde beni kucağına alarak olayı anlattırması "ben sana güveniyorum sen asla böyle bir şey yapmazsın" demesi
hiç unutmam avuçlarındaki ellerime bakıp "hala küçücüksün kızım" diyip anlıma bir öpücük kondurduğu o günü asla unutmam unutamam.. nasıl unutabilirimki tam bir yıl sonra onu kaybetmişim ben; babamın beni sevdiğini nasıl unutabilirim ki.
seni çok seviyorum baba!
her anneyle kavga ediste 80 kilometre oteden arabay atlayip sizi alip goturdugu zamanlardir. kucukken eve bocek girdigi, sizin korkudan ne yapacagini sasirmis halde babayi aradiginiz ve babanin ayni uzakliktan gelip, birkac dakikada o bocegi oldurup, akabinde anne eve gelmeden evden gittigi zamandir. bisikletten dustugunuzde dizinize pansuman yapmasi icin anneyi ararsiniz ama anne gelemez. babayi ararsiniz, baba ne kosulda olursa olsun gelir, pansumani yapar ve gider. o andir babanin sevgisinin anlasildigi anlar. baba bakkala giderken bir sey istiyor musun diye sorar, bana bir sakiz alir misin dersiniz, baba alinde 15 cesit sakizla gelir. her cuma okul cikisi sizi alip burger king'e goturur, siz cok seviyorsunuz diye. parasi yoktur ama sizin hayrani oldugunuz ayakkabiyi yine de alir baba. yalnizsinizdir, sizin en yakin arkadasiniz olur. aslina bakarsaniz hissedebildiginiz her an, baba sevgisi zaten sizinledir.
edit: anneyi kotulemek icin yazmadim o cumleyi ben. anne ayri.
herhangi bir nikah davetiyesinde kızının adaşını görüp gözlerinin dolu dolu olduğu, ağlamamak için kendini zor tuttuğu andır. o kişi benim bitanecik babamdır.
gecenin bir yarısı hep beraber oturmuş güzel bir film izlerken. canım tost çekti demeniz. ve bu dediğinizi unutmanızı takip eden ilk reklam arasında elinde sizin için yaptığı tostla size doğru gelen babanız gözlerinizi sulandırması bu sevginin anlaşıldığı en ufak anlardan bir tanesine yol açar. **