filme gidip boğazı düğüm düğüm çıkmış bir insan olaraktan, güzel bir film. derinden de etkileyici bir film.
türk filmi olduğu bunca tesadüflerden belli evet. ama olaya kurgudan bakmak lazım, kamera ve efektlere bakmak lazım, ince ayrıntılara değinmek lazım. türk sinemasının son senelerde ciddi anlamda ne denli kaliteye yükseldiğini inanmamız lazım.
ha alıntılar yok değil;
bir kutu gördüm,
"aha jeux d'enfants" deyivermişim salonda. küçük bir ayrıntı olarak kullanıp, anımsatmaları güzel olmuş. haltı çıkartılmamış.
biraz spoiler verip çekilicem;
--spoiler--
1 eylül 77'de boynuna dolanan kordondan, özgür'ün doğumu başlaması halinde acele eden bir otomobil dokundurması ile suyu gelerek doğmasını başarmış deniz'in, canını borçlu olduğunu düşündüğü kalp hastası olan özgür'e borcunu iade etmişliği resmen salladı bünyeyi. ikisi de ölecek, bu da bir tesadüf olacak sanmıştım.
kaza sahnesi beklenmedik bir anda hiç planlar arasında yok iken çekilmiş. gerçekçilik payı fazla, lakin tesadüflerin fazlalığı hayatın gerçekçiliğinden uzaklaştırmış.
tabii ki tesadüfler var, bunu fazlasıyla yaşayanlar da var. evet birçok insan aynı anda birbirlerinden farklı başkalarına seni seviyorum demiştir, ve evet kağıt paralarımız da ülkenin neresinde olursak olalım belki ceplerimizde olandır. ama bu kadar tesadüf üzerine bu denli kalp nakli için kan gruplarının bile tutacağı artık illahlah dedirtiyor. tabii o sırada anneye, deniz'e aşık diğer adam olan burak'a ve deniz'in beyin ölümünün gerçekleştiğine dair bilgiye dalınca illallah akla gelmiyor.
şarkılar* ve mehmet turgut'un stüdyosunu sunması enfes olmuş.
boğazımı asıl düğümleyen şarkıların hepsindeki gerçek anlamlar. sözlerin içerisinde geçen her kelime gerçek.
"bu garip bir veda olacak
çünkü aslında hep içimdesin
ne kadar uzağa gitsem de
gittiğim her yerde benimlesin"
bir kalbe yazılacak söylenecek en güzel şey.
"ben olsam o kalbi taşıyabilir miydim?", sinemadan çıktıktan sonra koca sahili yürüdüm eve geldim, gece oldu, hala düşünüyorum.
Bir Ankaralı olarak izleyip, ankarayı çok koklatmamış, sadece kuğulu'da ve manhattan'da çekilmiş olmasına rağmen sevdiğim film. fragmanı izlediğimde ankara'ya dair çok daha fazla şey ummuştum açıkçası.
ayrıca filmin son sahnesinde özgür elinde deniz'in günlüğüyle denize bakıyor. tip falan değişmiş. gençlik haline dönmüş ya da gerçekten gençliği... gençliği olma ihtimalinde deniz'in günlüğünün onda ne işi var? yok eğer tipi değiştiyse amaç ne? elindeki fotoğraflar da durumu iyice dediğim yönde karmaşıklaştırıyor.
--spoiler--
genel itibariyle başarılı.
ayrıca yazmasam olmaz;
--spoiler--
""bi ankaralı için istanbul başkasının çocuğu gibidir. gülünce seversin. ağlayınca bırakıp gitmek istersin"
--spoiler--
filmin baslangıcı cok sıkıcı ve bılındık bır fılm oldugu hıssını uyandırdı.Ama film ilerledikçe herkesin kendi hayatından birseyler yakaldıgını gordum ve bende kendı hayatımdan karelerın bir anda gözümün önünde canlandıgını farkettım iki insanın bırbırını bukadar cok sevıpte kavusamaması tesaduf gıbı gozukurken türkiye gibi bir yerde bunun tesaduf olmadıgını adım gbı hepımız bılıyoruz.
peygamberlerin başına gelmemiş mucizeler bu filmde vuku bulur. o da değil de burak'a yapılan tam bir orospuluktur. neymiş efendim, adam sorar: "yattın mı". dikkat edin her film ve dizide bu vardır: "sen zaten ancak bunu sorarsın." bilin ki eğer bir kız size böle bir cevap veriyorsa, kesin yatmıştır.
öncelikle filmi izlemedim.izlemek istemedim.benim için anlamı gerçekten çok büyük olan 'eylül akşamı' şarkısıyla bağlantılı bir film olmasına rağmen izleme hevesim gitti.çünkü daha film vizyona girmeden şarkı herkesin dilinde,herkes büyülenmiş,bişeyleri abartmış,hayatını o filme adamış gibiydi.
şimdilerde her otobüse bindiğimde en az 5 farklı cep telefonunda bu şarkıyı duyuyorum.içim acıyor.
eylül akşamı şarkısından vazgeçemiyorum fakat azıcık olsun soğumama neden olan bu filmden nefret etme derecesine geldim..
ayrıca ota boka 'olamaz mı olabilir'' demeye başladı insanlar. tiksinçlik yapmayın nolur.
belki bi gün insanlar bişeyleri bu kadar abartmaktan vazgeçer, kimbilir.. olamaz mı olabilir!!!!!
film gayet, oldukça, muhakkak, kesinlikle, her türlü, velhasıl, amma velakin güzeldi. herkes izlesin falan filan.
--sıpoiler--
terk edecek kadın, terk eder. karşısında hiç sızlanmaya, ellerini tutmaya, "allahım şu an, gerçekten bunu yaşıyor muyum?" diye sormaya, yalvar yakar ve salya sümük olmaya gerek yok. kadın kafaya koymuşsa gider. erkek de bunu başı dik bir şekilde karşılamalı. en azından başı dik bir veda ile terk edilmeli. bu filmde en çok cengiz * için üzüldüm açıkçası. psikolojik durumumu bir ara değerlendireceğim.
"sen, hiç ağlama." kısmında, hepsi aynı gözden olmak üzere, kimseye göstermeden birkaç damla gözyaşı tüketmiş olabilirim. olmayabilirim de. olmayabilir miyim? olabilir.
--sıpoiler--
aşkı doruk noktasında ve tüm masumiyetiyle, acıyı ise en vurucu şekilde, ağlatarak değil bir kaç damla göz yaşı döktürecek şekilde işleyen harika bir filmdir. mehmet günsür'ün tüm mükemmelliğiyle filmi 2 katı güzelleştirdiği görülür. anne ve babamı zorla götürdüğüm, babamın "iyi uyurum ben o zaman." deyip bütün filmi pür dikkat izlediği, anneminse çıkışta "iyi ki gelmişim, bayıldım." dediği filmdir ayrıca.
edit: ek olarak bence en etkileyici şey mehmet günsürün kızı yatağa taşıyıp yatırdıktan sonra damlayan o terdir.
edit2: kalpten sorunu olan mehmet günsür'ün fenalaşınca elini sağ tarafına koyması biraz dikkat çekici olmasına rağmen..
--spoiler--
Duyguların şarkılara, oradan da kalplere yüklendiği güzel bir film. Ağlatan filmleri beğenenler için söylüyorum; ağlamadım ama bir çok kez boğazım düğümlendi. Deniz'in, Özgür'e veda ettiği sahne kalbimin orta yerine oturdu. içimdeki taşları yerinden oynattı bu film. Belçim Bilgin Erdoğan, duru güzelliği ve iç ısıtan gülümsemesiyle gerçekten de o fotoğraftaki küçük kızı gösterdi izleyenlere. Ve film bana Yılmaz Erdoğan'ın bir dizesini hatırlattı finalde:
"Aşkları da devralır mı,
Kalp nakli yaptıranlar?"
--spoiler--
--spoiler--
aşk tesadüfleri sever de seyirci bunu sevmeyebilir. 2 yıllık nişanlısını 2 gündür tanıdığı adam için aldatmanın adı aşk olmuş. üstelik adam kızın çocukluk aşkıymış sözde ama kız bunu günlüğünü okuyarak fark edebiliyor ancak. her şey klişe. bir de zaten ağlak olan türk seyircisini ağlatmak için bu kadar çırpınmaya ne gerek var; kaldı ki zaten yine de ağlatamıyor. klişe olmayan tek şey aldatılan nişanlının iyi biri olması.
yahu woody allen' ın barcelona barcelona' sı dururken niye bunu izleyeyim? sonra ben türk filmi izlemem deyince önyargılı oluyormuşum. basit bir piyasa filmi lan işte. incir reçeli gibi vs. (bu benim cümlem)
--spoiler--
her şey 1986 senesinin temmuz ayında başladı. günübirlik ptt kampına gitmiştik. orada ilk defa hiç tanımadığım bir kızla saklambaç oynamıştım. henüz 6 yaşında olmama rağmen içim kıpır kıpır olmuştu. o güzel gözleri hiç aklımdan çıkmamıştı. o edalı ve işveli tavrı beni yakmış ve adeta kor alev gibi kalbime düşmüştü. türk sanat musikisi eşliğinde onu düşünüyordum buğulu gözlerimle. ne adını biliyordum ne de nerede yaşadığını. evet 6 yaşındaydım ve aşık olmuştum. olamaz mıydı olabilirdi. bir daha görebilecek miydim onu dahi bilmiyordum. olmazsa seneye yalvarırım babama, bir daha gideriz kampa diye düşündüm. yine yazı bekleriz dedim.
ağustos ayında babamın tayini çıktı ve başka bir ile taşındık. okula yeni başlayacaktım. ilkokulun tebeşir lekeli olduğunu ve silgi koktuğunu o yıllarda anlayacaktım ama bunun konumuzla bir ilgisi yok. örtmenim bir hafta sonunda herkesin kaynaşabilmesi amacıyla sıralarımızın yerlerini değiştirdi. yumurta kokan arkadaşlarımla paylaştığım kahverengi sıramdan beni kaldırarak çiçek kokan pespembe bir sıraya oturttu. evet iki kızla yanyana oturacaktım. fakat... fakat o da neydi? ben bu kızlardan birini tanıyordum sanki. gözlerini kısarak bana baktı. pis pis sırıtıyordu. evet bu oydu. kampta saklambaç oynadığım kızdı. kalbim duracak gibiydi. nefes nefese kalmıştım. iyi misin diye sordu. iyiyim bir şeyim yok, nasıl bir karar alırsan al ben seni anlarım dedim. ne diyorsun diye sordu. bilmem çağrıştı dedim.
okuldan sonra babamın iş yerine gidiyordum. bir de baktım ne göreyim havar allahım. yanımda süzülüyor adeta bir kuğu gibi. babasının iş yerine gidiyormuş o da. evet evet, babalarımız aynı yerde çalışıyorlarmış. bu kadar tesadüf olabilir mi dedi. sen bunca zaman nerelerdeydin dedim. yolumuza devam ettik.
4. sınıftayken bizim yeniden tayinimiz çıktı. yıllarca görmedim onu. aradan 10 yıl geçti. hep merak etmiştim, nerdedir ne yapıyordur diye. kör şeytana lanet dedim bulunduğu şehrin bilinmeyen numaralar servisinden telefon numarasını aldım ve aradım. tam da bavulunu hazırladığını, evden çıkmak üzere olduğunu, tahsil hayatını devam ettirmek üzere ankara'ya gideceğini söyledi. daha sonra internet üzerinden olsun, telefonla ve kısa mesajla olsun ağır bir dozda yazdım.
akabinde ankara'da buluştuk. rüya gibi bir gün geçirdik. fakat küçük bir sorun vardı. geçen yıllar ikimizi de çirkinleştirmişti. ne o belçim bilgin erdoğan kadar güzelleşmişti ne de ben mehmet günsür kadar yakışıklı olmuştum. üstüne üstlük kalp yetmezliği sorunum da yoktu. ha bir de sürekli küfreden erkek gibi kızlardan biri haline gelmişti. sanırım bu nedenlerle tesadüfler aşkı sevmedi ve bir daha hiç görüşmedik.
o kadar çok konuşuldu ki hakkında, sağımda solumda, tanıdığım tanımadığım o kadar çok insan bu filmden bahsetti ki bana, acayip merak etmiştim. sonunda da izledim.
öncelikle şunu söylemeden geçemeyeceğim. öyle aman aman bir film değil.
daha doğrusu bu kadar tesadüf normal ve de mümkün değil. fazla sürrealist olmuş. bu bakımdan zorlama bile olmuş diyebilirim.
ama oyunculuklarını ve müziklerini başarılı buldum.
esas oğlanın kız kucağındayken merdivenden çıkmaya çalıştığı sahne müthişti. şahsım adına en çok etkilendiğim sahneydi.
müzikler demiştim dimi.. hah işte müzikler on numara olmuş. ozan çolakoğlu nun eline sağlık.
yani demem o ki filme bir film olarak baktığınızda beğeceksiniz. ama realite ile uzaktan yakından alakası yok.
aşkı ticarete alet eden yeni bir tuzak. içine aşk karıştırıp mehmet günsur ile de süsleyince olur sanmışlar, olmuşta. ne de olsa önemli olan gişe başarısı, sanatla ilgilendiği yok kimsenin.
o kadar çok söylendi ki bir gideyim dedim şu filme. sonuç maalesef yine hüsran. yorumlara gelelim şimdi.
- filmin ana konusu şudur ;
- evlilik arefesinde olduğunuz insan iş gereği moskovaya giderse, gitar çalıp, fotoğraf çeken çocukluk aşkınızı bulun ve onunla sevişin.
şimdi o çok entellektüel yanınızı konuşturarak ; ' aa abazaya bak filmden ne anlamış' dediğinizi duyar gibiyim. aşk adı altında yapılan aldatmaya külliyen karşıyım. herşeyin bir adabı vardır. sevişmenin de!! . illa aşık oldum diyorsanız ilişkinizi bitirip dilediğiniz gibi sevişebilirsiniz.
- filmin en çok dikkatimi çeken sahnesi şuydu;
- onunla yattınmı ?
- doğru konuş bunumu soruyorsun, bunun ne önemi var ?
filmi izleyenler bu sahneyi hatırlayacaktır. adam evlilik hayalleri kurduğu kadının bir başkasıyla yatıp yatmadığını soruyor, kadın ise aldattığı halde ustaca bir pişkinlikle üste çıkıyor. daha acı olanı sinema salonundan çıkan herkesin kadını desteklemesiydi. hem suçlusun hemde üste çıkıyorsun, adam elinde tek taşla gelmiş, sana evlilik teklif edecek sen başka bir herifin koynundan çıkıp adamın yanına geliyorsun, üstüne birde hiç utanmadan yattığını söylüyorsun. bunlar yetmezmiş gibi bunun çok önemli olmadığını söylüyorsun.
filmin bir çok sahnesi yabancı filmlerden çalıntıydı ayrıca, dikkatli film severler bunu anlamıştır zaten. ucuz acıtasyonun dibine vurmuşlar, amaç tesadüfler anlatmak yada aşktan söz etmek değil, insanları ağlatıp filmin reklamını yapmak. yurdum insanı ağlatmayan filme para vermeyi pek sevmez.
aşklarının en güzel anında ayrılmak zorunda kaldılar. ne mutlu onlara!!! ne kavga ettiler hakaretengiz cümlelerle, ne de "o"nu mutlu etmek için ödün verdiler kendilerinden. ne aldattılar, ne başkasına baktılar iç geçirerek. ne burunlarını karıştırdılar birbirlerinin gözüne baka baka, ne de sevişmeden uyudular aynı yatakta. ne sırf kız istiyor diye bir filme gittiler, ne çocuk istiyor diye fotoğraf sergisine. ne onu tanıdığı güne lanet etti, ne de ayrıldığı erkeği bir daha düşündü. ne dekoltesine karıştı çocuk, ne çekim yaptığı mankenin çıplaklığına takıldı kız.. ne aileleriyle tanışıp onlara katlanma gerginliği oldu, ne de bürokrasi ve telaş içinde geçen düğün hazırlıkları. bir gün ansızın bitiverdi. hem de diğerini yaşatmak pahasına. ne güzel...
ıssız adam gibi ergen ve ergen kalanlara ithafen yapılan film.Sevgilimin zoruyla gitmemle beraber filmden cıkısında herkes ağlarken bir yerlerimle gülmem beni garip durumlara düşürmüştür ayrıca.Duygusal abazanlara tavsiye edilir empati yoluyla haz alınmaması kacınılmazdır.*
tesadüfleri zorlama, beşik kertmesi demeden nasıl kertilir onu anlatan film. 11.5 vererek muhtemel 2 adana dürüm fırsatını elimin tersiyle itmeme sebep olan katarsis yumağı.
verdiğim paraya acımadığım filmlerden biridir. * belçim erdoğanla mehmet günsür iyi bir ikili olmuştur. * filmde altan erkeklinin oynadığı her sahne ayrı bir güzeldir özellikle birinde gözyaşlarınızın akmasına engel olamazsınız.