bugün

göğsümüzün derinliklerinde patlayan acı.

sevmemeniz gerekmektedir ama seversiniz. yapabilecek en ufak bir şey yoktur. unutmak lazımdır ama dokunuşu, öpüşü falan aklınızdan gitse dudaklarınızdan gitmez. ne olacaktır sanki, çok mu sikindirik bir insansınızdır da bunca acıyı çekmektesinizdir? ne olacaktı o da sizi sevseydi ? basit bir şeydir oysa.

değildir.

bu girdinin amacı aslında çözüm önerileri sunmaktır. şöyle ki, yüce türk milleti olarak sorunlar karşısında, şikayet etme seçeneğini bol bol kullanırız. biz şikayet ederiz. bu böyledir. ahan da ilk öneri; aşk acısından kurtulacaksanız, şikayet etmeyi keseceksiniz. ne zamandır aşk acısı çekiyorsunuz? iki aydır ? ! şimdi, mantıklı olalım, adamın/kızın sizi sevmeyeceği ortadaysa * * * * *bunu anlamak için iki aydan daha kısa bir süre yeter aslında, ama kendimden bildiğimden, gönül ferman dinlemez ve eğer acı çekmeyi kesmeyi kafaya koymazsanız bu böyle senelerce gidebilir. ama gitmemeli, demelisiniz en baştan, ne kadar hıyanet bir insan olursanız olun böyle bir acıyı, haketmeyen insanoğlu çekmemeli. yani, niye ben aşk acısı çekiyorum, ben bunu haketmek için ne yaptım, diye ağlamamalı ve artık bu olayı aşmak için bir şeyler yapmaya yönelmelisiniz. zor olacak ama değecek.

kendinizi kandırmaya bakın. mesela;
aşk acısı insan sağlığına da zararlıdır. sağlıksız olursanız çirkinleşirsiniz. çirkinleşirseniz bir daha kimseyi tavlayamazsınız. bi başkası olmazsa bu eski aşk, aşk acısı şeklinde sizi kemirmeye devam edecektir!!! * *

ben hıyanet bir insanım ve aşk acısı çekmeyi hakediyorum, diyorsanız; aslında haklı olabilirsiniz. kızın/adamın sizi sevmeyeceği ortada iken senelerdir bu olaydan vazgeçemediyseniz, ki vazgeçemeyen adamların/kızların varlığından haberdar olduğumdan, haketmiş olabilirsiniz. * veya cidden büyük bir kötülük yapmışsınızdır ve tanrılar böyle olmasını istemiştir. ahan da bir başka çözüm; hakettiğinizi kabul edin ve acı çekin. aşk acısını iki şey halleder, bir tanesini hepsi bir izleyenler * bilirler; elbette ki bir başka aşk! bu zaten neredeyse en kesin çözümdür. ama sırf birini unutmak için bir başkasını çıtır çerez niyetine kullanmak etik bir davranış değildir, tabi karşınızdaki çıtır çerez olmaktan memnunsa sorun yoktur. diğer çözüm ise; karanlık geceler ve gündüzler içerikli acı çekme olayı. dibine kadar çekin bu acıyı. aşk acısı çekiyorum la var mı ötesi, deyin. aşk acısı çekmesem muhteşem olurdum, şu an acaip mutlu hissedebilirdim kendimi ama aşk acısı çekiyorum, deyin. roman kahramanı değilseniz elbette bu gidişattan sıkılacaksınızdır. sıkılmıyorsanız bir sorun var demektir. uyanacaksınızdır eninde sonunda ama uyanan kadar tüketin bu acıyı ki bi daha hortlayamasın. bu arada; beni öldürmeyen şey beni güçlü yapar, diyerek bu yaşadığınızdan ders almaya bakın. bu çektiğiniz acıyı aşı gibi kabul edin. öyle ki, aynı olayla bir daha karşılaştığınızda neler olabileceğini önceden görebilme kabiliyetine sahip olun, hazırlıklı olun ki bi önceki olayda çektiğiniz acıları aynı hataya tekrar düşerek çekmeyin. * *belki, deyin içten içten, tanrı beni bir daha aynı hataya düşmemem için bu şekilde eğitiyordur* * * * **... tanrı'nın tuhaf öğretme yöntemleri vardır, kabul edin. bir de, acınızı çekip kurtulun ondan derim, acı çekmeyi reddederseniz aşk acısı, daha da büyüyüp sizi yiyebilir. * * * * * * * * *

türlü akıl oyunları dışında kendinizi bir şeye verip ondan *kurtulmaya çalışabilirsiniz de ama bazen tehlikeli olabiliyor, mesela insanın aşk acısından kendini yemeğe vermesi ya da yemeden içmeden kesilmesi ve bunları yaparken yine aşk acısından abartması hoş olmuyor. bu biraz da aşk acısından kaçmak mı oluyor aceba, diyorum yine kendi kendime ben. kaçmamak lazım, evet. yararlı şeylerle uğraşın. mesela deneyimlerinizi bi yerlerde anlatın birilerine. * rahatlarsınız. çok da uzatmayın ama nasıl olsa uzun girdileri/verileri kimse okumuyor. * * *
değerinizi bilin, eğlenmenize bakın diyor ve kapatıyorum. *
acıların sonsuza kadar sürmeyeceği test edilmiştir. geçer, günün birinde ise "hay allah boşuna üzülmüşüm" dedirtir.
bu uzun bir süre içine mıhlanlanır kalır. ancak kişinin tek başına, zaman geçtikçe dindirebileceği bir acıdır. elinizden kayıp gidenlere, kaybedilenlere, hiç olmamış gibi davranmaya, birdaha yaşanamayacaklara üzülürsün sürekli nereye gidersen peşinde sürüklenen bir hüzün. bu süreçte şair, yazar, ressam olabilir insan.bu tür acılar kendimize dönmemimizi ve ifade isteğini doğuruyor.ama geçince insan okuduğu şiirden bile tat almamaya başlıyor.
bazısında yaratıcılığı tetikliyor, bazısında tam tersi etki yaratıyor; köreltiyor, beyni kıymık kıymık yapıyor. çoğu gerçek değil aslında, insan acıyı seviyor. acıların en kutsallarından olduğu için de aşk acısını tercih ediyor. o acının getirdiği halet-i ruhiyeyi, ironiyi, melankoliyi seviyor. bitirebileceğini bildiği halde zihnini her daim bununla meşgul ederek bi yerde eşgale buluyor kendine, işini severek yapıyor, başarılı oluyor. ve böylece tatmin oluyor..
3 sene yaşadıktan sonra olmadığına karar verdiğim olgudur.
(bkz: sakla yamalarini kalbim)
2000 parçalık puzzle iyi geliyor. sonra 1000'lik. sonra 500'lük derken bitmiş gitmiş.
senelerce bekler, her sözünü istediğin şekilde yontar, sonra bir gazla söyler götünün üstüne oturursun..şimdi bekle ki acısı dinsin..off ulan off
en büyük dayanağınızın aslında öyle olmadığını anladığınız, koca dünyada yapayalnız kaldığınız anda karşılaştığınız ruh tepkisidir.

telefonunuzu kapatır, yürümeye başlarsınız. bomboş hissedersiniz en başta. hatta şaşırırsınız. "böyle olacaksa, çabuk atlatırım" diye düşünürsünüz. çünkü gerçekten çok boştur, hiçbirşey hissetmezsiniz. ne üzüntü, ne kandırılmışlık hissi, ne de diğerleri. aslında olayın şokunu yaşamaktasınızdır, henüz idrak edememişsinizdir.

sigaranız biter.

yanınızdan geçen ilk minibüse biner, minibüste çantanıza atmış olduğunuz kitabı okursunuz. minibüsten inip eve yürürken bir arkadaşınızla karşılaşıp, onunla 2 çift laf edip, eve girer, ailenin halini hatrını sorarsınız.

sonra odaya geçer, çok yüksek sesle müzik açar,

ve halının üzerinde ağlamaya başlarsınız.
en fazla 2-3 dk sürmesi gereken acıdır. sonra yeni aşklara yelken açılır.

(bkz: hayat ne güzel vapurlar felan)
var olmaya çalışan ya da çoktan var olmuş ve derinden etkileyen değerleri bir baza misali depolama özelliğine sahip insan oğlunun hayattaki en sağlam viraj ıdır.
seni gördüm. omuzlarını ilk kez görmüyordum belki, o dans ettiğimiz gün omuzların açıktaydı ve yüzün bir çocuğa aitken onlar ileride çok kalbin zelzelesine neden olacak güzellikteydiler. yüzüne gözlerini saklamıştın; gözlerin bana verdiğin ilk benden almadığın tek şeydi hep.

bir ayrılığı hatırlıyorum adını duyunca; zorunlu ve içine kelimeleri sıkıştırdığımız, bir sarılmaya bile muhtaç ayrılığımızı. adının baş harfini taşıyan o çocukluk küpesi hala çekmecende duruyor mu bilmiyorum; ama o küpeyi kulağında hiç göremediğimi biliyorum. bilekliğini hatırlıyorum; hani şu üstünde garip figürler olan çünkü o gün sadece bir dansa sığdırılmış el ele tutuşmamızı ve sadece bir kere söylenmiş (yüz yüzeyken) seni seviyorum'umu düşünmüştüm. gözlerinin içine bakamamıştım; belki de tanrıya inanacak kadar olgun ya da bir kadının olacak kadar güçlü hissetmiyordum. çok çocuktum diyorum ya inanma. çok çocuğum hala, yüzünü görünce nasıl gülümsediğimi gördün ve hissettin değil mi sana karşı acizliğimi, güçsüzlüğümü, bebekliğimi belki? sözleriyle adam olmaya çalışan o masum çocuk karşında gözleriyle ele verirken kendini yani ben olurken ben uzun süre sonra bir tek sen gördün beni ve sen bana beni geri verdin.

acı nerede, aşk acısı diye soranlar vardı hep ve ben acının sensiz geçen her ana sindirdiğim o duygu olduğunu anladım, gözlerine bakıp bir deli gibi gülmem ondandı şiirdeki tüm yaralarımı iyileştirmek için yalayacak o deliler gözlerimde saklı ve deliler bile seni nasıl sevdiğimin farkında olmamalı, kıskanıp almak isteyecekler senden beni.

belki sen bile benim seni ne kadar sevdiğimi bilmemeliydin ve işte bugün tam da şu an sen bunu okurken başladı araya yanlışlıklar sıkıştırdığım hayatımın ilk aşk acısı..
diş ağrısının yanında lafının bile edilmemesi gereken acı çeşiti. öyleki diş ağrısı buna on basar.
yaşamayan nasıl bilsin?
alt tarafı aşk desin.
allah kimseye vermesin.
aşk acısı.
vucudun yara alması gibidir, ya da ocakta parmaklarınızın hafifce yanması gibi, belki de cehennem ateşi gibidir...

yavaşça başlar içinizi kesmeye, geçtiği her yer de bir sıcaklık bırakır sanki gerçekten içiniz kanıyor gibi hissedersiniz kan kokusu duyarsınız...

gözleriniz artık dayanamaz bu acıya, vucut savaşamaz bir süre, elleriniz halsizleşir, mideniz bulanır, bakışlarınız donuklaşır...

yüreğiniz yanmaya devam eder, çünkü acı kesmektedir hala içerinizi hala kanamaktadır olmayan bıçağın geçtiği yerler...

titremeye başlar kollarınız, sonra tüm vucudunuz... üşürsünüz yaz sıcağı bile olsa dışarısı... donarsınız kan sıcaklığı hala içinizdedir...

sonra etiniz bu acıya dayanamaz, siz dayanamazsınız, uyumak istersiniz uyuyamazsınız ve işte bu an da devreye girer alkol, atarax, pasiflora ve yine alkol...

uyumak geçici çözüm yoludur...

uyanırsınız tekrar başlar yürek acımaya, kanamaya...

kana bakalım tüm vucudumdan tükenene kadar...

kes bakalım baştan sona kadar bedenimi...

öldür tüm insanlığımı, duygularım yok et...

git bakalım gidebildiğin yere kadar...

(bkz: ayrilik/#2369930)
kalp kırıklarının iç kanamaya sebebiyet vermesidir.
sipariş vermediğin halde hayat tarafından sana sunulan mezedir, yesen de yemesen de hesaba yazılır *
tatlı günleri burundan getirip, göz yaşartan acıdır. ağız yakar, göz yakar, kalp yakar. çok fena çakar.
başına gelen herkesin canını yakandır...

uğraştığınız anlık işlerle unuttuğunuzu zannedersiniz ama bir anlık boşlukta yüreğinize bir mermi gibi çakılır...

yatağınıza uyumak için girdiğiniz an da onla dolun geçen gün ve geceleriniz beyninize bir mıh gibi çakılır...

kurulan hayallerinizi tekrardan yok etmek zorunda oluşunuz hayata donuk bakmanıza sebeb olur...

elleriniz onun ellerine kavuştuğunda terlerken onsuz donmaya başlar...

kokusu daha gitmemişken aklınızdan tüm güzel kokular sizin midenizi bozar, öyle ya zaten acı midenize de oturmuştur...

sonra;

bir birini takip eden gün ve gecelerde kesmeye başlarsınız yüreğinizi çaprazlama...

içinize akan o sıcacık kan dondurur tüm damarlarınızı...

gülüşlerinizi "o"nun hayran olduğu gülüşlerinizi saklarsınız etrafınızdan... "o" kıskanmasın diye hala...

"o"nun evinde sizi düşünmeden geçerdiği her saatte siz "o"nsuz gecirdiğiniz için yıkılırsınız...

yaşanan tüm güzel anların hatrını unutur siz bir umutla aradığında onu telefonu açmayınca anlarsınız bunu...

"bitsin" dediği andan "hoşçakal" dediği ana kadar geçen zamanı bitirmek istemezsiniz bir saniye bile önemlidir çünkü onla...

çırpındıkça "siz" "bu aşkı yeniden diriltebiliriz" dedikçe o gitmeye başlamıştır bile yanınızdan...

hatalarınıza pişman olursunuz, özlem tüm benliğinizi esir almıştır...

o güzel gözleri görmek için hayatınızdan, sağlığınızdan çalarsınız o ise bunu umursamaz bile...

bu acı da biter dedikçe yüreğinize sanki hiç bitmeyecekmiş gibi hissedersiniz...

gitmeee diye haykırdıkça siz... o yüzüne yeni gülüşler eklemiştir bile...

bu da bitecektir o ya da onsuz ama biterken de sizi insan yapan duygularınıza alıp götürecektir...

bitmesin diye uğraştığınız her aşk sizi insanlardan nefret eder hale getirir...

ve siz nefret ettikçe insanlardan hayat önemsizleşir...

anlamlar yüklediğiniz o güzel kız size hayatı anlamsızlaştırır...
--spoiler--
can işte acıyor... ne umutlarla, hayallerle gittiğin yerden, kucağına parçaları bırakılmış bir yürek ile geri dönüyorsun... ve onu tekrar toplaması için kendini ezerek o yüreği kucağına bırakana "dön" diyorsun... "dön"müyor...
--spoiler--
acilarin en güzelidir.
Cekince paramparca oluyorsun,
Ask yasamiyorsan eger keske Askim olsa da ask acisi ceksem diyorsun.
(bkz: sevgisizlik ayriliktan daha zor!)
Açken hiç doymayacağını, tokken de bir daha acıkmayacağını sanar insan. Aşıkken ve aşk acısı çekerken de hiç bitmeyeceğini. Ama her şey unutulur, her yara sarılır. Gelip geçici ve insana en çok zevk veren acıdır Aşk Acısı. "Acısıyla, tatlısıyla güzel"
bir süre sonra uyuşturan acıdır. bir köşede saklı durur. bir görüntü, bir müzik alkol dökülmüş gibi yakar yarayı. ama uzun süre geçtiyse eğer hayatın bir parçasıdır o acı. sabahın olması kadar doğal gelir insana.
hayatın mars etmesidir bir nebze. evet.
gerekçe olarak aşka karşılık görememe gösteriliyor. bunun ardından aşk bitip, aşk acısı devreye giriyormuş gibi bir izlenim var. bence aşk acısı aşkı unutmak için uydurulmuş bir şey. aşk bitmez sürer gider. karşılık görmemeye alışmak sanırım kara sevda oluyor.

aşkın şimdi çözebildiğim yönü hayranlığın büyük parçasını oluşturduğu. belki tamamıdır ama bir takım psikologların, bunu destekler görünen, 5-6 hormonla insanı tarif edişleri saçmalık. aşk ruh boyutunda bir şey olmalı, buna inanıyoruz, değil mi?