Tavsiyem bol bol arkadaşlarla takılmak kitap okumak. kısacası kendine düşünmeye zaman bırakma. duygusal müzik dinleme. işine veya derslerine ağırlık ver.
geçmiyor. kafana takıyorsun, resimlerine falan bakıyorsun, herhangi bir yerde karşına çıkar mı, bir şey yazar mı diye bakıyorsun devamlı. geçmiyor yani.
kesinlikle yenisiyle geçmeyen acıdır. Zaten öyle bir ruh haliyle, başka birini de sevemez insan. En iyisi başka şeylere yönelmek, arkadaşlarla daha fazla vakit geçirip, düşünmemektir. Daha sonra da zaten öyle bir an gelir ki, artık onu düşünmediğinizi fark edersiniz. Tabii sonra da hiçbir şeyin sonsuza kadar sürmeyeceğini.
acınızı güzelce yaşayın. o aklıma gelmesin aman diye meşguliyet bulmayın kendinize. bazı arkadaşlar var yalnız bırakmaz o dönemde ya da siz acınızla yalnız kalmamak için onlarla zaman geçirmek istersiniz. yapmayın. hem "sana erkek mi yok, elini sallasan ellisi, karşına daha niceleri çıkacak" vs vs tarzında ki cümleleri duyup da sinirleriniz bozulmaz.
slov şarkı dinlemekten kaçınmayın. dinleyin güzelce ağlayın zırlayın.
bir süre sonra normale dönersiniz.
acınızı güzelce yaşayın. kısa bi sürede bi an da tüketin. zamana yaymayın.
açın kitap okuyun. kendinizi roman kahramanının yerine koyarak yaşıyorsunuz. onun çektiği acıları düşündükçe aşk acısı hafifler adeta. aldığı hazları yaşadıkça da yaşama sevinciniz canlanır. aşk acısını geçirmez belki ama azaltır.
aşk acısını geçirme yollarını arayıp bulamayan ve nasıl olur acaba diye düşünen kişi endişesidir.
ilk olarak söylemek isterim ki, bu acı geçmez. üzgünüm, ama hakikât bu...
aşk acısı deyip iki kelime içine sıkıştırıp anlatmak ya da o şekilde ifade etmek biraz basite kaçar aslında. bu aşk denen tek hecelinin başımıza açtığı türlü türlü mutluluklar ve mutsuzluklarla dolu hikayesidir.
gülümsemeyi, endişelenmeyi, sevildiğini hissetmeyi, fedakâr olabilmeyi, korkabilmeyi, heyecanlanabilmeyi öğreten aşk, aynı zamanda ağlamayı, uykusuzluğu, paranoyaklılığı, kahramanlığı, deliliği, sarhoşluğu, cesareti de bizlere öğretir.
acısını yaşamadan, tadını benimsediğimiz içindir ki; aşk acısının o geniz yakan tadı bize zehir zemberek gelir. aslında değildir. bu "acı" diye tabir ettiğimiz his, bizim yapamadıklarımız veyahut bile bile yapmadıklarımızın pişmanlıklarından ibarettir.
zihnimiz öyle kurnaz ve öyle kincidir ki, bize hiçbirşeyi unutturmaz. bazen çok yorulduğumuzu daha doğrusu bizi çok yıprattığını hisseder, o zaman biraz ara verir. bize başka meşgaleler bulur, onlarla uğraştırır. unuttuk sanırız o kahrolduğumuz günleri, ilk zamanlar daha az aklımıza gelir, sonraları hiç gelmez sanki.
yine normal bir hayata dönme yoluna gireriz. birkaç ay böyle devam ederiz. belki yeni arkadaşlar, yeni çevreler ediniriz. hoş sohbetlerimiz olur, rahat rahat yer içeriz, gülüp eğleniriz, öyle kaptırırız ki kendimizi acımızı düşünecek zamanımız kalmaz... başka birinden mesajlar bekleriz, onula görüşmek için zaman kollarız, biraz daha kendimize bakarız, giyimimize, kuşamımıza dikkat ederiz. artık yeni bir hayata bodozlama dalmışızdır çoktan...
bir gece ya da bir sabah o kurnaz zihin bize oyununu oynar. artık sahne onundur. tüm gün eğlenmişsindir, içmişsindir, coşmuş, kopmuşsundur. haha, hihih diyerek bitmiştir o gün. eve gelirsin, yüzünde aptal bir gülümseme üzerinde bir boşvermişlik sarhoşluğu ile çıkarırsın üzerindekileri. pijamalarını giyersin, bir sigara bile yakabilirsin. "heeeyyyt! ne gündü be" der yatağına uzanırsın. işte tam o an birşey olur, o yatakta senin sırtının tam altında (arkasında) olan birşey vardır, üzerine uzanırsın. öyle ağırsındır ki ve öyle hantal... öyle bir canın yanar, öyle bir anlamsızlık içine düşersin ki, önce kendi kendine "ne oluyor ya!?" dersin, sonra da "bu niye oldu şimdi?" dersin.
yatıp uzandığın yerde yatıyordur daha önce çektiğin tüm acılar, tekrar hayat bulmuşlardır. tekrar cana gelmişlerdir. sebebsiz bir suskunluk sarar her yerini, sanki karabasan gelmişte, tam mutluluğunun üzerine çökmüşcesine. ne yapacağını bilmez bir hâl alırsın. en mutlu anında çok üzücü bir haber almak gibi... ne tekrar gülebilirsin o an, ne de az önce neye o kadar güldüğünü hatırlarsın.
üzerinde herhangi bir markanın parfüm kokusu vardır, saçlarında sigara kokusu, ellerinde başka ellerin kokusu, belki de damağında son yudumladığın içkinin tadı hâlâ duruyordur. nefes alış-verişlerin hızlanır. onun kokusunu çekmeye başlarsın içine, o değildir, o koku değildir, onun gibi kokan kimse yoktu oysa etrafında. daha az nefes alırsın, kokusu geçsin, işlemesin içime diye, kalp atışlarını yavaşlatırsın, o kadar az nefes alırsın ki, yüreğini sıkıştırırsın. tüm kaçış yollarını kapatır, yüreğinin ritmi. tekrar derin derin nefes almaya devam edersin. gözlerini kapatarak kaçayım dersin, göz kapaklarının ardına gizlemişsindir oysa gözlerini, gözlerini kapatır kapatmaz o gözler gözlerinin içine bakar. gözlerini açsan ne çıkar, çoktan tüm zerrelerin onunla doldu bile.
başını çevirirsin amaçsız sağa/sola. o karanlıkta bile görürsün tüm görmezden geldiklerini. gözlerin karanlığa çoktan alışmıştır, asıl alışamadığının rengarenk aydınlıklar olduğunu idrak edersin.
hergün, üzerine bastığın halı takılır gözlerine, pervasızca tutup açtığın kapının kolu, odandaki koltuğun baş köşesi gelir gözünün önüne, sandalyen, kapının ardındaki askı, geldiğinde giydiği terliklere kadar her ayrıntıyı ayrı ayrı görürsün.
kimbilir kaç kadın/erkek geçmiştir ondan sonra gözlerinden, sözlerinden, yatağından. kim bilir kaç kadın/erkek ondan daha iyiydi, kimbilir kaçı ondan daha güzeldi, ondan daha sıcaktı...
tüm bedenin ısınmaya başlar, yanaklarında, boğazında bir sıcaklık peyda olur. hani şu; usulca eğilip, seni öptüğü zamanlardaki dudaklarının, yanaklarının sıcaklığı. önce kokusu gelirdi ya, sonra nefesi, sonra da o sıcaklığı... işte o an tekerrür eder. nereye dönsen, nereye baksan, hatta o yataktan kalkıp da nereye kaçsan bırakmayak ki peşini. çünkü her adımın ona daha çok yaklaştırır seni. evinin hangi odasında onun varlığı yoktu? çıkıp gitsen o evden, kaçtığını sandığın yollar aslında ona gittiğin yollar değil miydi?
kalkıp bir sigara daha yakmak gerekir ve o acıyı doyasıya yaşamak gerekir.
kimbilir nerededir, kimin ellerine sarmalamıştır ellerini, kimin nefesiyle ısınıyordur. belki de kısık, titrek bir sesle ona da fısıldıyordur adını. saçları kimin dudaklarını gıdıklıyordur, kokusu hangi evin, hangi yatağın üzerine sinmiştir kimbilir...
koskaca adamsındır/kadınsındır küçücük hatıralar o kadar büyürki zihninde, gözlerinin çukurları doluverir gözyaşlarınla. ağlamayı da yakıştıramazsın kendine, dişlerini sıkarsın, gözlerini kırpmazsın. derin derin nefes alırsın, başını öne eğemezsin, gözyaşlarına yol çizmek istemezsin yanaklarından.
ne diyeceğini de bilemez ki insan, kime kızacağını, kime isyan edip haykıracağını. zihninin seni boş bıraktığı zamanlardaki birikimidir bu. belki de senden intikamıdır. zorlama kendini, gülüp geçemezsin, hiç olmamış gibi de davranamazsın. yakıştıramazsın kendine, ağrına gider, adını hecelemeye korkarsın. sen orada öyleyken onun neler yaptığını hayâl etmemek için dirensen de yapamazsın. yalnızsındır, karanlıktasındır. ne için dilekte bulunacağını dahi bilemezsin. sabah olsa ne olacak? zaman dursa ne olacak? geçmeyecek, bitmeyecek. kendi kendine kalışlarının, anlamsız tavırlarının, ani çıkışlarının, sevdiklerini kırışlarının sebebleri bunlardır aslında. anlarsın o an. yapabileceğin hiçbirşey kalmamıştır.
o anın acısını çekmekten başka. oturup, adam gibi yüreğinin yanışını izlemelisin, o diplere gömdüğün küçük heveslerinin çıtırtılarını duymalısın, gözyaşlarını da içine dökemezsin ki söndürsün yüreğinin yangınını. sen ağladıkça daha da harlanır o ateş. çünkü nar'ı söndüren su, vücudunun içine değil, dışına akıyordur.
yapabiliyorsan tekrar gir yatağına, kapat gözlerini yine, kokusu hâlâ duruyordur tam burnunun ucunda. göz kapaklarında belirsin gözleri, doya doya bak, sinsin içine, doya doya kokla. belki iyi gelir, belki seni iyi eder. unutmak, kurtulmak için çabalama, bırak! doya doya yaşa her acısını, mutluluğunu yaşadığın gibi. yürek hak ettiği mutluluğu yaşadı, şimdi sıra hakettiği acıda. onu da tam anlamıyla yaşamalı. asıl refah ondan sonra gelecektir.
o'nu unutmak için uğraşma, onu herzamankinden daha çok sev, daha çok özle, daha çok iste... yürek yüzsüzdür, verilen asla yetmez, daha fazlasını daha çoğunu istemek onun işidir. onu terbiye et, mutsuzluğu, acıyı öyle çok ver ki, o da bu ızdırapla uğraşmaktan yılsın. işin kolayına kaçsın.