bazen çocuk gibi bağıra bağıra ağlamak istiyorum. şöyle hiç kimsenin beni duymayacağı bir yer bulup, basıp nidayı bağıra bağıra ağlayasım geliyor ama şehir hayatı işte; bizim ağlamalar çok uzak böylesinden.
insan istediği gibi ağlayamıyor bile. peki niye bu koşturmaca? istediklerimize sahip olup mutlu olmak için mi? mecbur muyuz mutlu olmaya? ağlasak ya işte bağıra bağıra niye olmuyor?
sizi bilmem ama ben en fazla bir iki damla yaş akıtacak kadar ağlayabiliyorum. hemen silip kimseye çaktırmama çabası izliyor o birkaç damlayı da. çoğu zaman o da yok hepsi içime akıyor göz yaşlarımın.
bazı insan rahatlar ağlayınca, sanki içindeki kötülükleri akıtmış gibi hisseder gözyaşlarıyla. bazılarınada daha çok acı çektirir, tekrar tekrar hatırlatır geçmişi, ağladıkça daha da büyür sanki acıları.
bebekler ve çocuklar için bir iletişim aracı.
yaşamın zorluklarıyla yüzleşince, sığınabileceğimiz bir limandır.
(bkz: gözlerin dilidir)
ağlamak insanı rahatlatır,
hafifletir,
üzerimizdeki negatif enerjileri boşaltır.
yitirilen değere gözlerin ağıtı ve haykırışıdır.
ağlayan birinin gözlerine bakabilmek cesaret ister. o ağıta ortak olmak, o isyankar çifte karşı dik durabilmek zordur.
şuan yapmak istediğim şeydir.
kendimi zor tutuyorum . neden istemediğim şeyler oluyor ? neden engelliyemiyorum bunları? buna gücüm yok mu ?
diye soruyorum kendime.
güzeldir, kötüdür, boşalma şeklidir lakin öyle her zaman, her istediğiniz an nasip olmaz. gelmeli daha bir yukarı yukarı. hani burama geldi artık deriz ya, daha yukarılara değmeli.
platonik olarak sevdiğin biri hakkında 'nasıl olsa yaz geldi tatil unuturum' dediğin anda yüklediği yeni resimlerini görünce yaşanan şeydir. pek rahatlatmaz o anda. (bkz: sıçayım böyle dünyaya)