''yaşamak oldum olasıya böyle zor.
özgür olmadı mı insan yaşayamıyor.
boylu boyunca viyolonsel yalnızlığı...''
demiş şair.
sanırım kafayı yalnızlığa feci derecede takmış, gerçi o da haklı hangimiz yalnız değiliz ki.
2004 yılında katıldığı hulki cevizoğlu'nun ceviz kabuğu programını ekteki linkten izleyebilirsiniz. programın sonuna doğru telefonla katılan eski bakan somuncuoğlu; attila ilhan'ın ırkçılık, turancılık ve ülkücülük üzerine söylediklerini "düzeltmek" amacıyla düşüncelerini ifade etmiştir. sonrasında da attila ilhan sansaryan han'da milli şef tarafından içeri atılan milliyetçilerin işkence gördüğü bu mekanda kendisinin de defalarca kaldığını ve orayı iyi bildiğini belirtmiş ayrıca da lise eğitimini alırken hocalarından birinin nihal atsız beyefendi olduğunu diğerinin de ziya karamuk olduğunu söyleyerek, ince bir ayarla cevabına başlamış ve sözlerine devam etmiştir...
sabah olmak her gece kolay mı sanırsınız
bulutları dağıtıp güneş olarak doğmak
denizle gök arasında çiy yorgunu şehre
kurşun kubbeleri buğulu minareleri ıslak
soğuk bir trenden inmiştiniz / yalnızdınız
gözlerin gözlerime degince,
felaketim olurdu aglardim.
beni sevmiyordun bilirdim,
bir sevdigin vardi duyardim.
çöp gibi bir oglan ipince,
hayirsizin biriydi fikrimce.
ne vakit karsimda görsem,
öldürecegimden korkardim,
felaketim olurdu aglardim.
ne vakit maçka'dan geçsem,
limanda hep gemiler olurdu.
agaçlar kus gibi gülerdi,
bir rüzgar aklimi alirdi.
sessizce bir cigara yakardin,
parmaklarimin ucunu yakardin,
kirpiklerini egerdin bakardin.
üsürdüm içim ürperirdi,
felaketim olurdu aglardim.
aksamlar bir roman gibi biterdi.
jezabel kan içinde yatardi.
limandan bir gemi giderdi,
sen kalkip ona giderdin.
benzin mum gibi giderdin,
sabaha kadar kalirdin.
hayirsizin biriydi fikrimce,
güldü mü cenazeye benzerdi.
hele seni kollarina aldi mi;
felaketim olurdu aglardim
kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kurandaki bütün belalara tevrattaki bütün belalara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden madem ki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
madem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimim
onu inkar ediyorum kalbimi inkar ediyorum.
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
belki hiç doğmamış, hiç yaşamamış pia'mız.
belki aşkın ta kendisi.
belki karşılaşacağız bir gün
bir semt pazarında ya da kitapçıda.
özellikle kitapçıda.
hatta ikinci el kitap satan sahaflar çarşısında.
okumasa da kokusunu bilmeli küflü sayfaların.
"seine kıyısında üçümüz sarhoş bir hayal kuruyorduk
mavi bir ışık vardı ben işte onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacobun şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgâr tutuyordun
bu rüzgâr için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun."
ve ben unutulsam... ve yazdığım şiirler..
senin için yazdıklarım, herkes için yazdıklarım. eski padişahlar gibi unutulsa birer birer...
ve ben seni unutsam, hiç hatırlamasam. hiç mi hiç..
ihanetini hatırlamasam, şehvetini hatırlamasam... ellerim, oldum olasıya seni unutsalar..
"annem kitabımı bastırmam için bin lira para vermişti. kardeşim cengiz'le birlikte istanbul'a geldik. duvar, biliyorsunuz 1946 chp şiir armağanı'nı kazanmış. bir basımeviyle konuştum ve kendi paramla bu şiir kitabını yayınlamak istediğimi söyledim. istanbul'da taksim'de bir evde kalıyoruz. bir grup arkadaşım da benimle birlikte kitabın yayınlanmasını bekliyor.
bu arada fethi karataş'la tanıştım. kitabın kapağını çizmesini ondan rica ettim ve fazla param olmadığını da söyledim. şükranla anıyorum. fethi karataş, bir değil, üç tane kapak örneği çizerek geldi. içinden birini seçtik. basımevine götürdük. nihayet kitap basıldı ve biz yüklendik kitapları taksim'deki eve geldik. koliyi yere bıraktık ve her birimiz elimizdeki kitaplarla köşemize çekildik. tashih arayan gözlerle okuyorduk kitabı.
sonra iş, kitapları dağıtmaya geldi. kitapevlerini dolaşıp, üçer beşer tane bırakıyorduk. sonra aynı hafta içinde aynı kitapevlerini dolaşıyor; satılıp satılmadığını kontrol ediyorduk. ama elbette kitapları tüketemedik ve ben önüme gelen herkese kitabımı imzalayıp verdim. yine de mebzul miktarda kitabın artığını söyleyebilirim."
elimden tut yoksa düşeceğim, yağmur beni götürecek yoksa beni. yağmur kaçağı isimli şiirin ilk mısraları. sevdiğim kıza söylediğimde telefonda ağlıyodu.