atatürk'ün öldüğü tarihte ki türkiye ile günümüz itibariyle türkiye'nin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik farklılıklardır.
o zamanlar petrol karşılığı musul ve kerkük'ü vermişiz. sınırlarımızı da ingiltere'nin çizmesine eyvallah demişiz.
şimdi ise bir toprak satma ya da sınır çizdirme olayı söz konusu olamaz kanımca.
atatürk'ün bıraktığı türkiye, tam bağımsızlığı baz alan ve üretime teşvik edilen bir türkiye idi. ancak günümüze bakıldığında sanki inadına sömürü haline gelmiş* tüketim toplumu olmuş, dışa bağımlı bir ülke olup çıkıvermiş bir türkiye var. heleki şu anda, akp nin iktidar olmasından sonra milli kamu mallarımız sağa sola satılmış, amerika'nın himayesi kabul edilmiş, ab nin ülke çıkarına ters düşen reformları imzalanmış, terör tavan yapmış ve bir başbakanın halka nasıl söveceği, nasıl davranacağı gözler önüne serilmiştir. ama halkım bu gelişmelerden gayet memnun olarak* oyunu birdaha, hemde büyük bir oranla akp ye vermiştir. bu zihniyet var oldukça, harbiden:
elden bırakılan kar topunun giderek çığ halini alması gibi bir şey olsagerek. zira atatürk cillop gibi bir türkiye bırakmadı. her sistem bir öncekinin çürüğünden varolur. o dönemde de vardı problem. şimdi o dönemdeki ufak tefek pürüzlerin alıp başını gittiği dönemdir. gün silkelenme günüdür.
ekonomik kalkınma planları ve üretimin teşvik edilmesi ile dış borcunu ödemiş, devletçilik ilkesi ile özel sektör ve devlet yatırımlarını aynı potada eritmiş, istihdam yaratmış, rejimini oturtmuş, iç işlerine kimseyi karıştırmayan, dış politikada etkin(hatay'ın vatana katılması), tek eksiği çok partili hayata geçiş olan türkiye'ydi atatürk'ün bize mirası.
şimdi bir sürü parti var hiç biri bir boka yaramıyor. hala "rejim elden gidiyor mu?", "malezya olur muyuz?" tartışmaları yapılıyor. dış borç 400 küsür milyar dolar. işsizlik almış başını gitmiş. tam anlamıyla dışa açılmış ve sadece tüketen bir toplum. 60 senedir bir bok yiyememişiz anlayacağınız.
1938 senesindeki türkiyeyi düşündüğümüz zaman ifade özgürlüğü olmayan, demokrasiye geçememiş, muhalefete izin verilmeyen, hukuktan ziyade gücün hakim olduğu, özel mülkiyet hakkının sınırlı olduğu, inançların baskı altında olduğu bir ülke görmekte güçlük çekmiyoruz.
bunların hepsini, yeni kurulmuş bir devletin sağlam bir temele oturtulması adına verilmiş tavizler olarak kabul edebilir, haklılığını tartışabiliriz.
diyelim ki bu tartışma neticesinde yukarıda saydığımız olumsuzluklara haklı gerekçeler gösterebildik ve bunları ülkenin birlik bütünlüğünün devamı için ödenen bedeller olarak yorumladık. o zaman şöyle bir şey diyebiliriz : '' yıkılan bir imparatorluğun küllerinden varolan , zor şartlarda bağımsızlık kazanan ve kısa zamanda önemli devrimler yapan türkiyeyi biz hakettiği yere getirebildik mi aynı ivmeyle gelişimimizi sürdürebildik mi?'' bu üzerinde düşünülebilecek, farklı cevaplara gebe bir soru olabilir.
ben de bu cumhuriyetin ilerleyen yaşında katettiği mesafenin yeterli olmadığı görüşünü savunanlardanım. bizle beraber savaştan yenik çıkan hatta sonra ikinci dünya savasında da yenilmiş almanyaya ya da dibimizdeki yunanistana bir de kendimize baktığımızda bu kanıya varmak çok da zor olmasa gerek.
ama işin bokunu çıkarıp ''ahh yüce atatürkün bıraktığı ülkeyi ne hale getirdik'' diye hayıflanmak güldürmek amacı taşımıyorsa eğer ancak cehalet göstergesi olabilir.1938 türkiyesiyle günümüzü mukayeseye başladığımızda öncelikle görüyoruz ki ilk paragrafta saydıklarımızın hepsinde bir ilerleme söz konusu. demokrasi gelmiş bi kere ülkeye, insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü (türkiyede bunlar elbette istenilen düzeyde değildir hala fakat bir karşılaştırma yaptığımızda açık gelişim inkar edilemez) azımsanacak şeyler değil tabi bunlar ; ''muasır medeniyetler seviyesi'' diyoruz ya işte o medeniyetin esaslarıdır saydıklarımız. sadece bu değerlere sahip olması bile bir insan için daha yaşanılabilir kılar o devri.
mukayesede kullanılan diğer parametrelere de baktığımızda mesela o zaman ağırlığımız vardı diyorlar. ne demek ağırlık ? kaç kiloyduk o gün bu gun kac kıloyuz? böyle soyut ispatlanabılırlıgı olmayan nesnel bir yaklasımla degerlendırılmesı mumkun olmayan kavramlarla bir sonuca varamayız. kaldı ki agırlık dıyorsun bak bugun sınırlarımız otesıne hem de abd nın kontrolunde bır yere operasyon yapıyorsun. ''abd ızın verıyor da yapıyorsun'' diyeceksin belki. peki ırak a girişinde destek vermediğin muttefıklıgınızın bıtme noktasına geldıgı abd nın,hem de ırak savası sırasında ve sonrasında abd yı bolgede en cok destekleyen kurtlerın ıstememesıne ragmen seni desteklemesi ağırlık değil midir? hadi yine bir karşılaştırma yapalım. atatürk olsa bundan fazla ne yapacaktı? savaş mı açacaktı abd ye ?
bir de özelleştirmelere bu gun ulkeyı satıyolar diyenler var. devletin ekonomik sistemde sadece vergi toplayan ve ilişkileri düzenleyen hukuki yapıyı oluşturan birim olarak var olması gerektiği
söylenen ve ülkemizinde kabul ettiği günümüz hakim düşüncesinde özelleştirmelere eleştiriyi ancak hakedilen bedel temin edilememiştir diye yöneltebiliriz.
sonra ülkeler arası ekonomik ya da siyasi etkileşimlerin ülkenin bagımsızlıgına bir zeval getirdiği düşünülmektedir kimileri tarafından. bu gun abd de kı devam eden resesyon surecınde tuketım mallarına olan talebın azalmasından dolayı cın krız korkusu yaşayabilmektedir örnegin. sen hıc bır dıs dınamıkten etkılenmeyecegın dıyorsan o zaman robınson gibi bir ada bulacaksın kendine istersen bi de cuma alırsın yanına ancak o şekilde dünyadan izole olur tam bağımsızlığını da kazanırsın.
günümüzde dış siyasete laf edenler var. kıbrıs meselesini halledemiyoruz kıbrısı veriyoruz diyenler. okul tarih kitaplarında yazmaz az bi zahmet etsinler araştırsınlar ''misak ı milli içerisindeki kaç yer verilmiş lozanda?'' diye.
fazla da uzatmak istemiyorum , verdiğim bir iki örnekle günümüz konjonktürünün ayrıca evrensel kabul görmüş değerlerin de hesaba katıldığı realist bir perspektiften konuyu değerlendirmenizde yardımcı olabildiysem ne mutlu bana. nihayet 1938 le 2008 in mukayesesi mümkün değildir arkadaşlar.
Atatürk'ün bıraktığı ülke kendisi için dikilmemiş bir elbiseyi giymeye çalışan birine benziyordu. Şimdiki ülkemiz ise kendisi için dikilmiş bir elbise arıyor çıplak bir vaziyette.
yokluklar içindeyken bile üreten bir toplum olma yönünde ilerlerken , sadece tüketen bir toplum haline dönüştük,üretim yapan yerlerimizi bile darma dağın ettik.
atatürk'ün zamanında turkiye içine kapanıktı , yok simdi açıldık global olduk düşüncesine sahip olabilirsiniz.ancak gelişmiş toplumlar ve ivmeli bir şekilde gelişen uzak doğu ülkelerine göz önünde tuttuğumuzda su gerçeği unutmayalım.bütün bu toplumlar globalleşmeden önce,açılmadan önce , kendi içlerinde üretimlerini yapmışlar , önce sanayilerini devletin de desteğiyle güçlendirmiş , güçlenen ekonomi daha sonra dışa açılmıştır.
zayıfsan dışa açılırsan sen ne üreteceksin.kendin üretmezsen, kendin yeni birşeyler yaratmazsan nereye kadar?
ülkeler ancak bu şekilde gelişmiş bugune kadar.amerika bile 20yy'ın ortalarından sonra koruma politikalarını azaltmış.bugun guney kore, koruma politikaları sayesinde dünya'nın hızlı buyuyen ekonomilerinden biri haline gelmiş ve ihracatıyla cok uluslu şirketleriyle dünyada yerini almıştır.
lafın kısası,gelişmek isteyen hiçbir ülke elindeki üretim yerlerini satmamalı,heleki yok pahasına hiç....
atatürk işte bunu görmüştü, o zamanki koşullarda devlet eliyle bir takım sanayi yatırımları yapmış onları destekleyen politikalar güdülmüş.. sonra kapanmış tabi hepsi birer birer (!)
belki şunu diyorsunuzdur..; ''bizi yabancılar kalkındıracak, gelecekler fabrikalar kuracaklar,içinde biz çalışacağız,milli gelir artacak ha bi de yanına hukuki devrimler,özgürlükler koyduk mu tamam olacak.. ''
hangi gelişmiş toplum bu yontemi izlemiş? biz ilk mi olacağız? umarım yanılmışımdır...
edit: üretmeden tüketmenin önüne geçebilirsek herşey çok güzel olacak.
butun kadinlarimiz ayseli goksoy gibi cumhuriyet kadiniydi, basini orten yok idi. var idiyse de .ot korkusundan kamusal alana cikamiyorlardi. butun kurtler turk'tu. ocalan'in dedesi diyarbakir chp il baskani, tayyip'in dedesi kasimpasa halkevleri sorumlusu idi.