hüsnü neşedenyana denetlemeleriyle meşhur bir bölgemizde askerlik görevini yedeksubay olarak icra etmektedir.vazifesi gereği tümen karargah subaylarından sayılan asteğmen hüsnü neşedenyananın (PDRM subayıdır halbuki ) nasıl olduysa (ilk silahı eline askerlikte almış olmasına rağmen) atıcılıkta üstün yeteneği olduğu ortaya çıkmıştır bu durum herkesçe hayretle beraber takdirle karşılanmaktadır. Olaydaki hayret verici unsurlar
a)Hüsnü neşedenyananın ellerindeki titreme seviyesinden ötürü sakarlık ve beceriksizlikte tescilli olması
b)Hüsnü neşedenyananın eski coca cola şişesi dibi kıvamında gözlükleri olması hedefleri hiç bir zaman göremeyişi sadece karaltıya ateş etmesi
Tümen komutanın denetleme sonrası fırçasında 100 e yakın karargah subayının karşısında (kurmay albaydan tutun da astsubay çavuşa kadar hemen her rütbeden bir sürü adam) hüsnü neşedenyanayı yanına çağırdıktan sonra eliyle göstererek ulan bu bile vuruyor siz vuramıyorsunuz diye fırçalaması.
şimdi sorularım:
beni mi övdü ?
onları mı yerdi ?
beni mi aşağıladı ?
onları mı aşağıladı?
Bir gün hiç unutmam diyerek başlayıp saatlerce süren ve anıları dinlediğinde bütün ömrün askerlikle geçtiğini düşündüren ve özellikle askeri terimlerden bihaber insanlara anlatıldığında muhteşem yoran, "bitsede gitsek" dedirten anılardır ki anıların en sıkıcısıdır.
bulgaristan sınırındayız inek bulgaristana kaçmış onu almaya gidiyoruz.Bizim komutanın yanında beş tane asker tam dolduruşta tüfekler.Karşı taraftan iki tane elinde sigara bulgar polisi geldiğini gördük.Bizim komutana
------meraba dediler
------komutan tercümana sordu;
------ne diyo la bunlar
------herkes yerde komutanım meraba diyo ne diyecek.
yazıcılık yaptığım yezahaneye bçvş gelir
a-oğlum şu listeyi şu puntoda yaz 2 çıktı ver.
b-emredersiniz komutanım.
yazı yazılır ama yazıcı bir türlü çıktıyı vermez
b-komutanım sanırım yazıcı bozuldu çıktıyı vermiyor.
a-nasıl bozulur lan taşakmı geçiyosun benimle yap şunu.
b-komutanım olmuyor,yapamıyorum.
a-ulan asker yap çabuk şunu hödö hödö höde.
kafam bi attı aldım yazıcıyı kucağıma açık olan pencereden yaklaşık 3 metreden bıraktım aşağıya,sonra koşarak bahçeye indim dağılan yazıcıyı kucağıma alarak komutanın önüne koydum.
b-komutanım yazıcıyı yaptım.
a-aferin asker.
b-sağol.
a-git biraz hava al çay falan iç.
b-emredersiniz komutanım.
5 dakka sonra elinde vizite kağıdı ile nöbetçi çavş gelir
hayırdır çavş dediğimde,komutanım emri var psikiyatri doktoruna gidicez der,
bede hakkaha içinde gidelim çvş derim olay 30 gün hava değişiminle son bulur.
namaz kılan bir çocuk vardı. ancak kıbleyi (bence) tutturamıyordu. çünkü deniz kenarındayız (malum akdeniz) ve bu çocuk denize arkasını dönüp öyle namaz kılıyordu. sürekli tartışıyorduk yanlış yaptığı hususunda.
(en güçlü argümanı da, "abi sen kısa dönemsin, namaz mamaz ne bilicen?")
bir gün çarşı izninde kıbleyi gösteren pusulalardan aldım. çocuğu çağırdım gösterdim kıbleyi.
verdiği cevapla şok oldum:
-abi bu bozuk. ben anamdan öğrendim. denize karşı namaz kılınmaz. sırtını denize verecen kıbleyi öyle bulucan.
benim jeton o an ancak düşebildi. çocuk trabzonlu'ydu. karadeniz'e sırtını verince tutturuyordu kıbleyi...
kizlarinda askerlik anilari vardir; asker sevgiliye mektup yazmak,hatta bir atki örmek.. ankesörlü telefonu mesgulken bile saatlerce kesintisiz aramak,sirf sevdiceginin sesini birkac dakika duymak icin duymak icin,sabah saat kurup ayni saatte kalkmak hergün,sirf ayni anda uyanmis olmak icin.. sadece erkeklerin degil,kizlarinda kendince "askerlik"anilari vardir iste..
orduevi olan mekanda, albay yeni gelen yetmeleri ip gibi dizmiş mesleklerine göre yerleştirmeleri * yapacaktır. herkese sırayla meslekleri soran albay:
-senin mesleğin ne?
+ben barmenim komutanım.
-tamam bu bar da dursun. senin mesleğin ne?
%benim marketim vardı konumtanım.
-bunu da kantine verin. senin mesleğin ne?
^kaporta boya komutanım.
-ulan sanayi mi burası, ne diye göndermişlerse bunu. neyse, iyi yumuşatırmısın kaportayı?
^evet komutanım.
-iyi açarsın yani.
^evet komutanım.
-o zaman senin için hamur açmak zor değildir. mantıcı yapın bunu da.
o arkadaşın askerliği bittikten sonra mantı evi açması, mantılarının da çok lezzetli olması da ayrı bir konu.
askerliğin bitmesine 5 gün kalmış, tatbikatlara katılamayacağımız için eğitime sokulmuyoruz kısa dönemler olarak. eğitime sokulmuyoruz da boş mu duruyoruz? hayır.
yüzbaşının emri ile yapılacak her işe kısa dönemler gönderiliyor.
10 adet kısa dönem gene bir amelelik işine doğru yollanıyoruz. x isim li komutan bizi 2 adet gruba bölüyor.
grubun bir tanesi boya işi için y isimli komutana , diğer grup ise un çuvalı taşımak için z isimli komutana yollanıyor.
z isimli komutan , kısalara soruyor "kaça kaçsın evladım?"
"337. kısa dönem komutanım!"
z:"hepiniz mi?
evet komutanım!
akabinden z isimli komutan bizim küfürbazlığı ile nam yürütmüş olan yüzbaşıyı arar.
z:komutanım , çuvalları taşımak için adam isemiştim.
yüzbaşı: evet gönderdim adam , gelmedimi ?
z:komutanım iyide bunların hepsi kısa dönem?
yüzbaşı:ulan o pezevenkler asker değil mi? taşısınlar a.k.
babamın 10 kere anlatmasına rağmen güldüğümüz anılardır...
yine bir gün niyazi paşayı resmi bir ziyaret için taşıyorum diye başlar anlatmaya... ( askerliğini 1964 de ankara'da paşa şöforu olarak yapmıştır)
tabii o zamanlar eski devir ;araba şimdiki kadar bol değil , kıymetli.. paşa şöforu olduğum için havam da yerinde.. bi gün ankara'dan eskişehir'e teftiş için paşayı taşıyorum , paşa da dışardan sert görünen ama aslında dünya tatlısı bi adam ,eskişehir'e yakın bana
" oğlum ben arkada oturmaktan sıkıldım yaw araba da maşallah canavar gibi gidiyor , geç bakayım biraz ben süreyim" dedi
"aman paşam nasıl olur ?" yanındaki diğer korumaları filan da "yapmayın" filan ama adam takmadı kimseyi ceketini kıravatını çıkardı geçti direksiyona ; eskişehir'e yakın bi yerde mola verdi ; yol kenarına çektik atıştıyoruz.. o esnada yakından geçmekte olan eskişehir vali yardımcısı arabayı görür ; hemen yaklaşır, tanışma faslından sonra :
-aman paşam haber vermediniz ; ağırlasaydık sizi !
-yav gerek yok ; biz iyiyiz bi mola verdik devam edeceğiz.
tabi vali yardımcısı hemen şehirdeki askeri birliğe durumu telefonla bildirir , "paşalar habersiz teftişe geliyor , hazırlanın" diye..
babam rica etse de yolun geri kalanında yine arabayı paşa sürmüştür , askeri birliğe giriş yapılır , tabii herkes hazır kıtadır
üst rütbeli komutan hemen arka kapıya asılır normalde arka koltukta oturması gereken paşanın kapısını açmak için :
-ben binbaşı ahmet güldüren ; hoşgeldiniz komutanım !! babam da ne olduğunu anlamış ama ne yapacak ?
-ben er yıldıray .... hoşbulduk komutanım ! babamın tabiriyle sikilmiş tazıya dönen komutan şiddetli ses tonuyla sorar :
-er mi ? paşa nerde ulan ?
-paşa önde arabayı sürüyordu ... komutan ağlamak üzeredir :
-ulan senin arabanı paşa sürüyosa sen kimsin genelkurmay başkanı mı ? ne oluyor lan burda ?
neyse durumu ön koltuktan gülerek izleyen paşa izah eder ; koca tabur önünde karizması çizilen komutan babama karartmıştır ama paşadan izinli olduğu için bi şey de yapamaz...
"ulan ; ne fena gülmüştük be ; paşa canı sıkılınca bunu anlattırırdı" diyen babam bize de her askerlik muhabbetinde bu anısını mutlaka anlatır.
askerliğin ilk günleri, öğle içtimasındayız. astsubay sordu: "aranızda berberlik yapabilecek kimse var mı" diye. elemanın biri atladı. "komutanım ben yaparım."
tamam dedi ve binaya yolladı onu. ardından da saçı uzun olanları seçip seçip berbere yolladı.
berberden ilk gelenin kafasından kıllar sarkıyor, ikinci gelen küfürler ediyor. üçüncü geldi, saçı karman çorman olmuş. ve nihayet berberim diye giden çocuk göründü ufukta. yanıma geldi, noldu lan dedim. komutan "siktir" çekmiş. sen bu işten anlamıyorsun diyerek. çocuk az mahçup, az kızgındı:
- "iki kişiyi daha traş etseydim öğreniyordum amk, komutan beklemedi ki." dedi.