aşkın metafiziğinde kadınları aşağıladı denerek görüşleri yok sayılmaması gereken filozof. kadınlara neden saygı duyulmadığını yalın bir şekilde anlatmıştır. kadınların yapması gereken bu adamın yazdıklarını "cinsiyetçi köpek" diyerek yok saymak yerine orada anlatılan kadınlara benzememektir. kadınlar eğer kendileri hakkındaki olumsuz önyargıları değiştirmek istiyorlarsa hem kendilerini geliştirmeli hem de hemcinslerini geride bırakmaya çalışmamalıdırlar. bunları zaten yapıyorsanız kadınlar hakkında yapılan genellemeleri düşünerek enerjinizi tüketmenize gerek yok.
Yanlış anlaşıldığını düşündüğüm yazar, filozoftur. Aşkın Metafiziğini ilk okuduğumda tek düşündüğüm net olarak kadın aşağılanması, nefreti gördüğüm fakat üzerinde düşününce bunların sadece nefretten doğmayacağını anladığım birtakım gerçeklerdi..
“Doğuştan gelen bir kusurumuz var; hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. Bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. Çünkü her adımımızda, ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. işte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür.”
schopenhauer kısmen bir kadın düşmanıdır. bu konuda da nietzsche ile pek çok benzer yanları var.
s.freud bu durumu şöyle açıklar; çocukluğunda annesinden beklediği gibi sevgi göremeyen erkekler kadınların da tıpkı annesi gibi kendisini sevmeyeceklerini sanır. evlilikten de nefret etmeye başlar.
schopenhauer'ın kadın düşmanlığı geniş ve oldukça derin. aslında bir kadın delisidir lakin tıpkı kadınlarla doğru düzgün bir birlikteliği olmayıp aşktan yana yüzü gülmeyen kafka gibi tüm aşkları hüsranla sona ermiştir.
kadın düşmanlığının çıkış noktası annesidir, kendi ağzından: "hasta ve sakat babam yatağa çakıldığında, eğer valide hanımın vermediği şefkati iyi yürekli sadık bir uşak üstlenmeseydi, aç ve susuz, ölüme terk edilecekti. babam, yukarıdaki katta yalnızlığın karanlığına kayarken, valide hanım aşağıdaki katta suareler verirdi. babam acılar içinde kıvranırken o eğlenirdi. işte kadınların aşkı!"
annesine olan düşmanlığı ve nefretini bu şekilde vurgulayan schopenhauer, babası intihar ettikten sonra sevgilisini eve alıp kendisini kapıya koyan annesine karşı son derece haklıdır.
belki de schopenhauer bu şekilde annesinden intikam almaktadır.
"Binaenaleyh, ancak doğru temeli, tamlığı ve mevcut duruma uygulanabilirliği kesin olan bir kavramın kılavuzluğunda eylemde bulunduğumuzda tarz-ı hareketimiz mükemmelen kesin ve güvenilirdir." diyen üstad.
Günümüz ergenlerince yanlış anlaşılan filozoftur. Ergenler bir kızdan yüz göremediklerinde ilk iş olarak bu adama sarılıp, kadınları gözlerinde küçültmeye başlarlar. Elliot rodger gibi gezerler sonra ortalıkta.
almanlar'ın 100 sene önce yaşamış filozoflarından. biz de halen kadir mısırlıoğlu gibi adamlarla neşrediyoruz. avrupa goethe, schopenhauer, hegel, engels gibi adamların açtığı yolda yürürken. biz daha arap militarizminden kurtulma çarelerini bulamadık.
atatürk'ün kurduğu cumhuriyetin amacına binaen minimal ölçekte de olsa muassır medeniyetlerde esamesi okunmuyor.
merak ediyorum da böyle büyük bir beyine sahip olan adam, acaba kadınlara olan tavrı ile ilgili olarak kendini de sorgulamış mıdır? Yani Schopenhauer olup da iki saçma bahaneyle geçiştirilemez bir konu bu.
mesela Freud babasının ölümünden sonra kendi üzerinde psikolojik analiz yapmıştı. fakat gel gelelim (bkz: bir puro bazen sadece bir purodur)
Gelmiş Geçmiş en büyük zekalardan biri. Aşkın Metafiziği kitabı kesinlikle okunmalı. Seksist deniliyor bu adama öyle mi? Kesinlikle seksist falan değil, realist. Sabahtan akşama birşeyler düşürürüm umuduyla kadın güzellemeleri yapan dallamalar ve aciz feminaziler siktir olup gitsinler. Adam, kadınların röntgenini çekmiş. Söylediklerinin hepsi doğru. Kuyruk acısı varmış, bak sen. Schopenhauer gibi bir zeka, bir veya birkaç kişiden yediği kazığı bütün bir cinse genelleyecek kadar sığ davranabilir mi? Adam, kadınlarla ilgili fikirlerini belirtiyor. Hem de dürüst bir biçimde. Sonuna kadar doğru söyledikleri. Kaldı ki düşünürlerin büyük bir kısmının da kadınlarla ilgili fikirleri aşağı yukarı aynı. Siz dallama Meriçler olarak yine kadını şaraba bilmemneye benzetmeye devam edin. Ama, Schopenhauer ve onun gibilerine de kadın düşmanı demeyin. Siz malsınız, onlar gerçekçi. Mesele bu.
Önceki hesabımda aşkın metafiziğinden alıntı yapmışım. Katıldığım noktalar haricinde şunu da belirtmekte fayda var.
nasıl ki carl jung, sırf çok çirkin bulduğu annesi yüzünden oedipus kompleksine hastalıklı bir karşıtlık sergilemişse, bu arkadaş da goethe ile fingirdeşen annesi yüzünden kadına yönelik saplantılar edinmiştir. bütün bir başarısız tırt erkek ordusu da bu meymenetsizi "kadınların kilidini çözen adam" olarak ilan edegelmiştir.
dünya biraz da anneleriyle anlaşamayan erkekler yüzünden böyle. özellikle sanayi devrimi sonrasında, babasıyla barış halinde annesiyle savaşan erkeklerden siyasetçi; annesiyle barış halinde babasıyla savaşanlardan şair olmuştur denebilir.
bazı vecizelerini okuduğunuzda felsefenin ne işe yaradığını, bir insanın bilerek hareket etmesi ile bilmeden hareket etmesi arasında nasıl devasa bir fark olduğunu, bilmenin ne büyük nimet olduğunu hissedersiniz.
ateist gibi görünse de stoacılara olan hayranlığını saklamaz.
severim kendisini.
'Hayatının son dönemindeki hiçbir insan, samimiyse ve bütün melekeleri yerindeyse, her şeyi yeniden yaşamak istemez. Bunu yapmaktansa tamamen yok olmayı tercih eder.' sözünün sahibi. insanın ne mal olduğunu bilen aşmış filozof. özetle, mecbur olmasam yaşamazdım.
Çünkü bütün aşklar, istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak, ayakları yerden kesik görünsünler, sadece cinsel dürtüde temellenirler: evet, hatta bu âşıklık hali, sadece daha yakından belirlenmiş, daha özelleşmiş, hatta sözcüğün en dar anlamıyla bireyselleşmiş cinsel dürtüdür. Bu görüşe sımsıkı sarılıp cinsel sevginin bütün o kademeleriyle ve ayrıntılarıyla, sadece tiyatrolarda ve romanlarda değil, aynı zamanda hayatta da; yani, yaşam sevgisinin yanı sıra, bütün itici güçlerin en güçlüsü ve faali olduğunu ispatlamış olduğu, insanlığın genç kesiminin enerji ve gücüyle birlikte düşüncelerinin yansını sürekli olarak meşgul ettiği, hemen her insan çabasının nihai amacı olduğu, en önemli meselelerde belirleyici etkiler yaptığı, en ciddi meşguliyetleri ve işleri her saat aksattığı, ara sıra en büyük kafaları bile bir süre için karıştırdığı, devlet adamlarının görüşmelerinin ve bilginlerin araştırmalarının arasına, bunları bozucu şekilde, ıvır zıvırını sokmayı aşk mektuplarını ve saç buklelerini ta bakanlık evrakının ve felsefi elyazmalarının arasına yerleştirmeyi arsızca becerdiği, aynı şekilde her gün en karmaşık ve en feci kavga dövüşleri körüklediği, en değerli ilişkileri bozduğu, en sağlam bağları koparttığı, kimileyin hayatı ya da sağlığı kimileyin de zenginliği, statü ve rütbeyi ve de mutluluğu kendine kurban seçtiği, hatta aslında merhametli ve dürüst olanları vicdansızlara o zamana kadar sadık olanları birer haine dönüştürdüğü; kısacası, bir bütün olarak, her şeyi tersine çevirmeye, karmakarışık etmeye ve yıkmaya çalışan kötü niyetli, düşmanca bir iblis olarak ortaya çıktığı bu gerçek dünyada da oynadığı önemli rolü incelersek, insan şöyle haykırmadan edemez: Bunca gürültü patırtı niye? Niye (bunca) itiş kakış, tepinme, korku, endişe ve dert? Sonuçta amaç, sadece her bir Mecnun’un kendi Leylası’nı bulması değil midir?
Ona göre bütün aşklar istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak ayakları yerden kesik görünsünler, sadece cinsel dürtüde temellenirler. hatta bu aşıklık hali sadece daha yakından belirlenmiş, daha özelleşmiş, dahası sözcüğün en dar anlamıyla bireysellemiş cinsel dürtüdür. iki sevenin birbirine gittikçe artan eğilimleri bile bunların meydana getirebilecekleri ve getirmeyi arzu ettikleri bu yeni bireyin yaşama isteğidir. onların özlem dolu bakışlarının buluşması esnasında bile bu bireyin yeni hayatı uyanır ve ahenkli, bileşimi iyi oluşturulmuş gelecekteki bir birey olarak varlığını duyurur. sevenler gerçek bir birleşme ve kaynaşma yoluyla bundan böyle sadece bu tek varlık olarak yaşamayı sürdürmek için tek bir varlık olmanın özlemini duyarlar ve bu özlem sonunda içinde her ikisinin de kalıtımsal özelliklerinin kaynaştığı ve birleştiği o tek varlıkta yaşama devam etmeleriyle gerçekleşir.
yani özetle, ruha vücut buldurandır diyor aşk için.
Belirli bir kışkırtma yokken bile, olmayan tehlikeleri aradığım huzursuz bir endişe hali içindeyim; bu durum benim için en ufak dertleri sınırsız derecede büyütüyor ve insanlarla ilişkiyi çok zor hale getiriyor.
Johanna Schopenhauer'den oğlu arthur schopenhauer'e yazdığı mektuptan bir kesit:
"Galiba ne istediğimi ve olaylar hakkında ne hissettiğimi sana açıkça söylemek en akıllıca şey olacak, böylece en başından birbirimizi iyi anlayabiliriz. Sana çok düşkün olduğumdan hiçbir kuşkun yoktur herhalde. Bunu sana kanıtladım ve yaşadığım sürece de kanıtlayacağım. Senin mutlu olduğunu bilmek benim mutluluğum için gerekli ama buna tanık olmam gerekmiyor. Sana her zaman seninle birlikte yaşamanın çok zor olduğunu söyledim...Seni daha iyi tanıdıkça bunu daha güçlü bir şekilde hissediyorum.
Bunu senden saklamayacağım: sen olduğun gibi kaldığın sürece senin yakınında olmaktansa her türlü fedakarlığı yapmayı tercih ederim... Beni en fazla tiksindiren şey yüreğinde değil; senin dışında, içinde değil. Fikirlerinde, yargılarında, alışkanlıklarında; bir anlamda üzerinde anlaştığımız dış dünyayla ilgili bir şey yok.."
'kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır.'
sözü uykuya dalmadan önce aklıma gelen filozof. mutsuz insanın uyku isteğini gayet net anlatmış.