schopenhauer abimizin şöyle bir sorusu gelir akıllara: 'şu dünyayı tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. çünkü, dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar.yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: "bunca mutsuzluğu ve bu üzüntüyü ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın? ' *
iskambil kartları hakkında yaptığı tespit takdire şayandır. canı sıkılan insan boş insandır çıkarımını yapmış altına imzamı atayım.
--spoiler--
Boş zaman, Ariosto'nun dediği gibi, cahillerin can sıkıntısıdır. Sıradan insanlar sadece zamanı geçirmeyi düşünürler; herhangi bir yeteneği olan kişi ise ondan yararlanmayı düşünür. Sınırlı kafaların, can sıkıntısına çok maruz kalıyor olmalarının nedeni, onların zihninin, istençlerinin konularının ortamı olmaktan daha fazla bir şey olmamasıdır. Bunun üstesinden gelebilmek için, istencin önüne, onu uyandırmak ve böylelikle bu konuyu kavrayacak zihnin de etkinliğe geçmesini sağlamak için, küçük, salt geçici ve gelişigüzel kabul edilmiş konular sürülür.
Bu konular, sözü edilen amaca yönelik olarak uydurulmuş, iskambil vb. oyunlardır. Bu oyunlar olmazsa, sınırlı insan çareyi eline ne geçirdiyse şıkırdatmakta ve tıngırdatmakta bulur. Sigara da seve seve düşüncelerin yerine koyacağı bir şeydir. Bu yüzden tüm ülkelerde, tüm toplumun baş uğraşısı iskambil oyunu olmuştur. Bu oyun topluluğun değerinin ölçütüdür ve tüm düşüncelerin iflasıdır. insanların birbirleriyle alışverişte bulunacakları düşünceleri olmadığı için, iskambil kağıdı alıp verirler ve birbirlerinin parasını almaya çalışırlar. Ah, acınası insanoğlu!
Nasıl ki en mutlu ülke az ya da çok ithalat yapması gerekmeyen ülke ise, iç zenginliği kendine yeten ve eğlenmek için dışarıdan az ya da çok bir şeye gereksinmeyen insan da en mutlu insandır; dışarıdan alınan pahalıya mal olur, bağımlılık yapar ve tehlike getirir, bıkkınlığa neden olur ve sonunda da, yerli toprağın ürünlerinin kötü bir ikamesidir.
--spoiler--
" Beraberinde getirdikleri umutlar ve korkularla akın akın gelen arzulara teslim olduğumuz sürece kalıcı mutluluğa ya da huzura hiçbir zaman kavuşamayız. "
nietzsche'nin üstinsan'ına benzeyen bir aforizması vardır.
--spoiler--
insanlar birbirlerine verip alacak düşünceleri bulunmadığı için, iskambil kağıdı alıp verirler ve birbirlerinin parasını almaya çalışırlar. Ah, acınası insanoğlu!
--spoiler--
acınası insanoğlu kısmına girmeyen insanlar nietzsche için üstinsan dır.
düşmanı hegel ile aynı başlangıcı yaparak Kant'ı etüt ederek yani felsefesini oluşturmaya çalışmış olan filozoftur. hegel'in akılcı felsefesine ters olarak o, iradeyi işleyerek belki de çağdaş psikolojinin temellerini oluşturmuştur. hegel'in felsefesi her ne kadar kurgusal olarak hayranlık verici olsa da tutarlılık olarak Schopenhauer'in onu geride bıraktığını da itiraf etmekte fayda vardır. üniversitede hocayken rakip olduğu ünlü hegele karşı ilk raundu kaybetmiş olsa da özellikle psikoloji alanında kalıcı etkisi olarak düşünüldüğünde tüm hegel hayranlığıma karşın bence maçı kazanmış kişidir.
annesinden nefret eder hem de öyle böyle değil bu yüzden ünlü kadın düşmanları arasında yerini almıştır. aşkın sadece türlerin devamlılığı konusunda olduğunu söyler yani aşka inanmaz.
arthur schopenhauer ne diyor bak ''yarabbül'alemin ne kadar güzel yaratmışsa şu böcekleri ufak bir veled ezebiliyor ama mahallenin bütün bilim adamları toplansa bir böcek yaratamıyor'' diyor. adam bildiğin müslüman. ezan almanca olsun demeyecekti işte orda hata yaptı ama. gott ist ein gott ist ein ne lan ?! öyle ezan mı olur rammstein parçası gibi.
Arthur Schopenhauer, 22 Şubat 1788'de Danzig'de dünyaya gelmiş, 21 Eylül 1860'da Frankfurt am Main'de hayata gözlerini yummuş Alman bir filozof, yazar ve eğitmendir. Aynı zamanda Kant'ın en en çok değer verdiği öğrencisiydi. Schopenhauer, Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir ve dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkatleri çekmiştir.
--spoiler--
aşık olan herkes sonunda zevke ulaştıktan sonra olağandışı bir düş kırıklığı yaşayacaktır; ve bu kadar büyük bir özlemle arzuladığı şeyin diğer cinsel tatminlerden daha fazla bir şeye neden olmadığını görüp şaşkına dönecek, böylece kendisini bu ilişkiden fazla yararlanmış olarak görmeyecektir.
--spoiler--
'Ben kalabalıklar için yazmadım. Çalışmalarımı, zamanın seyrinde nadir rastlanan istisnalar olarak ortaya çıkacak düşünen bireylere miras bırakıyorum. Onlar da benim gibi ya da gemisi batıp ıssız bir adaya çıkan ve kendisinden önce aynı sıkıntıları yaşayan birinin izlerinin, ağaçlardaki bütün papağanlardan ve maymunlardan daha fazla teselli sunduğu bir denizci gibi hissedeceklerdir.'
Schopenhauer
Schopenhauer'ın Goethe ve Shakespeare'den yaptığı özenle seçilmiş alıntılar, bahsedilen güçlü ve iradeli insanı öngörür, yani teslim olmayan insanı. Burada onun felsefesinin bir diğer baskın yönünü daha keşfedebiliriz, Yazgı ve Onun Karşısında Takınılan Tavır; Schopenhauer felsefesinin mihenk taşlarından biri olarak bu konu, yazgısını kabullenen insan ile bu yazgıyı en az acıyla yaşamaya çalışan mücadeleci insanın farkını en iyi şekilde açıklamaya yeter de artar bile.
Hayatı çekip çevirme bağlamında mutluluğu yakalamanın felsefesini yapan Schopenhauer, eserlerinde sürekli bu mesele üstünde durmuş ve bu mutluluğun hangi içgüdülerle sağlanabilineceğini sürekli vurgulamıştır. Schopenhauer'a göre bu içgüdüler hayatı yeniden anlamlandıracak ve bu anlamlandırma süreci mutlulukla sonlanacaktır.
Böylece hayatı bir yerde pragmatize eden Schopenhauer, hayatın üstesinden gelme ve (bireysel) mutlu olma öğretisini, tüm seçkinliğiyle güruha değil, farklı yaratılmış insanlara armağan ediyordu. Çünkü ona göre farklı yaratılanlar farklı acılarla boğuşmaktaydı, bu yüzden var oluş eksenindeki kurtuluşu sadece bu insanların hak ettiğine inanıyordu.
Peki, kimdi bu insanlar? Schopenhauer'a göre bu insanlar neden farklıydı ve neden biricik kurtuluşla müjdelendiler? Schopenhauer bu insanları sanat, şiir, edebiyat veya tiyatroyla uğraşan yaratıcı ruhlar olarak niteliyordu. Kısaca özgür iradeleriyle yaratan ve düşünen ruhlar; O tam bir sanat ve sanatçı âşığıydı.
Schopenhauer eserleri, edebi üslubun ve felsefi ciddiyetin estetik buluşmasının bir gösteri alanıdır. Bu özellikleriyle bir edebiyatçı, şair hepsinden öte sanatçı bir dehaya sahip; kurtuluşu bu uğraşlarda arayan bir filozoftu.
Bu konuda şunları söyler;Sanat eseri bize gerçekten hayatı ve şeyleri hakikatte nasılsa öyle (gerçekte olduklarıyla haliyle) göstermeye çalışır, fakat hayat ve hayattaki şeyler nesnelle öznel olumsuzluklarının sisi nedeniyle herkes tarafından doğrudan kavranılamaz. Sanat bu sisi dağıtır.
Sonuç olarak; Schopenhauer felsefesi, nesneler dünyasına dalan bir ruhun evrendeki oluşları seyrederken karşılaştığı
karamsarlığı ve yaşadığı acıyı en aza indirgemeyi amaçlayan bir misyona sahipti. Bu yüzden ölümcül ve ayartıcı bir üslubu vardı ve beraberinde getirdiği estetik kurtuluş da onun felsefesinin en cazibeli tarafıydı.
Alıntı: felsefe hayat(Schopenhauer felsefesi)
schopenhauer genel olarak baktığımızda karamsar ve hayatın anlamının olmadığı aslında insan hayatının başından beri hata olduğunu savunan bir filozoftur. ama fazlaca karamsardır dediğim gibi kendi hayatındanmıdır bilinmez harika tespitleri olduğu su götürmez bir gerçektir.
--spoiler--
dünyanın nihai amacı olsaydı, bugüne kadar belirlenmiş en anlamsız, en saçma amaç olurdu bu.
--spoiler--
Schopenhauer'un etkilendiği düşünür, yazar, şair ya da en güzeli hayat sanatı ustası Goethe'dir. Nietzsche de bir gün yerden bulduğu bir kitapla Schopenhauer'u tanımıştır, sonradan fikirleri değişse de, çok etkilenmiştir. Yani etkileme zinciri Goethe-Schopenhauer-Nietzsche şeklindedir.
Goethe ile zaman paylaşmışlığı da vardır, onun karanlık, karamsar hallerini gören Goethe şu cümleyi, şairane mısraları döktürmüştür:
'Willst du dich des Lebens freuen,
So musst der Welt du Werth verleichen.'
'Keyif almak istiyorsan hayattan,
Değer vermelisin dünyaya.'
(Goethe'den Schopenhauer'e)
(lütfen uzun diye devamını okumamazlık etmeyin, belki de bu satırlardan sonra tüm hayata bakışınız değişecek ve yeniden doğacaksınız... iddia ediyorum...biraz sabır...)
Schopenhauer Goethe'yi örnek almış, ona çok değer vermiştir. çünkü akıla, güzelliğe, estetiğe, sanata değer veren bir zekası, zevki; yeri geldiğinde ilham alan, bir ruhu vardır. Varolmanın Acısı'nı okuyan insan yüzeysel bakışda karamsar bulabilir ama derine indikçe tüm söylenenlerin doğru olduğunun idrakına varıp, gerçeği kabul eder ve bundan başlar gerçekten duyumsayarak, farkında olarak ve tad alarak yaşamaya. Üstadın dediği gibi: '...Böyle bir insan, yaşamı boyunca, başına nasıl talihsizlikler gelmiş olursa olsun, kendi payına düşenle ilgilenmekten çok, bir bütün olarak insanlığın payına ne düştüğüne bakacak ve acı çeken biri gibi değil bilen biri gibi davranacaktır.'
insanın var olma acısını irdelemiş, aşkın metafiziğini çözmüştür Schopenhauer.(Wille zum Leben) Yaşam iradesini tanımlar; insanın doğasında var olan bir hayatta kalma ve üreme güdüsüdür.'der ve ekler; ' Aşk, yaşam iradesinin ideal eşi(soyun sağlıklı devamı için gerekli eşi) keşfedip, bu bilgiyi bilincimize iletmesinden başka bir şey değildir.' Kalp acısı çeken veya neden şu adama-kadına aşık oldum diyen insanı belirsizliğin çıkmazından kurtarmış, ailenin, toplumun dayatmasına karşı göğüs gerebilecek zemini oluşturmasını sağlamıştır. Ne binlerce yıldır genlerine kodlanan doğanın buyruğuna, ne doğduğundan beri kafasına işlenen toplumun buyruğuna boyun eğmek zorunda değildir insan. Kendi istediği yani, gerçek bir ilişkiyi, karşılıklı ruhları besleyici bir ilişkiyi seçme, dayatma dışı bir eşle mutlu olma hakkına sahiptir artık. Tabi içgüdülerimizi aldatamayız ama farkında olursak tuzağına düşmez ruhumuzun mutlu olacağı eşi içgüdülerimize cazip gösterebiliriz. Başlangıçda zor olsa da zamanla başarılır. Schopenhauer'un şu sözü akıldan çıkmamalıdır: 'Gelecek kuşak, şimdiki kuşak pahasına yaratılır.'
Sanata çok önem verir.'Sanat da felsefe de, farklı yöntemler kullanmasına karşın aynı amaca hizmet eder: ikisi de acıyı bilgiye dönüştürür.' der. ve ekler 'En büyük sanat yapıtları bizim kim olduğumuzu bilmeksizin doğrudan bize seslenen yapıtlardır.' 'Sanatın özü şudur: Sanatta ele alınan bir tek durum üzerine söylenenler aslında binlerce durum için geçerlidir.' Sanata o kadar önem verir ki sanattan zevk alan, adeta sanatla nefes alan insanları özel, ayrı bir kategoriye koyar ve asıl bu insanların zekalarından, estetiğe, güzelliğe verdikleri değerden ötürü bu dünyada yaşamaya daha doğrusu hakkını vererek yaşamaya hakkı olduğunu savunur. Tabi bu insanları da sıradan çoğunluğun anlayamayacağını da belirtir. Bu saptaması çoğu sanat aşığı bünyede 'işte sonun da beni anlayan benim sanatsız nefes alamama durumumu anlayan biri' diyerek sevindirik olmasına neden olur *
Büyük insandır, yeri gelir sanatı icra eder, flüt çalar *, sanata, zekaya, güzelliğe değer verir. Ama yaşlılık döneminde tüm felsefesine rağmen kayık gezintisi yaptığı kendisinden bir hayli küçük güzel bir hanımkızımıza gönlünün kaymasına mani olamamıştır, çıtır dilber bunu anlayınca, bundan hoşlanmak ne kelime korkmuş ebediyen üstadın hayatından çıkmıştır. Artık bu duruma ister andropoz( yani o yaşta kaçıncı andropozsa...), ölmeden önce son çılgınlık... ya da işte güzelliğe tam anlamıyla değer verme durumu...diyebilirsiniz...istisnalar her zamanki gibi kaideyi bozmaz, diyerek saygı ve sevgilerimizi iletiyoruz üstada. Kendini, doğasını, çevresini anlama derdinde olan bireyin hayatında çığır açmıştır, büyüktür, yeri özeldir.
Sözlerimize son verirken üstadımızın yine güzel bir deyişiyle bitirelim ve mümkünse bunu kulağımıza küpe yapalım...
'En büyük zevkimiz takdir edilmektir; ama her nedense, bizi takdir edenler takdirlerini, ifade etmek konusunda pek de istekli davranmazlar. Demek ki en mutlu insan, hangi yolla olursa olsun, kendini içtenlikle takdir etmeyi başarabilen insandır.'
Schopenhauer
Üstadın sözüne uyarak, hepinizi, tüm güzel insanları ve kendimi içtenlikle takdir ediyorum ve mutluluktan uçuyorum...
sayfalarca okuyasım, saatlerce derste bu adamın felsefesini dinleyesim var şimdilerde.
"dinler ateşböcekleri gibidir: parlayabilmek için karanlığa gereksinim duyarlar. tüm dinlerin koşulu yaygın olan belirli bir derecede cehalettir. ki sadece bu havada yaşayabilirler ancak."
"Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü dünyanın sefaleti yüreğimi parçalar. Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: bunca mutsuzluğu ve bu üzüntüyü ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın?"
adı, "ingiliz adı olduğu" için paragöz babası (tüccar bir sülaledirler efenim) tarafından daha doğmadan konmuş (çünkü o dönem ingiltere korkunç bir yükseliş içerisindedir, o dönem 18.yy'dir); sonra anne karnında ingiltere'ye gitmiş; annesinin, "cilveli" tavırları nedeniyle krizden krize, renkten renge savrulan babası tarafından daha bikaç ay olmadan danzki'ye doğru tekrardan yollara düşürülmesi sonucu doğumu danzki'de gerçekleşmiş; değişik bir babaya (ve dahi anneye) sahip değişik insan.
"yetenek, başkalarının ulaşamadığı hedefi vuran nişancı gibidir; dahi ise başkalarının göremediği bir hedefi vuran nişancı..." şeklinde akıllara zarar bir cümle döktürmüştür tarihe.
schopenhauer, potansiyel olarak aktif anlamlar taşıyan iki entellektüel beceriyi yani aklı ve anlayışı birbirinden ayırmıştır. anlayış, bakmayı kavramsal ve terimsel olarak düşünebilme sonrasında içinde barındırdığını temsil etme yetisidir. akıl ise buna karşılık, baktığıyla kendini doğrudan doğruya belirsiz; bir insanın ne kadar hızlı veya güçlü olabileceğini bilebilmek, bir gürültünün nedeninin ne olabileceğini veya bir mızrağın hedefine varması için hangi açıyla ya da hangi güçle fırlatılması gerektiğini tahmin ve hesap etmek şeklinde muhakemelerin içinde bulur.
-dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiçbir şeyi olmayandır.
-tüm istekler ihtiyaçtan, dolayısıyla yoksunluktan, dolayısıyla ıstıraptan doğar.
-yıkmak düzeltmekten, yalan söylemek ispatlamaktan daha kolaydır.
-herkes kendinde eksik olanı sever.
-her mesele kabul edilene kadar üç aşamadan geçer: ilkinde gülünç duruma düşürülür. ikincisinde ona karşı mücadele edilir. üçüncüsünde tabii sayılır.
"aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker...nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre oynar. bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi". schopenhauer