bugün

eğer akşamları artık düzgün yemek yiyemiyorsanız.
akşam işten gelip de apartmana girdiğimde komşulardan gelen güzel yemek kokularından sonra mutfaktaki boş tencerelere bakarken.
(bkz: kantinde kahvaltı yapmak)
odada, yatağımda yatıyordum.
sabahın ilk ışıkları pencereden içeri süzülürken, uyanmak ile uyanmamak arası milimetrik olarak açıktı gözlerim.
derken ''çattt'' diye oda kapısı açıldı. annem uyandırma konusunda oldukça patavatsızdır, ya odaya süpürge ile girer ya da bağırarak...
odaya girdi ve ''nergis, çok üşüyorum annecim, kaysana yanına yatayım, dondum'' dedi. bir elimde battaniyeyi hafifçe kaldırırken, diğer kolumu da yay şeklinde konumladım. koluma başını koyacak, ben de onun üstünü örtecektim, sarılıp uyuyacaktık...
uzandı yanıma, koydu başını koluma, örttüm üstünü, sarıldım... gerçekten üşümüştü...

gözlerimi bir anda büyük bir tedirginlikle açtım ve odaya dikkatlice baktım. az önce her şeyi yaşadığım odadaki her ayrıntı, şu anda içinde bulunduğum odadaki her ayrıntı ile aynıydı. güneş ışıkları halen hafifçe içeri süzülüyor, ayağımdan çıkardığım terliklerin biri hala ters olarak yerde duruyor, odadaki geri zekalı saatin tik tak sesi hala duyulabiliyor; kolum hala bir hilal şeklinde açık, yorgan hala aynı açı ile örtülü, vücudumun tek tarafı hala soğuk...

bir tek o yoktu...
ama yatağımda dirseğini koyduğu yere karşılık gelen hafif çöküntü bile vardı.
tedirgin oldum.

yaşadığım rüya mıydı gerçek mi?
bir yıl önce kalbimi parçalayarak, her kemiğimi tek tek kırarak, ağzımdan burnumdan kan kusturarak, bir kerede, acımasızca, dakika tereddüt etmeden ölen annem yok.

ruhumu içimden söküp giden annem yok...

doğruldum, bir sigara yaktım...
ağlayamıyordum.
midem bulanıyordu.
o an ölsem inan fark etmezdi...

varlığına alışkın olduğun şeyin yokluğu daha bir fazla koyar ya, burda konu şey değil ''anne'' olunca, adamın nefesi düğümleniyor.
yaşayamıyorsun, yapamıyorsun, yarım kalıyorsun; o kitabın son sayfası yok, o hikayenin bir sona kavuşması imkansız...
yarıda kalıyor her şey, tamamlanmamak üzere...

bu anlattığım, o anlardan sadece biriydi.
her gün yüzlerce ayrıntıda serbest çağrışımda boğulmak diye bir şey var.
hiç bir kokuda onu bulamamak diye bir şey var.
yüzünü unutmak ama mıh gibi aklında da tutmak diye bir şey var...

şimdi söyler misiniz niye bu dünyayı seveyim, ne için ümit edeyim, neden hayal kurayım...
ölümün olduğu yerde daha gerçek ne var?

tanım: kesinlikle eksik bir şeylerin olduğunun hissedildiği anlardır.

(bkz: ben bu yazıyı anneme yazdım/#21444496)
uzak yaşarken hasta olmak...
sesini duyabiliyorsan hala o hep yanındadır.
giyinip dışarı çıktığınızda, "kahverengi pantolonun üzerine lacivert gömlek giyilir mi lan mal" lafını duyduğunuz an.
görsel
Ateşin 40'a çıktığında adını sayıkladığın insandır.
"Kimse beni sevmiyor diye bağırdım, annem içeriden ben daha ölmedim dedi." Cemal Süreya.
babanızın öldüğü zaman da, size her konuda destek olan kadın, bir kenara çekilmiş kendi acısını içinde yaşayıp bu konuda destek olamıyorsa anlarsınız. yapayalnız kalmış hissedersiniz kendinizi.. ne ana ne de baba yoktur o anda. kendi sıkıntınız içinizdedir. paylaşamazsınız...
-karnındaki çan sesi.
yanında olmadığı her an yokluğunu hissedersin. yanında olmasını istersin ama yapabilecek birşey yoktur. özler durursun oda seni uzaklar da özler bilirsin hissedersin ama yapabileceğin tek şey zamanın geçip gitmesini beklemek ve tatilin gelmesidir.
kompozisyon ödevlerinde anneni anlatmanın istendiği anlardır. hocalarda ya beyin yok ya vicdan bence ikisi de yok. zaten tüm öğretmenlerden nefret ederim. sanırım istisna yok. bunu okuyan geri zekalı öğretmen arkadaş mal adam annesinden uzak kalmış ya da annesi vefat etmiş bir çocuğa anneni anlat dediğin o üzülüyor geri zekalı.
Hani o sabah sıcak yataktan çıkarsın ya karnın kazınmış durumda garip sesler çıkarır ya ekibi yüzünu yıkadıktan sonra boş masaya bakıp güzel bir kahvaltı hayal edersin ya , işte o andır.
ağzın ortasına sağlam bir uçan tekme yenildiği an.
Koydugun yerde bir şeyi bulamadigin andır.
kahvaltı hazırladım ben. yataktan gözleri.açılmamış gibi kalkıp kahvaltı hazırladım. sabah sabah hastaneye gidilir mi minik kuş? ne olur dön geri bu gidişle mantı açıyor olacağım.
şüphesiz ki öğrenci evinde yemek olmadığı andır.
her an hissedersin. keşke aynı şehirde yaşayabilseydik, dersin. senede 3 kere ancak görürsün.
evin dağınık hali, yemek yapanın olmaması, bıktım senden diyen birisi yoksa, annenizin yoklugunu hissettiğiniz andır.
hani canın terlik yemek ister de fırlatan olmaz ya, o terlik bile bir sevgi bağı gibidir anne çocuk arasında.
Cok hastasindir, ev arkadaşın yanina yaklaşır:
-ayy canim baya kötü görünüyorsun bi corba yapsana kendine der....
öküz dersin, kalkabiliyor olsaydım yapardım...
Annem olsaydı su an iylestirirdi beni diye düşünürsün sonra.
Yaşın kac olursa olsun Annelere hep ihtiyaç vardır.
acıktığımız anlardır.
Çok hastayımdır, hiç düşmeyen ateş, titreme, halsizlik bir ton şey ile uğraşıyorumdur. Kalkıp su içmeye halim yoktur. Tam 5 gün boyunca kapım hiç çalınmaz. Annemin yokluğunu çok pis hissederim, bi yandan da insan bi haber almaz mı diye küserim. Uzun süre de tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış şeklinde yaşar gideriz.