hayatımın en azından bir 3 yılında daha merkezime koymak zorunda olduğum, gün be gün beni yıkan, yerle bir eden, adam gibi bir kırıntı bile bırakmamaya and içmiş olan...
cankaya belediyesi ile melih gokcek arasinda hic olan evim.
1 agustos itibariyle akay kavsagi kaatilacakmis, alt gecitlerden arac gecmesine izin verilmeyecekmis. neden? cunku imara uygun yaptirmamis melih amca. bunu kim farketmis? cankara belediyesi.
yahu kardesim kavganiz sayesinde trafigin icine edeceksiniz, farkinda degilsiniz.
yağmur dönerken kara yavaşça süzülenler yola
araba dolusu bi tuhaf seven şarkılar çalan söyleyen
sevenlerden biri ben arkada bıraktığım sen
kim olduğunu biliyorsan söyle sen
ah yağmur dönerken kara şarkılar var falımda
hepsi sana (hepsi sana) bu gece ankara
ah yağmur dönerken kara yine yol var falımda
ister özle yok istersen hiç hatırlama
sokaklar dolusu şekerli kar kokusu
tunalıda gezinirken bizde bir kahvaltının tutkusu
acıkanlardan biri ben arkada bıraktığım sen
kim olduğunu biliyorsan söylesen
ah yağmur dönerken kara şarkılar var falımda
hepsi sana (hepsi sana) bu gece ankara
ah yağmur dönerken kara yine yol var falımda
ister özle yok istersen hiç hatırlama
ah yağmur dönerken kara şarkılar var falımda
hepsi sana (hepsi sana) bu gece ankara
ah yağmur dönerken kara yine yol var falımda
ister özle yok istersen hiç hatırlama *
anneme göre bu şehre dair ilk anım, 2-3 yaşlarımdayken tunalı hilmi'de bebek arabasında dolaştırıldığım sırada yanımdan geçen insanların ayaklarına dehşet içinde bakmammış. evet, onlar hızlı hızlı geçerken ben gözlerim faltaşı gibi açık, bütün ayaklara bakmaya çalışmışım. herhalde hiç bu kadar ayağı bir arada görmediğimden olsa gerek, bakarken kendimden geçmişim.
yolları denizi bulmasa da, o deniz kokusu ciğerlerimize dolamasa da hiçbir şey yoksa iki sokak ötesinde kalbimin bir yarısı olduğu için bırakıp gidemediğim gitsem başka yerde tat bulamadığım şehirdir. her yanıyla alıştığınız ve başka yerde cidden yokluğunu hissettiğiniz insanlarıyla, mekanlarıyla, alışkanlıklarla uzakta da kendisini hatırlatan şehirdir. içine çocukluğumuzun bir kısmı gömülmüştür; atılan goller, alınan meybuzlar, ilk küfürler, ilk kavgalardır ankara..
kilometrelerce uzaklaşın ve hatta kaçın buradan, yine hissedersiniz yokluğunu, sırtında 'anti x' yazan simitçileri özlersiniz, bakanlıklardan meşrutiyete geçen köprüden geçerken tımarhanede olduğunuzu hissettiren o oyuncaktan çıkan sinir bozucu sesi özlersiniz, özlersiniz de özlersiniz... sonuçta o ankaradır. soğuktur belki, ruhsuz durur ama içlidir, susar da geceleri ağlar.. onun gözyaşlarını gece duvarlarından toplayanlar anlar..
gençlik ve spor il müdürlügü'nün ve sümer holding binasının ulus'u kirlettigi şehir.*
ayrıca inişli çıkışlı yollarıyla bir san fransisco görüntüsü oluşturmaktadır.
150 küsür günlük askerliğim sırasınca, mamak, mebs, kara kuvvetleri komutanlığı nda kol gibi bir askerlik, bentderesi ni bolca ziyaret eden, sivri burunlu asker arkadaşlarım, yürüyen kravatlı ordusuyla, yarısının askerden oluştuğunu düşündüğüm bir popülasyon; yedinci cadde, güven park, meşrutiyet caddesi ve kızılay olarak aklımda ye edinecek olan, güzel ülkemin ilginç başkenti.
şimdi uzun uzun bir şeyler karalasam biliyorum ki söversiniz. mühim değil.
bu şehre yerleşmek üzere ilk geldiğim günü çok iyi hatırlıyorum, şaşırdınız di mi lan.
annem sarıldı, öptü, ağladı, kendine iyi bak, insanlara güvenme dedi gitti. hamurumdaki kazmalık cümlenin sonunda saklı. konuyu dağıttık yine lan. neyse.
evet ilk geldiğim gün. üniversiteye başlıyorum ama yaşım epey bir küçük. insan o yaşta liseye başlıyor lan. neyse abartmayalım 16 yaşıma girmişim. gözüme ilk takılan takdir edersiniz ki duvarlardaki devasa i melih gökçek posteri oldu. moralim bozuldu. 18 tercihten sadece 2 tanesi ankarayken, nasıl oluyor da burdayım dedim kendi kendime.
sonra zamanla ilk ankara travmam olan gökçek posteri sorununa çözüm buldum. yürürken rastlarsam sakızımı balon haline getirip o baloncukları göz kısmına yapıştırdım. evet melih, onların hepsini ben yaptım. ayrıca belirteyim sırf bu amaçla yanımda kutu kutu sakız taşıdım, inkar edecek değilim.
zamanla alışmaya başladık şehre söve söve de olsa. o ikileme başka bir şey esasında ama, anladınız söyletmeyin.
yeni insanlar, tanımadığın yüzlere aşina olmaya başlama, ergenlik tabiriyle ortamlara akma. ikinci travmam da tam bu mevzu üzerine zaten. ilk bir senemde her mekana girişte sıkıntı yaşadım. hayır yaş 16 ama görüntü 13 öyle bir fena durum. sıçmışım sıvıyorum yani. hiç unutmam en çok da saklıkent duman konserine giremeyince üzülmüştüm lan. hayır neyine senin o yaşta saklıkent demedi kimse tabi, bilet de elimde patladı. şimdi s.kseler gitmem o ayrı. yine büyük konuştuk, neyse unutun son dediğimi.
zamanla çevresi sabitleşiyor insanın, hoş. insanları tanımaya çalışmaktan yorulmuş bünye artık cebinde hali hazırdaki dostlarla yaşamını idame ettiriyor, o daha da hoş. zuhal olcay'ın ankara da aşık olmak zor deyişinin sebebini anlıyor insan. ankara soğuktur. ankaralı'ya aşık olmak üşütür.
geçiyor biraz zaman. burnunu nereye soksan bir tanıdık çıkmaya başlıyor. selamlaşmalardan zevk almaya başlıyorsun.
favori mekanların oluyor. misal su'dem diye bir mekan vardır, kıymetlidir benim için. o mekanın binasını yıkan çankaya belediyesi'ne de yeri gelmişken ayrıca sövmek istiyorum. o binayla birlikte anılarımı da yıktınız lan!
yılmaz erdoğan'ın ankara şiirini dinledikten sonra ankara'yı en çok kış mevsiminde sevmeye başladım. üşüdüm, sarıldım. kulağımda kulaklık mp3te yılmaz erdoğan, yanımda güvendiklerim çok yürüdüm. en kötü sesimle yükseklere çıkıp bağırdım, çığlık attım, rahatladım. konur sokakta eylemlere katıldım. her ergen gibi yüksel'deki heykellerle konuştum. güven parktan geçerken hep arkayı kolladım. herkes gibi kızılay'daki çevik kuvvetten laf yedim.
11'de biten otobüsler yüzünden tüm sermayeyi hep taksicilere harcadım. varlığından asla yoksun olmayacağımı bildiğim gerçek bir dost edindim. ankara'yı en çok onunlayken sevdim. meclisin önündeki parkta inadına karl marx okudum.
belki istanbul gibi tapılacak, izmir gibi aşık olunacak bir şehir olmadı ankara hiç.
tapılan anıların yaşandığı, şahsi kıymetler üzerine kuruludur ankara. her bir kaldırım taşındaki gülümsetecek hatıralarına aşık olur insan, kendisine asla.
hem bir öğrenci için en idealidir, dağıtılan zibilyon bildiriyle senelik defter ihtiyacı karşılanır. vallahi, denedim bizzat. lakin konur'da her uzatılan bildiriye atlamanız gerekiyor, es geçmeyin.
son olarak:
simdi ve sonra
ne zaman ankara'ya kar yagsa
elim gönlüm,
çocuklugum buz tutar. *
''hacı burada deniz yok yeaa'' diyen kara balıklarının hışmına uğrayan kent. gelmeyin o zaman arkadaşım bu kente. yalnızlığıyla bırakın bu kenti. bu kentin bok atacaklara değil seveceklere ihtiyacı var. ondan değil mi zaten: ''ankara'da aşık olmak zor iki gözüm.''
gri şehir, resmi şehir, kravatlı şehir tarzında benzetmelere hedef olmuş, aslında sonbaharın en güzel geçtiği yerlerden biridir ankara. melankoliyi bünyeye öyle işler...
türkiye'nin yönetim merkezidir.*bünyesinde bir çok üniversite, kurum, bakanlık, askeri birlik komuta merkezleri, konsolosluklar barındırır. öğrenci ve memur çoğunluğu vardır. yönetenlerden öte gelen yolları, havası, bilindik caddeleri, kokusu özellikle merkezi kızılay ve ulus civarı bir türlü doğru yola sokulamamaktadır. büyük bir toplu taşıma çilesi vardır, bir başkente yakışmayacak bozuk mimariye sahiptir, kültürel faaliyetleri çok göze çarpmaz çünkü insan kültürü alacak yere çıkmaya gidemez bir türlü, midesi bulanır, kalabalıktan, gürültüden, sıkıntıdan sürekli sevgili belediyesine ve sayın başkana öpücük yollar. bir metro var bu şehirde hiç bir yere gidemezsin, çünkü bitmez asla, hep aynı afiş asılıdır üstünde ve gülümseyen öptüğümün başkanı ''hızla tamamlıyoruz'' der on yıla yakın zamandır hep aynı masal başlangıcını tekrarlar. aslında yıldızlar bile çok uzaktır bu şehirde geceleri, dilek bile tutmana izin vermezler öyle az parlarlar ki ama olsun en büyük aydınlığın kabrine istediğin zaman dokunursun, anıtkabir yanındadır ve her şeye yönetenlere ve yönetilenlere rağmen ankara'yı seversin işte atanla aynı şehirde uyuduğunu biliyorsun, ayrıcalıklısın diye.