tasavvufta aşk allahtır. öz sevgiyle bulur allahı ve insan sevgiliden korkmaz.
ölüm sevgiliyle buluşmaktır. korku ona yapılan saygısızlıktan kaybetme korkusudur .
allahı seviyormuyuz yoksa ondan korkuyormuyuz? şükür ve ibadetlerimizin yada inkar ve şirklerimizin sebebi nedir sorusu.
küçüklükten beri allah çarpar,peygamber döve döve öldürür tehtitleriyle büyütülen nesillerden, dinden korkmamasını bekleyemezsin. bize allahı sevmek değil,allahtan korkmak öğretildi.
allah sevilirmi. neden korkmuyorsun denilir. aksine korku ve sevki o kadar birleşmiştirki... seversin ve o sevgiyi kaybeymekten korkarsın. malesef bugüne kadar bu sevgi allah çarpar, taş eder denerek örtüldü.
önce korkmayı öğrendik malesef ama sonra sevmeye de gönlümüz ve aklımız yetti çok şükür ve her ikisi de gerekli bir mümin için. mesele o değil de allah tarafından sevildiğine emin olamamak daha kötü. yaptığın ibadeti değersiz, kendini allah ın sevgisi için yetersiz hissetmek. allah a kendini sevdiremeden ölme korkusu. bizler önce korkuyor, uzun dönem korkuyla mesafeli kalıyoruz rabbimize, sonra araştırdıkça, okudukça sevmeyi de öğreniyoruz. biraz geç öğreniyoruz sevmeyi ve kendimizi sevdirmek için de geç kalıyoruz haliyle. yaşlanınca anca başlıyoruz 5 vakit namaza.
allah tan korkmak şart, allah tan korkmayandan cidden korkulur.
din, insanın yaradılışından beri diğer insanları baskı altına almak için kullanıldı. ilkçağda mısır firavunları 'ben tanrının oğluyum!' dediler ve halklarından iteat istediler. eski türklerde hükümdarlık 'kut inanışı' referansıyla tanrı kaynaklı olarak lanse edildi ve mısırlılar gibi ben tanrıyım yerine 'beni tanrı görevlendirdi.' teziyle halklarına baskı kurdular. ortaçağda kilise tanrı buyruğu diye muhaliflerini endülüjans ve giyotine mahkum etti. büyükbabalarımız, annelerimiz 'allah taş eder' dedi.
velhasıl bize hep tanrıdan korkmak öğretildi. tanrıdan korktuğumuz için de sevmeye cesaret edemedik maalesef.