fizik sınırları içerisinde olmayacak olan kanıttır. yada mevcut durumda belki kanıttan başka bir isim kullanılmalıdır, kanıt doğru anlamaı vermeyebilir...
"allahın varlığının kanıtı" bir trolleme çalışmasına verilen isimdir.yazar allah ı kanıtlanmaya çalışılmamıştır, trollemiştir.
temel matematik çarpıtılarak konulmuş, felsefe yapılmamıştır...
yazar kendince "ergen, sefil, egolarına isimsiz binmiş , arkadaşlıktan anlamayan, dalkavuklar" olarak tanımladığı kişilere laf sokup nazire yapmaktadır lakin çözümleme yapıldığı zaman biraz da özenti davrandığı görülür.
ayrıca bakınız çelişkiler;
en başta evren bir kavramlar bütünü yada kavram değildir*. (bkz: kavram)
evren sınırlı değildir, aksine sürekli genişler, sürekli genişlediği için sınırı olamaz.
merkezden başlayan bir genişlemede evren var olurken; yok olmayla var olma aynı anda olamaz.yok olma başlarsa genişleme durur, dağılma başlar...
1-2 arasında sonsuz sayı vardır(1,325456586897089 bunlardan birisi) ama aralarındaki fark 1'dir yani sonsuz değildir.
genelde kanıt olarak başvurulan bu oluyor. ben de bundan sonra aynı mantığı kullanacam. evrime kanıt olarak türlerin kökeni, marksizme kanıt olarak "das" kapital filan olabilir mesela. 70 iq ile değerlendirince mükemmel kanıtlar.
--spoiler--
evrendeki var genişledikçe yani yoka doğru yelken açtıkça var yoku alır ve varda yok oranında kaybolur .
--spoiler--
buradan sonra dayanamayıp okumayı bıraktığım kanıttır.
şakirtler buna bilimsel açıklama diyorsa inandıkları allah (varsa) münasip bir yeriyle gülüyor olmalı.
varlığına kanıt olarak sunulan şeyin kanıtlanmamış varlık tarafından yazılmış olması hangi kafadır be arkadaşım?
e hani kitabınız 600lü yıllarda kuantum fiziği falan anlatsa tamam da, eli kes, zina yapanı recm et, şunu yapana şu kadar sopa vur falan diyor be canım.
hiç olmazsa köleliği kaldıraydı be yav.
not: kölelere iyi davranmayı emretti falan deme vururum ağzına.
allah kesin ve net bilinmeyi istemiyor. kimi işaretlerden yola çıkılarak kendisine inanılmasının son derece doğal bir şey olduğunu söylüyor.
yani allah insanın doğal yöneliminin zaten inanmak olduğunu ifade ediyor. kafirin anlamı örten (esed mealinde hakkı inkara şartlanmış kişi) demektir.
inanılmayı istiyor öncelikle sonra belli bedeller ödenerek kalbi bir kesinlikte bilinmeyi vadediyor, bunu netleştirelim.
sonra şunu netleştirelim.
allah: tüm ekslikliklerden münezzeh ve en mükemmel kelimeler yan yana gelse dahi ifade edilemeyecek varlık'tır. yani kelimelere sığdıramayayız. vahiyle insan diline inerken allah kelimeleri kullanmıştır, ama hep işaret edilen şey insanın içindeki kelimelerden öte doğal olan şiirsel derinliktir. ayetlerin şiirsel coşkunluğunun nedenlerinden biri belki de bu. arapça'ya vakıf değiliz ne yazıkki, tam anlayamıyoruz.
işte mevlana gibi düşünürlerin üzerine yoğunlaştığı şey buydu. yani sezgisel bilgi. ayetler(deliller) yağmurun yağmasındaki determinizme işaret etmez. bizzat determinizm içerisinde insana sağlanan şeyden bahseder. pekala fiziğin kuralları bambaşka da işleyebilirdi. ama böyle işlemesi istendi deniyor. şimdi mümkünlülük dairesi içerisinde madde yönü ile insana sağlanan döngü başka türlü de olabilirdi. mesela canlılık su temelli yaşayan bir olgu olma kuralına bağlı olmayabilirdi. nitekim zaten bu tür başka fizik kurallarıyla yaşayan varlıklar olduğu da allah tarafından belirtiliyor(cinler, melekler, şeytan). fizik kuralları derken bile aslında çelişik bir durum. bizim gerçekliğimiz içerisinde fizik kuralları olarak adlandırdığımız kaideler. yani fizik ve fizik ötesi tanımı yapmamız bile ancak kendi dairemizdedir. (mühim konu: tabiki ölçümüz insan olacak. yani fizik ötesi ilk etapta olamaz. zaten vahiyde bizi kendi gerçekliğimiz içerisinde düşünmeye davet eder, ama aslında resmin daha büyük olduğunu ve başka boyutlarında var olabileceğine yönelik olarak içimizde halihazırda bulunan alanla hakikate ulaşabileceğimizi söyler. içimizde bırakılan mümkünlülük hissi)
cinler arasında yine inkar edenler de varmış, bunu biliyoruz. mesela onlar da kendi fizik gerçeklilikleri(?) içerisinde benzer şeyler tartışıyor olabilirler. tabi bizim fiziğimize göre onlar fizik ötesi. çoklu evren teorisi gibi çoklu fizik teorisi ya da fizik ötesi gibi şeyleri düşünme mümkünlülüğünün verilmiş olması dururken ben kesin olarak hiçbir şekilde bir tanrıya inanmam (insan zihnindeki mükemmel varlığı düşünebilme yetisini yok saymak) demek aslında kişinin dogmacılıkla suçladığı insandan farklı olmadığını gösterir. bu demek değildir ki ben şimdi allah'ı ispatlamış oluyorum. ya da buna çabalıyorum.
başa dönersek allah bilimsel bilgi diye adlandırdığımız tarzda bilinmeyi istemiyor. o nedenle bilimsel bilgiye bakış açısına göre de bizler bir seçimde bulunuyoruz. var olmadığına inanmak ya da var olduğuna inanmak. yani bilimsel bilgi bize diğer bilgi alanlarımızla ilgili olandan çok daha ötesini vermiyor. sadece nesnellik vadediyor ve o bilgiye bakışımız yine düşünceye kalıyor. yani insana. insan da sadece düşünceleri ile hareket eden bir varlık olmadığına göre. bu nedenle kesin kanıtlama ihtiyacımız ancak kalbimizde kelimelere sığmayan şeyde yanıtlanabilir. ama kelimelere sığmayan bir subjekliflik barındırır bu. dolayısıyla subjektifliğimizi nesnel gerçeklik olarak sunamayız. ama her insanın içinde bulunan o alanın varlığından yola çıkarak insanları inanmaya davet edebiliriz. bu da gerçekten samimi bir hakikat arayıcısı ve anlatıcısı olmakla mümkündür. karşı cinse duyduğumuz bir aşkın içsel enerjimizi tüm samimiyetiyle harekete geçirmesi(maddi yönü haricindeki ruhsal coşkunluk ve adeta yarımlık hissi) ne benzer bir enerji. yani, saf, ön yargılardan uzak, samimi. aşkla kıyasım karşı tarafı idealize eden bir sahte his değil. burada bahsettiğim aşkın verdiği enerjiye benzer sabır, huzur, sabırsızlık, tüm benliğin adanması gibi hakikati arama adanışıdır. illa inanmak için yola çıkmak değildir bu. ateizmi bu noktada eliyorum. agnostik ve deistlere gelince ibrahim(a.s)'in akıl yürütmelerinden sonra yaşadığı çaresizlik hissi evresinde var olduğu ya da olabileceği fikriyle beraber yakarışı gibi kendisine bilmediği tanrıdan içsel bilgi isteyebilir. tabi bunu isteyebilmek adanmışlık için samimi bir yürek ister, ibrahim(a.s) gibi. ibrahim tek başına bir ümmettir. o mükemmel varlığın basit işlerle uğraşmayacağını varsayma empatisinde bulunmak aslında aşkınlık süsü verilmiş bir basitleştirmedir. zira insana kendinden üflenen bir ruh olduğunu söyleyen allah karşısında acziyetten ziyade o ruhun şişirilmiş hali olan kendini tanrılaştırma yolunu seçmiş olabiliriz. doğrusunu yalnızca allah bilir. tüm hatalarımdan ona sığınırım.
ölçülerimiz ve sorularımız önemli. en önemlisi samimiyetimiz. zira kendi idealimizde oluşturduğumuz allah kendi eksik yönlerimizden bir şeyler taşıyor olabilir ve belkide reddettiğimiz o zihnimizle örtüşmeyen ve eksik tanımladığımız allah'tır.
bu yazıya ekleme çıkarmalar, düzeltmeler yapacağım. bizleri dosdoğru yola ilet, bol nimet(sadece elma armut ya da cennet düşünme, her şey ama her şey. yerine göre önceden görülmüş gerçekleşmiş bir rüya, ya da dua sırasında yaşanan haz ve daha birçok) verdiklerinin yoluna.
zira iman istenir, dilenir ama allah hak edene verir. işin bu boyutu da çok önemli. çünkü gelmişi, geçmişi, kalpleri en iyi bilen allah'tır.
bazı şeylerin bizim idrak alanımıza inişin bir temsili olduğunu da vurgulamama gerek var mı bilmiyorum.
allah ile empati kurarak (sözde empati, yalancı ironik sorular) ona sorular yöneltmek kendimizi ne gibi bir konumla konumlandırdığımızı gösterir. ya da vahiydeki allah'ın esma'ül hüsnasını tam olarak kavrayamamış olmayı. yani empati yapılacaksa biz insanlar kendimiz arasında yapabiliriz. dolayısıyla bazı soruların cevapları konusunda yetersiz olduğumuzu kabul önemli. ben yetersiz değilim deniyorsa, sözüm yok. metaforik olarak bile bir çelişki oluyor zaten bu.
ben her şeyimle kendi kendime yeterim diyen insan zaten hakikat arayan değil, hakikat sorgulayan bir kibirlidir. kibir? tüm bunların başlangıcı. evet, ironik bir gerçeklik. bahsedilen şeytanı anlamlandırmaya davet ediyorum insanları. bunla ilgili ayetler de boş yere değil.
ancak beyin ile üretilebilecek kanıtlardır. çünkü tanrı tamamen insanların inanma ihtiyacının bir ürünü. insanın fıtratında yenilgiyi kabullenmek yoktur. din olmasa ölümleri bu kadar ucuz atlamamız, ölüme son değil başlangıç olarak bakmamız mümkün olmazdı. yani tanrı aslında bizim temel bir ihtiyacımızı karşılamak üzere ortaya atılan fikirdir.
düzeltme*: freud a göre insanlarda savunma psikolojisi vardır. örnek verecek olursak;
yolda kaybettiğimiz paranın bir ihtiyaç sahibine gitmiş olabileceğini düşünmemiz. hiçbirimiz o paranın,bir zenginin bir gecelik eğlencesi olabileceğini düşünmeyiz. din de aynen böyledir. ölüme karşı bir savunma psikolojisi. bir başkaldırış.
mesela bir tuzu düşünelim, tuzun bileşenleri na-cl'dir değil mi? cl dediğimiz klor zehirli bir gazdır. bunun aklımı var ki sodyum ile birleşelim de tuz olalım ve bir işe yarayalım diyor? ve nasıl oluyor da tuz bedenimiz için elzem bir görev üstleniyor? neyin tesadüfüdür bu? aklınız almıyor mu?
BAKARA 164. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allahın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allahın varlığını ve birliğini isbatlayan) birçok deliller vardır.