mehmet y. yılmaz'ın muhteşem yazısı.
12 Eylül öncesi dönemde sol jargonda "demokrat" demek, sosyalist olmayıp da sosyalistlerin söylediklerine benzer şeyler söylemek demekti. Biraz da istihza ile yüklü bir tarifti bu.
Şimdi bazı gazetelerde, köşe yazarlarının ve karikatüristlerin tutumlarına bakıyorum, o günden bugüne pek bir şey değişmemiş. Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de baktık ki bir arpa boyu yol almışız!
Onlara göre de "demokrat" demek, AKP'li olmadığı halde AKP'nin savunduğu her şeyi savunmak demek.
Şöyle bir tablo çıkıyor ortaya: AKP'yi savunuyorsan demokratsın, AKP'nin bazı icraatının laik rejimin geleceğini tehlikeye düşürdüğüne inanıyorsan darbecisin!
Bunu kabul edebilmem mümkün değil.
Ben darbeci değilim. Ne faşist bir rejim altında yaşamak istiyorum, ne de bir islam cumhuriyetinde.
Seçimimi AKP ve askeri darbe arasında yapmak zorunda da değilim.
Seçimim belli: Bu ülkenin, medeni dünyanın bir parçası olması.
Bunu başarabilmemizin yolu da demokrasimizin korunmasından geçiyor.
Bazı kişiler, AKP'nin uygulamalarının laikliğe zarar vermeyeceğini düşünüyor.
Olabilir, böyle düşünenlerin olmasında ve bu düşüncelerini açıklamalarında bir tuhaflık yok.
Ama bir düşünsel terörizm yaratıp, kendileri gibi düşünmeyenleri "darbeci" diye tanımlamaları da kabul edilebilecek bir durum değil.
Ben anlatırım da öğrenen olur mu?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, "herkes bir adım geri" kampanyasını yorumlarken şöyle konuştu:
"Geri adımın ne olduğunu anlayamadım. Böyle bir şey söz konusu değil. Ortak akıl oluşturulmasında hemfikirim. Bir araya gelinmeli, konuşulmalı. Neden geri adım atacağım? Ana başlığa katılıyorum. Ortak akıl içinde hareket etmek gerekir. Nerede, nasıl bir araya geleceğiz? Cumhurbaşkanı riyasetinde de olabilir. Açıklamaların hedefi ne? iktidar nasıl adım atmalı? Anlatsınlar da, öğrenelim."
Madem böyle bir talep var, ben bir şeyler önerebilirim.
Şu anda Başbakan ve AKP yöneticilerinin yapmaları gereken şey, haklarında açılan davaya yoğunlaşmak.
Açılmış bir davayı Anayasa değişikliği ile örtme fikrinden vazgeçmeli. Yargıyı, görev yapamaz hale getirecek demeçlerden kaçınmalı.
Başsavcının ileri sürdüğü iddiaların geçersizliğini ortaya koyacak ciddi bir savunma hazırlanmalı.
Bu davanın kapatmayla sonuçlanmamasını sadece AKP'liler istemiyor.
Kişisel olarak ben de şiddete yönelmeyen bir partinin kapatılmaması gerektiğine inanıyorum.
AKP'nin, laik demokratik düzenle barışık olduğunu, laikliği tehlikeye düşürecek adımlar atmadığını ve atmayacağını öğrenmek, bir avuç şeriatçı dışında herkesi memnun eder.
Ancak görebildiğim kadarıyla sorun da bundan kaynaklanıyor.
AKP'nin yönetici kadrolarının kafalarının içinde bir süredir saklamaya çalıştıkları eski düşüncelerin hortladığını görüyorum.
Bu düşüncelerimizin yanlışlığını ortaya koyacak olanlar da AKP yöneticileri olmalı.
Nisan ki ayların en zalimidir
BiR arkadaşımdan öğrenmiş, "bugünler için" not etmiştim. T.S. Eliot’un bir şiirinin ilk dizesi bu:
"Nisan, ayların en zalimidir!"
Bir ay durduk yerde zalim olmaz tabii, bir sebebi olmalı.
Ocak, şubat gibi soğuktan dondursa, anlarım. Ya da temmuz, ağustos gibi sıcaktan pişirse, bunu da zulüm diye niteleyebilirim.
Kuşkusuz Eliot da böyle bir "zulümden" söz etmiyor.
Havalar bir öyle, bir böyle gidiyor ama doğanın kendi saati işlemeye başladı. Bahçede, sokakta dolaşırken her gün yeni bir bitkinin canlandığını görüyorum.
Tomurcuklar birbiri ardına patlıyor, renkli çiçekler ve minik yeşil yapraklar, yeni bir baharı daha yaşamaya başlayacağımızın haberini veriyor.
"Kısa etek, dar bluz giymiş genç kızlar gibi bahar."
Bu sözü de rahmetli babamdan duymuştum, duyduğumdan beri aklımdan çıkmadı hiç.
Evin arkasında bir mimoza ağacı var. Boyu tahmin ediyorum ki bir 5 metre kadar. Dalları sokağa doğru uzanmış. Üzerinde belki binlerce sarı renkli çiçek var.
Bu ağacı her sabah gözlerimle okşarken babamın o sözünü hatırlıyorum.
insanı tembellik yapma duygusu sarmalıyor. Kırlarda çıplak ayakla yürümeyi, bir ağacın gölgesinde uyumayı, denizden gelen hafif bir esintinin serinliğini hissederek arkadaşlarla sohbet etmeyi istiyorum hep.
Ama kendi yarattığım bir hapishanenin içinden de çıkamıyorum. iş, güç, sorumluluklar vs.
Eliot da herhalde böyle bir şeyden söz ediyor, nisan ayına "zalim" derken. Kendimize yaptığımız bir zulüm bu aslında.
Kendimizi suçlayacak cesaretimiz de olmadığı için suçu bahara, nisana atıyoruz.
şeriatcıların kendi geri kalmış dünya görüşünü paylaşmayanlara yaptıkları yakıştırmadır. onlara göre kendileri gibi laiklik karşıtı, cumhuriyete karşı düşmanlık beslemeyip, atatürk'ün çizdiği yoldan giden herkes postal yalayıcıdır.
gundemde ne soylem olarak ne de dusunce olarak olmayan bir seyin paranoyakca ifadesi. mehmet m. yilmaz aslinda bu sozun arkasinda sunu demek istiyor: akp'liler kendilerinden olmayanlara baski uyguluyor ve bir nevi mc carthycilik yapiyorlar. tabi bu dusuncenin hicbir somut gostergesi ve altyapisi olmadigindan makalenin sonunu da cayir-cimenle, bortu-bocekle ve agaclarin golgesinde uyumakla baglamak zorunda kalmis.
tarafini yani safini belli etmek icin bir nevi mevzuyu "bizi dovuyorlar" noktasina getirmis. zaten plaza gazetecilerinden de beklenen bundan daha ilerisi degil. sayet birazcik halka inip, halkin icinde bulunup toplumun hayatini irdeleyebilseydi sanirim baska bir sey soylerdi. cunku darbecilerde, demokratlarda, cuntacilarda, cumhuriyetcilerde buradan cok net gorunuyor...
ha birde unutmadan nisan zalim bir aydir dedikten sonra keske ornek olarak aklina 27 nisan bildirisi de gelseydi. ama nerde o cesaret ve ongoru...