Henüz iddianamenin ayrıntılarını bilmiyoruz, tamam.
Peki, Ümraniyedeki cephaneliği de mi bilmiyoruz?
Eskişehirdeki cephaneliği de mi bilmiyoruz?
Bu cephaneliklerin emekli askerlere ait olduğunu da mı bilmiyoruz?
Eskişehirdeki cephanelikte bulunan bombalarla Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaların seri numaralarının tuttuğunu da mı bilmiyoruz?
Tabanca üzerine yemin edilen örgütleri de mi bilmiyoruz?
Susurlukun en önemli figürlerinden Veli Küçükün bu örgütün de içinde bulunmasından, sanıkların evlerinde ele geçirilen belgelerden, verdikleri ifadelerden, aralarındaki ilişkilerden vazgeçtim.
Bugün bizim gazetede açıkladığımız örgütlenme şemalarından, mafya kurma planlarından, güvenlik örgütleriyle şirketlere sızma hesaplarından, sahte din vakıfları oluşturmalarından vazgeçtim.
Hepsinden vazgeçtim.
Sadece şu bildiklerimiz bile insanı telaşlandırıp meraklandırmaya değmez mi?
Emekli askerlere ait cephaneliklerin olması, Cumhuriyet Gazetesinin bombalanması sizi hiç mi endişelendirmiyor?
Bir ülkede böyle cephanelikler olmasını, gazetelerin bombalanmasını doğal ve olağan mı buluyorsunuz?
Eğer olağan buluyorsanız niye açıkça söylemiyorsunuz?
Neden, canım ne olmuş cephanelik varsa, ne olmuş gazete bombalamışlarsa demiyorsunuz?
Demiyorsunuz çünkü henüz cesaretiniz buna yetmiyor.
Henüz bu derece yüzsüzleşemiyorsunuz.
Ama yarın ne olursunuz, onu kestirmek zor.
Neden Ergenekonun avukatlığına soyunan politikacılar şu cephanelikler hakkında konuşmuyor?
Neden Ergenekonun üstünü örtmek için kendilerini parçalayan gazeteciler Cumhuriyet Gazetesinin bombalanmasıyla ilgilenmiyor?
Diğer her şeyden vazgeçtim.
Şu iki konudaki fikirlerinizi bir açıklayın da, ne düşündüğünüzü, ne söylediğinizi bilelim.
Ergenekonun üstünü örtmek için medyada da politikada da olağanüstü bir çaba olduğunu görüyoruz.
Ama bir türlü nedenini açıkça kavrayamıyoruz.
Alttan alta söyledikleri, Ergenekon çetesinin yakalanmasının AKPnin işine yarayacağı.
Eğer söyledikleri buysa, ilk sorulacak olan soru şu: Bir siyasi partiyi iktidardan uzaklaştırmak için cephaneler ve bombalamalar meşru mu sizin için.
ikinci soru da şu:
Böyle büyük bir çeteyi yakalamak Türkiyenin aleyhine mi?
Bu toplum gelişmişliğe, çağdaşlığa, çetelerle, cephanelerle, bombalarla mı ulaşacak?
Türkiye için öngördüğünüz çağdaşlık ve gelişmişlik bombalardan mı geçiyor?
O zamanlar Susurluk yakalansın, ilişkileri ortaya çıksın diyenler Erbakancı mıydı?
Siz Erbakancı mıydınız?
Niye o zaman Susurluka karşıydınız?
Niye şimdi Ergenekoncusunuz?
Bu iki örgütlenme arasındaki fark ne sizin için?
Niye hiçbiriniz bu farkı bize anlatmıyorsunuz?
Acaba o zaman 28 Şubat gelecek ve sizin istediğiniz askerî rejim kurulacak güveni içinde, artık görevini bitirmiş olan Susurlukun tasfiyesini istediniz de, şimdi böyle bir askerî darbe ihtimali bir türlü yaratılamadığı için son çare olarak Ergenekona mı sarılıyorsunuz?
Ergenekon serbest kalsın ve yeni bir darbenin yolunu açsın ümidiyle mi yazıyorsunuz o Ergenekoncu yazılarınızı?
O zaman Susurluka karşı çıkan, şimdi ise Ergenekonu destekleyen herkes, bu iki örgüt arasındaki farkı bize anlatmalı.
Susurluk çetesiyle ilgili ortaya konan ve sizi ikna eden kanıtlardan hangisini Ergenekon için bulamıyorsunuz?
Bunu da söyleyebilir misiniz acaba?
Hiç öyle lafı eveleyip gevelemeden, koskoca gazetelerin tepesinde oturup da bizi dövüyorlar diye ağlaşmadan, AKPnin arkasına saklanmadan, şöyle net bir şekilde düşüncelerinizi yazabilir misiniz?
Ergenekonun avukatlığını üstlenen politikacılar, Susurluk-Ergenekon kıyaslaması yapabilirler mi acaba?
Hadi anlatın bize...
Ergenekonun köklerinin açığa çıkmasını, bu çetenin durdurulmasını isteyenlere, bu çetenin faydalarını gösterin.
Susurluk niye kötüydü de, Ergenekon niye iyi?
Sabırla bu soruyu sorup, sabırla cevabınızı bekleyeceğiz...
liberat demokrat olan yazar, taraf gazetesini çıkararak kendisi gibi hoşgörülü yazarları etrafında toplamış, Türkiye'nin bir demokrasi ülkesi olması için korkusuzca çalışmayı elden bırakmamıştır.
uzun yıllar önce bir tv programında vatanı sevmediğini söylemiştir. sunucunun (bkz: ahmet hakan)neden diye sorması üzerine 100 sene önce vatan selanikti şimdi selanik'i seveyim mi değişir bu işler diye cevap vermiştir. bir cümle sonrada türkçeyi seviyorum o ayrı demiştir.
geçen günlerde yazdığı bir yazıda ona göre akp, ona destek veren yabancı devletlerle işbirliği yapıp demokrasimizi düzeltmeliymiş.
bayat be ahmetciğim bu tarz şeyler. bu ülke senin gibilerini geçtiğimiz yüzyılın birinci çeyreğinin sonlarına doğru gördü. sonlarını da gördü. haydi hayırlı traşlar.
ey kavmim yazısıyla, analizin kralını gözler önüne sermiştir.
--spoiler--
Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Lut kavminden de değilsin sen, hazdan olmayacak mahvın.
Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın.
Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıdını...
Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına.
Tanrıya yakarır ama firavunlara taparsın.
Musa Kızıldeniz'i açsa önünde, sen o denizden geçmezsin.
Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Korkarsan kendinden olmayan herkesten. Ve sen kendinden bile korkarsın.
Hazreti ibrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın.
Hazreti isa'yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen başka şeylere ağlarsın.
Gündüzleri Maria Magdalena'yi orospu diye taşlar, geceleri koynuna girmeye çabalarsın.
Zebur'u, Tevrat'ı, incil'i, Kur'ân'ı bilirsin.
Hazreti Davud için üzülür ama Golyat'ı tutarsın.
Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvın. Ama sen kendi acına da yabancısın.
Kadınların siyah giyer, kederle solar tenleri ama onları görmezsin.
Her kuytulukta bir çocuğun vurulur, aldırmazsın.
Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin.
Ve nefret edersin dilencilerden.
Utancı bilir ama utanmazsın.
Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın.
Bütün seslerin arasında yalnızca kırbaç sesini dinlersin sen.
Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın.
Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın.
Örümcek olsan Hazreti Muhammed'in saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin.
Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibi tek başına melersin.
Hazreti Hüseyin'in kellesini vurmaz ama vuranı alkışlarsın.
Muaviye'ye kızar ama ayaklanmazsın.
Hazreti Ömer'i bıçaklayan ele sen bıçak olursun.
Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Ölülerine dönüp de bakmazsın. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvın.
Ama arkana baktığın için taş kesileceksin.
Ve sen kendine bile ağlamayacaksın.
Komşun aç yatarken sen tok olmaktan haya etmezsin.
Musa önünde Kızıldeniz'i açsa o denizden geçemezsin.
Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın.
Ey kavmim...
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
--spoiler--
ne yapmaya çalıştığını bir türlü anlayamadığım güya yazar. kitaplarındaki dile ısrarla karşı çıktığım kişi. bir dönem romantik ayaklarındaydı şimdi ormantik ayaklarında, rant peşindeki bir isim.
siyasetbilimci, istihbaratçı ya da sırtını dev bir sermaye grubuna dayamış bir gazete yöneticisi olmadığı halde siyaset hakkında yazan kişi.
türkiye şartlarında haliyle ayıplanmış. ne işi varmış, nasıl yapabilirmiş, gitsin roman yazsınmış falan filan. insanlar roman yazarlarının beyninin dünyada olup bitenden tamamen soyutlanmış olduğunu düşünüyor galiba. okumamanın yan etkisi olsa gerek.
dolayısıyla da kendisine getirilen eleştirilerde ortaya attığı fikirleri çürütecek karşı-görüşler pek yok.*
onun yerine romanlarındaki erotik öğeleri türk kültürünün çarpık namus yaklaşımıyla öne çıkartıp yazarı aşağılamaya çalışan saçmalıklara sıkça rastlamaktayız.
bir de ortaçağ biliminin benzetmeli/karşılaştırmalı didaktik demogojileri eleştiri olarak sunuluyor ki asıl o tip eleştiriye hastayım.*
bugünkü yazısında başbakana katillerle uzlaşılmaz diyen kişidir. katiller olarak gösterdikleri kimdir elbet hepimiz biliyoruz. ama benim onun hakkında merak ettiğim şey başka: bundan 1-2 sene evvel yalnız roman yazarı olan arasıra gazetelerde köşe yazarlığı yapan biri nasıl oluyor da derin devletin en derin yerlerini bu kadar kendinden emin olarak biliyor.
yoksa bunları bilmesinin nedeni sadece kitap basımıyla geçindirmeye çalıştıkları taraf gazetesi mi? ne de olsa mucize(!) gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
"Bayrakları bayrak yapan bayrak imalatçılarıdır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa utanmalıdır." gibi son derece romantik bir sözü söylemiş kişidir.
bayrakları bayrak yapan imalatçılardır evet ama onunla aynı görüşten bakacak olursak kağıtları yazı yapan da matbaacılardır. o zaman işin en büyük kısmı matbaacılara mı gitmelidir, yoksa o zaman korsan serbest mi bırakılmalıdır?
bir de şunu sorayım kendisine, acaba uğrunda ölen olmayan bir devlet biliyor mu?
kuşkusuz her yeri gezmiştir kendisi bu yüzden sormak lazım biliyor mu?
amerika mı yoksa o, ingiltere mi, fransa mı ya da başka bir ülke mi?
ahmet altan kanımca yapmaya çalıştığı roman yazarlığını, siyaset yazarlığıyla karıştırmış durumda. romantizmi orada da deniyor. ol(a)bil(e)meyeyecek şeyleri olur yapmaya çalışıyor o kadar.
başsavcı'nin kapatma davasındaki iddianamesinde kanunda suç sayılmayan şeylerin olduğunu atv haber'de iddia eden bünye.kendisine şunu sormak lazım:
"hukuk adına ömründe gördüğü sadece Sudaki iz adli kitabinin bir bölümünün yasaklanması gibi şeyler olan ve her kitabında bir kadının zifaf odasını en ince ayrıntısına kadar anlatan kişi nasıl olur da başsavcıya suç tasnifini anlatmaya çalışır?"
altan familyasının son anda turnayı gözünden vuran kanadıdır. o da ailesi gibi siyasi yazılarında romantik(!) unsuru bol bol kullanır. kendisini halkın üstünde görmesi de sanırım bulunduğu ailenin türk medyası üzerindeki baskısıdır. 1 ytl'lik fiyatıyla tam bir halk(!) gazetesi olan taraf gazetesinin baş yazarıdır da artık ne de olsa. onlardan bir beklentim daha var o da tüm altanların gazetelerindeki işlerini bırakıp yeni bir gazete kurması ve tüm personelini altanların oluşturması.
Sanırım Cumhuriyetin en büyük fiyaskosu eğitim sistemi oldu.
Halkın arasından çıkıp da o halkla ilişkisini kesen bir grubun epey sorunlu iktidarını sürdürebilmek için eğitim tam bir beyin yıkama mekanizmasına döndürüldü.
Çocukların düşünmesini sağlamak için değil tam tersine düşünmemesini ve devlet, Atatürk, Kemalizm gibi tabulaştırılmış kavramlara tapınmasını sağlamak için düzenlendi bütün sistem.
Sonucunda, düşünemeyen, sadece ezberlediklerini tekrarlayan, kutsallıklarla zihinleri dondurulmuş bir okur yazar zümresi çıktı ortaya.
Burada birçok garip çelişki belirdi.
Devleti korumak için yetiştirilen kadrolar, zihinsel bir şokla donduruldukları için daha sonra yönetime geldiklerinde devleti idare edemediler.
Devlete tapınanlar, yetersizliklerinden dolayı devleti çökerttiler.
Hukuksuz, darbeci, çeteleşmiş bir yapı çıktı ortaya.
Beyin yıkayarak itaatkar kadrolar yaratma kurnazlığı, devletin yetersiz kalmasına yol açtı
okuduğum ''tehlikeli masallar'' kitabında yaptığı benzetmeler ve tasvirleriyle kendini bana sevdirmeyi başaran(onun öyle bir amacı olmasada) harukulade yazarımızdır.
pkk kadrosuyla röportaj yapar. röportaj üzerine sabah gazetesinin sorularını yanıtlar. sabah gazetesi olayın bokunu çıkarır ve ahmet altan'ın sarfetmediklerini yazar. örneğin, sabah, ahmet altan'ın ''pkk'nin şokta olduğunu'' söylediğini ekler röportaja. ancak ahmetciğim altan'ım reddeder. şöyle: http://www.enternasyonalhaber.com/medya/457.html
Kandil dağına giderek PKK'nın en önemli kampını ziyaret eden gazetecilerden biridir. Cesaret işidir mi desem? Ne işin var orada mı desem? Anlaşılması güç bir hareket. Diğer ziyaretçi için
toplumun tabu, yasak, ayıp kabul ettiği konularda derin bakış açıları, zeki çözümler ve muhteşem analizler içeren yorumlarıyla, kendisine pek makbul gözle bakmayanları bile şaşırtan usta yazar;
insan bu kadar mı korkusuzca dikilebilir haksızlıkların karşısına... herkesin ordudan tırstığı ortamlarda bu kadar mı net ve haklı bir duruş sergileyebilir, devlet mekanizmasını kendi yanlış çıkarları için çar çur edenler karşısında...
bir yazar başına tüm politikacılara örnek olmak kolay değil!
bir küçük gazete olarak tüm basının dev tekellerine burunlarını sürterek yol göstermek kolay değil.
kadın psikolojisine son derece hakim, bunu da istedigi gibi kullanabilen yazar. yazilari hürriyetin formatina uygun olmadigi icin ayrilmistir. tabi yazamiyor özkök bubamiz gibi "londra'da giderken bir kadin görmüstüm" diye.
kadinlari anlayan biri olarakta karsi cinsleri tarafindan begeni ile karsilanmakta bizi bir sen anlarsin sloganiyla reklam olmaktadir. kimi zamanda fantezileri ile erkeklerin gönlüne taht kurmaktadir.
taraf gazetesi'nde yazdığı dinden korkmayın başlıklı yazıyla yine aydın olmanın gerçek tanımını yapmış yazar, gazeteci;
Ülkemizin çok önemli bir gerçeğine bu kadar mı iyi değinilir? Yılların irinli yarasına bu kadar mı yumuşak bir biçimde neşter vurulur? Bu ülkenin, elleri kuvvetlice sıkılıp, bir şey söylenmeden sadece yaşlı gözler, duygulu yüzler ve sıcak bir gülüşle yüzüne bakılası entelektüellerinden ve kendisiyle aynı tarafta olmaktan övünülecek az sayıda kişilerinden olan Ahmet Altan için ancak şu denebilir: iyi ki varsınız! (bkz: #1703806)