hainlik ve saçmalıklar dolu olan yazısında benim dikkatimi çeken şu yukarıdaki son iki dizedir. hatta son dizedir. nasıl mutlu ve zengin olacakmışız? ha sen zaten akp ve sorosçular ile birlikte olduğun için zengin ve mutlusun biz de mi senin gibi yapıp zengin olalım? yo yo ahmet, biz senin kumaşından değiliz! senin kumaşın mahalle pazarlarında satılamayacak kadar bayağı, o yüzden biz zengin olamayız.
o değil de sen bir ara kadın "memesine meleket satacağını" söyleyen "fikir orspusu değil" miydin? n'oldu? sende mi gelişerek değiştin?
Kader, onun “iyi bir politikacı” olmasına karar vermiş gibiydi...
iyi konuşuyordu, demagojiye sapmaktan çekinmiyordu, dine ve milliyetçiliğe vurgu yapıyordu, halktan biriydi ve halktan biri gibi davranıyordu, sahiciydi, çabuk kavgaya giriyordu, kitlelerle iyi ilişki kuruyordu, teşkilatçıydı, enerjikti...
Ama derin bir kültürü yoktu, büyük bir vizyona sahip değildi, fazla hırslıydı, politikasını fikirsel bir temele oturtmakta zorlandığı için çabuk zikzak yapıyordu, Şemdinli gibi zor zamanlarda rahat adam harcıyordu, “tek adam” olmaya bayılıyordu, çok sık üslup kaymaları yaşıyordu, diplomatik ilişkilerde bile kahvehane raconu ile konuşuyordu.
Politikada başarılı olacak, bir yerlere gelecek, sıradan bir “parti başkanlığını” ele geçirecek birinin profiline sahipti.
Ve, kader, Erdoğan da dahil herkese gerçekten büyük bir çalım attı.
Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye tarihinin en önemli “liderlerinden” birine dönüştü.
“iyi politikacı”, geçirdiği değişimlerle “tarihî bir lider” olma başarısına erişti.
Türkiye’yi de aşan çok geniş bir vizyonun sahibi şimdi.
En zor, en belalı işlerden birine girişerek yirmi beş yıllık savaşı durdurdu.
Bunu yaparken, sadece “tarihî liderlerde” görülebilen bir özelliğini ortaya koyarak, kendi taraftarlarının bir kısmıyla çelişebilme cesaretini de sergiledi.
Herkesin “savaş” diyerek oy topladığı bir ülkede o “barış” dedi.
PKK’lıların silahlarını bırakıp dağdan inmeleri için yolu açtı.
Bunu büyük bir kararlılıkla, rakiplerinin ucuz ve hamasi demagojilerine aldırmadan yaptı.
Şu anda Türkiye’de Erdoğan’ın çapında bir politikacı yok.
Buna, Erdoğan’a en çok kızanların bile “hayır” diyebileceğini sanmıyorum.
Erdoğan’ın “kalibresine” sahip kim var bu ülkede?
Onun cesaretine ve vizyonuna sahip kim var?
Kimse yok.
Erdoğan, Türkiye’de rahipsiz.
Ama artık sadece Türkiye’de değil bence dünyada da önemli liderlerden biri.
Sadece Türkiye’deki savaşı durdurmadı, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da büyük katkılarıyla, bütün bölgeye barış getirecek “açılımlar” yaptı.
Bir yandan Müslüman dünyada hayranlık toplayan bir “lider” olurken, bir yandan da Batı’nın fikirlerine önem verdiği, desteklediği bir yönetici oldu.
Dünya sahnesinin önemli liderlerinden biri artık.
Yakında Ermenistan kapısı da açılacak, yüz yıllık düşmanlık sona erecek, Suriye ile sınırı kaldırdık bile, Kürdistan’la iki sınır kapısı açılacak, Türkiye enerji hatlarının geçiş yolu olacak.
Bunları yapan adam tarihe geçer, Erdoğan da geçecek.
Bütün tarihî liderler gibi o da tarihe kendi adını kendi elleriyle, risk alarak yazdı.
Hak ettiği alkış belki hemen patlamayacak ama bir iki yıl sonra bu barışın etkisini herkes hissetmeye başladığında alkışlar daha da kuvvetlenecek.
Erdoğan, Türkiye’yi en kritik noktadan geçirip, çok doğru kararlarla “barışla” buluştururken, bu gelişime çok yardımcı olan bir başka liderin de hakkını vermemiz gerekir.
DTP Başkanı Ahmet Türk, konuşmalarıyla, sözleriyle, barışı bütün samimiyetiyle isteyen gerçekliğiyle, sorunların çözümüne baş koymasıyla, ucuz ve kolay alkışlara gönül indirmemesiyle, “gerçek liderlerin” kalitesini ortaya koydu.
Ahmet Türk’ün yerinde “tribün alkışına” önem veren gösterişçi politikacılardan biri olsaydı, Türkiye, Erdoğan’ın bütün kararlılığına rağmen barışa ulaşmakta çok zorlanırdı.
Türkiye, Erdoğan’a olduğu kadar Türk’e de teşekkür borçlu bence.
Bu ülke, yakın tarihinin en büyük gelişmesini yaşarken, savaş biterken, çocukların hayatı kurtulurken, Güneydoğu yaşadığı o korkunç 25 yılı geride bıraktığı için sevinirken, Batı bölgelerindeki Türklerde bir “burukluk” var gibi gözüküyor.
Gazeteler bile bu “barışı” mümkün olduğunca küçümsemeye çalışıyor.
Batı’daki Türkler, “barışın” anlamını kavrayamamış gibi gözüküyorlar.
Bunun birinci nedeni, savaşın “uzaklarda” gerçekleşmesi, insanların sokaklarda, kırlarda, mahzenlerde, taburlarda öldürüldüğü coğrafyanın kendisine çok uzak olması...
ikinci nedeni ise yirmi beş yıllık savaş sırasında “barışın” nasıl bir şey olduğunu unutması.
Türkler, “barışı” değil, yirmi beş yıl boyunca medyanın kendilerine “bebek katili bölücü çılgınlar” olarak tanıttığı PKK’lıların “yok edilmelerini” istiyordu sanırım.
PKK, öldürmekle bitecek bir örgüt değildi çünkü medyanın tanıttığı gibi bir “terör” örgütü değildi, PKK, çok acı çekmiş bir toplumun öfkesiydi.
O öfkeyi dindirmeden, sadece insanları öldürerek PKK’yı “yok edemezdiniz”, öldükçe yenileri çıkardı ve çıktı.
Bu ülke, binlerce insanını ve yüzlerce milyar dolarını bu savaşa gömdü, şimdi insanlarımızın enerjisini ve savaşa giden paraları yeniden hayata katacağız.
Kısa zamanda bunun etkilerini hayatımızda hissedeceğiz.
Ayrıca, bu savaşın bitmesi Türkiye’yi hem kendi bölgesinde hem de dünyada “en önemli, en saygıdeğer” ülkelerden biri yapacak.
Geçmişin intikamına takılıp kalmak insanı geçmişe gömer, geleceği unutturur.
Halbuki, yaşanacak zaman gelecekte bekliyor bizi.
Hiç kimsenin kazanamayacağı bir savaşı geride bırakıp, herkesin kazanabileceği bir barışı ele geçirme başarısını gösterdik.
Bu çok büyük bir başarı.
Herkes “öldürebilir” ama sadece çok güçlüler “yaşatabilir”.
son yazısı ile ciddi şekilde mide bulandıran insandır. *
daha önce kadın memesine vatan satarım diyen ve sonra coşup dağdaki PKK'lı itler ile sarmaş dolaş foto çektiren bu adam son yazısında şöyle rezalet bir yazıya imza attı;
" Türkler, “barışı” değil, yirmi beş yıl boyunca medyanın kendilerine “bebek katili bölücü çılgınlar” olarak tanıttığı PKK’lıların “yok edilmelerini” istiyordu sanırım.
PKK, öldürmekle bitecek bir örgüt değildi çünkü medyanın tanıttığı gibi bir “terör” örgütü değildi, PKK, çok acı çekmiş bir toplumun öfkesiydi. "
nerede ise Türkleri terörist ilan edecek.
pkk terör örgütü değilmiş.
daha fazla yoruma gerek olmayan, satılmış bir kalemden çıkan, hükümetten öte adeta pkk yalakası bir yazı.
dün işgal altında iken işgalcilerin yalakaları vardı; bugün ise alçak pkk denen terör örgütünün.
yirmi beş yıl savaşan bir ülke, uyuşturucuya alışır gibi alışır savaşa.
bir tür savaş bağımlısı olur.
çünkü o halkı savaşa ikna etmek, yirmi beş yıl süren bir savaşı meşru göstermek için yoğun bir propaganda bombardımanı yapılır.
düşmanın; kötülükleri sıralanır, düşman aşağılanır, düşmanın her konuda haksız olduğu yazılır.
insanlar, bunları okudukça, televizyonlarda bunları gördükçe öfke dolarlar, kinlenirler.
sonra barış vakti gelir.
işte sorun o zaman başlar.
çünkü barışı destekleyecek olanlar, barışı övecek olanlar, yıllarca savaşı övmüş olanlardır.
bir kokain tüccarı gibi sattıkları malı& kendileri de kullanmaya alışmışlar, onlar da zehirlenmişlerdir.
savaştan barışa dönmekte çok zorlanırlar.
bugün bunu açıkça görüyoruz.
medyanın önemli bir kısmı, yakın tarihimizin en büyük olayı yaşanırken sessiz kalıyor.
olup biteni anlamakta zorlandıkları gibi barışı kendi içlerine sindirmekte de zorlanıyorlar.
şu son iki günkü gazetelere bakarsanız ne demek istediğimi daha rahat görürsünüz.
şimdi kendi yöneticileri ve medyası tarafından zehirlenmiş olan insanları yeniden barışa alıştıracağız.
bu sadece türk tarafı için değil, kürt tarafı için de geçerli.
türkler yıllarca kendi televizyonlarında şehit cenazelerini izledikleri gibi kürtler de kendi televizyonlarında kendi şehitlerinin cenazelerini izlediler.
türk tarafı kendi çocuklarını nasıl şehit gördüyse kürtler de kendi çocuklarını şehit gördü.
iki taraf da diğer tarafın ölüsünü aşağıladı.
iki taraf da kendi haklılığına inandı.
şimdi iki taraf da yeni bir hayatı, yeni bir barışı kabullenirken zorlanacak.
iki taraf da barış kapımıza geldiğinde biz kazandık diye bağırmak istiyor.
ama barış, savaş değil.
savaşı sadece tek taraf kazanabilirken, barışı iki taraf da kazanabiliyor.
ya iki taraf yan yana gelecek ve hep birlikte biz kazandık& diye bağıracağız ya da ayrı ayrı durup biz kaybettik diye bağıracağız.
bu savaşın kazananı yok çünkü.
bu barışın kazananı var.
bu barışın kazananı türkiye, yetmiş milyon insan.
barış geldiğinde, sadece kürtlerin hayatı değişmeyecek.
kürtleri eşit vatandaş olarak hayata kabul ederken bütün bozukluklarımızı da düzeltmek zorunda kalacağız, dindarlarımız da kazanacak, kürtlere özgürlüğünü ve eşitliğini verecek olan demokratik düzenlemeler dindarlara da eşitliklerini ve özgürlüklerini verecek, solculara da verecek, alevilere de verecek.
kürtlerle birlikte dindarlar da, aleviler de, solcular da kazanacak.
ulusalcı gençler de kazanacak.
en büyük türkiye diye bağırıp ondan sonra mahalle karakolunda en büyük türkiyenin polisinden dayak yiyen ulusalcı genç de barışın şemsiyesi altında korunacak.
bugün kıyı şeritlerinde işlerimizi kürtlere kaptıracağız diye korkup ırkçı inanışların esiri haline gelenler, barış sayesinde zenginleşmeye başladığımızda, savaşa giden para hayata dönmeye koyulduğunda, ticaret canlandığında, turizm patladığında,bu ülkenin herkese yeteceğini kazandığı paranın arttığını görerek anlayacak.
hayatın asıl amacının düşmanın burnunu sürtmek olmadığını, asıl amacın iyi, dürüst, zengin ve mutlu yaşamak olduğunu kavrayacağız.
şimdi kullandığımız dili, içimize sinen düşmanlığı, ölme ve öldürme tutkusunu, ırkçılığı, en büyük ırkın kendi ırkımız olduğuna inanma saflığını, öfkenin çekiciliğini bir kenara bırakma zamanı.
iç barışla birlikte gelişecek olan dış barış da hayatımıza yeni değerler katacak.
boru hatları, ticaret anlaşmaları, yeni yatırımlar bambaşka bir hayat biçimi oluşturacak.
bu, bizim bilmediğimiz, huzurlu ve zengin bir hayat.
bu ülke büyük bir dönüşümden geçiyor.
dün en büyük dönemeçlerinden birini döndü.
kürt meselesinde atılan olumlu bir adım bütün ülkeyi kısa zamanda etkileyecek.
öfkeye alışmış ruhumuz, düşmanlığa alışmış zihnimiz, kısa süreliğine de olsa bir sarsıntı geçirecek.
bu sarsıntıyı, olan ve olacak iyi şeyleri görerek, anlayarak, hissederek aşacağız.
uyuşturucu tedavisi gören bir hasta gibi öfke tutkunluğumuzu tatmin edecek öfke kaynağını bulamadığımızda inlesek de, tedavi sonucunda ulaşacağımız hayatı hayal etmek bize güç verecek.
barışa alışacağız ve barış müptelası olacağız.( ahmet altan,taraf-20.10.2009)
lakabı "brave heart" olmasını beklediğimiz yazar. hani o kadar cesurki kendini bu ateşlere atarken gözlerim yaşarıyor. ama işine gelmedi mi etliye sütlüye dokunmuyor. hayat çok garip; vapurlar, martılar ve bir de ahmet altan!
bu ülkede tsk dokunulamaz hatta eleştirilemez olduğundan ve kendisi eleştiri getirdiğinden dolayı doğal olarak belirli bir kesim tarafından lanetlenmiş yazar. bugün ağalarım, paşalarım verin postalınızı parlatayım deseydi şu an gazetesi ekonomik buhranlar yaşamak yerine reklam üstüne reklam alıyor, kendisi de saygın bir yazar olarak anılıyordu.
bu arada adam her gün köşesinde bizim arkamızda kim varmış, kim destekliyormuş, kim maddi yardımda bulunuyormuş buyrun bir söyleyin, belgeleyin, gösterin bakalım diye açıkça meydan okuyor. ama her ne hikmetse taraf gazetesi hakkında atıp tutan, bin türlü iddia ortaya atanlar bu meydan okuma karşısında pusup kalıyorlar. e işte bu iddiaları ortaya atanların tek kaynakları götleri olduğu için iş, belgelemeye gelince göt üstü oturuyorlar.
soru soran adam. geçmişi böyleydi yok emmeli gömmeli yazıyordu yok vatanı şöyle satarım diyordu geçelim artık bu işi. şu an ne yapıyor türkiyede hiç bir gazetecinin sormaya cesaret edemediği soruları soruyor. bunlardan biri de şu, taraf gazetesinin asitmetrik savaş başlattığını iddia edenler, dış bağlantılı olduğunu iddia edenler bu bağlantıları niye açıklamıyor. elinizde istihbaratınız var diyor adam çıkartın bizim yamuğumuzu. kimseden tık yok.
kendisine sorduğumuz soruları cevaplayamayan ama ona buna soru sormaya devam eden şahıs. onc a şehit verilirken o silahların mermilerin ve onu kullananların kim olduğunuz sormaz sonra insan hakları savunucusu olur.
görgü tanıkları karakoldan ateş edildi derken görgü tanıklarının kim olduğuna falan bakılmaksızın saldırıyor. ben nereden bileyim pkk denen şerefsizler topluluğunun bu işi yapmadığını?
yerdeki mermiye tahra ile vurmuş mermi kızın karnına saplanarak patlamış açıklaması yapılan ceylan'ın ölümü hakkında yine cesur bir yazı yazmış:
Artık bu alışkanlıklarını değiştirmeleri lazım.
Üç general çıkacak, insanların gözüne baka baka utanmadan bizim gazeteyle ilgili yalanlar söyleyecek.
Kim olduklarını bilmediğimiz bilirkişiler, “çocuk tahrayla yerdeki mermiye vurdu, mermi yerinden fırlayıp kızın karnına saplandı” türünden saçma sapan raporlar verecek.
Ve, herkes bunlara inanacak.
Eskiden yapıyorlardı bunları.
Kimse inanmıyordu ama “biz bunlara inanmıyoruz” diyen bir gazete çıkmıyordu.
Şu zavallı Ceylan’la ilgili bilirkişinin verdiği rapora bir bakın.
“Daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 mm’lik bombaatar mühimmatına elindeki tahra ile vurarak patlaması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varıldığını...”
“Tahra” dedikleri herhalde Ceylan’ın koyunlarına daldan ot kesmek için kullandığı orağa benzeyen alet.
O aletle mermiye vurmuş da, mermi patlamış da...
Ceylan’ın ilk yapılan otopsisinde saptanan bazı gerçekler var.
Küçük kızın elleri ayakları sağlam.
Mermi karnına isabet edip o minik gövdesini parçalamış.
Bilirkişiler bize bir açıklasınlar bakayım, “bombaatar mühimmatı” nasıl oluyor da üstüne sopayla vurulunca yerinden fırlayıp, o tahtayı vuran kızın karnına saplanarak patlıyor.
Bu bilirkişinin mermisi öyle bir mermi ki üstüne vurulduğunda olduğu yerde patlamıyor, dimdik havaya doğru da gitmiyor, havalanıyor, bir metre yükseldikten sonra doksan derece kıvrılıyor, “hedefi” vuruyor ve vurduğu hedefin içinde infilak ediyor.
On iki gün “araştırma” yaptıktan sonra buldukları “gerçek” bu.
Bütün saçmalıkları bir kenara bıraktığımızda elimizde inanılır bir tek gerçek var.
O merminin “yerden havalanıp” kızı karnından vurduğuna inanmamızı bekliyorlarsa daha çok bekleyecekler.
Çünkü buna inanmayacağız.
inanan birinin çıkacağını da sanmıyorum.
Haa, inanmış gibi yapanlar çıkacaktır ama onlar söz konusu “ordu açıklaması” olduğunda zaten her şeye inanmaya hazırlar, varlık nedenleri bu “inançları” zaten.
Biz şu soruyu sormaktan vazgeçmeyiz.
Ceylan’ı kim vurdu?
O “bombaatarın tetiğini” kim çekti?
Ordu, bu saçma sapan yalanlarla uğraşacağına gerçeği söylemek zorunda.
Yalana fena alışmışlar ve bu alışkanlıklarını değiştirmek zorundalar.
Yalan söylediklerini bizzat bizimle ilgili olarak söylediklerinden de biliyoruz zaten.
Ceylan’la ilgili ilk açıklamalarını yaparken, basın mensuplarının önünde üç general “orduya karşı asimetrik bir savaş verildiğini” söyledi.
Yani onlara göre, “Ceylan’ı kimin öldürdüğünü” soran, “orduya karşı asimetrik savaş yapmak” maksadıyla soruyordu bunu.
O soruyu soran, Ceylan’ı mesele eden bizim gazete.
Şimdi o generallere soruyorum.
“Bizim gazete orduya karşı asitmetrik savaş mı yürütüyor?”
Bir gazetenin, kendi ordusuna karşı “savaş yürütmesi” için bu savaştan bir çıkarı, onu o savaşa yönlendiren bir “bağlantısı” olması gerekir.
Ordunun elinde kocaman bir istihbarat örgütü var.
Çıkartın bakayım şu bizim bağlantıları ortaya.
Hadi...
Deyin ki, “bu gazete şu bağlantısı nedeniyle bize karşı savaş yürütüyor.”
Somut somut, açık açık konuşun.
Konuşamazsınız... Çünkü yalan söylüyorsunuz.
Orduya karşı savaş falan yürütmüyoruz, ordunun siyasetten çekilmesini, hukuka uymasını, kendi vatandaşlarını öldürmemesini istiyoruz.
Bunların hepsi hukuki istekler ve bunları istemek bizim hakkımız.
Bir generalin birinci özelliği “dürüst” olmaktır, binlerce insan size “inanıp” sizin emrinizle ölüme yürüyecek, “dürüst” olmayan birine nasıl inanacak peki o insanlar?
Siz dürüst değilsiniz.
Ceylan’ın ölümünü soruşturanların “asimetrik savaş” falan yürütmediğini bildiğiniz halde bunları uyduruyorsunuz.
Niye yapıyorsunuz bunu?
Ceylan’ı kimin vurduğunu saklamak için mi?
Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, eski usul yalanlarla, suçlamalarla gerçeklerin üstünü örtmek, insanları korkutup sindirmek mümkün değil.
Bırakın bunları, siz bize Ceylan’ın nasıl vurulduğunu söyleyin.
Bu “yerden havalanan mermi” palavrası, “asimetrik savaş” palavrası kadar saçma çünkü.
Sizleri televizyonda konuşurken gördüm, genç generallersiniz, önünüzde daha epey yol var gidecek, o kadar yolu yalanla gidemezsiniz.
Dürüst ve saygıdeğer olmayı deneyin.
Bu, sizin adınızı, omuzlarınıza iliştireceğiniz bütün yıldızlardan daha fazla ışıldatır.