ahmet altan

entry866 galeri55
    360.
  1. 11 nisan 2010 tarihli yazısında darmaduman etmiştir ortalığı, kaçacak delik bırakmamacasına. ama gel gör ki amerika' nın adamıymış mış da mış, hımmmm.

    --spoiler--
    çok sevdiğim, çok eski bir arkadaşımın hiç unutmadığım bir beğenme ve övme ölçüsü vardı, "utanmasını biliyor" derdi.

    Utanmasını bilmek önemli bir şey.

    Asker politikaya bulaşınca sadece disiplinini, saygısını, dürüstlüğünü değil anlaşılıyor ki utanma duygusunu da kaybediyor.

    Yaklaşık on bir ay önce, ordunun kendi yerleştirdiği mayınla yedi askerimiz şehit oldu.

    Ordu, bunun pkk' ya ait bir mayın olduğunu açıkladı.

    hemen operasyon başlattı, o operasyonda da bir başka askerimiz şehit düştü.

    Bu çatışmalar sırasında siyasi ortam gerginleşti, "açılım" yaralandı.

    Sonra, komutanların kendi aralarındaki telefon görüşmeleri düştü internete.

    Anlaşıldı ki daha ilk dakikadan itibaren "gerçeği" zaten biliyorlardı.

    Ama yalan söylediler.

    Hem de ne yalan, bütün siyasi ortamı gerecek, insanca bir adımı engelleyecek, dostluğun gelişimini baltalayacak bir yalan.

    Toplumun çekeceği acılara aldırmadılar bile.

    Hem kendi "suçlarını" gizlemek hem de her zaman askerin iktidarına hizmet eden gerginliği sürdürmek için gerçekleri hiç çekinmeden sakladılar.

    Medya da gerçeğin peşine düşmedi.

    "Açılıma düşman" olan, bu ülkenin barışa ve demokrasiye asla kavuşmasını istemeyen medya görevlileri "açılıma" yazılarla, manşetlerle saldırdılar.

    Geçen gün, Zaman gazetesi çok esaslı bir gazetecilik yaparak, o patlayan mayınla ilgili savcılığın "resmî raporunu" bulup yayımladı.

    Savcılık mayının orduya ait olduğunu kesinleştiriyordu.

    insan bir utanır, değil mi?

    Kendi askerini öldürmüşsün, yalan söylemişsin, gerçekleri saptırıp operasyonlar düzenlemişsin, toplumun barışını torpillemişsin ve suçüstü yakalanmışsın.

    Yoo, hiç umurlarında değil.

    Dün baktım komutanlardan biri konuşuyor gene.

    "Soruşturma devam ediyormuş, bu konuda yorumlar yapmamak lazımmış, beklemek gerekirmiş."

    Yahu, baştan beri bildiğiniz gerçeğin belgesi yayımlandı, ne beklemesi, ne soruşturması?

    On bir aydır bir soruşturmanın sonucuna varamıyor musunuz?

    On bir ay, sizin "kendi mayınınızı" tanımanıza yetmiyor.

    Peki.

    On bir ayda sonuçtan "emin olamıyorsunuz" da nasıl mayının patladığı günün ertesinde "PKK mayın patlattı" diye ortaya atılıp operasyon düzenliyor, bir askerin daha ölümüne sebep oluyorsunuz?

    "Kendi mayınınız olup olmadığını" anlamaya on bir ay yetmiyor da "PKK' nın mayını" olduğunu anlamaya nasıl 24 saat yetiyor?

    Madem hâlâ emin değilsiniz niye ertesi gün "PKK" diye çıktınız ortaya?

    Hala ne yüzle bizi kandırmaya, susturmaya çalışıyorsunuz?

    Hiç mi utanmayacaksınız?

    Darbecilikle suçlanan bir generaliniz, "komutanıyla konuşurken nezaket dışına çıkmakla" övünür, siz suçüstü yakalandıktan on bir ay sonra hâlâ "süratle soruşturuyoruz" diye kendi halkınızı kandırırsınız.

    Nasıl bir ordusunuz siz?

    Hiç mi doğru söylemezsiniz?

    Dağlıca' da yalan söylediniz, Aktütün' de yalan söylediniz, yakalandınız, sizi yakalayanları suçladınız.

    Belgeye "kâğıt parçası", law' a "boru" dediniz.

    Bir utanın, bir susun, bir kere de yüzünüz kızarsın.

    Utanma duygusunu hissetmeden gerçek askerliğe dönemeyeceksiniz, bunu anlayamıyor musunuz?

    Yaptıklarınızdan utanmazsanız bunları tekrarlarsınız, tekrarladıkça askerlikten uzaklaşırsınız.

    Disiplini, saygıyı, dürüstlüğü unutursunuz.

    "Askerin kışlasına dönmesini" , siyasetten çıkmasını, gerçek asker olmasını isteyenlere "ordu düşmanı" diyorsunuz, kim ordu düşmanı, bir düşünün.

    Kim bu orduya, bu ordudan daha fazla zarar veriyor?

    Darbe yapmadınız da "yaptınız" mı dedik, kendi geminizi batırmadınız da "batırdınız" mı dedik, daha önceden haberdar olduğunuz baskınlara önlem aldınız da "almadınız" mı dedik, ordunuzun içinden sayfalarca darbe planı çıkmadı da "çıktı" mı dedik, her kazılan yerde silahlar bulunmadı da "bulundu" mu dedik, kendi mayınınızla askerleri öldürmediniz de "öldürdünüz" mü dedik?

    Bütün bunları başka bir ordunun yaptığını farz edin bir an, o ordu hakkında ne düşünürdünüz?

    işte biz de onu düşünüyoruz.

    Ve, "artık biraz utanın, susun ve askerliğe geri dönün" diyoruz.
    --spoiler--

    [null http://www.taraf.com.tr/makale/10836.htm ]
    0 ...
  2. 361.
  3. bugünkü yazısında zorunlu askerliğin gereksizliğinden dem vurmuştur.

    --spoiler--
    askerlik ve gençlik

    ben tam 18 ay askerlik yaptım.

    benim bir işime yaramadı, ordunun da bir işine yaramadı.

    bir dağın başında geceleri taş bir kulübede yatıp, gündüzleri yandaki taş bir kulübede oturarak hayatımın bir yılını anlamsız bir şekilde harcadım.

    gündüzleri, ayda bir çıktığım çarşı izinlerinden birinde aldığım bir deftere roman yazarak, geceleri siyah beyaz televizyondaki kumlu görüntüler arasında bir arap istasyonunda oynayan dansöz görüntüsü arayıp, briç oynayarak geçti.

    çocuklarım, karım, bir işim vardı, hepsini geride bırakmak zorunda kaldım.

    epeyce parasızlık ve sıkıntı çektim.

    bunların “vatanıma” ne yararı oldu?

    hiç.

    benim orada yaptığımı biraz ingilizce bilen herhangi bir teğmen rahatlıkla yapardı.

    bana ihtiyaçları yoktu.

    peki, niye beni bir dağın başında aylarca boş boş oturttular, birçok insan gibi benim hayatımdan da çok önemli bir zaman parçasını alıp götürdüler?

    bundan otuz yıl önce bunun mantıklı bir açıklaması yoktu, bugün hiç yok.

    artık ordular “bilgisayarlarla” savaşıyorlar, teknolojik silahları “profesyonel” askerler kullanıyor.

    pilotsuz uçaklar uçuyor.

    yirmi beş yıl kadar önce gazetecilerin davetli olduğu bir nato gezisinde bize “bilgisayarlı” alman tanklarını göstermişlerdi, o bilgisayarları “hadi sen asker oldun” diye üstüne bir üniforma giydirdiğiniz bir köylü çocuğunun kullanma ihtimali bulunmuyor.

    o silahları kullanabilmek için çok daha iyi bir eğitimden geçmek gerekiyor.

    öyle eski usul “süngü savaşları” yapılmıyor artık.

    savaşları kazanabilmek için “kalabalık” ordulara değil, yetenekli ve iyi eğitilmiş ordulara ihtiyaç var.

    saddam’ın ordusu kaç kişiydi, amerikan ordusu kaç kişiydi irak savaşında?

    ne oldu?

    sayısı az ama teknolojisi ve yeteneği fazla olan kazandı.

    bütün bunları benden çok daha iyi bilen genelkurmay, bu gerçekler ortadayken, yüz binlerce genç insan “bizim hayatımızın en önemli kısmını bizden çalmayın, bütün kariyerimizi, işimizi gücümüzü mahvetmeyin, bedelli askerlik ilan edin” derken niye yüz binlerce kişilik bir ordu beslemek konusunda direniyor?

    devletin para kazanmasını engelleyip tam aksine devletin ve toplumun sırtına büyük bir yük yüklüyor?

    mesele “eşitlikse”, ordu “eşitliğe” çok önem veriyorsa, sinan çetin’in daha önce birkaç defa dile getirdiği gibi bunun da bir çaresi var.

    bedelli askerlik yapanlardan paraları toplar, o parayı ödeyemeyenleri “kısa bir süre” için askere alır ve o paranın bir kısmını “maaş” olarak o insanlara dağıtırsınız.

    bu kadar büyük bir kalabalığı, bu kadar uzun bir zaman neden askerde tutacaksınız?

    aslında bu çağda “zorunlu askerliğin” tümden kalkması gerekir.

    bunu hemen yapamıyorsak, o aşamaya “bedelli” döneminden geçerek varırız.

    genelkurmay, o çok sevdiği mazereti ileri sürerek “biz terörle savaşıyoruz” derse, bu eğitim düzeyindeki “geçici” askerlerle o tür bir savaşın kazanılması hiç mümkün değil, kazanılmıyor da zaten.

    bedelli tartışmasında da “zorunlu askerliğin kaldırılması” tartışmasında da genelkurmay’ın mantıklı, inandırıcı bir nedeni yok, toplumu da ikna edemiyor.

    çünkü “kalabalık” ordu beslemenin “askerî” değil “ideolojik” bir nedeni bulunuyor, ordu geniş kalabalıkları kontrol etmek, onları kendi “beyin yıkama” safhasından geçirmek, “ordunun kutsallığını” toplumun zihnine kazımak ve “içerde” etkili bir güç olmak istiyor.

    ama bu dönem de bitti.

    yüz binlerce insan, bütün gazeteleri, yazarları, partileri “askere gitmemek” için mail bombardımanına tutuyor, bu kadar isteksiz insanlarla mı savaş kazanılacak, askere gitmemek için çabalayan bu insanlarla mı “ordunun kutsallığı” korunacak?

    bence ordu toplumla çatışmamalı.

    gençlerin hayatında anlamsız gedikler açmadan çağın şartlarına uygun bir profesyonel ordu kurmalıyız.

    ordu, generallerin malı değil, bu milletin malı.

    milletin ne dediğine hiç aldırmadan, çağın gerçeklerine boş vererek, hâl⠓süngü savaşı” anlayışı sürdürerek askerlik olmaz.

    süngü değil teknoloji kazanıyor.

    kalabalık olan değil akıllı olan kazanıyor.

    biz neden “akıllı” bir ordu kuramıyoruz peki?

    niye hâl⠓süngü çağında” kalmış kalabalık bir ordu beslemek zorundayız?

    var mı generallerin bu soruya mantıklı bir cevabı?

    22.04.2010 - ahmet altan
    --spoiler--
    5 ...
  4. 362.
  5. 363.
  6. nisyan ile malul olmayan hafıza-i beşer, tepeden tırnağa vicdan...
    0 ...
  7. 364.
  8. pkk'ya toz konduramamış, yapılan pkk saldırısında pkk için laf söylemek yerine utanmadan tsk'ya kin kusan zavallı bir insan.
    2 ...
  9. 365.
  10. hala birileri tarafından sivil zırvalar ile sivilleşiyor sanılan amerikan kuklası.
    ne zamandan beri acaba eli kanlı bir terör örtünü yalamak sivilleşmek oldu.
    4 ...
  11. 366.
  12. ilginç bir adam.
    kendisinden hazzetmediğim halde, gazetesinde çalıştığım birkaç ayda neredeyse sempatimi kazanacaktı. böyle çalışanlara durup "n'aber" demeler, sırtını sıvazlamalar falan. garip tabii. yani o köşe yazılarına sinir olsanız da ve taraf'ından hoşlanmasanız da, birden etkileyebiliyor.
    farklı bir duruşu var, belki de patron olmasındandır. basit bir soruya bile cevap veremiyorsunuz karşısında birden.

    "n'aber?"
    1 dakika sonra...
    "ee, şey. iyiyim Ahmet bey. siz nasılsınız?"

    eğer maaşımı verebilseydi, hala patronum olabilirdi. o kaybetti. *
    0 ...
  13. 367.
  14. ask meselelerinden sonra etnik boluculugede el atmis olan insan.
    6 ...
  15. 368.
  16. kendisi önce belli romanlarla meşhur ettirilmiş, ardından da kendisine belli düşünceler savundurulmuştur. yarın ne olacağını kimse bilemez...
    3 ...
  17. 369.
  18. ülkenin gelişmesini salt darbecilerle mücadelede gören adam.
    3 ...
  19. 370.
  20. "böyle türklükten utanıyorum" beyanatının sahibi yazarımtrak. gören de nüfus cüzdanından başka türklüğe bağlı kalabilmiş yanları var sanacak!
    4 ...
  21. 371.
  22. bugün yazdığı yazıyla taktığı at gözlüğünün boyutlarının korkunç boyutlara ulaştığını gözler önüne sermiştir. Zatı muhteremi kadınları anlama iddiasıyla tanımıştık, sonra kendi gibi acaip bir gazete çıkardı, sanki türk milletinin sınırlarını zorlamak konusunda azmetmişçesine yandaş medyanın sol kanadında yerini aldı ama bugünkü yazı çok korkunçtu, ah be ahmet altan iki gün daha fazla gazete çıkaracağım diye düşündüğünü yazamamak zor olsa gerek.
    1 ...
  23. 372.
  24. Yanimda kimse olmadigindan degil yalnizligim, yalniz oldugumu soyleyebilecegim kimse olmadigi icin yalnizim ben.
    0 ...
  25. 373.
  26. tamamen kaos yaratmak için yazar oldururmuş kişi. yazdıklarına kimse inanmıyor hükümet dışında.
    1 ...
  27. 374.
  28. tam bir terörist işte..dağda bayırda aramaya gerek yok.Bir nazlı ılıcak iki de bu.Burdan seslenmek istiyorum ''Akıllı ol Ahmet akıllı''..:)
    0 ...
  29. 375.
  30. taraf yazarı, atatürk düşmanı şahsiyet. kimseye bir getirisi olmadığı gibi herkesden bir götürüsü olan zat.

    (bkz: birbokayaramamak)
    1 ...
  31. 376.
  32. pkk'lı bir it ile şehit olan buse'yi aynı kefeye koyacak kadar hatta bu karakol basan pkk'lı eli kanlı teröriste gerilla diyecek kadar artık içindeki rezil düşünceleri saklama ihtiyacı duymayan akepe hizmetkarı.
    5 ...
  33. 377.
  34. 378.
  35. içimizde Bir yerde adlı kitabında 'hazzın haritası;tanrı,kumandanlar ve memeler;kendine doğurmak 'vb. başlıklara yer veren ilginç,okunmasa da yokluğu hissedilmeyecek bir yazardır..
    0 ...
  36. 379.
  37. bu cesareti nereden aliyor merak edilmekte.
    2 ...
  38. 380.
  39. akıllı ol ahmet aklını alırlar..anlamazsın ne olduğunu walla ....
    0 ...
  40. 381.
  41. 06.07.2010 tarihli bu haftanın gündemiyle ilgili yazısı tek kelime ile "mükemmel" olan taraf yazarı.

    "Yasa ya da saçmalık"

    Aslında mümkün olmayan bir şeyin "mümkün olup olmadığını" tartışabilir mi bir toplum?

    Hepimiz, yasaya göre Anayasa Mahkemesi'nin herhangi bir anayasa değişikliğini "esastan" görüşemeyeceğini ve karar veremeyeceğini, bunun mümkün olmadığını biliyoruz.

    Ama hep birlikte Mahkeme'nin ne karar vereceğini konuşuyoruz.

    Yasalar bu kadar açıkken niye tartışıyoruz?

    Çünkü Anayasa Mahkemesi, yasa falan dinlemiyor.

    Anayasayı açıkça ihlal ediyor.

    "ihlal ediyorsam ben ediyorum, kim ne diyebilir" tavrını fütursuzca sürdürüyor.

    Yakın zamana kadar bu "hukuksal zorbalık" karşısında çaresizdik.

    Osman Can, bu çaresizliği kırdı yaptığı öneriyle.

    "Anayasa Mahkemesi yasalara uymazsa, parlamento, hukuku bu mahkemeye karşı korumakla yükümlüdür, mahkemenin kararını yok sayar" dedi.

    Parlamento bunu yapabilir mi yapamaz mı, cesareti buna yeter mi yetmez mi bilmiyoruz ama şimdi elimizde çok "değerli" bir ihtimal var.

    Yasayı dinlemeyen bir mahkemeye karşı ne yapılabileceğini biliyoruz.

    Dünyanın en geri anayasası olan 12 Eylül Anayasası'nın bile içine sığamayan bir Anayasa Mahkemesi'nin "hukuksal zorbalığına" karşı verilecek bir cevabımız bulunuyor.

    "Ben anayasayı dinlemiyorum" diyen bir mahkemeye karşı "biz de seni dinlemiyoruz" diyebileceğimizi öğrendik.

    Mahkeme, yasalarla ve halkla çatışmayı sürdürürse, eninde sonunda bu "cevabı" alacak halktan.

    Zaten Osman Can gibi Mahkeme'nin diğer raportörleri de uyarıyor Anayasa Mahkemesi'ni.

    Anayasa değişikliğiyle ilgili olarak Mahkeme Raportörü'nün hazırladığı son rapor da, "halka gitmeden bu madde gerçek bir madde haline gelmez, gerçek olmadan da siz bunun hakkında karar veremezsiniz" diyor.

    Anayasa değişikliği şu anda yürürlükte değil çünkü anayasaya göre ancak referandumda halk "evet" derse bu değişiklik kabul edilmiş olacak, "henüz kabul edilmemiş bir değişiklik hakkında, süreç işlerken Mahkeme karar veremez" diyor hukukçular.

    Anlayacağınız, Mahkeme'nin bu "anayasa değişikliği" hakkında karar vermesini engelleyen birçok hukuksal ve yasal neden var.

    Ama biz hâlâ "öyle mi olur, böyle mi olur" diye tartışmak zorunda kalıyoruz.

    Mahkeme'nin hukuka uyacağından emin değiliz çünkü.

    Daha önce hukuka uymamıştı.

    Niye hukuku göz göre göre çiğniyor?

    Basit bir nedeni var bunun.

    Kendilerini bu ülkenin "efendisi" olarak görmeye alışmışlar, bu ülke için neyin iyi olduğunu sadece "yüksek yargı, ordu ve bürokrasi" biliyor, onun için "gizli iktidar" daima onların elinde olmalı, son kararı daima onlar vermeli, halk ve halkın temsilcileri bu ülkenin kaderiyle ilgili bir hamle yapamamalı.

    Yıllarca da ülkeyi böyle yönetmişler, kendilerini "genel vali", halkı da "sömürge halkı" olarak görmüşler, medyayı da yanlarına almış ve her türlü eleştiriden ve denetimden uzak yaşamışlar.

    Şimdi halk sıkılmış, bu durumu değiştirmek istiyor.

    Onlar da halkı zorbalıkla püskürtmeye çalışıyorlar.

    Kürt savaşı ordunun yeteneklerini ve gücünü...

    Türban yasası, cumhurbaşkanlığı seçimi, Ergenekon davası da "yüksek yargının"; hukuk bilgisinin ve hukuka saygısının sınırlarını ortaya çıkardı.

    Bu iki müessese de yetersiz.

    Kendi işlerini doğru dürüst yapamıyorlar.

    Akıllarını siyasete taktıklarından askerliği ve hukukçuluğu unutmuşlar.

    Kendi işini bile doğru dürüst yapmayı beceremeyen iki müessese, halka "efendilik" taslıyor.

    Bizim gelişebilmemiz, özgürleşebilmemiz, zenginleşebilmemiz için, bu iki müessesenin geleceğimize attığı kördüğümü çözmemiz gerekiyor.

    Bu orduyla ve yüksek yargıyla ileriye doğru tek bir adım bile atamayız.

    Biliyorum, her türlü değişikliğe, bu arada "anayasa değişikliğine" de karşı olan bu "gizli iktidar" kendine beklenmedik müttefikler buluyor.

    "Demokrasinin ve hukukun" destekçisi olmasını beklediğimiz bazı "dostlar" bizi de, taraftarlarını da utandırarak bu "gerici güçlerle" işbirliği yapıyor.

    "Davayı satan satar, kalan demokratlar bizimdir."

    Bu anayasa değişikliğiyle ilgili muhteşem sloganı bulan demokrat güçler "yetmez ama evet" diyerek bu değişiklikleri savunmaya karar verdi.

    Bu ülkenin Kürt ve Tük halklarının bu dövüşte "gerici güçleri" mi yoksa değişimi mi destekleyeceğini hep birlikte göreceğiz.

    Bu toplum, bu "gericileri" ve onlarla işbirliği yapan bütün güçleri yenecek.

    Varlığını sürdürebilmek için başka şansı yok çünkü.
    2 ...
  42. 382.
  43. kendisi bir çift memeye ülkesini,çoluğunu çocugunu bile satar bence..
    0 ...
  44. 383.
  45. http://www.taraf.com.tr/a...tan/makale-ah-ahparik.htm

    böyle yazı yazarak kendisini duyarlı birisi olarak göstermeye çalışan, ama nedense 90-lı yılların başlarında dünyanın gözü önünde yaşanan hocalı katliamı ile ilgili tek satır bile yazmayan yazarcık. bu mu senin duyarlılığın?
    1 ...
  46. 384.
  47. bir çift memeye ülkesini satacağını söylemiştir. demek ki şu sıralar pkk lı memesi emüklemektedir.
    3 ...
© 2025 uludağ sözlük