yirmi beş yıl savaşan bir ülke, uyuşturucuya alışır gibi alışır savaşa.
bir tür savaş bağımlısı olur.
çünkü o halkı savaşa ikna etmek, yirmi beş yıl süren bir savaşı meşru göstermek için yoğun bir propaganda bombardımanı yapılır.
düşmanın; kötülükleri sıralanır, düşman aşağılanır, düşmanın her konuda haksız olduğu yazılır.
insanlar, bunları okudukça, televizyonlarda bunları gördükçe öfke dolarlar, kinlenirler.
sonra barış vakti gelir.
işte sorun o zaman başlar.
çünkü barışı destekleyecek olanlar, barışı övecek olanlar, yıllarca savaşı övmüş olanlardır.
bir kokain tüccarı gibi sattıkları malı& kendileri de kullanmaya alışmışlar, onlar da zehirlenmişlerdir.
savaştan barışa dönmekte çok zorlanırlar.
bugün bunu açıkça görüyoruz.
medyanın önemli bir kısmı, yakın tarihimizin en büyük olayı yaşanırken sessiz kalıyor.
olup biteni anlamakta zorlandıkları gibi barışı kendi içlerine sindirmekte de zorlanıyorlar.
şu son iki günkü gazetelere bakarsanız ne demek istediğimi daha rahat görürsünüz.
şimdi kendi yöneticileri ve medyası tarafından zehirlenmiş olan insanları yeniden barışa alıştıracağız.
bu sadece türk tarafı için değil, kürt tarafı için de geçerli.
türkler yıllarca kendi televizyonlarında şehit cenazelerini izledikleri gibi kürtler de kendi televizyonlarında kendi şehitlerinin cenazelerini izlediler.
türk tarafı kendi çocuklarını nasıl şehit gördüyse kürtler de kendi çocuklarını şehit gördü.
iki taraf da diğer tarafın ölüsünü aşağıladı.
iki taraf da kendi haklılığına inandı.
şimdi iki taraf da yeni bir hayatı, yeni bir barışı kabullenirken zorlanacak.
iki taraf da barış kapımıza geldiğinde biz kazandık diye bağırmak istiyor.
ama barış, savaş değil.
savaşı sadece tek taraf kazanabilirken, barışı iki taraf da kazanabiliyor.
ya iki taraf yan yana gelecek ve hep birlikte biz kazandık& diye bağıracağız ya da ayrı ayrı durup biz kaybettik diye bağıracağız.
bu savaşın kazananı yok çünkü.
bu barışın kazananı var.
bu barışın kazananı türkiye, yetmiş milyon insan.
barış geldiğinde, sadece kürtlerin hayatı değişmeyecek.
kürtleri eşit vatandaş olarak hayata kabul ederken bütün bozukluklarımızı da düzeltmek zorunda kalacağız, dindarlarımız da kazanacak, kürtlere özgürlüğünü ve eşitliğini verecek olan demokratik düzenlemeler dindarlara da eşitliklerini ve özgürlüklerini verecek, solculara da verecek, alevilere de verecek.
kürtlerle birlikte dindarlar da, aleviler de, solcular da kazanacak.
ulusalcı gençler de kazanacak.
en büyük türkiye diye bağırıp ondan sonra mahalle karakolunda en büyük türkiyenin polisinden dayak yiyen ulusalcı genç de barışın şemsiyesi altında korunacak.
bugün kıyı şeritlerinde işlerimizi kürtlere kaptıracağız diye korkup ırkçı inanışların esiri haline gelenler, barış sayesinde zenginleşmeye başladığımızda, savaşa giden para hayata dönmeye koyulduğunda, ticaret canlandığında, turizm patladığında,bu ülkenin herkese yeteceğini kazandığı paranın arttığını görerek anlayacak.
hayatın asıl amacının düşmanın burnunu sürtmek olmadığını, asıl amacın iyi, dürüst, zengin ve mutlu yaşamak olduğunu kavrayacağız.
şimdi kullandığımız dili, içimize sinen düşmanlığı, ölme ve öldürme tutkusunu, ırkçılığı, en büyük ırkın kendi ırkımız olduğuna inanma saflığını, öfkenin çekiciliğini bir kenara bırakma zamanı.
iç barışla birlikte gelişecek olan dış barış da hayatımıza yeni değerler katacak.
boru hatları, ticaret anlaşmaları, yeni yatırımlar bambaşka bir hayat biçimi oluşturacak.
bu, bizim bilmediğimiz, huzurlu ve zengin bir hayat.
bu ülke büyük bir dönüşümden geçiyor.
dün en büyük dönemeçlerinden birini döndü.
kürt meselesinde atılan olumlu bir adım bütün ülkeyi kısa zamanda etkileyecek.
öfkeye alışmış ruhumuz, düşmanlığa alışmış zihnimiz, kısa süreliğine de olsa bir sarsıntı geçirecek.
bu sarsıntıyı, olan ve olacak iyi şeyleri görerek, anlayarak, hissederek aşacağız.
uyuşturucu tedavisi gören bir hasta gibi öfke tutkunluğumuzu tatmin edecek öfke kaynağını bulamadığımızda inlesek de, tedavi sonucunda ulaşacağımız hayatı hayal etmek bize güç verecek.
barışa alışacağız ve barış müptelası olacağız.( ahmet altan,taraf-20.10.2009)
son yazısı ile ciddi şekilde mide bulandıran insandır. *
daha önce kadın memesine vatan satarım diyen ve sonra coşup dağdaki PKK'lı itler ile sarmaş dolaş foto çektiren bu adam son yazısında şöyle rezalet bir yazıya imza attı;
" Türkler, “barışı” değil, yirmi beş yıl boyunca medyanın kendilerine “bebek katili bölücü çılgınlar” olarak tanıttığı PKK’lıların “yok edilmelerini” istiyordu sanırım.
PKK, öldürmekle bitecek bir örgüt değildi çünkü medyanın tanıttığı gibi bir “terör” örgütü değildi, PKK, çok acı çekmiş bir toplumun öfkesiydi. "
nerede ise Türkleri terörist ilan edecek.
pkk terör örgütü değilmiş.
daha fazla yoruma gerek olmayan, satılmış bir kalemden çıkan, hükümetten öte adeta pkk yalakası bir yazı.
dün işgal altında iken işgalcilerin yalakaları vardı; bugün ise alçak pkk denen terör örgütünün.
Kader, onun “iyi bir politikacı” olmasına karar vermiş gibiydi...
iyi konuşuyordu, demagojiye sapmaktan çekinmiyordu, dine ve milliyetçiliğe vurgu yapıyordu, halktan biriydi ve halktan biri gibi davranıyordu, sahiciydi, çabuk kavgaya giriyordu, kitlelerle iyi ilişki kuruyordu, teşkilatçıydı, enerjikti...
Ama derin bir kültürü yoktu, büyük bir vizyona sahip değildi, fazla hırslıydı, politikasını fikirsel bir temele oturtmakta zorlandığı için çabuk zikzak yapıyordu, Şemdinli gibi zor zamanlarda rahat adam harcıyordu, “tek adam” olmaya bayılıyordu, çok sık üslup kaymaları yaşıyordu, diplomatik ilişkilerde bile kahvehane raconu ile konuşuyordu.
Politikada başarılı olacak, bir yerlere gelecek, sıradan bir “parti başkanlığını” ele geçirecek birinin profiline sahipti.
Ve, kader, Erdoğan da dahil herkese gerçekten büyük bir çalım attı.
Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye tarihinin en önemli “liderlerinden” birine dönüştü.
“iyi politikacı”, geçirdiği değişimlerle “tarihî bir lider” olma başarısına erişti.
Türkiye’yi de aşan çok geniş bir vizyonun sahibi şimdi.
En zor, en belalı işlerden birine girişerek yirmi beş yıllık savaşı durdurdu.
Bunu yaparken, sadece “tarihî liderlerde” görülebilen bir özelliğini ortaya koyarak, kendi taraftarlarının bir kısmıyla çelişebilme cesaretini de sergiledi.
Herkesin “savaş” diyerek oy topladığı bir ülkede o “barış” dedi.
PKK’lıların silahlarını bırakıp dağdan inmeleri için yolu açtı.
Bunu büyük bir kararlılıkla, rakiplerinin ucuz ve hamasi demagojilerine aldırmadan yaptı.
Şu anda Türkiye’de Erdoğan’ın çapında bir politikacı yok.
Buna, Erdoğan’a en çok kızanların bile “hayır” diyebileceğini sanmıyorum.
Erdoğan’ın “kalibresine” sahip kim var bu ülkede?
Onun cesaretine ve vizyonuna sahip kim var?
Kimse yok.
Erdoğan, Türkiye’de rahipsiz.
Ama artık sadece Türkiye’de değil bence dünyada da önemli liderlerden biri.
Sadece Türkiye’deki savaşı durdurmadı, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da büyük katkılarıyla, bütün bölgeye barış getirecek “açılımlar” yaptı.
Bir yandan Müslüman dünyada hayranlık toplayan bir “lider” olurken, bir yandan da Batı’nın fikirlerine önem verdiği, desteklediği bir yönetici oldu.
Dünya sahnesinin önemli liderlerinden biri artık.
Yakında Ermenistan kapısı da açılacak, yüz yıllık düşmanlık sona erecek, Suriye ile sınırı kaldırdık bile, Kürdistan’la iki sınır kapısı açılacak, Türkiye enerji hatlarının geçiş yolu olacak.
Bunları yapan adam tarihe geçer, Erdoğan da geçecek.
Bütün tarihî liderler gibi o da tarihe kendi adını kendi elleriyle, risk alarak yazdı.
Hak ettiği alkış belki hemen patlamayacak ama bir iki yıl sonra bu barışın etkisini herkes hissetmeye başladığında alkışlar daha da kuvvetlenecek.
Erdoğan, Türkiye’yi en kritik noktadan geçirip, çok doğru kararlarla “barışla” buluştururken, bu gelişime çok yardımcı olan bir başka liderin de hakkını vermemiz gerekir.
DTP Başkanı Ahmet Türk, konuşmalarıyla, sözleriyle, barışı bütün samimiyetiyle isteyen gerçekliğiyle, sorunların çözümüne baş koymasıyla, ucuz ve kolay alkışlara gönül indirmemesiyle, “gerçek liderlerin” kalitesini ortaya koydu.
Ahmet Türk’ün yerinde “tribün alkışına” önem veren gösterişçi politikacılardan biri olsaydı, Türkiye, Erdoğan’ın bütün kararlılığına rağmen barışa ulaşmakta çok zorlanırdı.
Türkiye, Erdoğan’a olduğu kadar Türk’e de teşekkür borçlu bence.
Bu ülke, yakın tarihinin en büyük gelişmesini yaşarken, savaş biterken, çocukların hayatı kurtulurken, Güneydoğu yaşadığı o korkunç 25 yılı geride bıraktığı için sevinirken, Batı bölgelerindeki Türklerde bir “burukluk” var gibi gözüküyor.
Gazeteler bile bu “barışı” mümkün olduğunca küçümsemeye çalışıyor.
Batı’daki Türkler, “barışın” anlamını kavrayamamış gibi gözüküyorlar.
Bunun birinci nedeni, savaşın “uzaklarda” gerçekleşmesi, insanların sokaklarda, kırlarda, mahzenlerde, taburlarda öldürüldüğü coğrafyanın kendisine çok uzak olması...
ikinci nedeni ise yirmi beş yıllık savaş sırasında “barışın” nasıl bir şey olduğunu unutması.
Türkler, “barışı” değil, yirmi beş yıl boyunca medyanın kendilerine “bebek katili bölücü çılgınlar” olarak tanıttığı PKK’lıların “yok edilmelerini” istiyordu sanırım.
PKK, öldürmekle bitecek bir örgüt değildi çünkü medyanın tanıttığı gibi bir “terör” örgütü değildi, PKK, çok acı çekmiş bir toplumun öfkesiydi.
O öfkeyi dindirmeden, sadece insanları öldürerek PKK’yı “yok edemezdiniz”, öldükçe yenileri çıkardı ve çıktı.
Bu ülke, binlerce insanını ve yüzlerce milyar dolarını bu savaşa gömdü, şimdi insanlarımızın enerjisini ve savaşa giden paraları yeniden hayata katacağız.
Kısa zamanda bunun etkilerini hayatımızda hissedeceğiz.
Ayrıca, bu savaşın bitmesi Türkiye’yi hem kendi bölgesinde hem de dünyada “en önemli, en saygıdeğer” ülkelerden biri yapacak.
Geçmişin intikamına takılıp kalmak insanı geçmişe gömer, geleceği unutturur.
Halbuki, yaşanacak zaman gelecekte bekliyor bizi.
Hiç kimsenin kazanamayacağı bir savaşı geride bırakıp, herkesin kazanabileceği bir barışı ele geçirme başarısını gösterdik.
Bu çok büyük bir başarı.
Herkes “öldürebilir” ama sadece çok güçlüler “yaşatabilir”.
hainlik ve saçmalıklar dolu olan yazısında benim dikkatimi çeken şu yukarıdaki son iki dizedir. hatta son dizedir. nasıl mutlu ve zengin olacakmışız? ha sen zaten akp ve sorosçular ile birlikte olduğun için zengin ve mutlusun biz de mi senin gibi yapıp zengin olalım? yo yo ahmet, biz senin kumaşından değiliz! senin kumaşın mahalle pazarlarında satılamayacak kadar bayağı, o yüzden biz zengin olamayız.
o değil de sen bir ara kadın "memesine meleket satacağını" söyleyen "fikir orspusu değil" miydin? n'oldu? sende mi gelişerek değiştin?
cumhuriyetin kutlanmasi diktatorluklerde rastlanir diyerek koskaca bir yalan soylemis, insanlari salak yerine koymaya calismis yazarcik. amerikada kutlanan 4 temmuz bagimsizlik gunune bizzat sahit oldum. agzim acik kalmisti. gercekten olesine bir cosku bizde gormemistim. avrupada da bu tur kutlamalar coskuyla yapiliyor. aslinda sorun kutlamada da degil...
acikca ben istemedigim bir rejimi kutlamak istemiyorum diyemiyor, kiviriyor... yaziklar olsun, ayni teraneden zaman gazetesinde de bir yazar desteklemis altan i. bu rejimin altinda ezilir kalirsiniz insallah!!!