akşam erken iner mapushaneye,
iner yedi kol demiri yedi kapıya.
birden ağlamaklı olur bahçe,
dışarda duvar dibinde
3 dal gece sefası 3 kök hercai menekşe.
dizelerinin sahibi şairdir. kendisine yöneltilen; 1 kitapla şair olunurmu sorusuna, 1 kitapla peygamber olunuyorda şair neden olunmasın cevabını vererek dünya edebiyat tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır.
Seni, anlatabilmek seni.
iyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamdan,
Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni..
'' Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,
Macera değil.
Yaşamak, sade "yaşamak"
Yosun, solucan harcıdır.
Öyle açar ki murat.
Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da
Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,
Daha bir burcu - burcudur. ''
Şairdir, sosyologdur. Acıyı onu kalemi ifade eder bence.
Bazen şiirlerini okuyunca duru ve net bi anlam bulurum. o dakika "ulan oğlum bu başka şeyler de kast etmiştir, senin sefil beynin olayı çözemedi" derim.
evet ağlamaklı oluyorum demdir bu
hani kurşun sıksan geçmez geceden
anlatamam nasıl ıssız
nasıl karanlık...
ve zehir zıkkım cıgaram.
gene bir cehennem var yastığımda,
gel artık...
ahmed arif tapılası bi adam, sevdadan vazgeçmemeyi , aslolanın karşılık değil yalnızca ölesiye sevmek olduğunu, mecnun olmayı ondan öğrendim/k. fakat, dün mektuplara tekrar bi göz attım, objektif düşündüm de leylası konusunda biraz bencil...
tekmil ufuklar kışladı
dört yön,onaltı rüzgar
ve yedi iklim beş kıta
kar altındadır.
kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
ray, asfalt, şose, makadam
benim sarp yolum, patikam
toros, anti-toros ve asi fırat
tütün, pamuk, buğday ovaları,çeltikler
vatanım boylu boyunca
kar altındadır.
döğüşenler de var bu havalarda
el, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
ümit, öfkeli ve mahzun
ümit, sapına kadar namuslu
dağlara çekilmiş
kar altındadır.
şarkılar bilirim çığ tutmuş
resimler, heykeller, destanlar
usta ellerin yapısı
kolsuz,yarı çıplak venüs
trans-nonain sokağı
garcia lorca nın mezarı,
ve gözbebekleri pierre curie nin
kar altındadır.
duvarları katı sabır taşından
kar altındadır varoşlar,
hasretim nazlıdır ankara.
dumanlı havayı kurt sevsin
asfalttan yürüsün aralık,
sevmem, netameli aydır.
bir başka ama bilemem
bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
kalbim, bu zulümlü sevda,
kar altındadır.
gecekondularda hava bulanık puslu
altındağ gökleri kümülüslü
ekmeğe, aşka ve ömre
küfeleriyle hükmeden
ciğerleri küçük, elleri büyük
nefesleri yetmez avuçlarına
ilkokul çağında hepsi-
kenar çocukları
kar altındadır.
hatıp çay ın öte yüzü ılıman
bulvarlar çakırkeyf yenişehir de
karanfil sokağında gün açmış
hikmetinden sual olunmaz değil
mucip sebebin bilirim
ve kafi delil ortada.
karanfil sokağında bir camlı bahçe
camlı bahçe içre bir çini saksı
bir dal süzülür mavide
al al bir yangın şarkısı,
bakmayın saksıda boy verdiğine
kökü altındağda, incesudadır.
seni, anlatabilmek seni.
iyi çocuklara, kahramanlara.
seni anlatabilmek seni,
namussuza, halden bilmeze,
kahpe yalana.
ard arda kaç zemheri,
kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
dışarıda gürül gürül akan bir dünya...
bir ben uyumadım,
kaç leylim bahar,
hasretinden prangalar eskittim.
saçlarına kan gülleri takayım,
bir o yana,
bir bu yana.
seni bağırabilsem seni,
dipsiz kuyulara,
akan yıldıza,
bir kibrit çöpüne varana,
okyanusun en ıssız dalgasına düşmüş bir kibrit çöpüne.
yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
yitirmiş öpücükleri,
payı yok, apansız inen akşamlardan,
bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,
seni anlatabilsem seni.
yokluğun, cehennemin öbür adıdır.
üşüyorum, kapama gözlerini.
'' ahmed arif'in şiiri bir bakıma nazım hikmet çizgisinde, daha doğrusu nazım hikmet'in de bulunduğu çizgide gelişmiştir. ama iki şair arasında büyük ayrılıklar var. nazım hikmet, şehirlerin şairidir. ovadan seslenir insanlara, büyük düzlüklerden. ovada akan ''büyük ve bereketli bir ırmak'' gibidir. uygardır. ahmed arif ise dağları söylüyor. uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları, ''asi'' dağları. uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. ''daha deniz görmemiş'' çocuklara adanmıştır. kurdun kuşun arasında, yaban çiçekleri arasında söylenmiştir, bir hançer kabzasına işlenmiştir. ama o ağıtta, bir yerde, birdenbire bir zafer şarkısına dönüşecekmiş gibi bir umut (bir sanrı, daha doğrusu bir hırs), keskin bir parıltı vardır. türkü söyleyerek çarpışan, yaralıyken de, arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir doğa içinde. büyük zenginliği ilkel bir katkısızlık olan atıcı, avcı bir doğa içinde. ''
''ahmed arif şiirinde bir duygu sağnağı, imgeler halinde, sıra sıra mısraları kurar. ana düşünce, dipte, her zaman belirli, ama sakin durur, çoğalır, büyür belki, ama kalın bir damar halinde hep dipte durur. ahmed arif kendi şiirine en uygun yapıyı ve mısra düzenini bulmuş bir şairdir. anlatımıyla, şiirinin özü arasında özdeşlik vardır. türkçe destan türünün en ilginç deneylerini yapmıştır. en ilginç çıkışını desek daha yerinde olacak. bir yalçınlığı koyuyor şiirine ahmed arif, bir graniti. o yalçınlıktan, birden, sınır köylerine iniyor, ''tavukları birbirine karışan'' insanları anlatıyor. bu birdenbirelik onu kekre diyebileceğimiz bir lirizme ulaştırıyor. ya da tersi oluyor. eksiksiz bir silah koleksiyonunun arasından görüşmecisinin yolladığı taze soğan demetini görüyorsunuz. ahmed arif, doğu anadolu'nun, sınır boylarının yersel görüntüleri içinde oraların türkülerini kalkındırıyor, bütün anadolu türkülerine ulaştırıyor onları, büyütüyor, besliyor; ama boğulmuyor onların arasında. doğu anadolu insanının müthiş malzemesini korkusuz lirizm içinde önümüze yığıyor. sonra bütün anadolu insanına doğru yayıyor onu. pir sultan abdal'ı, urfa'lı nazif'i köroğlu'na, bedrettin'e götürüyor. büyük bir sevgiye, umuda çağırıyor anadolu insanını gözlerinden öperek, çıldırasıya severek.''
''ahmed arif'te imge, çıplaklığın çarpıcılığını taşır; düşünce, vurucu özelliğini ilk anda kullanır. ''hasretinden prangalar eskittim'' de bunun bir çok örneğini görüyoruz. sonra imge onda sınırlı bir öğe değil. bir bakıma şiirin kendisi, bütünü. öyle ki bütünüyle vardır onun şiiri. kelimeler ilişkin oldukları kavramları aşan ve daha geniş durumları kavrayan bir nitelik gösteriyor. şiirin bütünü içinde kullanılmış bazı düz sözler inanılmaz çarpıcılık, bir imge yeteneği kazanmaktadır ahmed arif'te. öte yandan, şiirin içinde birer ikişer kelimelik mısralara halinde akan bu sözler biçim yönünden de önem kazanmaktadır. öyle ki, kendiliğinden doğan ve yalnız ahmed arif'e özgü gizli bir aruz gibi bu sözlerden bütün şiire bir müzik yayılmakta, ya da bütün şiir çekidüzeninin onlarda bulmakatadır.
sözgelimi; otuz üç kurşun'da:
yakışıklı
hafif
iyi süvari
mısralarının;
yine aynı şiirde:
ve karaca sürüsü
keklik takımı...
mısralarının böyle bir işlevi vardır.
ahmed arif ritmi sözde arar. bunun için onun şiiri bir noktada ''oral'' niteliğini bırakır, çok ötelere gider. bu yönüyle çağdaş şiirin en yeni yönsemelerine karışır. özellikle imge konusunda yaptığı sıçrama onu bugünkü şiiri hazırlayanlardan biri yapmıştır. zaten birçok şairin onun etkisinden geçmesi de bunu gösteriyor.
'' cesareti söylüyor ahmed arif. yiğitliği.
bir pınar gibi, yeraltı suyu gibi, bir tipi gibi.
''dostuna yarasını gösterir gibi.''
yücelerde yıllanmış katar katar karın içinde yürüyor yalınayak ve ayakları yanarak.''
''1983te Anam Arife Önalı kaybettim. Okumamıştı ama Pardon, okumamış yanlış oldu. Okutulmamıştı ama şirin bir kadındı. Bir keresinde komşularıyla toplanmışlar muhabbet ediyorlar. Komşu kadınlar sürekli oğullarıyla övünüyorlarmış Benim oğlum izmire gitti doktor oldu. Benim oğlum istanbula gitti mühendis oldu. Büyük oğlum Bursa ya gitti mimar oldu diye. Anam altta kalır mı? Oda Benim oğlumda Ankaraya gitti komünist oldu demiş. Garip anam ne bilsin, komünistliği de doktorluk, mühendislik gibi bir meslek zannediyor.
Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm '' ahmed arif