Müminler, ölümü bir terhis tezkeresi ve Sevgili'ye vuslat davetiyesi gibi görürken; iman mahrumları ona, her şeyin sona ermesi, bir yok olma, bir inkıraz, bir çözülüp dağılma ve topraklaşma nazarıyla bakar ve katiyen onunla yüz yüze gelmeyi arzu etmezler. Onlara göre, insan ölünce her şey biter; her şey ve her yer yokluğun karanlığına gömülür. Bundan dolayı da, onlar ölümü asla istemez ve ondan köşe bucak kaçarlar.
Cenab-ı Hak, Yahudi ve Hıristiyanlardan bazılarının "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" (Mâide, 5/18) demesi üzerine Peygamber Efendimiz'e şöyle hitap etmiştir: "De ki: "Ey kendilerine Yahudi diyenler! insanlar arasında yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunu iddia ettiğinize göre, bu iddianızda tutarlı iseniz, haydi hemen ölmeyi temenni edin de bir an önce O'na kavuşun." (Cuma, 62/6) Allah Teâlâ, iddialarının ne kadar asılsız ve geçersiz olduğunu göstermek için onlara böyle çağrıda bulunmuş; "Eğer o davanızda doğru iseniz böyle ölümden kaçmayıp onu temenni etmeniz gerekir. Niçin ondan kaçıp da bütün varlığınızla dünya hayatına sarılıp duruyorsunuz?" itabıyla onların dünyaya ve hayata ne kadar düşkün olduklarını ve suiistimallerinden dolayı ölümü katiyen istemediklerini ifade buyurmuştur: "Ama onlar bizzat yaptıkları zulümler sebebiyle asla ölümü temenni etmezler. Allah o zalimleri pek iyi bilir." (Cuma, 62/7)
Evet, Allah o zalimleri pek iyi bilir ve onların karakterlerini, gönüllerinden geçenleri bizlere de bildirmektedir. Yahudi ve Hıristiyanlardan bazılarının "Âhiret yurdu (Cennet) ancak bizimdir" demelerine rağmen, o yurdun koridoru olan ölümden korkup kaçtıklarını, ölümden sonra böyle ebedi bir mutluluğun yalnız kendilerine ait olduğuna cidden inanmış olanların, zahmetler, elemler ve kederlerle dolu olan şu üç-beş günlük dünya hayatına sımsıkı sarılmalarının hiçbir anlamı olmadığını; bu düşüncede olanların bir an önce ölümü temenni etmeleri gerekirken, dünyadan ayrılmayı asla istemediklerini ve hattâ hayata en fazla onların düşkün olduğunu beyan buyurmaktadır. "insanlar içinde dünya hayatına en hırslı olanların onlar olduğunu görürsün. Hatta bu hırsta müşriklerden bile daha ileridirler. Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister. Fakat uzun ömür onu cezadan uzaklaştıracak değildir. Allah, onların bütün yaptıklarını görür." (Bakara, 2/96)
Kur'ân-ı Kerim, Âd kavmini anlatırken de ehl-i küfrün uzun ömür arzusunu nazara vermekte; Hz. Hûd'un onlara şöyle dediğini hikaye etmektedir: "Siz her yol üzerinde, gelip geçenleri şaşırtmak için bir alâmet yapıp saçma sapan şeylerle mi uğraşırsınız? O muazzam yapıları dünyada ebedî kalmak gayesiyle mi inşa ediyorsunuz? Başkalarının hukukuna karşı hiç sınır tanımadan hep böyle zorbalık mı yapacaksınız?" (Şuara, 26/128-130)
işte, mü'minlerin âhiret özlemine mukabil, iman mahrumlarında da pek şedit bir yaşama arzusu ve uzun ömür temennisi vardır. Onlar dünyada bir müddet daha kalabilmek için sürekli "keşke keşke" der durur; ölümü hatırlamak bile istemez ve ondan hep kaçarlar.. kaçarlar ama; katiyen kurtulamayacakları bir acı son onları beklemektedir: "Nerede bulunursanız bulunun: Sağlam, yüksek kulelerde, hatta eflâke ser çeken gökteki yıldız burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir." (Nisa, 4/78)
Dünya Yörüngeli Temenni
Verdiğimiz misallerde de açıkça görüleceği üzere, mü'minlerin temennisi tevbe, azim ve kasıt televvünlüdür. imandan mahrumların temennilerine gelince onlar, dünya adına bir nedametin ve iç acısının tezahürleridir, boş ve varidatsızdır. Meselâ; Tebük Seferi'ne çıkıldığında Ka'b ibn Malik (r.a.) -kendi ifadesiyle- bir ihmalkârlık sonucu geride kalmıştı. Artık yola çıksa da orduya yetişemeyeceğini anlayınca hüzünden iki büklüm olmuştu ve o derin üzüntünün ifadesi dudaklarından "Keşke Allah Resûlü'ne yetişebilse ve Onunla beraber olabilseydim!.." şeklinde dökülmüştü. "Keşke" sözü onda bir seyyienin pişmanlığı olarak, tevbesinin bir buudunu teşkil ediyordu; geri kalan kısmı ise, doğruluğunun ve sadakatinin arkasından gelen af fermanı tamamlıyordu." (Buhari, "Megazi", 79; Müslim, "Tevbe", 9/53) Ka'b ibn Malik'in temennisine mukabil Bedir'e çıkıp yarı yolda nifaklarını kusarak geri dönen münafıklara bakılırsa onların temennisinin ne kadar boş bir kuruntudan ibaret olduğu görülecektir. Onlar, savaş sonrasında Medine'ye gelen ganimeti gördüklerinde "keşke" diye inlemiş; "Ah! n'olurdu, ben de onlarla beraber olaydım da büyük ganimete konaydım!" demişlerdi. (Nisa, 4/73) Ne tevbe, ne cihad şevki, ne âhiret için azık edinme gayreti ve ne de Peygamber'le beraber olma arzusuydu onların içini yakan. Kaçırdıkları bol ganimetti ciğerlerine pişmanlık ateşi salan.
Diğer taraftan, Allah Teâlâ, bir mü'minin diğer bir insanın malına, makamına, kabiliyet ve meziyetlerine göz dikmesini yasaklamıştır. Bir mü'min, başkalarına bahşedilen ama kendisine verilmeyen lütuflara göz dikerek yakınmalarla kendini mahvedeceğine, içini kemiren kin, kıskançlık, çekememezlik ve intikam gibi yıkıcı duygulara kapılacağına, aşağılık komplekslerine gireceğine ve bunların neticesi olarak yüce Allah'ın adaletinden ve her şeyi kulları arasında isabetli biçimde dağıttığından kuşkulanacağına hâline kanaat etmeli ve şükür hisleriyle dolmalıdır. Çünkü, kanaatsizlik ve başkalarının elindekine göz dikme saikiyle dünyalık temennilerde bulunma hased, kin ve düşmanlık hasıl eder; Allah'ın takdir ve taksimine razı olmama manâsına gelir. Kendi hakkında takdir edilmeyen bir şeyi temenni etmek, kaderdeki hikmete karşı gelmektir ve kısır bir ızdırap kaynağıdır. Başkasının çalışıp didinmesine bir mükâfat olarak takdir edileni, kuru kuru temenni etmek de bir münasebetsizlik, avarelik ve zamanı boşa harcamaktır. Bundan dolayı Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Bir de Allah'ın kiminize kiminizden daha fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere çalışmalarından nasipleri olduğu gibi kadınlara da çalışmalarından nasipleri vardır. Çalışın da siz daha hayırlı şeyleri Allah'ın fazlından isteyin. Allah her şeyi hakkıyla bilir." (Nisa, 4/32)
Allah'ın verdiklerine kanaat etmeme ve daha fazla dünyalık talebinde bulunma bir küfür sıfatı ve âhirete inanmama hastalığının bir sonucudur. Nitekim Kur'ân-ı Kerim, bu konuda, Karun'un hazineleri karşısında insanların tavır ve davranışlarını iki gruba ayırır ve bir ibret tablosu olarak onların hâlini gözler önüne serer. Karun bir gün, yine bütün ihtişam ve şatafatıyla halkının karşısına çıktığında dünya hayatına çok düşkün olanlar: "Keşke bizim de Karun'unki gibi servetimiz olsaydı. Adamın amma da şansı varmış, keyfine diyecek yok!" (Kasas, 28/79) demişlerdir. Onların bu temennilerine karşılık âhirete inananlar ise: "Yazıklar olsun size! Bu dünyalıkların böylesine peşine düşmeye değer mi? Oysa iman edip güzel ve makbul işler yapanlara Allah'ın Cennet'te hazırladığı mükâfat elbette daha hayırlıdır. Buna da ancak sabredenler nail olur." (Kasas, 28/80) sözleriyle mukabele etmişlerdir.
Mal, mülk ve dünyalık arzusuyla yanıp tutuşanlar, servet ü samanlarıyla kibirlenip gururlananlar, sırça saraylarında ebediyyen zevkten zevke yürüyüp duracaklarını zannedenler, bolluk ve refah hâlindeyken Rezzak-ı Hâkiki'yi hiç hatıra getirmeyenler, bu nankörlüklerinin tokadını yiyip azaba uğradıklarında pişman olacak ve "keşke"lerle inleyeceklerdir. Kur'ân, Kehf Sûresi'nde biri fakir ama mütevazı ve kanaatkâr, diğeri de zengin fakat oldukça kibirli ve tamahkâr iki arkadaşın misalini anlatır.. anlatır ve o güzelim bağının bozulup yok olabileceğine hiç ihtimal vermeyen, kıyametin kopacağına da inanmayan mütekebbirin esef ve hasretini, temenni ve hayretini bir ibret vesilesi olarak hatırlatır: "Çok geçmeden, bütün serveti kül oldu... bu hâli görünce, bağın çökmüş çardakları karşısında, yaptığı masraflarına, harcadığı emeklere acıyıp avuçlarını oğuştura kaldı! 'Ah! n'olaydım, keşke Rabbime ibadette hiçbir şeyi ortak koşmamış olaydım!' demeye durdu." (Kehf, 18/42)
Ötelerde Dehşet Yüklü Temenniler
Mü'minlerin her zaferinden sonra iç geçirip derin bir hasretle "Keşke vaktiyle Müslüman olmuş olsaydık!" (Hicr, 15/2) diyen inançsızlar, Azrail (aleyhisselâm) ile karşılaştıklarında bu sözü daha bir derin söyleyecek ve hele kıyamet gününde "keşke keşke" feryatlarıyla inleyeceklerdir. Evet, dünyalık "keşke"lerden çok daha iç yakıcı temenniler âhirette sadır olacaktır. Kur'ân-ı Kerim kâfir ve fâcirin kabir ve sonrasındaki nedamet ifadelerine ve temennilerine de dikkat çekmekte, bizleri, âhirette "keşke keşke" deyip sızlanmamak için burada dikkatli yaşamaya davet etmektedir.
Dünyanın sarsılıp parça parça döküldüğü, insanların mahşer meydanında çığlık çığlığa bir oraya bir buraya yürüdüğü, bir kurtuluş vesilesi bulmak için koşarken ter gölüne gömüldüğü ve Cehennem'in getirildiği gün.. işte o gün anlayacak asiler işin aslını.. anlayacak ve "Keşke sağlığımda bu hayatım için hazırlık yapsaydım" (Fecr, 89/24) diyeceklerdir. O müthiş gün gelip çatınca herkes kendi derdine düşecek, sırf kendini düşünecektir. Annelerin yavrularını dahi unutacağı o gün, dünyadayken aldanmış yığınların bağlandıkları bütün liderler, kendisine itaat edilen ve arkasından gidilen kimseler de bağlılarını korumak bir yana, kendilerini korumaktan bile aciz kalacaklardır. Liderler ile onların peşinden gidenler arasındaki bütün bağlar, ilişkiler ve ipler bir anda kopuverecek ve hiç olmazsa arkasından gidenlerin sorumluluğundan kurtulmak için metbular tâbîlerinden köşe bucak kaçacaklardır. işte o zaman bir temenni çığlığı daha kopacaktır. "O tâbi olanlar şöyle derler: 'Ah ne olurdu, keşke, elimize bir fırsat geçse de onların bizden uzak durdukları gibi biz de onları bir reddetseydik!'" (Bakara, 2/167)
Liderlerinden yüz bulamayan zavallılar, eş ve dostlarından, yakın arkadaşlarından medet umacak, suçluluk ve çaresizlik içinde kendilerine uzanacak bir el arayacaklar; ama, arkadaşları tarafından da terk edildiklerini, hattâ o güne kadar dost görünen şeytanın bile onları yüzüstü bıraktığını görecekler.. görecekler de her biri kendisini Cehennem'e sürükleyen kötü arkadaşından şikâyet edecek; ona duyduğu nefretle "Keşke seninle aramız doğu ile batı arası kadar uzak olsaydı! Meğer sen ne kötü arkadaşmışsın!" diyecek (Zuhruf, 43/38); fakat Cenab-ı Allah onlara, "Bu temenniniz bugün size hiçbir fayda vermez. Çünkü hayat boyunca birlikte zulmettiniz. Burada da azabı birlikte çekeceksiniz." buyuracaktır. (Zuhruf, 43/39)
Onlar yapayalnız, korku ve dehşet içinde, perişan bir vaziyette bulundukları o hengâmda bir aralık mü'minleri görecekler. inananların kendi imamları arkasında saf saf dizildiklerini, Peygamberlerinin sancağı altında emniyete erdiklerini seyredince, Nebîlere karşı isyanlarını hatırlayacak, parmaklarını ısıracak "Eyvah!" diyecekler ve nedametlerini "Keşke o Peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur'ân'dan) beni o uzaklaştırdı. Zaten şeytan, insanı işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da yüzüstü, yalnız bırakır." (Furkan, 25/27) şeklinde dile getireceklerdir. ihtimal, Ebu Cehillerin, Utbelerin, Şeybelerin ve her devrin peygamber düşmanlarının acı feryatları böyle olacaktır.
Herkesin hesap defteri kendi önüne konulduğunda, mücrimler defterdeki kayıtlardan korkacak, dehşete kapılacak ve "Eyvah bize! Bu deftere de ne oluyor? Ne küçük koymuş ne büyük, yazılmadık şey bırakmamış!" (Kehf, 18/49) diye yakınacaklardır. Hele bir de hesap defterlerini sol taraflarından alınca artık tarifi imkânsız bir hicran, hasret, nedamet, inilti ve feryad u figan kopuverecektir yüreklerinden. Mücrimlerin her biri: "Eyvah! Keşke verilmez olaydı bu defterim! Keşke hesabımı bilmez olaydım! N'olurdu, ölüm her şeyi bitirmiş olaydı! Servetim, malım bana fayda etmedi! Bütün gücüm, iktidarım yok oldu gitti!" (Hâkka, 69/25-29) sözleriyle ağıtlar yakacaktır.
Dalâlet bataklığında rotasını şaşırmış Cehennem yolunun yolcuları, âhiretin her durağında ayrı bir nedametle kıvranacaklar; Rabbilerinin huzurunda başlarını öne eğecek ve utanç içinde "Gördük, işittik ya Rabbenâ! Ne olur bizi dünyaya bir daha gönder! Öyle güzel, makbul işler yaparız ki! Çünkü gerçeği kesin olarak biliyoruz artık!" (Secde, 32/12) diye yalvaracaklar; ateşin karşısında durdurulunca, "Ah n'olurdu, dünyaya bir geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek, mü'minlerden olsak!" (En'am, 6/27) diyecek, kendilerine yeni bir fırsat verilmesini temenni edeceklerdir. Ne var ki, onların içlerini en iyi bilen Allah Teâlâ, haklarında şu hükmü verecektir: "Hayır! Öteden beri gizledikleri utandırıcı çirkin halleri, münafıklıkları yüzlerine vuruldu da ondan böyle söylüyorlar. Yoksa geri gönderilseler bile, yine kendilerine yasaklanan kötülükleri yapmaya dönecek ve diyeceklerdi ki: 'Hayat, sırf dünya hayatımızdan ibaret, biz bir daha diriltilecek de değiliz!' Onlar, hiç şüphesiz yalancıdırlar." (En'am, 6/28-29)
Evet, herkesin tepeden tırnağa hayatının hesabını vereceği o gün mutlaka gelecek, her şahıs önünde, yalnız yapıp ettiklerini bulup onlara bakacak ve kurtuluş ümidini bütün bütün yitiren kâfir: "Ah ne olurdu, keşke toprak olaydım!" (Nebe, 78/40) diyecektir.
Netice
Hasılı; temenni, bir şeyi dilemek ve ummak mânâsına gelir. Temennîde, gerçekleşmesi istenen ve husulü arzu edilen o şeyin husulünün mümkün olması şart değildir; muhal şeyler de temennî edilir. Kur'ân, bir yandan iman mahrumlarının hem bu dünyada hem de âhirette pişmanlık, esef, korku ve dehşet dolu temennilerini nazara verirken, diğer taraftan da, mü'minlerin Allah'ı ve hak dini insanlara tanıtma ve bu sayede Rabb'in hoşnutluğunu kazanma gayesine matuf temennilerine de dikkat çeker; bu konuda misaller zikreder.. ve verdiği örneklerle şu imâda bulunur:
Eğer, âhirette "keşke" diyecek olanlar daha bu dünyada iken hayatlarının muhasebesini yapsa ve temennilerini âhiret azığı edinme adına azm u kaste bağlasalar belki kurtulabileceklerdir. Zira, Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselâm), Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) insan olmanın ağır sorumluluğunu her an omuzlarında hissetmiş ve mesuliyet şuuruyla -her birine izafe edilen- şu sözü söylemişlerdir: "Keşke, insan olmaktansa, doğranıp budanan bir ağaç olsaydım." (Tirmizi, "Zühd", 9; ibn-i Mace, "Zühd", 19) Onlar ve onları rehber edinen mü'minler, sorumluluk duygusuyla dile getirilmiş bu sözün gölgesinden bir lahza ayrılmamış; sürekli muhasebe ve murakabe sütreleri altında yaşamış ve mezarla başlayan iç içe âlemlerde "keşke keşke" feryatlarından kurtulma vesileleri aramışlardır.
Öyleyse, iman mahrumlarının hesaplar görülürken "Keşke Allah'a iman etse, Peygamberin yolunu izleseydim; keşke kan akıtmasa, canlara kıymasaydım; ah ne olurdu islâm'a dil uzatmasaydım, n'olaydı Kur'ân'a lâf atmasaydım..." diye diye inleyeceklerini yakin derecesinde bilen mü'minler, daha yaşıyorken ve fırsat varken mazide fevtettiklerine üzülmeli; "Keşke başkalarının kusurlarını görmese ve kendi hatalarımla meşgul olsaydım; keşke Rabbânî bir kul olabilse ve Rabbimle münasebetimi sıkı tutsaydım; ah ne olurdu, yanan neslin ateşini söndürmeye koşanlar arasında ben de bulunsaydım!" demeli.. demeli ve bu sözlerini sadece bir kuruntu ve boş ümniye şeklinde değil, aksine bir tevbe ve istikbal adına bir karar verme olarak söylemelidirler.