kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamak değildir. çünkü ben sikilmek istemiyorum ama sikmek istiyorum. dolayısıyla hayatın özünde adalet kavramı tümüyle var olmadığından asıl soru "evrimleşmemize rağmen adaletsizlik neden hala devam ediyor?" olabilirdi fakat bu soruyu idrak edecek potansiyelimiz yok çünkü hala içgüdülerimizin bilincimizi sık sık yenebildiğini görüyoruz. güçlünün yanında olma psikolojisiyle ahlaksal bir eylemde tecavüze başkaldırıp yalnızken 18 yaşından küçük kızların vücutlarına 31 çekebiliyoruz. çünkü hayvanız. adalet ancak yemeğini paylaşmak, paranı paylaşmak, sevgi göstermek, bir konuda destek olmak gibi paylaşımcı eylemlerle hissedilebilir. çünkü kendisi tümüyle yeryüzünde var değildir. yapılan bir iyilik evrendeki başka bir canlı için mutlaka kötülük olacaktır. yani adaletin ne olduğunu ancak o duruma göre söyleyebiliriz.
her insana gore ve yasanan her yere gore degisir bu algi. hic bir zaman dunya da kosulsuz ve kusursuz adalet mumkun olmaz. her zaman birileri haksizliga ugrar ve her zaman birileri adalet yerini bulmadan, siyrilirlar gerekli cezayi almadan. bir insan yaptigindan zerre kadar pismanlik duymassa onu senelerce hapisde tutsaniz bile hatta omur boyu, adalet yinede yerini bulmamistir demek.
Haklıya hakkının verilmesi olarak bilirdik. Lakin yaşanmışlıklar ya bize öğretilen "adalet" kavramının tanımında ya da bizim algımızda bir sorun olduğunu düşündürüyor.
Aslında sayfalar dolusu yazmak geliyor içimden bu konuyla ilgili.
Fakat benim kaybettiklerim yanında, bu zihniyet yüzünden evladını, eşini, kardeşini, canını kaybedenleri düşününce ne yazsam eksik kalıyor. Öyle ya, bir ömrün içinde dört yıl nedir ki?
kesin olmasına ragmen görecelileştirilmiş, tarafsız olması gerektigi halde güçlünün iktidarın yerine geçmiş, yok olmaya yüz tutmuş, yakında sözlüklerden başka yerde göremeyecegimiz kavram.